Archaeology Museum

İstanbul Arkeoloji Müzesi, çeşitli kültürlere ait bir milyonu aşkın eserle, dünyanın ilk üç arkeoloji müzesinden biridir. Türkiye'nin müze olarak inşa edilen en eski binasıdır. 19. yüzyılın sonlarında ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey tarafından İmparatorluk Müzesi olarak kurulmuştur ve 13 Haziran 1891 tarihinde ziyarete açılmıştır.

Müzenin koleksiyonunda, Balkanlar'dan Afrika'ya, Anadolu ve Mezopotamya'dan Arap Yarımadası'na ve Afganistan'a kadar, Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içinde yer alan medeniyetlere ait eserler bulunmaktadır. Müze üç ana birimden oluştuğu için İstanbul Arkeoloji Müzeleri olarak adlandırılmaktadır.
  • Arkeoloji Müzesi (ana bina)
  • Eski Şark Eserleri Müzesi
  • Çinili Köşk müzesi
Sistemli bir şekilde müzeciliğin kurumsal olarak ortaya çıkışı İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin 1869 yılında 'Müze-i Hümayun' yani İmparatorluk Müzesi olarak kuruluşuna denk gelir. Aya İrini Kilisesinde o güne değin toplanmış arkeolojik eserlerden oluşan Müze-i Hümayun İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin temelini oluşturur. Dönemin Maarif Nazırı Saffet Paşa, müze ile yakından ilgilenmiş, müzeye eser kazandırmak için kişisel çabalar sarf etmiştir. Ayrıca Galatasaray Lisesi öğretmenlerinden İngiliz asıllı Edward Goold'un müze müdürü olarak atanmasını sağlanmıştır. 1872 yılında Maarif Nazırı Ahmed Vefik Paşa bir dönem kaldırılmış olan Müze-i Hümayun'u Alman Dr. Phillip Anton Dethier'i müdür olarak atayarak tekrar kurar. Dr. Dethier'ın yaptığı çalışmalar sonucunda Aya İrini kilisesindeki mekân yetersiz kalır ve yeni bir inşaatın yapılması gündeme gelir. Maddi imkânsızlıklardan ötürü yeni bir bina yapılamaz fakat Fatih Sultan Mehmet döneminde yaptırılmış olan "Çinili Köşk" müzeye dönüştürülür. Halen İstanbul Arkeoloji Müzelerine bağlı olan Çinili Köşk restore edilerek 1880 yılında açılır. 

Yapılış tarihi açısından bakıldığında İstanbul Arkeoloji Müzeleri kompleksi içerisinde en eski yapı Çinili Köşk'tür. Şu anda Türk çini ve seramik örneklerinin sergilendiği Çinili Köşk Müzesi, Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'da yaptırdığı sivil mimari örneklerinin en eskisidir. Yapıdaki Selçuklu etkisi göze çarpmaktadır. Kapısı üzerindeki çini kitabede inşa tarihinin Miladi 1472 olduğu yazılıdır ancak mimarı bilinmemektedir. 

Sonradan yapılan diğer iki bina ise Çinili Köşk'ün çevresinde yer alır. Bu binalardan biri Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk Güzel Sanatlar Akademisi olarak inşa edilmiş olan ve sonradan Eski Şark Eserleri Müzesi olarak düzenlenmiş binadır. Eski Şark Eserleri'nin bugün içinde bulunduğu bina, Osman Hamdi Bey tarafından 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi yani Güzel Sanatlar Akademisi olarak inşa ettirilmiştir. İleride Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin temellerini oluşturacak olan bu akademi Osmanlı İmparatorluğu'nda açılmış olan ilk güzel sanatlar okuludur. Binanın mimarı daha sonra İstanbul Arkeoloji Müzeleri Klasik binasını inşa edecek olan Alexander Vallaury'dir. 1917 yılında içindeki akademinin Cağaloğlu'nda başka bir binaya taşınması üzerine bu bina müzeler müdürlüğüne tahsis edilmiştir. Dönemin müze müdürü Halil Edhem Bey Yakındoğu ülkelerinin eski kültürlerine ait eserleri Yunan, Roma ve Bizans eserlerinden ayrı sergilenmesinin daha uygun olacağını düşünmüş ve binanın Eski Şark Eserleri Müzesi olarak düzenlenmesini sağlamıştır.


1881 yılında Sadrazam Edhem Paşa'nın oğlu Osman Hamdi Bey'in müze müdürlüğüne atanması ile birlikte Türk müzeciliğinde yeni bir çığır açılır. Osman Hamdi Bey Nemrut Dağı, Myrina, Kyme ve diğer Aiolia Nekropolleri'nde ve Lagina Hekate Tapınağı'nda kazılar yapmış ve buradan gelen eserleri müzede toplamıştır. 1887 - 1888 yılları arasında günümüzde Lübnan'da bulunan Sayda'da yaptığı kazılar sonucunda Krallar Nekropolü'ne ulaşmış ve dünyaca ünlü İskender Lahdi başta olmak üzere pek çok lahit ile İstanbul'a dönmüştür. 1887 ve 1888 yılları arasında Osman Hamdi Bey tarafından yapılan Sidon (Sayda, Lübnan) Kral Nekropolü Kazısı'ndan İstanbul'a getirilen, aralarında İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi, Likya Lahdi, Tabnit Lahdi, gibi ihtişamlı eserlerin sergilenebilmesi için yeni bir müze binasına ihtiyaç duyulmuştur. Osman Hamdi Bey'in isteği üzerine Çinili Köşk'ün karşısına dönemin ünlü mimarı Alexandre Vallaury tarafından inşa edilen ve Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) olarak kurulan İstanbul Arkeoloji Müzeleri 13 Haziran 1891'de ziyarete açılmıştır. Müzenin ziyarete açıldığı 13 Haziran günü halen ülkemizde müzeciler günü olarak kutlanmaktadır. 

Arkeoloji Müzesi binasına, 1903 yılında kuzey ve 1907 yılında güney kanadın eklenmesi ile bugünkü ana müze binası oluşturulmuştur. Ana Müze binasının güney doğu bitişiğine, yeni sergi salonlarına duyulan ihtiyaç nedeni ile 1969-1983 yılları arasında bir ilave yapılmış ve bu bölüm Ek Bina (yeni bina) olarak adlandırılmıştır.



Eski Şark Eserleri Müzesi



Müzedeki en önemli eserlerden biri MÖ 6. yüzyıla ait İştar Kapısı. Üzerinde boğa ve ejderha kabartmaları olan kapı, Babil'in iç ve dış duvarlarını ayırıyormuş ve tanrıça İştar adına yapılmış. Pişmiş toprak, sırlı ve kabartmalı tuğlaların birleştirilmesinden oluşan, boğa ve ejder kabartmaları, Yeni Babil Devleti'nin başkenti Babil'in iç ve dış sur duvarlarını birleştiren Tanrıça İştar adına yaptırılmış olan anıtsal çifte kapıya aittir. Kapının duvarları, Tanrı Adad'ın kutsal hayvanı boğa ve Babil'in baş tanrısı Marduk'un kutsal hayvanı ejder 'Muşuşu'nun kabartmaları ile süslenmiştir. 



Tanrıça İştar'ın kutsal hayvanı olan aslan kabartmaları ise Babil'deki tören yolunun iki yanını süslemekteydi. Anıtsal yol kentin merkezindeki Marduk tapınağından başlayarak İştar Kapısı'nı geçer ve sur dışında yeni yıl bayramının kutlandığı 'bayram evi'nde son bulurdu. İştar kapısı ve Tören yolu Yeni Babil Çağı'nın en parlak devri olan II. Nabukadnezar zamanında MÖ 6. yüzyıl sonlarında yapılmışlardır. Kapının ve tören yolunun bir canlandırması da ayrıca sergilenmektedir. Yapının pek çok unsuru da Berlin Müzesi'nde bulunmaktadır.



İkinci önemli eser yedinci salonda sergilenen Kadeş Anlaşması tableti. Tarihin bilinen ilk barış anlaşması olan Kadeş Anlaşması MÖ 13. yüzyılın iki büyük siyasi ve askeri gücü olan Hitit ve Mısır devletleri arasında yapılmıştır. Hitit Kralı III. Hattuşili ve Mısır Firavunu II. Ramses arasında yapılan bu anlaşmanın metnini içeren kil tablet 1906 yılında Boğazköy'de yapılan kazılarda ele geçmiştir.


Bu belgenin ortaya çıkmasından önce anlaşmanın yalnızca Mısır'da Karnak tapınağındaki bir stel üzerine Mısır hiyeroglifi ile yazılmış metni biliniyordu. Yazıtta III. Hattuşili'nin anlaşma metnini gümüş bir tablete yazdırıp Mısır'a gönderdiği bildirilmişse de bu belge henüz bulunamamıştır. O zamanın diplomasi dili olan Akadça ile yazılan tablet çok kırık olup orijinal metnin hemen hemen yarısıdır. Daha sonra yapılan kazılarda, esas metne ait dört parça daha bulunmuş ve böylece metnin kırık olan kısımlarının tamamlanması mümkün olmuştur. Eşit koşullar altında imzalanan anlaşmanın metninde: "Mısır ülkesi kralı, büyük kral, kahraman Re-masesa-mai Amana'nın (II.Ramses'in çivi yazısında yazılışı), Hatti ülkesinin büyük kralı Hattuşili ile dostluklarının, kardeşliklerinin ve büyük krallıklarının devamı için yaptıkları anlaşmadır." denmektedir. Ardından her iki kralın soyları ile bilgiler ve barış için yaptıklarını anlatan tekrarlardan sonra anlaşmanın maddeleri gelmektedir. Maddeler şöyle sıralanabilir: 'Eğer her iki ülkeden birine iç veya dış düşmanlar saldırırsa ve bunun için birbirinden yardım isterlerse, her iki taraf piyadesini ve süvarisini göndererek onun yardımına koşacaktır. Eğer bir asilzade Hatti ülkesinden kaçıp Mısır kralına sığınırsa, onu yakalayıp ülkesine geri gönderecektir. Eğer Mısır ülkesinden, Hatti ülkesine ya da Hatti ülkesinden Mısır ülkesine kaçanlar olursa, birbirlerine geri vereceklerdir. Fakat bunlar şiddetle cezalandırılmayacak, onların gözlerinden yaş akmayacak, eşleri ve çocuklarından öç alınmayacak.'. Tarihin yazılı ilk barış anlaşması olması nedeniyle orijinal tabletin iki metre boyundaki bakır kopyası, Birleşmiş Milletler Bina'sının duvarına da asılmıştır.

Üçüncü önemli eser beşinci salonda görebileceğiniz Hammurabi Kanunu tableti. Hammurabi, Eski Babil Sülalesi'nin 11 kralından altıncısıdır. MÖ 1792-1750 yılları arasında 43 yıl saltanat sürmüştür. Saltanatının 2. yılı "ülkede yasanın konulduğu" yıldır. Kanunun aslı 2.23 m boyunda diyorit bir stel üzerine yazılmıştır. Stel Susa'da bulunmuş ve Louvre Müzesi'ne götürülmüştür. Kanunun 282 maddesi olup üç bölümden oluşur. İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde sergilenmekte olan bu metin, okullarda okutulmak ve mahkemelerde kullanılmak için tabletler üzerinde kopya edilenlerdir ve Nippur'da bulunmuştur.



Dünyanın ilk aşk şiiri 1889′da Bağdat’ın 150 km uzağındaki Sümer kenti Nippur’da bulunmuş 4 bin yıllık bir tablet üzerindeki şiirdir. ABD’li sümerolog Samuel Noah Kramer tarafından 55 yıl önce okunan tableti Türkçe’ye Muazzez İlmiye Çığ çevirdi. Sümer inancına göre, toprağın bereketini ve verimli olmasını sağlamak amacıyla, Kral’ın yılda bir kez Bereket ve Aşk Tanrıçası Ellil yerine bir rahibe ile evlenmesi kutsal bir görevdi. Bu şiir büyük bir olasılıkla Kral Şusin için seçilmiş bir gelin tarafından yeni yıl bayramını kutlama töreninde söylenmek üzere kaleme alınmıştı ve ziyafetlerde, şölenlerde müzik, şarkı ve dans eşliğinde söyleniyordu.


Damadım, kalbimin sevgilisi.
Güzelliğin büyüktür baldan tatlı.
Aslan, kalbimin kıymetlisi.
Güzelliğin büyüktür baldan tatlı.
Benim değerli okşayışlarım baldan tatlıdır.
Yatak odasında bal doludur.
Güzelliğinle zevklenelim.
Aslan seni okşayayım.
Benim değerli okşayışlarım baldan tatlıdır.
Damadım benden zevk aldın.
Annem söyle sana güzel şeyler verecektir.
Babam, sana hediyeler verecektir.
Sen beni sevdiğin için.
Lütfet bana okşayışlarını.
Benim Tanrım, benim koruyucum.
Tanrı Ellil’in kalbini memnun eden Şusin’im.
Lütfet bana okşayışlarını …


Kral Heykeli - III. Salmanasar (M.Ö 858 - 824 Yeni Asur dönemi) Yazıtta Kral kendini, büyük, kudretli ,dört iklimin kralı, bütün evrenin prenslerinin, haşmetlilerinin, krallarının kuvvetli ve kudretli rakibi olarak tanımlamış. Asur kentinin duvarlarını yeniden yaptırmış ve kendi heykelinin bir suretini de kentin kapısına koydurmuş. 




Eski Mısır'da ruhun ölümle vücudu terk edip daha sonra geri döndüğüne inanılırdı. İnanca göre ölümden sonra süregelen yaşam ancak vücudun varlığı ile olağandır. Bu yüzden ölüleri sosyal durumlarına göre ya piramit, mastaba, kaya mezarı gibi anıtsal mezarlara ya da kum içine kazılmış basit çukurlara gömmüşlerdir. Anıtsal mezarlarda mumya, iç içe iki veya üç lahde konulurdu. Ahşap, insan şeklindeki (antropoit) lahitler Teb kenti mezarlığı Der-El Bahri'de yapılan kazılarda bulunmuşlardır. Tebe özgü olan Tanrı Amon tapınağının rahip ve rahibelerine aittirler. Lahitlerin iç ve dış yüzeyleri ince bir alçı tabaka ile sıvanmış, üzeri dini metinler, ölüyü öbür dünyada koruyacak tılsımlı semboller ve mitolojik sahnelerle, çok renkli olarak süslenmiştir. Açık olarak sergilenmiş lahitte Bak-Na-Mut ve ayak ucunda kedisinin mumyaları görülmektedir. Mumyalama işleminden önce çıkarılan iç organlar, mumyalanarak 'kanop' adı verilen vazolara tek tek yerleştirilirdi. Bu vazoların kapakları ölülerin koruyucusu olan dört tanrının başı şeklindeydi. İnsan başlı Amset'in vazosunda mide, maymun başlı Hapi'nin vazosunda akciğerler ve şahin başlı Horus'un vazosunda karaciğer saklanırdı. Bazen mumya boncuklardan örülmüş ağ şeklindeki örtülere sarılır ve başının altına tahta yastıklar yerleştirilirdi, ayrıca mezar odasına hasırdan yapılmış boncuk sepetleri konurdu.






Çinili Köşk

Fatih Sultan Mehmet tarafından 1472 tarihinde yaptırılan köşk İstanbul'daki en eski Osmanlı sivil mimarlık örneklerinden birisidir. Sultan için yazlık ev olarak yapılmıştır. 


Sultan  şimdi Arkeoloji binası olan alanda yapılan sportif mücadeleleri özellikle güreş ve cirit sporlarını izlerdi. Yapıldığı zaman tüm iç ve dış duvarları çinilerle kaplanmıştı. Girişteki revak ortada bir kemer ve her iki yanında 6 daha küçük kemer oluşmaktadır. İleriki yıllarda revak II.Abdülhamit revak’ı yeniden yaptırdı. Bu sırada tahta sütünlar mermer ile değiştirilmiştir.


l875-1891 yılları arasında Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) olarak kullanılmıştır. l953 yılında Türk ve İslam eserlerinin sergilendiği Fatih Müzesi adı altında ziyarete açılmış, 1981 yılında konumu nedeniyle İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne devredilmiştir. Arkeoloji müzesinin karşısındadır. Köşkün giriş cephesi tek, arka tarafı ise iki katlıdır. Girişte 14 sütunlu mermer bir revak vardır. Giriş mozaik çinilerle süslüdür. 6 oda ve bir orta salondan oluşan köşkte Selçuklu ve Osmanlı Dönemine ait çeşitli çini ve seramikler sergilenmektedir . Müze ve depolarında yaklaşık 2000 eser bulunmaktadır.


Ab-ı Hayat çeşmesi
Gülhane Parkı'na bakan sol köşe odasının nişlerinden biri, III. Murad zamanında (1574-1595), selsebil şeklinde bir çeşmeye dönüştürülmüştür. Ayna taşındaki bitkisel motiflerin ortasında yer alan tavus kuşu figürü dikkati çekmektedir. Süslemelerde kalem işi tekniği ile altın yaldız kullanılmıştır. 
Yan duvarlarında ta'liq hatla yazılmış on iki beyitlik iki mermer kitabeden, çeşmenin Hicri 999 (Miladi 1590) tarihinde yapıldığı ve Çinili Köşk'e o yıllarda "Sırça Saray" denildiği anlaşılmaktadır.
Çeşmenin karşısındaki nişe ise 2004 yılında başlayan son düzenlemelerde, Osman Hamdi Bey'in yaptığı, 1904 tarihli "Ab-ı Hayat Çeşmesi" adını taşıyan yağlıboya tablonun bir kopyası konulmuştur. Bu tabloyu Osman Hamdi Bey, çeşmenin yanında durarak çektirdiği fotoğrafından yapmıştır.

Ab-ı Hayat çeşmesi

Çini Mihrap
14. yüzyılın ikinci yarısı 15. yüzyılın başlarına tarihlenen ve Erken Osmanlı dönemi çini sanatına hakim olan renkli sır tekniği ile yapılmış, 1432 tarihli Karamanoğlu İbrahim Bey İmareti'ne ait çini mihrap, orta salonda girişe göre sağ tarafta bulunmaktır. 19. yüzyılın sonlarında Karaman'da zamanla tahrip olan İbrahim Bey İmareti'nden Halil Edhem Bey tarafından söktürülerek İstanbul'a taşıtılan mihrap, 20. yüzyılın başlarında Çinili Köşk'teki yerine monte edilmiştir. Bitkisel ve geometrik bezemeli çini levhalardan oluşan mihrabın kitabe panosunda; nesih hatla Bakara Suresinin 255. (Ayet-el Kürsi) ayeti, kufi hatla da 256. ve 257. ayetleri yazılıdır.



1510 tarihli İznik çinisi


Arkeoloji Müzesi

Ressam, arkeolog Osman Hamdi beyin kurucusu olduğu müze 13 Haziran 1891 de Müze-i Hümayun ismi ile açılmıştı. 1902 ve 1908 tarihlerinde yan kanatları, yüzüncü kuruluş yılında 1991 de modern büyük bir bölüm eklenmiş ve yeni düzenlemeler yapılmıştı. Abidevi binanın mimarı Alexadre Vallaury idi. Binanın dış cephesi  Ağlayan Kadınlar lahitlerinden esinlenerek yapılmıştır. İstanbul’daki Neoklasik  yapıların güzel bir örneğidir. 


Giriş karşısında iri ve ürkütücü Tanrı Beş heykeli yerleşmiştir. Sağ tarafta Antik çağ heykelleri salonları uzanır. Arkaik çağdan, Roma devrine devam eden eşsiz heykeller sıralıdır. Salonların ilkinde Antik mezar taş ve rölyefleri sonra, Anadolu Pers egemenliği, Afrodisias buluntularının yer aldığı Kenan Erim salonu, Efes, Milet ve Afrodisias'tan eserler sergilenen Anadolu'nun üç Mermer Şehri salonu, Hellenistik devir Heykelleri, Menderes Manisa'sı ve nihayet Hellenistik tesirli Roma ve Roma devri heykelleri salonları bulunur. 

Giriş sol tarafında hediyelik, hatıra eşyaları ve kitapçı reyonundan sonra Osman Hamdi Bey hatıra salonu sonrada Sayda Krallar Nekrapolü'nden bizzat kendisinin kazıp, çıkarttığı eserlerin salonları uzanır. İlk üç lahit Sayda kralı Tabnit ailesine aittir. Benzersiz bir Likya lahdi ile Satrap lahdi de buradadır. Sonraki bölümde M.Ö.4 yy.a tarihlendirilen, dünya ünlüsü İskender lahdi ile Ağlayan kadınlar lahdi vardır. 

Yeni ek bina girişi yan duvarında Assos Athena mabedinin ön yüzü bire, bir ölçülerde canlandırılmıştır. "İstanbul Çevre Kültürleri" bölümü, değişik çağlara ait civar buluntu ve tümülüs kazılarında ortaya çıkarılmış şahane eserlerin modern ve güzel biçimde sergilendiği ilk salondur. Bizans devri eserleri salonu da buradadır. "Çağlar boyu İstanbul" bölümü ve üst katlarda, karşılıklı vitrinlerde çağdaş eserlerin yer aldığı, "Çağlar boyu Anadolu ve Truva" , "Anadolu ve Komşu Ülkeler Medeniyetleri": Filistin, Suriye ve Kıbrıs eserleri kronolojik sıralama ile teşhir edilmektedir.

Heykeller

Arkaik Dönem (MÖ 800 – MÖ 500)
Arkaik dönemin önemli sanatçıları  Mısır’lılardır. Erken dönem Yunanlılar da Mısır’lılardan etkilenmiştir. Yunanlılar bu dönemde erkekleri çıplak, kadınları giysili olarak heykelleştirmişlerdir. Mısır’lılar da ise çıplak figür kullanılmamış.


Mısır’da heykelciliğinde figürler genel olarak durgun ve hareketsizdir. Frontal duruş hâkimdir. Ayakta duran figürlerde, vücut ağırlığı iki bacağa eşit olarak dağıtılır. Heykelin ortasından bir çizgi çekilirse iki eşit parça elde edilir. Kollar vücuda yapışık şekilde aşağıya sarkar, eller yumruk şeklindedir.

Klasik dönem (MÖ 500 – MÖ 400)
Klasik dönemde figürlerin duruşları daha gerçekçidir. MÖ 500 yılından itibaren gerçek insanların heykelleri yapılmaya başlandı. Yunan sanatçıları insan hareketlerini ve anatomiyi incelemeye başladılar. 
David heykeli, Michelangelo, 1504, Galleria dell'Accademia, Floransa

İnsanların genellikle Contraposto duruşu gösterdiklerini fark ettiler. (Ağırlığın bir bacak üzerine verilip omuzların kalçalara ters istikamette duruşu (david heykeli) bu duruştaki ilk heykel MÖ 480 yılı Kritios Boy heykelidir. Bu dönemde heykeller tanrılara değer vermek için yapılıyordu. MÖ 5. yüzyılda portreler popüler oldu ve generallerin, filosofların ve politik liderlerin büstleri yapılmaya başlandı. Romalılar,  Yunan işçiliğinin yüksek kalitesinden, etkilendiler. Romalılar , Klasik Yunan bronz heykellerin mermer kopyalarını yaptıkları için klasik Yunan işleri günümüze kadar geldi. Yunanlıların bronz heykelleri ise zaman içerisinde başka uluslar tarafından eritilip başka amaçlarla kullanıldılar.


Yunan bronz örneklerinden günümüze batık gemilerden çıkartılmış birkaç eser kalmıştır. Eğer Romalılar bu kopyaları yapmasalardı bugün Klasik Yunan eserlerini bilmiyor olacaktık. Yunanlılar işin sanatını Romalılar ise üretimini yaptılar ve yaygınlaştırdılar.Yunanlı’lardan dönemimize gelmiş mermer örnekler de mevcuttur. Bunların çoğu mimari bir yapının parçalarıdır.  

Hellenistik dönem (MÖ 400 – MÖ 200)
Klasik dönemden Helenistik döneme geçiş 4. yüzyılda oldu. Bu dönemde portrecilik gelişmiştir. Heykeller daha doğal ve gerçekçi bir form aldı. Önemli kişilerin yanında normal insan, kadın, çocuk, hayvan heykelleri yapılmaya başlandı. Büyük İskender portreleri yapan Lysippos, o zamana kadar uygulanmakta olan oranlar sistemini değiştirmiştir. Baş küçülmüş, gövde uzamış, baş vücudun 1/6’i olmuştur. Lysippos yaptığı tunç heykellerde insanları oldukları gibi değil, kendisine göründükleri gibi betimlemeye önem vermiştir. Bu dönemin en önemli yapıtlarından biri, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki İskender Lahdi’dir.

Hellenistik dönem heykeltraşlığında Bergama ekolü de önemli bir yer tutar. İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki İskender Başı da bu ekole aittir. Yine M.Ö.2. yüzyılın ortalarına tarihlenen Bergama’daki Zeus Sunağı’nın frizinde ise tanrılarla devlerin savaşı sahnelenmiştir. Şiddet, aşırı hareketler ve yüzlerde patetik ifadelerin görüldüğü bu kabartmalarda bir dram havası sezilir.

Zengin insanlar bahçelerini ve evlerini heykelle süslemeye başladılar. Çoğu Yunan erkekleri kalçaları biraz kayık olarak ağırlık bir ayağa verilmiş olarak heykelleştirildiler. Bu duruşta insan kasları daha belirgin oluyor. Yunan heykelinde, kişisel özellikler değil, ortak ideal tip önemlidir. İdeal yüzler, ideal ölçülere uygun insan vücutları Yunan heykelinin başlıca özelliğidir. Yunan heykelcileri örtü altından hissedilen gövdenin formunu ortaya çıkarmanın çekiciliğini fark etmişlerdir. Bundan dolayı, gizlerken göstermek yunan heykelciliğinde bir motif olmuştur.

Roma dönemi
Roma heykelciliği Yunan heykellerini kopyalamakla başladı. Sonrasında portrecilikte öne çıktılar. Roma geleneklerine göre ölen bir kişinin yüzünün balmumundan kalıbı alınır ve cenazeden sonra evin bir köşesinde saklanırdı.Özellikle cumhuriyet döneminde portrecilik çok gelişmiştir. Bu dönemde oldukça gerçekçi bir üslupla yapılan portrelerde her türlü yüz ifadesi ve şahsi özellikler başarıyla işlenmiştir.

Altta gördüğünüz Yunanlı sanatçının İskender betimlemeleri sonraki dönem sanatçıların başvuru kaynağı olmuştur. Lysippos’un İskender heykellerine yansıyan özellikler şöyle sıralanabilir; Kafa sol omuza doğru hafif eğik, saçlar aslan yelesi gibi alının ortasında kalkık, yanlara doğru uzamış, gözler yuvarlak, kaşlar kalın, ağız hafif açık.  Bu heykel MÖ 3. yüzyıl ortalarında Manisa da yapılmıştır. Sol el kılıç kabzasını tutmaktadır. Vücudun ön üst tarafını açık bırakan bir kıyafet giydirilmiş. Büyük İskender’i temsil ettiği sanılmaktadır.

Büyük İskender



Bu büst Bergama dan gelmiştir. Büyük İskender’e ait olduğu sanılmaktadır. Muhtemelen Eumenes II tarafından MÖ 2. yüzyılda yaptırılan Büyük Altarı süslüyordu. 

İskender heykeli, Lysippos, Yunanistan

Yukarıdaki heykel Yunanlı Lysippos tarafından 4. yüzyılda yapılmış İskender heykelidir. Arkeoloji müzesinde değildir. Büyük İskender’e çok yakın olan yunanlı sanatçının İskender betimlemeleri sonraki dönem sanatçıların başvuru kaynağı olmuştur. Lysippos’un İskender heykellerine yansıyan özellikler şöyle sıralanabilir; Kafa sol omuza doğru hafif eğik, saçlar aslan yelesi gibi alının ortasında kalkık, yanlara doğru uzamış, gözler yuvarlak, kaşlar kalın, ağız hafif açık.  


Helenistik döneme tarihlenen Marsyas heykeli Tarsus ilçesinde bulunmuştur. Kollarından bir ağaca asılmış olarak tasvir edilen Marsyas'ın, gördüğü işkence yüzünden gerilen kasları göze çarpar. Adeta fiziksel açıdan sessiz fakat öfkeli bir ifadesi vardır. Bu özel heykel orijinalinde, solunda oturan Apollon ve sağında derisini yüzmek için bıçak bileyen bir kölenin olduğu heykel grubunun, merkezine yerleştirilmiş olmalıdır.

Anadolu'ya özgü bir hikayenin baş karakteri olan Marsyas, Tanrı Apollon ile giriştiği rekabetin sonuçlarına katlanır bir halde tasvir edilmiştir. Hikayeye göre, Marsyas flütünü Tanrı Apollon'un lirinden daha güzel çaldığını iddia eder. Apollon ile müzik yarışmasında berabere kalınca Apollon Marsyas'a enstrümanını ters çevirip aynı anda hem çalıp hem şarkı söylemesini söyler. Fakat Marsyas bu meydan okumayı yerine getiremez ve Apollon yarışmayı kazanır. Bir ölümlünün kendisine meydan okumasına öfkelenen Tanrı Apollon Marsyas'ın canlı canlı derisini yüzüp derisini bir çam ağacına asar. Fakat sonradan kapıldığı öfkeden pişmanlık duyarak lirini kırar ve Marsyas'ı bir ırmağa çevirir. Marsias, Yunan mitolojisinde, Frigyalı ünlü bir satyrdir(yarı insan yarı keçi). Armoniyi icat ettiği söylenen Hyagnis'in oğludur.



Zeus başı. MÖ 3. yüzyıl IX.Truva


MÖ 1. yüzyıla ait Aydın'dan gelme Ephebos heykeli. Heykel bir ephebi yani genç delikanlıyı göstermektedir. Olasılıkla bir atlettir ve güç bir çalışmadan sonra dinlenmek üzere, bir zamanlar üstünde bir kabartma veya herme bulunan uzun, dikdörtgen bir sütuna dayanmıştır. Çalışmasını henüz bitirmiş olmalıdır, çünkü korunmak amacıyla manto benzeri bir kıyafet giymiştir. Eserde bütün dikkat küçük yuvarlak başına doğru çekilmiştir. Belirgin kirpikler büyük gözler ve hafif aralık dudaklara sahiptir. Bugüne kadar bulunan antik eserler arasında benzersiz olanlarındandır. Muhtemelen bir gymnasiumu süsleyen bir heykel olmalıdır. Antik çağda tanrılar, tanrıçalar ve imparatorlar dışında toplum için önemli ama sıradan kişilerin de heykellere konu olduğunu göstermesi açısından önemli bir örnektir.


Herm ya da Hermes antik Bergama dan gelmiştir. 2. yüzyılda yapılmıştır. Orijinali MÖ 400 yılında Atina’lı Alkemenes tarafından yapılmıştı. Hermes, Zeus ve Maia'nın oğludur. Zeus'un habercisidir. Tanrıların en kurnazı sayılır. Tanrıların en hızlısıdır. Bir de büyülü değnek taşır. Üstün nitelikleri olan Hermes, efsaneye göre daha bir günlükken ayağa kalkar, beşiğinden çıkar, kaplumbağa kabuğundan yaptığı bir liri çalıp ondan çıkan seslerle eğlenir. Çevik haberci Hermes tüm atletlerin koruyucusu olduğu gibi akıllı ve kurnaz olduğu için hırsızların, kumarbazların ve tüccarların da koruyucusudur. Liri, kavalı, notaları, astronomiyi, ölçü birimlerini ve sporu icat etmiştir. Hermes Roma mitolojisinde Merkür olarak anılır. Güneş'e en yakın gezegene onun adı verilmiştir. 
Hermes'in aslen Mısır Mitolojisi'ndeki Thot, Thot'un da Kur'an'da adı geçen İdris olduğu iddia edilmektedir.



1931 yılında Bolu civarında bulunan Tyche(Bereket tanrısı) heykeli. 2. yüzyıldan kalmadır. Heykel 2.6 metre büyüklüğündedir. MÖ 4. yüzyıl arkeoloji okulları etkisi altında MS 2. yüzyılda yapılmıştır.


Heykeller ilk yapıldıklarında renkliymiş..

Sappho,  Midilli’li kadın, antik yunan lirik şairi ( MÖ 600 ) Bilinen ilk şiir okulunu kuran kişi.182 şiiri günümüze ulaşmıştır.  Bir Afrodit kültü rahibesi olan Sappho, bağlı bulunduğu kültün de kendisine vermiş olduğu rahatlığa dayanarak özgürce içinden geçeni söylemiş, Açık ve yürekli bir tutum sergilemiştir. Dilindeki bu içtenlik ve açıklık sayesinde eserleri, tüm ardıllarını ve benzerlerini geride bırakarak yüzyılların ötesine geçmiş, çağlar boyu öykünülmüş, eleştirilmiştir.


Girit’ten gelmiş genç kadın heykeli. 1.yüzyıl. uzun bir tunik ve üzerine büyük bir şal almış. Elleriyle şalını tutuyor.



Roma İmparatoru Hadrian’ın saltanatı döneminde yapılan heykeli. ( 2. yüzyıl) Girit’ten gelmiştir. Sol ayağıyla barbar bir çocuğa basmıştır. Kafasında zeytin dallarından yapılma taç vardır. Giysisinin önünde, Romus ve Romulus u emziren dişi kurtun üstünde Athena resmedilmiştir.


İmparator Augustus (MÖ 27 – MS 14 ) Roma nın ilk imparatoru. Julius Caesar dan sonra tahta geçmiştir.

Artemis heykeli. MÖ 4. yüzyıl orijinalinin MS 2-3. yüzyılda yapılmış kopyası. Artemis, Roma'daki adı Diana, Zeus ile Leto’nun kızı. Apollon’un ikiz kız kardeşi, vahşi doğa, avcılık ve ay tanrıçası. 

Aydın yakınlarından gelme Zeus heykeli. MÖ 4. yüzyıl orijinalin Roma kopyası. Zeus, eski Yunan mitolojisinde tanrıların kralı, en güçlü ve önemli tanrıdır. Gökyüzünün, şimşek ve gökgürültülerinin tanrısıdır. Titan Kronus'un ve eşi Rheia'nın oğludur. Tanrıça Hera'nın kocasıdır. En bilinen özelliklerinden biri çapkın oluşudur. 

Girit’ten Nymph heykeli (Dişilik sembolü) 2. yüzyıl Yunan Mitolojisinde yeri ve denizi dolduran sayısız çokluktaki dişi, tanrısal varlıklardır. Ölümsüz değillerdir ama tanrılar gibi ambrosia ile beslendiklerinden çok uzun yıllar yaşarlar ve hep genç ve güzel kalırlar. Doğurganlık ve zariflik simgesidirler. Mitlerde genellikle güzellikleri yüzünden başlarından geçenler anlatılır, genel olarak perilerin güzelliğine vurgu yapılır.

Okyanuslar ve nehirler tanrısı Achelous heykeli. Efes MS 2. yüzyıl . Yunanistan'daki en büyük nehir olan Achelous Nehri'nin ve tüm nehirlerin tanrısıdır. Kral Oeneus'un kızı Deianeira'ya talip olmuş, Herakles ile Deianeira için savaşmış ve yenilmiştir. Eser Nehir Tanrısı Okeanos'u kayalık bir yerde uzanmış şekilde tasvir etmektedir. Tanrı, yaşlı bir erkek olarak gösterilmiş olup adaleleri yaşlılığına rağmen güçlü işlenmiştir. Sol kolunu büyük testiye benzeyen bir kabın üzerine koymuştur. Okeanos, Uranos ile Gaia'nın oğludur. Yeryüzünün çevresinde akan bir nehir olarak düşünülür. Bütün akarsuların babasıdır. Denizin doğurganlık gücünü temsil eden kız kardeşi Tethys ile evlenmiş, çok sayıda çocuğu olmuştur. Oğulları akarsular, ırmaklar; kızları ise dereler ve kaynak sularıdır.


Doğurganlık ve dişilik sembolü Nymph Aydın dan MÖ 1. yüzyıl


Aydın dan gelme genç kadın 1. yüzyıl..

Gigantomakhia -  yılan ayaklı Devler ve Tanrılar arasındaki savaş. Afrodisyas. Helenistik MÖ 2. yüzyıl


Lir çalan Apollon heykeli. Mitolojide müziğin, sanatların ve şiirin tanrısıdır. Ayrıca kehanet yapan, bilici tanrıdır. Zeus ve Leto'nun oğlu, Artemis'in ikiz kardeşidir.

Hipodrom(Sultanahmet meydanı)'da yer alan yılanlı sütun (burmalı sütun)'a ait yılan başı.
İ. Ö. 5. yüzyıl ilk yarısı



Lahitler

Büyük Iskender'in lahdi. 1887'de, Lübnan'in Sayda Sehri yakınlarında Türk müzelerinin kurucusu Osman Hamdi Bey tarafindan Krallar mezarlığında bulunmuştur. Her ne kadar İskender Lahdi olarak anılsa da aslında İskender'e ait değildir. Sidon Kralı Abdalonymos'a ait olduğu düşünülmektedir. Lahdin değeri, üzerindeki kabartmak heykellerden ileri geliyor. M.Ö.4. yüzyılda yapılan lahdin yanlarından birinde Iskender'in Perslerle yaptığı savaş resmedilmiş. Necropolis şehir yöneticilerine aitti ve buraya MÖ 5 ile 4. yüzyıl arasındaki krallar gömülmüştü. Muhtemelen Alexander lahdi en son gömülendi. Lahdin ön yüzünde solda atının üzerinde İskender gösterilmiştir. İskender, Herakles soyundan geldiğine inandığı için, başında Nemea aslanının postu ile tasvir edilmiştir Buna ek olarak, kulağının yanında, Mısır tanrılarından Ammon'un simgesi olan koç boynuzu görülmektedir. Lahdin üzerindeki bu tasvirden dolayı lahdin ismi İskender ile bütünleşmiştir. Aslında İskender Babil'de ölmüş ve cenazesi İskenderiye'ye gönderilmiştir. Lahdinin de antropoid yani insan biçimli bir lahit olduğu bilinmektedir.


Lahdin gövdesinin uzun yüzlerinden birinde Persler ve Yunanlılar arasındaki bir savaş sahnesi yer almaktadır. Yunanlılar ile Pers askerleri kıyafetlerinden kolaylıkla ayırt edilebilir. Yunanlılar kısa tunik veya pelerin giyerken, Pers askerlerinin geleneklerine göre erkeklerinin yüz ve parmak uçları dışında bedenlerini açıkta bırakmaları yasak olduğundan, pantolonlar birkaç kattan oluşan uzun kollu gömlekler ve başlarını saran tiaralar giydikleri göze çarpmaktadır. Savaş sahnesinin İskender'in MÖ333 yılında kazandığı, ona Fenike ve Suriye kapısını açan Issus savaşını temsil ettiği düşünülür. Bu savaşın sonuçlarından biri de, lahdin sahibi olduğu sanılan Abdalonymos'un yazgısının değişmesi ve bir süre sonra Sidon kralı olmasıdır.

Lahdin ikinci uzun yüzünde iki av sahnesi canlandırılmıştır. At ve arabalarla avlanmanın Yakındoğu uygarlıklarına ait bir özellik olduğu, İskender'in de Fenike'de bu tür avlara katıldığı bilinmektedir. İskender'in İran'ı aldıktan sonra Doğu ve Helenistik kültürlerini bir araya getirerek bir Yunan-Pers İmparatorluğu kurmayı amaçladığı kabul edilmektedir. Hayatının sonuna doğru bir Pers prensesiyle evlenmiş, Pers giysileri kullanmaya başlamış ve Pers saray adetlerini benimsemiştir.

Lahdin bir yüzünde dost olarak bir arada avlanan Persler ve Yunanlıları bu anlayışın ışığında görmek gerekir. İskender'in III.Darius'u Issus'ta yendikten sonra Amanos dağlarını aşıp Akdeniz kıyısını izleyerek Suriye'ye girdiği bilinmektedir. Pers yönetiminden hoşnut olmayan Sidon halkı, zengin kentlerinin kapısını Makedonya ordusuna açmış ve İskender'den kendilerine bir kral seçmesini istemişlerdir. İskender, Sidon'a kral seçecek zamanı olmadığından, bu işi Hephaestion'a vermiştir. Onun bulduğu Abdalonymos ise Sidon krallık ailesiyle ancak uzaktan akraba olup, kral seçilinceye kadar kentin dışında sakin hayat süren bir kişidir. Adı, Farsça 'tanrıların hizmetçisi' anlamına gelen Abdalonymos'un, daha sonra kendi için hazırlattığı lahdin süslemelerinin arasına İskender'in ve Hephaestion'un tasvirlerinin konulmasının nedeni budur.

Bezemelerin incelenmesi Lahdi yapanların doğu süsleme sanatını çok iyi bildiğini göstermektedir. Akroterin üst sırası yer yer sadece kanat parçaları kalmış kartallarla dönüşümlü olarak yerleştirilmiş kadın başlarından oluşmuştur. Eski Suriye'de kartalların ölülerin ruhlarını cennete taşıyan kuşlar olduğuna inanılırdı. İki yanda en altta sıralanan daha küçük dokuzar kadın başı da Anadolu ve Mezopotamya kültürlerinde tarih öncesi dönemlerden beri tapınılan ana tanrıçayı akla getirmektedir. Her iki alınlığın tepe akroterleri Pers grifonları ve bitkisel bezemelerle süslüdür. Alınlığın köşelerine lahit koruyucusu olarak birer aslan oturtulmuştur. İnce boyunlu, gövdeleri zayıf birer köpeği hatırlatan bu aslanlar Ion sanatına özgü bir motiftir.

Lahdin kapağı da gövdesiyle aynı cins mermerden yapılmıştır. Lahdin işlemelerinin inceliği böyle bir eseri Yunanistan'dan Lübnan'a götürmek çok tehlikeli olduğu için eserin Sidon'da yapılmış olması gerektiğini akla getirmektedir. Heykeltıraşı hakkında herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Lahdi boyayan ressamların da yontucu kadar usta oldukları sanılmaktadır. Lahit bitirildiğinde gözler, kirpikler, dudaklar ve giysilerin mor, sarı, mavi, kırmızı ve menekşe rengiyle boyandığı, figürlerin tenine hafif vernik sürüldüğü anlaşılmaktadır.

Rölyeflerde Büyük İskerder iki kez resmedildiği için İskender lahdi olarak bilinir. Araştırmalar gerçekte mezarın, krallığını Büyük İskender’e borçlu olan Sayda kralı Abdalonymos’a ait olduğunu göstermiştir. Lahdin MÖ 325-311 yılları arasında yapıldığı sanılıyor. Lahit sarı, mavi, kırmızı, mor ve menekşe renklerle boyanmıştı.Lahit kapağı kadın ve kartal başlarıyla süslenmiştir. İlk uzun kenarda Grek Pers savaşı resmedilmiştir. Sağ baştaki figür ise Grek komutan Hephaistion dur. Heykellerle anlatılan savaş muhtemelen MÖ 333 yılında İskenderun Dörtyol yakınında Payas çayı kenarında Perslerle yapılan savaştı.


Soldaki ilk figür Büyük İskender'dir. Kafasındaki deriden yapılmış arslan maskesi, kulağındaki mısır tanrısı Ammon un boynuzu İskender’i sembolize eden figürlerdi. Lahdin kısa kenarında pers tarzı giyinmiş Sayda lıların av kompozisyonu gösterilmekte. Av organizatörü ortadaki kalkanlı figürdür. Kalkanı savaş sahnelerine ilk getiren halk persliler olmuştur. Diğer uzun kenarda iki ayrı av sahnesi gösterilmiş. Sağda greek ve pers geyik avında. Orta bölüm ise arslan avını göstermekte.



İskender Lahdi ile aynı Kral Nekropolünde Lübnan Sayda yakınlarında bulunmuş olan Ağlayan Kadınlar Lahdi, bulunmasından önceki bir dönemde soyulmuş olduğu için, içinde ait olduğu kişinin kemiklerinden ve bronz bir kemer tokasından başka bir şey bulunmamıştır. Mermerin üzerinde yer yer günümüze kadar ulaşan izlerden, ilk yapıldığı zaman mavi ve kırmızı tonlarda boyalı olduğu anlaşılmaktadır. Lahit arkeolojide 'Sütunlu Lahitler' olarak adlandırılan grubun en iyi örneği olup, bir mezardan çok 'Halikarnassos Mausoleim'u ya da Nereid Anıtı gibi, bir son dinlenme yeri olarak yorumlanmaktadır. Mimari özellikleri İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin klasik binasının mimarisinde de kullanılmıştır. Yunan yontu sanatının, doğulu etkiler taşıyan bir örneğidir. Figürlerin tıraşlı kafaları, yalın ayakları, yırtık giysileri ve üzüntülerini yansıtan hareket ve ifadeleri Semitik topluluklara ait özelliklerdir. Lahdin zevk ve eğlenceye düşkün bir insan olduğu söylenen Sidon kralı Straton'a (MÖ 374-358) ait olduğu sanılmaktadır. Lahit, bir Ion tapınağı biçimindedir. Sütunların arasında yer alan 18 üzgün kadın figürünün, Ortadoğu ülkelerinde yaygın olan ağlayıcı kadınlardan çok ölünün eşlerini ya da haremindeki kadınları temsil ettiği sanılmaktadır.

Lahit kapağının uzun kenarında cenaze korteji görülmektedir. Lahdin uzun kenarında ağlarken betimlenen 18 kadın, muhtemelen ölen kişinin haremi ve yakınlarıdır.




Lycian lahdi. Bu lahit MÖ 5. yüzyıl Sayda’lılar aittir. Uzun kenarında 5 atlı avcının yaban domuzu avı gösterilmekte. Avcıların birer elleri hayvana mızrak atmak için kaldırılmış.



 407 yılında Büyük Constantine döneminde pagan tapınağı olarak yapılan Capitol binası sonradan akademi olarak kullanılmış. Önündeki obelisk in beyaz berber tabanı Laleli’de, obelisk’in kendisinin bir bölümüde Topkapı sarayında bulundu. Şimdi Arkeoloji müzesinde.


3 comments:

  1. gerçekten çok güzel emeğinize sağlık bir turist rehberi olarak baya istifade ettim

    ReplyDelete
  2. merhaba,
    girişte altı adet heykel başı olduğu söyleniyor. onlarla ilgili bir araştırma yapıyorum. bilginiz var mı acaba? hangi medeniyete ait oldukları belli mi?

    ReplyDelete
  3. Son sınıf rehberlik öğrencisi olarak bana çok fayda sağladınız, teşekkür ederim.

    ReplyDelete