Monday, February 24, 2014

Kadıköy Süreyya Opereti ve Nazım Hikmet


Eski İstanbul milletvekillerinden Süreyya İlmen (Süreyya Paşa) tarafından yaptırılan ve 6 Mart 1927 tarihinde hizmete açılan Kadıköy'deki Süreyya Opereti, Kadıköy Belediyesi tarafından 2006 yılında 40 yıllığına Darüşşafaka Cemiyeti'nden kiralandı, restore edildi ve 'Kadıköy Belediyesi Süreyya Paşa Kültür Merkezi' olarak hizmet veriyor.


Süreyya Paşa, 1928 yılında Süreyya Opereti’ni kurar ve 1934’e kadar işletir. Operette rol almış sanatçılar arasında operetin primadonnası Suzan Lütfullah, daha sonraki primadonna Semiha Berksoy, Toto İrma(Karaca), Fikriye Hanım gibi ün yapmış nice isimler yer alır. 1932 yılında, 23 yaşında ölen, operetin primadonnası Suzan Lütfullah (Gülriz Sururi’nin annesi) anısına Süreyya Sinemasında ’’Suzan Gecesi’’ düzenlenir. Operetin yöneticisi Muhlis Sabahattin (Ezgi) verdiği piyano konseri sırasında Suzan Lütfullah’a ebedi hediyesi olan 'Ölen Ayşe' adlı bestesini seslendirir. Bu geceden sağlanan gelir ile yapılan Suzan Lütfullah’ın tunçtan heykelini bugün Süreyya Sineması’nın giriş holünde görebilirsiniz.

Süreyya İlmen (Süreyya Paşa) 1949 şöyle anlatır: 'Sinemamızın hol kısmı Paris’in Champs Elysee tiyatrosunun holünün aynısıdır. İç kısmı Alman tiyatrolarından kopya edilmiştir.' Sinemanın ilk müdürü Nazım Hikmet’in babası Hikmet Nazım’dır. Balo Salonu olarak yaptırılan bölüm bugün bir mağaza tarafından kullanılmaktadır. Yazlık sinema olan yerde ise Süreyya Paşa Otoparkı bulunmaktadır.
Maltepe sahilde Bakireler Anıtı
Ülkemizde denize girme geleneği 1917 yılından sonra İstanbul’a Rus Devriminden kaçanların (Beyaz Ruslar) gelmesiyle başlamıştır. Önce deniz hamamları daha sonraları plaj tesisleri yapılmıştır. Süreyya İlmen Maltepe sahilde oluşturduğu plaja bir simge olması için eski Yunan tarihlerinde Bakireler Tapınağı (Temple des Vierges) olarak bilinen anıtı yaptırır. Bakireler Tapınağına Avrupa’daki parklarda, su kenarlarında rastlanmaktadır. İnanışa göre Bakireler Tapınağını ziyaret eden gelinlik çağındaki genç kızlar koca bulmaktadırlar. Süreyya Plajında kıyıdan 50-60 metre açıkta bulunan küçük bir kayalık zeminin üzerine bu yapı tesis edilir. Sonraki yıllarda plajın simgesi haline gelen Bakireler Anıtı yaklaşık 3,5 metre çapında 4 metre yüksekliğinde 6 kolon üzerine konulmuş bir kubbe şeklinde idi. Ortasında ise Venüs heykeli bulunmaktaydı. Yunan mitolojisinde Afrodit, Roma mitolojisinde Venüs denizin köpüğünden oluşmuş, istiridye kabuğu içersinden dünyaya gelmiş bir tanrıçanın adıdır.


Bazı plajlarda soyunma kabinlerinden başka bir de aile kabinleri vardı. Bunlar bir oda büyüklüğünde olur içerisinde dinlenecek bir yatak da bulunurdu. Süreyya Plajı da böyle bir plajdı. Plaja gelen herkez kıyıdan Bakireler Anıtına kadar yüzerek gidip gelirdi.


Karacaahmet Mezarlığı
Karacaahmet Mezarlığındaki Üsküdarlı bir hanıma ait olan anıt mezar da aynen Bakireler Anıtı şeklindedir. 1947 yılında 35 yaşında ölmüş olan bu genç hanımın mezarı ise yaklaşık 3m çap ve 3,5m yükseklikte, Bakireler Anıtının ölçülerine yakın ölçülerdedir. Tek fark, buradaki anıtın ortasında aynı yükseklikte bir kaide üzerinde  heykelin yerinde mezarın bulunması. İginç olan bu hanımın Süreyya İlmen’in tanıdığı olması.

Yıllardır Süreyya Plajının simgesi, şimdi Maltepe Belediyesinin amblemi, Maltepe’deki Türkan Saylan Kültür Merkezinin modeli olan Bakireler Anıtının şeklinin aslı, Karacaahmet Mezarlığındaki bu anıt mezar olabilir mi?

Süreyya İlmen (Süreyya Paşa) (1874 - 1955)
II.Abdülhamid döneminin ünlü seraskeri Rıza Paşa ile Adviye hanımın oğlu Süreyya Paşa, Yugoslavya’daki Patgoriçe’de 1874 yılında doğar. Kuleli Asker Lisesi, Harbiye ve Erkani Harp Okullarında okur. Balkan Harbinde Tümgeneral olur. Birinci Dünya Savaşında ordudan ayrılarak iş hayatına atılır.
Türkiye’nin ilk özel, devlet yardımı almadan kurulan Süreyya Paşa Mensucat fabrikası 1914’te Balat’ta faaliyete geçer.1927-1930 yıları arasında İstanbul Milletvekilliği yapar. Maltepe’deki Süreyya Plajı’nı 1946 yılında kullanıma açar. Gazino, 42 odalı otel ve büyük bir ev inşa edilir. Ayrıca sahilden 60 metre uzakta, deniz üstünde plajın sembolü olarak Bakireler Mabedi (Temples de Vierges) inşa edilmiştir. Bu yapı, burayı ziyaret eden genç kızların çabuk koca buldukları efsanesi ile anılır. Süreyya Paşa son yıllarında Maltepe’deki Narlıdere Çiftliğini SSK’ya(SSK Süreyya Paşa Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi Hastanesi), Süreyya Sineması’nı Darüşşafaka Cemiyeti’ne, plajı Maltepe Belediyesine bağışlar ve 6 Şubat 1955 yılında ölür.

Serasker Rıza Paşa Yalısı
Vaniköy Serasker Rıza Paşa Yalısı, Süreyya İlmen'in babası II.Abdülhamit dönemi Seraskeri Rıza Paşa'ya aitti.


Vaniköy’deki Serasker Rıza Paşa Yalısı, köşk benzeri son derece zarif ve bir o kadar da mütevazı bir yapıdır. Deniz kıyısında tek katlı gibi görünse de arkadaki blok iki katlıdır. Ancak bu görünen yapı aslında bugün olmayan asıl yalının bahçesine müstakil olarak yapılmış ek bir bölümden ibarettir. Bugün mevcut olmayan sahilsarayı ise bir zamanlar İttihat ve Terakki Cemiyetinin kurduğu eğitim ve propoganda amaçlı okuluna  on yıl boyunca hizmet vermişti. Bu büyük yalı 1928’de yıktırıldı. Mevcut Yalının son sahibi ise Aydın Tarlan’dır.

Yalının ilk sahibi Mustafa Nuri Paşa’dır. Mustafa Nuri Paşa, Sırkatibizadeler olarak bilinen meşhur bir Osmanlı Ailesi’nin kurucusudur. Asker kökenli bir devlet adamı olan Mustafa Nuri Paşa II.Mahmut tarafından saraya alınmıştı. 1823’de Sır Katibi oldu. Sır Katibi, Sadrazamlık ile padişah arasındaki yazışmaları kontrol eden görevlidir. 1877’de de ilk Meclis’te Ayan Üyeliğine atandı. Mustafa Nuri Paşa’nın ölümünden sonra yalı maiyetinde çalışan Serasker Rıza Paşa’ya geçti. Serasker Rıza Paşa II.Abdülhamit’in en sadık adamlarındandı. 1877’de Müşir (Maraşel) oldu. II.Abdülhamit döneminde 1891’den 1908’e dek seraskerlik (Genelkurmay Başkanlığı) görevini yürüttü.

Bu dönemde daha çok Çamlıca’daki köşkünde yaşayan Rıza Paşa’nın en sevdiği şey kahvaltılarını bu yalıda yapmaktı. İttihatçıların güç kazandığı 1908 devrimi üzerine görevden alınan Rıza Paşa, Ege adalarına sürgüne gönderildi. Daha sonra Fransa’ya geçti.

Bu arada iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Cemiyeti, Rıza Paşa’nın yalısına el koymuştu. İttihat Terakki Cemiyeti bu ve benzeri bazı yapılarda eğitim ve propaganda amaçlı okullar açtı. Rehber-i İttihad-ı Osmani Mektebi adıyla 1911’de Serasker Rıza Paşa Yalısı’nda kurulan bu özel okulun yemekhanesi ise paşanın bir zamanlar kahvaltı etmeye gidip dinlendiği bugünkü küçük binaydı. Serasker Rıza Paşa’nın ülkeye dönebildiği 1920 yılı, aynı zamanda okulun kapandığı yıldır. Ama Rıza Paşa yalının sefasını süremedi, kahvaltı edemeyecek kadar ağır hastaydı. Aynı yıl hayatını kaybetti.

Serasker Rıza Paşa’nın üç oğlu vardı: Süreyya Paşa, Şükrü Paşa ve Rıza Bey. Şükrü Paşa’nın büyük kızı İffet Hanım, Atatürk karşıtlığıyla tanınan Dr. Rıza Nur’la evlendi. Bu çocuklar arasında en ünlüsü ise Kadıköy semtine damgasını vurmuş Süreyya Paşa’dır.

Süreyya Paşa (İlmen), Türk Hava Kuvvetleri’ni kurmakla ünlü bir asker, tiyatro, opera ve müzikle uğraşmış  bir kişiydi. Süreyya Paşa, yıldızlarının hiç barışmadığı Enver Paşa ile sürekli tartıştığından 1916’da askerlikten istifa ederek ticarete atıldı. 1927-1930 arası TBMM milletvekili oldu. Serbest Cumhuriyet Fırkası kapatılınca siyasetten de uzaklaştı. Süreyya Paşa, Kadıköy’de Süreyya ismiyle başlayan sinema, plaj, sanatoryum gibi mekanların sahibi ve kurucusudur. Süreyya Paşa ayrıca Anadolu yakasının ilk tramvay hattını işleten şirketin de sahibiydi. Beyoğlu, İstiklal Caddesi’ndeki tarihi Halep Pasajı’nın yarısı da Süreyya Paşa’ya aitti.

Hikmet Nazım Bey ve Süreyya Opereti
Nazım Hikmet’in babası ve Süreyya Sineması’nın müdürü Hikmet Nazım Bey, 1932’de bir köpek tarafından ısırılınca kuduz aşısı yaptırır. Fakat daha birkaç gün önce yaralanmış ve tetanos aşısı da yaptırmıştır. Hikmet Bey, iki aşının uyuşmaması nedeniyle ağır hastalanır. Hikmet Bey evinde hasta yatarken patronu Süreyya Paşa yanına gidip sinemanın hesaplarıyla ilgili olarak kendisiyle konuşur. Bu konuşmadan birkaç gün sonra Hikmet Bey ölünce, Nazım Hikmet kahrolur ve o kızgınlıkla önce ‘Gece Gelen Telgraf’, bir yıl sonra da ‘Hiciv Vadisinde Bir Tecrübei Kalemiye’ başlıklı şiiri yazar. Şiirde kendi babası ile Süreyya beyin babası Abdülhamid dönemi Seraskeri Rıza paşa’yı anlatır.

Hiciv Vadisinde Bir Tecrübei Kalemiye
Bir varmış Bir yokmuş
Develer telalık edip satarken develeri,
Bir benim babam varmış,
Bir de zatı muhteremin pederi.
Benim babam, dazlak kafalı ufak tefek bir adam.
O bir zatı muhteremin pederi
İkinci Sultan Hamidin meşhur hırsız seraskeri .
Benim babam, dolu koymuş boş çıkmış,
bütün ömrünce çevirmiş simsiyah defterleri.
O, bir zatı muhteremin pederi-
Yemen çöllerinde açlıktan ölenlerin
               suyundan ekmeğinden çalarak ,
Kumun üstünde akan kandan
               yüzde yüz komisyon alarak
Han, hamam apartıman yapmış…
Ey zatımuhterem:
Şaire, “kısa kes, diyelim, sözlerini!”
Ölmüş sizin serasker peder .
Benim de babam öldü.
Ve dünyaya yummadan evvelışıklı çocuk gözlerini, siz onun yanındaydınız.
Son beş papelin hesabını vermeden ölmesin, diye kalbinin atışını saydınız.
Tutmuyordu, babamın öpülesi elleri.
O eller.. Babamın gözleri, artık simsiyah defterleri göremiyordu...
Fakat yine siz haklısınız: o gündü hesap günü.
Taktınız tenezzülen kendi elinizle, siz bir ölünün burnuna gözlüğünü, beş papelin hesabını istediniz.


GECE GELEN TELGRAF

Gece gelen telgraf
dört heceden ibaretti:
"VEFAT ETTİ."
İmza yok.
Bu dört hece bile çok.

Bakıyorum duvara:
duvarda bir yara-
duvarda bir resim-
vefat edenin,
elimle çizmişim.

Saat bir.
Saat üç.
Saat beş.
Polis düdükleri, saatlar...
Yatağım bozulmamış.
Çekmecemde kaatlar:
bazıları
onun el yazıları.

Gece gelen telgraf
dört heceden ibaret...
Şafak söküyor-
odam
geceden ibaret.

Avuçlarımda
ellerinin gölgesi dolaşan adam
demir parmaklıklardan gördü son gündüzünü.
Mahpushane doktoru
örterek paltosuyla upuzun yatanın yüzünü:
- Tamam!
dedi.
Bunu belki evvelki akşam
dedi.
Evvelki akşam
ben......

Satıcılar geçiyor mahalleden.

Bakıyorum
gece gelen
telgrafa.
O mükemmel bir kafa
mükemmel bir yürek,
yumruklarıyla erkek
gözleriyle çocuktu.
Hudutsuz ve Allahsız bir baştı o.
Yoldaştı o..

Düşmanlar kına yaksın
dostlar girsin saflara.
Sen gözyaşı göstermeden ağlıyacaksın
gece gelen telgraflara...

 Nazım HİKMET