Eski Yunan mitolojisine göre Frigya ya da Lidya’ya bağlı yerel bey Tantalos(Tantulus)
Zeus ile nemf'lerinden(peri) Pluton'un oğludur. Tantalos, Ana tanrıça Kibele
ile ilişkilendirilen Manisa Spil dağında, MÖ 8. yüzyılda krallığını yönetiyordu.
Annesi Lydia ya da Frigya kraliçesi Omphale’dir. Atlas'ın kızı Dione ile
evlenmişti, Pelops adlı bir oğlu ve Niobe adlı bir kızı vardı.
Olymposlu Tanrılar, yarı tanrı Kral Tantalos’a diğer ölümlü
kardeşlerinden daha çok değer verir, Teselya'nın en eski kabilesi olan
Lapithler'in kralı Ixion gibi, kendi sofralarında oturmasına göz yumar, ölümlülere
yasak olan Ambrosia’yı (sonsuz hayat veren balımsı içecek) içip, Nektar’dan yemesine
bir şey demezlerdi.
Günün birinde Tanrılar, Tantalos’un kendi sarayında verdiği bir
şölene gidip, onun sofrasına oturmak alçak gönüllülüğünü gösterdiler. Anadolu
Tanrıçası Kibele'ye inandığı için Helen Tanrılarını küçük gören ve onların
kudretlerini sınamaya kalkan Tantalos, Tanrılara bir tuzak hazırladı. Tek oğlu
Pelops’u öldürttü, büyük bir kazanda haşladı, sonra da Tanrıların önüne yemek
diye koydu. Herhalde yeni Olimpiya Tanrılarından öylesine nefret ediyordu ki,
onları yamyam durumuna düşürmek için biricik oğlunu bile gözden çıkarmıştı.
Belki de o saygı değer tanrıları aldatmanın ne kadar kolay olduğunu akla
gelmeyecek bir oyunla göstermek istemişti.
Ölümsüzleri o kadar küçük, kendini o kadar akıllı görüyordu ki,
konuklarının önlerine konulan yemeğin ne olduğunu anlayabileceklerini
düşünememişti.
Tantalos’un tuzağını anlayan Olympos’lular korkunç yemeğe ellerini
bile sürmediler; kendilerine bu oyunu oynayanı öyle bir cezaya çarptıracaklardı
ki, bunu duyanlar bir daha onları küçümsemeye yeltenemeyecek, kendilerine de
insan kurban etmeyecekti. Zeus, Tantalos’u ceza olarak Spil Dağı'nın bir
yarığından atarak, yeraltı tanrısı Hades’in göllerinden birine mahkum etti. Karşıyaka
Yamanlar Dağı'nda bulunan Karagöl, söylencelere göre bu göldür.
Tantalos, susuzluğunu gidermek için göle her eğilişinde sular çekiliyor, doğrulduğu zaman da dizlerine kadar yükseliyordu. Gölün üstünde yemiş ağaçlarının armutlardan, narlardan, al al elmalardan, sulu incirlerden ağırlaşmış dalları sarkıyordu. Tantalos, bir yemiş koparmak için elini uzatmaya görsün, rüzgâr hemen dalları savuruyordu. Tantalos böyle kalmaya mahkumdu; aç ve susuz sonsuza kadar yaşayacaktı.
Tanrılar, Tantalos’u cezalandırdıktan sonra oğlu Pelops’u yeniden canlandırdılar, ama Tanrıça Demeter, farketmiyerek o iğrenç yemekten yemişti. Çocuğun parçaları bir araya getirilince, bir omuzun eksik olduğu görüldü. Ölümsüzler bunun da bir kolayını buluverdiler ona fildişinden bir omuz yaptılar. Bahtını açık ettiler. Pelops’da büyüyünce Manisa’dan Mora yarımadasına göç edip Pisa’da Kral oldu.
Helen Efsaneleri, ilkçağlardan itibaren Tantalos'un kötülüğünü yaymıştır. Onun tanrılara ait kutsal şarabı çaldığını, Tanrısal sırları insanlara ilettiğini ve en kötüsü oğlu Pelops'u kesip şölen düzenlediğini anlatmışlardır. MÖ 8. yüzyılda yaşayan Anadolulu Homeros ise, "Odysseia" isimli destanında hemşehrisi Tantalos'un çektiği acıları çarpıcı bir üslupla anlatır.
Tantalos efsanesinde, Tantalos’un lanetlenip en şiddetli cezaya çarptırılmasının en önemli nedeni Tantalos’un yeni oluşan Olimpia tanrılarına değil de Anadolu tanrısı Kibele’ye olan inancıdır. Yeni dine inanmayanlar efsaneler aracılığıyla lanetleniyordu. Öne çıkan mesaj ise insan kurban etmenin artık tanrılar tarafından istenmeyen bir şey olduğu mesajıdır. Daha önceki dönemlerde toplumlar tanrılara insan kurban ediyorlardı. Bu dönemden sonra bu ritüelin yok olduğunu görüyoruz. İnsanların yerini hayvanlar almaya başladı. Özellikle de sığırlar.
ATREUS HANEDANININ
KURUCUSU PELOPS
Tanrılar tarafından yeniden canlandırılan Pelops o kadar güzel ve
yakışıklı olur ki Poseidon ona aşık olur. Altın atlarla çekilen bir arabayla
Pelops’u sevgilisi olarak Olympus’a götürür. Zeus’un Ganymedes’e yaptığı gibi,
Poseidon’da, Pelops’u yatak arkadaşı yapar. Bu efsanenin bu biçimi alması,
Yunanistan’da erkek erkeğe ilişkilerin yaygınlaştığı Ganymedes efsanesinden
sonradır. Zeus sonradan Pelops’u babası
Tantalus’a kızgınlığı nedeniyle Olympus’dan kovar.
Pelops’un hayatı bu olaydan sonra mutluluk içinde geçti. Tantalos’un
soyundan gelenler arasında başı derde girmeyen tek kişi o oldu. Bugünkü
Peloponez Yarımadasına adını veren Pelops Batı Anadolu’da büyüdükten sonra Mora
yarımadasına gitti. Efsaneye göre,
Pelops, bir çok kimsenin ölümüne sebep olan, Mora yarımadasının batısında antik
Pisa kentini ve civarını yöneten Kral Oinomaos’un (Oenomaus) kızı Hippodamia'ya
aşık olur.
Kral Oinomaos’ın hayatı, bir kahinin kehanetine göre, kızının
evlenmesine bağlıdır. Kızı evlenirse kendisi de ölecektir. Bu nedenle kızını isteyen
herkesle atlı araba yarışına giren hükümdar, savaş tanrısı Ares’in verdiği çok
güzel ölümsüz bir çift atı ve arabasıyla yarışmayı kazanmakta ve yarışı
kaybeden de ölüme mahkum olmaktadır.
Kralı normal yollarla yarışta geçemeyeceğini anlayan Pelops buna
rağmen tehlikeyi göze aldı. Pelops’da tanrısı Poseidon’un armağanı olan
atlarına güveniyordu. Sonunda yarışı Kralın kızı Hippodameia’nın yardımıyla kazandı.
Genç kız, ya Pelops’a tutulmuş, ya da artık bu yarışlara bir son verme
zamanının geldiğine inanmış olacak ki babasının seyisi Myrtilos’u parayla
kandırdı. Myrtilos, kralın arabasının tekerleklerini gevşetince yarışta Kral Oinomaos’un
arabasının tekerlekleri parçalandı, atları tarafından sürüklenen kral yarışma
alanında öldü. Pelops aşık olduğu Hippodamia ile evlendi ve ölen Oinomaos’ın
yerine kral oldu. Seyis Myrtilos yaptığı hilenin sonsuza kadar gizli kalması ya
da Pelops’un güzel karısı Hippodamia’ya tecavüze kalkıştığı için Pelops tarafından
öldürüldü. Ölürken bu kadar kuvvetli lanet yağdırdığına göre birincinin olma
olasılığı daha fazladır.
Seyis Myrtilos’un Pelops tarafından suda boğulurken lanetlenmesi
nedeniyle Pelops hariç soyunun başı beladan kurtulmaz. Efsanede şaşırtıcı bir
şekilde Pelops mükemmel bir hayat sürer. Acaba babasının tersine din değiştirip
yeni dine inanıyor olmasından olabilir mi?
Yaşadığı sürece, yöreye yaptığı olumlu katkılardan dolayı, yöre
halkı tarafından yüceltilen Pelops ve tanrı Zeus adına, ölümünden sonra MÖ.
776’da zamanın hükümdarı olan İphitus tarafından “olimpiyatlar” diye anılan
şölenler ve yarışlar başlatır. Mitolojiye göre ilk olimpik oyunlar bizzat Zeus
tarafından babasına ve Titanlara karşı gösterdiği zaferin anısı için
düzenlenmişti. Dört senede bir yapılma nedeni tam bilinmiyor. En yakın iddia,
olimpiyatlarda yarışı kazanan kahraman Heracles’in yarışın dört senede bir
tekrarlanması istemesidir.
Myrtilus’un ölümünden sonra Pisa’ya dönen Pelops, Olympia bölgesini
de krallığına kattı ve hızla krallığını büyüterek batı Peloponnesos’a hakim
oldu. Doğudaki rakibi Argos kralı Perseus idi. Pelops’un kızı ile Perseus’un
oğlunun evliliğiyle iki aile birleşti ve tüm Peloponnesos’in (Mora yarımadası)
hakimi oldular. Pelops efsanevi hanedanın en önemli krallardan biridir. Babası
Tantalus, Atreus hanedanının kurucusudur. Herakles, Eurystheus, Theseus,
Atreus, Agamemnon ve Menelaus bu soydan gelir.
Pelops ve Hippodamia’ın aralarında Atreus, Thyestes, Pittheus,
Troezen, Astydameia, Nicippe, Lysidice ve Eurydice’in de olduğu 16 çocuğu oldu.
Pelops ayrıca peri(nymph) Axioche ile ilişkisinden doğan Chrysippus’a da
babalık yaptı. Ölümünden önce Myrtilus’un lanetini alan hanedenın başı beladan
kurtulmadı. Thyestes ne yapıp yapıp kardeşinin karısını elde etti. Atreus,
kardeşiyle karısının seviştiklerini anlayınca, akla gelmeyecek kadar korkunç
bir ceza düşündü. Thyestes’in iki küçük çocuğunu öldürüp parça parça doğrattı,
kaynattırdı, babalarının önüne yemek diye koydu. Kardeşi kral olduğu için
Thyestes’in elinden bir şey gelmedi. Atreus’un çocuklarıyla torunları, bu
davranışın cezasını çektiler. Atreus ve Thyestes üvey kardeşleri Chrysippus’u
öldürdüler kendileride cezalandırıldılar. Hippodamia üzüntüsünden kendini astı.
Pelops'un torunları Agamemnon, Aegisthus, Menelaus, Orestes de, Atreus’un
laneti adı verilen bu beladan kurtulamadılar.
Pelops, Myrtilus’un ölümünden dolayı tanrının gazabından kaçınmak
için Peloponnesus’ta tanrı Hermes adına ilk tapınağı yaptırdı. Pelops,
Peloponnesus tarihinin en kuvvetli krallarından biri oldu. Kızlarını bölgenin
güçlü kişileriyle evlendirerek birliktelikler kurdu. Oğulları da kendisinden
sonra bölgeyi yönetmeye devam ettiler.
Pelops’un nasıl öldüğü bilinmemektedir. Troy savaşında
Akhalar(Archaena) savaş uzayıp da şehir bir türlü alınamayınca, kahine
danışırlar. O da galibiyetin ancak Tanrılar tarafından yapılan Pelops’un
fildişi omuzu Pisa’dan Troy kuşatmasına getirilirse kazanılacağını müjdeler.
Kuşatma alanına getirilen fildişi omuzun manevi desteği ile Troy alınıp
yağmalanır. Savaş sonunda Pisa’daki mezarına geri götürülmekte olan fildişi omuz
kemiği, Euboea(Eğriboz) adası yakınlarında fırtınadan batan gemiyle birlikte
denizin dibini boylar. Yıllar sonra, Euboea adasının Eretria bölgesinden
balıkçı Damarmenus, kemiği ağlarıyla denizden çıkarır.
Spil Dağı'na komşu Yamanlar Dağı'nda Niobe'nin babası Tantalus'un
mezarı ve kardeşi Pelops'un tahtı bulunmaktadır.
Pelops’un Manisa Spil dağındaki tahtı
AĞLAYAN KAYA NİOBE
Niobe, Frigya ülkesinin en batı ucunda, günümüzde İzmir-Manisa
arasındaki Spil Dağı ve Yamanlar Dağı çevresinde, dağ ile aynı adı taşıyan,
ancak günümüze bir izi erişmemiş Sipylus kentinde, muhtemelen M.Ö. 12. yüzyılda
hüküm sürmüş Kral ve yarı tanrı Tantalus'un ve eşi Dione'nin kızıdır. Çocukluğu
sonradan Zeus’un eşi olacak tanrıça Hera (kimi kaynaklarda Leto) ile birlikte
bu bölgede geçmiştir.
Yetişkin hale gelen Niobe bugünkü Yunanistan’ın Thebes (Thebai) kralı
Amphion ile evlenmiş ve trajik yazgısı hakkında bilgiler eski Yunan mitolojisi
yolu ile olmuştur. Niobe aynı zamanda, sonradan Mora Yarımadası'nın Batı
dillerindeki ismi olan Peloponnese adını veren Pelops'un kızkardeşidir.
Çocukluk arkadaşı ve Zeus'un eşi Hera'nın Apollon ve Artemis olmak
üzere iki çocuğu olmasına karşın Niobe’nin yedisi kız ve yedisi erkek olmak
üzere 14 çocuğu olmuştur. Zamanla Niobe, tanrıça Hera’yı(Leto) küçümser ve
halkın Hera yerine kendisine tapmasını ister. Niobe, Hera dan daha fazla çocuk
doğurduğu için Kibele kültüne göre kendisi daha saygın görür. O sırada Menderes ırmağının kıyısında
dinlenmekte olan Tanrıça Hera’nın(Leto) kulağına rüzgar, Niobe'nin sözlerini fısıldar.
Öfkelenen Hera çocukları Apolla ve Artemis’den Niobe'yi cezalandırmalarını
ister. Apollon ve Artemis’de, oklarıyla Niobe'nin bütün çocuklarını öldürür.
Buna çok üzülen Niobe’nin kocası Amphion kendi canına kıyar.
Taşa dönüşmüş Niobe’yi sanatkar insan heykele dönüştürerek yeniden diriltti.
Zavallı Niobe, çocuklarının cesetleri başında günlerce ağlar ve
sonunda korkunç bir kederin simgesi olarak taş kesilir kalır. Yalnızca
gözlerinden yaşlar akmaktadır. Niobe’ye acıyan rüzgar, Niobe’nin gözyaşlarını
sileyim derken, gözyaşlarını Yunanistan’dan zavallı kadının anayurdu olan
İzmir’e yakın Manisa dağına uçurur. Manisa Spil dağından gözyaşları akmaya
başlar.
Spil (Sipylos) yamacındaki kadın başı şeklindeki bu kayanın, göz
çukurunu andıran girintilerinden sızan su, Niobe'nin gözyaşları olarak
yorumlanır. Halk, buraya "Ağlayan Kaya", "Niobe kayası"
der. Yakından bakıldığında, sıradan doğal bir kaya oluşumu; batı yönünde biraz
uzaklaşılarak bakıldığında ise kadın başı şeklinde görünen bu kaya, hâlâ çok
ziyâret edilen bir yerdir. Manisa'nın sarı üzümlerinin ilk olarak Niobe'nin
gözyaşlarıyla sulanan bağlarda yetiştiği söylenir.
Efsane muhtemelen matriyarkal dönemden patriyarkal döneme geçiş sırasında
anlatılmaya başlanmıştır. Başlangıçta
tüm toplumlarda doğurganlığı nedeniyle baş tanrılığa getirilen kadın daha sonra
patriyarkel döneme geçiş ile efsanelerde cezalandırılarak ikincil role
indirilmiştir. Bu oluşumu toplum içerisinde kabullendirmek için de efsaneler
kurgulanmıştır. Patriyarkel dönemde kadının doğurganlığı sınırlandırılmış ve bu
efsanede olduğu gibi Niobe çok çocuk doğurduğu için cezalandırılmıştır. Bu
efsane de Manisa yöresinde yaşayan Niobe çok sayıdaki çocuğundan dolayı Anadolu
tanrısı Kibele’yi temsil eder. Aslında efsane Kibele ile Olympos’lu Hera’nın
mücadelesidir.
Doğurganlığı temsil eden Matriyarkel dönemin tanrıları Kibele ve
Efes’li Artemis, Patriyarkel Yunan Panteon’nunda bakire ya da az çocuklu Hera
ve Afrodit gibi tanrılara dönüşmüştür.
TANTOLUS’UN MEZARI
Antik çağdan kalma İzmir Yamanlar dağının Bornova eteklerine inen
eğimli arazisinde bulunan tümülüs büyüklüğünden dolayı Kral Tantalos Mezarı
olarak adlandırılmaktadır. MÖ 7. yüzyıla tarihlenen 33 metre çapında ve 27
metre yükseklikteki bu yapı, Eski İzmir'den kalan en önemli kalıntılardan
Akropolis'in güneyinde, Akropolis ile ova arasındaki yamaçtaydı. Yapının
üstünde konik bir taş külah vardı. Külahın tepe noktasında, aynı dönem başka
Anadolu anıt mezarlarında da görülen Phalles (erkek üreme organı) dikiti
bulunmaktaydı. Bayraklı’daki bu bölge, mezarın çevresindeki 30-40 adet daha
ufak tümülüsler ile birlikte eski Smyrna’nın soylular mezarlığıydı. Mezarlık Bornova
Ovasından ve deniz tarafından kolayca görülebilmekteydi. Bu mezarın Pers
istilası döneminde yaşamış bir tiranın ya da üst düzey bir yöneticinin mezarı
olma olasılığı yüksektir.
Mezar her zaman ilgi odağı olmuştur. Fransız Amiral Massieu de
Clerval 1835 yılında, Gezgin Charles Texier’den Le Suffren adlı gemiden verdiği
yirmi denizci ve gerekli teknik aletler ile İzmir yerleşkesine yaklaşık üç
kilometre kadar mesafede bulunan eski şehrin haritasını çizmesini ve kazı
yapmasını ister.
Böylece karaya çıkan Texier önce bugünkü Antik Smyrna kalıntılarının
olduğu yerde bazı çalışmalar yaptıktan sonra hemen ardındaki yamaçlardaki mezar
anıtlarını incelemeye başlar. Bu mezarlardan 12 tanesini kısa betimlemelerle
kaydettikten sonra "Tantale'ın Mezarı" dediği ve içlerinde en büyüğü
olan mezara daha fazla yer ayırır.
"Karaya çıktığımız
noktadan iki buçuk mil mesafede ve dağın yüksekliğinin yarısında, bina
yıkıntılarıyla kaplı bir düzlüğe ulaştık. Bu düzlüğe hakim bir zirvede, iki
mezar vardır. En büyüğü ve en iyi
muhafaza edilmiş olanı, Tantale'ın Mezarı olarak bilinir. Bu tepe, tam bir
daire şeklindedir. Orta büyüklükte kuru taşla yapılmıştır. İçinde boyu 3 metre
55 santimetre ve eni 2 metre 17 santimetre olan dikdörtgen şeklinde bir oda
vardır. Bu oda, yükseldikçe daralıp sivrilen tarzda kemerle ve Behramkale'nin
(Assos) kapısı gibi yapılmıştır. İki taraftaki istinat duvarları yataydır.
Kemerlerin ortasında anahtar taşı yoktur. En yukarıdaki taş, bütün binayı
tutar. Odaya girmek için bir sofası olması, bu mezarı diğerlerinden ayırır.
Oda, kuru taştan yapılmış 3 metre 50 santimetre yarıçapında bir dairenin
merkezini oluşturur.
Yuvarlak duvar 2 sıra kuru
taşla ve arası dolma olarak yapılmıştır. Bu ikinci daire şeklindeki duvarın
çevresinden çember şeklinde 16 duvar daha çıkar ve en dışarıdaki, 3.70 metre
kalınlığındaki son duvara, yani anıtın kaplamasına birleşir. Diğerlerinin
odaları doğu-batı yönünü gösterdikleri halde, bununki kuzey-güneydir.
Yüzyılların etkilerine
ragmen ben orada çalıştığım sırada, koninin dışı bir çok yerinde iyi
korunmuştu. Bu çok ince yapım tarzını anlamak için, onu kısmen yıktırmak ve
yerden yukarı temel kısmını da açtırmak zorundaydım (Burada Texier'in yapıya
verdiği zararı üzülerek öğreniyoruz). Bu mezar yapısı, Küçük Asya'da var olan
eserlerin elbette en önemlilerinden birisidir. Bu önemi, ancak Herodot'un
piramitlerle karşılaştırdığı Alyatte'ın mezarına da verebiliriz. Bu mezardan,
ta denize kadar bütün dağ ve kaya köşelerini dolaşarak kıvrımlı bir şekilde
inen uzun bir duvar izlenir (...)" (Texier,
2002).
Texier, çalışmalarının sonuçlarını ve mezarın ilk krokilerini
"Küçük Asya" isimli kitabında yayınladı. Bu arada Texier, mezarı
incelerken, bilerek veya bilmeyerek büyük tahribat yapmıştı. (Planını çizmek
için yıktığı söylenir).
Daha sonra Alman Arkeolog Procesh Von Osten, bölgeyi inceledi ve
mezar ile Eski İzmir'in ilişkisini belirleyen kroki ve haritaları çizdi.
1930'da Prof. Helene Miltner ve Prof. Yohannes Böhlau, Lelej, Amazon, Frig ve
Hitit dönemi İzmir'ini araştırıken, Tantolos Mezarı'na özel ilgi gösterdiler.
Konu hakkında önemli çalışmalar yapan, uzun süre Smyrna ve
çevresindeki kazıların başkanlığını yürüten Prof. Dr. Ekrem Akurgal'ın
tespitleri de şöyle:
"Tantalos tümülüsü Ras
Şamra mezarlarında ve Orta Anadolu'da Gâvurkale mevkiindeki Hitit devrine ait
mezar odasında olduğu gibi Isopata tipinde bir mezar odasıdır. Miltner'in
açtığı ve bizim kazdığımız diğer tümülüslerde ise çok basit ve küçük bir mezar
odası bulunmaktadır. Bu mezarlar Tantalos mezarı ile çağdaş değillerdi. Tarafımızdan
1948 yılında açılmış olan küçük mezardaki mezar odalarını 5. asrın sonu ile 4.
asrın başı arasına koymak durumundayız. Bu ikinci tip mezar odalarının
tarihleri bu olduğuna göre çok ayrı karakterde olan Tantalos mezarının odası
daha eski (arkaik döneme ait) olması gerektir. Eski İzmir Nekropolisi'ndeki
tümülüsler krepisli, dromoslu ve aştan örtülü bir mezar odasına sahip olmakla
Phryg tümülüslerinden tamamiyle ayrı olup, bu özellikler ile Batı Anadolu'nun
geri kalan krepisli ve mezar odalı tümülüsleri gibi Mykenai geleneğine
bağlıdırlar" (Akurgal, 1950).
Akurgal mezara
diğer bir kitabına daha kısa ancak farklı bir biçimde temas eder: Tantalos mezarı adı ile anılan bu anıtsal
eser Eski İzmir'de M.Ö 620-580 tarihlerinde yönetimi elinde tutan basileusun ya
da tyranın mezarı olmak gerektir".
‘Zeus ve Pluton'un müşterek
oğlu, Niobe ile Pelops'un babası, tanrılara karşı uygunsuz davranışlarından
dolayı lanetlenerek işkence çekmeye mahkum edilmiş olan efsanevi kral
Tantalos'un elbette ki bir mezarı yoktu. Ancak MS 2. yüzyılda yaşamış olan ünlü
Hellen gezgin Pausanias 'Tantalos'un acaip mezarını' gördüğünü anlatması
nedeniyle Yamanlar Dağı’nda (bugünkü Çay Mahallesi'nde) 205 metrelik rakımda
bir zamanlar yükselen 33 m. çapındaki tümülüs, arkeoloji literatüründe yüz elli
yıldan beri 'Tantalos'un Mezarı' olarak ün kazanmıştır (E. Akurgal, Anadolu
Araştırmaları, TTK 1945, s: 10-29).’
‘Bugün tümülüsü oluşturan
dairevi poligonal duvar bütünü ile yok olmuş, mezar odası ise bir gecekondunun
altında kalmıştır. Bindirme tekniği ile yapılmış olan mezar Girit'teki Isopata
adı ile anılan gömü evleri tipindedir. Rasshamra'da, Myken dünyasında ve Ankara
yakınındaki Gavurkalesi Hitit gömü odası ile Bayraklı'daki taş çeşme aynı
görünüşte ve yapı biçimindedir (E. Akurgal, Arkaik ve Klasik Çağlarda İzmir,
Belleten IX 1946, s: 55-80). (Akurgal,
1993). ‘
Akurgal'ın kendisine ait ve başka kaynaklardan aktardığı çizim ve
fotoğraflar da yapıdan artık eser kalmadığı için çok değerli
No comments:
Post a Comment