Friday, August 22, 2014

Bir Ömür Boyu Sütun Üzerinde Yaşayan Azizler


Aziz Büyük Simeon’un 421 yılında bir sütunun üzerine çıkıp oturarak başlattığı Stylitetizm hareketi onu takip eden yıllarda özellikle doğu Hiristiyanları arasında çok popüler oldu. Manastır hayatını ve çileciliği bir ileri boyuta taşıyan Stylite’lar çoğu yerde aziz mertebesine yükseltildiler.                                                                                                                                 

1. MANASTIR HAYATI VE ÇİLECİLİK

1.1 Kutsallık ve Azizlik

Aziz ve azize, Hıristiyanlıkta iyilikleriyle tanınmış kutsal kişidir. Hiristiyan toplumu için önemli işler başarmış, üstün ahlaklı kişiler ölümünden sonra kilise tarafından aziz (saint) ilan edilirdi. Arapça kökenli aziz sözcüğü ermiş demektir.
Kutsal Varlık Tartışması, Rafael, Apostolic sarayı, Vatikan

4-5. yüzyıl arası Doğu Roma toplumunda kutsal erkek ve kutsal kadın figürlerinin ortaya çıktığı bir dönemdi. Kutsal insan yalnızca kutsal bir hayat süren bireyi temsil etmiyordu. Bu Tanrı’yla doğrudan bir bağ kurma gücüne sahip ve bu sayede diğerlerinin de kurtuluşuna yardım edecek ya da daha çok bilinen haliyle mucizeler gösteren, özellikle de hastaları iyileştirdiğine inanılan biriydi. Hiristiyanlıkta kutsal insan düşüncesi Hz.İsa’nın havarilerinin Yeni Ahit’te tasvir edilen mucizelerinden ortaya çıkmıştı. 

Hiristiyanlığın ilk zamanlarında azizlik konumuna genellikle şehitlik yoluyla ulaşılabilineceği düşünülmekteydi ve inanan kişi şehidin ölümünden sonra kutsal kişinin kişisel eşyaları aracılığıyla onunla iletişim kurmaya çalışırdı.
Hayatta iken kutsal olarak nitelenen kişiler ise bir anlamda yaşayan şehitlerdi ve toplum içerisinde ölmüş azizler gibi bir rol üstleniyorlardı.Bu nedenle kutsal insana gösterilen bağlılık, azizlere ya da şehitlere gösterilene çok benziyordu. Ortaçağda feodalitenin gelişimiyle birlikte şehir aristokrasisi çökünce, boşluğu doldurmak kutsal kişilere kalmıştı. Onlar da yerel liderlik, halkı imparatorluk temsilcilerine ve hatta Tanrıya ulaştırabilen bir aracılık yapıyorlardı.

1.2 Çilecilik ve keşişlerin babası Mısırlı Aziz Antonius

Üçüncü yüzyılda Hiristiyanların bir bölümü hayatlarından memnunken, dünyayı ruhunda kötülük besleyen bir sığınak olarak gören, bir azınlıkta vardı. Bu kişiler zamanla dünya nimetlerinden vazgeçmeye başladılar. Keşişlerin ve Manastırcılığın babası olarak adlandırılan Mısırlı Aziz Antonius, MS 251 yılı civarlarında doğdu. 105 yıllık yaşamının 70 yılını, herhangi bir insani bağlantının uzağında, çölde geçirdi. Mısır’da başlayan manastırcılık, kısa sürede Filistin, Suriye ve Mezopotamya’ya yayıldı. 340 yılından önce Anadolu’nun kuzeyinde kurumsallaştığını  ve yaklaşık 350’ye gelindiğinde, Batı Avrupa’da bazı keşişlerin bulunduğunu biliyoruz.
Mısırlı Aziz Antonius

Dünyadan bu el çekme, ilk kez Mısır’da cemaatler halinde gerçekleşti. Pek çoğu köylü olan binlerce insan, günlerini dua ederek ve el emeğiyle çalışarak geçirdikleri yerleşkelerde toplandılar. Bunlar ilk manastırlardı. Çilecilik bir hiristiyan buluşu değildi. Dinsel nedenlerle evlenmeme, cinsel ilişkide bulunmama, Qumran (İsrail’de antik şehir) gibi bazı Yahudi topluluklarında daha önceleri uygulanmıştı. Dördüncü yüzyıla gelindiğinde bu ilgi, fiziksel zevklerin reddi anlamında, ilk münzeviler ve keşişler tarafından izlenecek daha yaygın bir hareketin parçası olarak saplantıya dönüştü. Bu durum kadınları daha belirsiz bir durumda bıraktı. Bir taraftan Havva geleneğinde, sakınılmaları gereken, baştan çıkaran kadın olarak görüldüler. Kilise papazlarının vaizleri, kadın tenine bir anlık bakışla uğranacak tehlikelerin korkunç uyarılarıyla doldu. Öte yandan kendini bakireliğe adayanlar, daha belirli bir konum elde ettiler (Bakire Meryem kültü aynı yıllarda ortaya çıktı).

Manastır, belli bir tarikata mensup fertlerin çalışma, eğitim ve ibadetlerini tamamen Tanrıya adamak üzere, toplumdan ayrı bir şekilde, cemaat halinde yaşayabilmelerini temin maksadıyla düzenlenmiş olan yapı, ya da yapılar topluluğudur. Manastırlar kadın ve erkek manastırları olarak ayrı yapılmıştır. İçlerinde yaşıyanlara da keşiş denmiştir. Manastır yaşantısı, III.yüzyılın sonlarında insanların, yalnızlık içinde oruç tutmak ve derin düşünceye dalmak maksadıyla çöllere ve dağlara çekilmeleri şeklinde başlamıştır. Çok geçmeden bu münzeviler küçük ibadet mekanlarına ya da kiliselere bitişik ya da onlara çok yakın hücreler inşa etmişlerdi. Süryanice konuşulan eyaletlerde bunlara ‘Ahdin oğulları’ adı veriliyordu.

1.3 Manastır yaşantısını başlatan kişi Aziz Pachomius

Mısır’lı Aziz Pachomius (292-346), keşişlerin birlikte aynı tapınakta yaşama fikrine öncülük eden ilk kişidir. Pagan bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Roma ordusunda askerlik yaparken Hiristiyanlığı seçti. Ordudan ayrılıp 317 yılında çilekeş oldu. İlk manastırını 323’de Mısır Tabennisi’de açtı.

Bu döneme kadar Mısır çölleri özellikle Nitria bölgesi kısa sürede manastırlar ile doldu. Bu dönemde bölgede 50,000’den fazla keşiş yaşıyordu. Burada her keşiş, bir hücrede yalnız başına yaşamakta ancak yemek ve cemaatle yapılan ibadetlerde diğerleriyle bir araya gelmekteydi. Binalar belirli bir plana göre yapılmamıştı, çevreleri de henüz duvarla örülmemişti. Keşişlerin beceri ve ustalıklarına göre farklı gruplara ayrılmaları dışında, bu manastırların fiziki görünümleriyle ilgili olarak herhangi bir şey bilinmemektedir. Yine bazı manastırlar, gezgin ve hacılar için ayrı yapılar içermektedir. Bütün bunları belirli bir düzene, Roma ordusundan esinlenerek, Aziz Pachomius sokacaktı.
Aziz Pochomius

Beşinci yüzyıla kadar manastır türü yapılar bütün Akdeniz’e ve Avrupa yoluyla kuzeye doğru yayılmıştı. Binaların organizasyonu, buralarda gerçekleştirilen faaliyetlerin niteliğine göre değişiklik arz etmekteydi.

1.4 Manastır tipleri
  • Tek Başına Manastır Hayatı. Manastır hareketi Doğu Roma döneminde klasik hale gelecek ve yalnız ve topluluksal olmak üzere iki biçim alacaktır. Aziz Antonius tek başına gerçekleştirilen birinci tipin rol modeliydi. Antonius’un, temelde soyutlama, dua ve oruçtan oluşan bir yaşam tarzı vardı. Uykusuz kalması, asla bedenini suyla yıkamaması ya da yağlamamasına karşın daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan vücudu cezalandırma yöntemlerini uygulamıyordu. MS 306’da 55 yaşındayken inziva sürecine son verdiğinde sanki yücelmiş gibi görünüyordu. Fiziksel olarak yaşlanmamış, ruhani bir metanet, eğitim ve hastalara şifa verme gücü kazanmıştı. Ardından birçok kişiyi münzevi bir yaşamı benimsemeye ikna etti ve böylece dağlarda ve çölde kurulan manastırlara keşişler yerleşti. Yaşamının bundan sonraki 25 yılını halkın arasında geçirdi. Şifacı gücünden yararlanmak için seçkin kişiler, tartışmak için putperest filozoflar ziyaretine geliyordu. Hasta Roma İmparatoru Büyük Constantinus bile şifa bulmak için ziyaretine gelmişti.
  • Çoklu Manastır Hayatı. Manastırcılığın toplumsal biçimi, Antonius’un genç çağdaşı Aziz Pachomius (ölm. 346) tarafından  Yukarı Mısır’da kuruldu. Roma İmparatorluk ordusunda hizmet ettikten ve kendisini bir Hiristiyan keşiş olarak eğittikten sonra Pachomius, manastır yaşamı için en uygun olanın askeri model olduğuna karar verdi. Tabennisi’de Nil nehrinin sağ kıyısında kurduğu manastır, her birinin başında bir kumandanın bulunduğu evlere bölünen surlu bir karargah olarak tasarlanmıştı. Keşişler, mesleklerine ya da zanaatlarına uygun olarak dağıtıldıkları bu evlerde zamanlarının büyük bölümünü el emeğiyle geçiriyorlardı. Birlikte çalışıyor, birlikte ibadet ediyor ve birlikte yemek yiyorlardı. Manastırlarda mutlak yönetim hakimdi. Pachomius öldüğünde sayıları birkaç bine ulaşan rahip ve rahibelerin ayrı ayrı yaşadığı 13 manastırın lideri durumdaydı.                                              
Keşişler manastırda, kilitleri olmayan odalarda yatıyorlar, bir şilte, iki yakasız gömlek, bir başlık ve birkaç temel ihtiyaç dışında hiçbirşey bulundurmalarına izin yoktu. Manastıra kabul edilmek için kutsal yazılara ilişkin biraz bilgi ile okuma yazma bilme yeterliydi. Keşişler kendi aralarında kol boyu mesafeyi korumaları gerekiyordu ve karanlıkta konuşmaları yasaktı.  Manastır dışına ancak iki keşiş birlikte çıkabiliyordu ve dışarıda gördüklerini içeride anlatmaları kesinlikle yasaktı.

1.5 Kiliseler Manastırlara karşı

Gerek tek başına, gerek toplu halde, manastırcılık, yerleşik kiliseye bir tehdit oluşturmaktaydı. Aslında keşişler, gerçek anlamıyla Hz.İsa’nın buyruklarına uyan havarilerinin basit yaşamlarına geri dönmek arzusundaydılar. İncil’de yazılanları kendilerine şiar edinmişlerdi. ‘Eğer kamil olmak istersen, git, neyin varsa sat ve fakirlere ver, göklerde hazinen olacak’, ‘Bütün iman edenler bir arada olup, her şeyleri müşterek olduğu,  mallarını ve mülklerini satıp herkesin ihtiyacına göre dağıttıkları ...’(Resullerin işleri 2. 44-45) İncil’in koyduğu bir tek ahlak olduğuna ve tüm hiristiyanların birer keşiş olması gerektiğine inanıyorlardı. Mükemmelliği Kilise aracılığıyla aramıyorlardı.

Manastırcılığın İstanbul’a ulaşması Suriyeli Süryaniler tarafından oldu. İstanbul’da ilk manastırları 420’li yılarda bu gruplar kurdu. İlk manastırlar kentin içerisinde değil İstanbul surlarının dışında kuruldu. Bu diğer şehirler içinde geçerliydi. Kentlerde keşişlerin varlığı Doğu Roma İmparatoru I.Theodosios gibi dindar Hiristiyan imparatorlar tarafından yasaklanmıştı. Başlangıçta birbirini destekleyerek güçlenen Kiliseler ve İmparatorluk, manastırcılığa karşıydılar ve manastırcılığı din dışı bir hareket olarak görüyorlardı. Manastırcılığın bağımsızlığından rahatsız oluyor kendi kontrolleri altına almak istiyorlardı.

5. yüzyılda manastırlar birer kurum olarak büyümeye devam ettiler. Manastırlar, özellikle de varlıklı kişiler, keşişlere büyük konutlar tahsis ettikçe yaygınlaştı. 6. yüzyılda etin bütün baştan çıkarıcılığına karşın kendisini kanıtlamış eğitimli bir çilecinin, gerçek kimliğini saklarsa, şehirdeki bir kilisede papazlığa gelebileceği kabul edilmeye başlandı. Bunun üzerine pek çok keşiş inzivadaki hayatlarını bırakıp şehirlere gittiler. Bu döneme kadar şehirdeki din adamlarının bozulan hayatlarına karşılık keşişler yiğitlikleri, mucizeleriyle toplumda önem kazanmışlar ve manastırlarda doruğa çıkmıştı. Bu değişiklik ile kendi arzularıyla toplum dışına çıkan keşişler artık toplumsal düzenin bir parçası haline geldiler. Bunun karşılığı da kilise yetkilileri tarafından düzen altına alınmaları oldu. İmparator Iustinianos manastır yaşamının kutsallığını kabul ederken, manastır kuruluşunu ve manastır başrahibi atamalarını piskopozluk onayına bağladı. Bağımsızlık gitmişti.

1.6 Manastır hayatının esaslarını belirleyen Norcia’lı Benedict

Norcia’lı Benedict
İtalya Norcia’lı Benedict (480-547),  manastır organizasyonu konusunda Mısır’lı Aziz Pachomius’dan etkilenmişti. 529 yılında İtalya’nın Monte Cassino bölgesinde bir cemaat oluşturmuş ve aynı zamanda keşişlerin hayatlarını düzenleyen bir yönetmelik hazırlamıştı. Program ibadet, eğitim, mediasyon ve el işleri gibi aktivitelerden oluşmaktaydı ve bir baş rahibin idaresini gerekli kılmaktaydı. 8. yüzyılın sonlarına kadar, Benedict’in yönetmeliği, Batı’da Avrupa manastırlarının kabul edilmiş esasıydı. İlk manastır planı, Sain Gall Planı olarak bilinmektedir ve bugün hala, İsviçre’de Saint Gall’de mevcuttur. 110 keşiş ve 150-170 tarım işçisi ve diğer çalışanları barındıracak şekilde tasarlanmıştır. Saint Gall planı kiliseyi, manastırı ve rahipler için olan binaları, hasta, yaşlı ve kimsesiz çocukların barınaklarını, manastırın dünyevi işlerinden sorumlu olanların ikamet ettikleri yerleri ve cemaate hizmet eden binaları içermekteydi.

1.7 İkonoklazm (İkonakırıcılık) Dönemi

Erken Hiristiyan sanatında, ‘İlahların sadece sembolik suretlerinin tasvir edilmesi’ genel kuralı dolayısıyla, Hz.İsa ve diğer azizlerin resmedilmesinden kaçınılmıştır. 324 yılında Konstantinopolis’in kuruluşundan sonra bu kural yavaş yavaş değişmiş ve dini resimler yapılmaya başlamıştı. İbadet amaçlı kullanılan ikonalar, Tanrı’nın ve azizlerin tahta üzerine boyanmış iki boyutlu tasvirleridir. V. ve VI. yüzyıllarda ikona kullanımı giderek yaygınlaştı. Daha önceden Hz.İsa’nın koyun gibi sembolik tasvirleri yerine gerçekçi resimleri yapılmaya başlandı. 691 yılında Konstantinopolis’de İmparator II.Justinian desteğinde toplanan Trullo Konsili Hz.İsa’nın dini semboller yerine kendi insani görüntüsüyle tasvir edilmesine karar vermişti. Hatta İmparator II.Justinian Doğu Roma altın paraların bir yüzüne Hz.İsa resmini diğer yüzüne kendi resmini bastırtmıştı.

726 yılında Doğu Roma İmparatoru III.Leon ikonalara karşı konuşmalar yapmaya başladı. Konstantinonopolis’deki imparatorluk sarayının girişi olan Chalke Kapısı'nın üstünde duran Hz.İsa ikonası kaldırılarak yerine bir haç konuldu. 730 yılında Danışmanlar konseyini toplattı ve ikonalara tapınmanın kanuna aykırı olduğunu belirtti ve ikonaların kamulsal alanlardan kaldırılmasını istedi. Böylece ikonoklazm hareketi başladı. Bunu tüm kiliselerden ikonaların kaldırılması izledi. Kiliselerdeki ikonalar ve mozaik resimler söküldü, parçalandı. III.Leon’un neden bu hareketi başlattığı konusunda çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bunlardan en öne çıkan iki neden;
  • Dini konularda gerçekçi tasvirin yasak olduğu Yahudilik ve İslam dininden etkilenmedir.
  • Bir başkası ise, İmparator III.Leon Ege Denizi’nde Thera (Santorini) adasındaki  volkanik patlamayı, Tanrının cezalandırması olarak algılamış ve zaten kendisinin de karşı olduğu ve eskiden yasak olan ikonacılık dan vazgeçilmesine karar vermiştir. Santorini’de dünyanın bilinen en büyük volkanik patlaması MÖ 1628 yılında olmuştu. III.Leon döneminde olan patlama muhtemelen daha sonra gerçekleşen daha az şidddette bir patlamadır.
Batı Hirisitiyanlığı ve Papalık en başından beri ikona yanlısı tavrını sürdürdü ve ikona kırıcılık yalnızca doğu Hiristiyan kiliselerinin bir tasarrufu olarak kaldı. Bugün İstanbul kiliselerin de görülen mozaik resimlerin hepsi bu dönemin bitiminden sonra 10. yüzyıldan itibaren yapılan mozaiklerdir.

İkonakırıcılık hareketine esas tepki ise kilise piskoposları ve rahiplerinden değil manastır keşişlerinden geldi. İkon karşıtlığı dönemi, VI.Constantine imparatorluğu sırasında 24 Eylül 787’de II.İznik Konseyinin toplanmasına kadar devam etti. Bu konsülde alınan kararla ikonokliazm 57 sonra sona erdi.

1.8 Manastırcılığın gelişmesi

Manastırcılık ikonoklastik dönemden güçlenmiş olarak çıktı. Bu bağımsız gücü kendilerine ve yönetimlerine tehdit olarak gören İmparatorlar çıkardıkları kanunlarla manastırların kontrolü altındaki toprakların önce genişlemesine engel oldular. Sonra da yavaş yavaş bu toprakları İmparatorluk kontrolüne aldılar. Böylece manastırların ekonomik gücü zamanla azaldı. 
Gürcistan’da Katshki, 1944’de bir stylite’ın iskeletinin bulunduğu küçük manastır.

Konstantinopolis’teki ilk manastır, manastırcılığın ortaya çıkışından 300 yıl sonra kurulur. Konstantinopolis’in en eski manastırı 6. yüzyılda Suriyeli Dalmatous adıyla anılan Dalmatou manastırıdır. Suriyeli keşişler tarafından kurulan bir diğer manastır ise İstanbul Çubuklu’da üç vardiya halinde 24 saat dua okunan Akoimetoi (Uykusuzlar) manastırıdır. Doğu Roma imparatorluğunda 7.yüzyılda yaşanan ekonomik ve sosyal bunalım nedeniyle manastırlarda yaşayan keşişlerin kısıtlamalar nedeniyle batıya gittiğini görüyoruz. Hemen ardından gelen Devlet politikası olarak ortaya çıkan İkonoklast döneminde keşişlerin ikona yanlısı görüşleri, devlet tarafından üzerlerindeki baskı ve kısıtlamaların artmasına neden olmuştur.
Kuzey Yunanistan’daki 2,000 metre yüksekliğindeki Athos dağındaki 20 manastırda 1,500 civarında keşiş yaşıyordu.

Manastırlar Doğu Roma İmparatorluğu topraklarının her yerine dağıldığı halde bazı yerler daha önemli olmuştur. 8.yüzyıldan itibaren Bitinya’daki Olympos (Uludağ) manastırı sahip olduğu topraklar bakımından en önemlisiydi. 10.yüzyıl sonundan itibaren, daha sonra tüm dağları geride bırakacak olan Athos dağı ikinci büyük merkezdi. Miletos yakınlarındaki Latmos(Söke Beşparmak) dağı, Ephesus civarındaki Galesion (Alaman) dağı da diğer önemli manastır bölgeleriydi.  

Trabzon Sümele Manastırı inşaası MS 365-369

Doğu Roma İmparatorluğu’nda din iki farklı kurum tarafından yönlendirilmiştir. Bunlardan birincisi devlet yönetimi altında kurulan ve yönetilen Patriklik ve ona bağlı kiliseler. İkincisi ise kökenleri erken hiristiyanlık dönemine kadar giden  Manastırlardır.

Mardin Mor Gabriel Manastırı, inşaası MS 397

Anadolu'nun başlıca manastırları:
  • Sümela Manastırı (Trabzon)
  • Vazelon Manastırı (Trabzon)
  • Kuştul Manastırı (Trabzon)
  • Mor Gabriel Manastırı (Mardin)
  • Deyrul Zaferan Manastırı (Mardin)
  • Rahipler ve Rahibeler Manastırı (Kapadokya)

Yunanistan topraklarında Athos dağından sonra en önemli manastır toplumu 11.yüzyıldan sonra kurulan Meteora manastırlarıdır. 1923 yılına kadar Metamorphosis manastırına sepet içerisinde iple çekilerek çıkılıyordu. Bir dönemler 20 civarında manastırın aktif olduğu bölgede bugün altı manastır faaliyette. 

Yunanistan – Kalambaka, Meteora Manastırları

İlkçağ’ın koruyucu pagan tanrılarının yerini Hıristiyan keşişler almıştı. İslamın gelişmesiyle islamın egemen olduğu topraklarda manastırların yerini tekkeler, keşişlerin yerini dervişler aldı. Bursa Anadolu’daki bu kültür değişimlerinin odağındaydı. Uludağ / Keşiş Dağı’na gelen dervişler, Anadolu mitolojisini tekrar yaratmıştır.

1.9 Manastırcılığın önemini kaybetmesi

İngiltere ve Galler’de manastırların önemsizleşmesi İngiltere Kralı VIII.Henry’nin 1536’da çıkardığı kanunlar ile İngiltere’nin Vatikan Kilisesinden ayrılmasıyla başladı. VIII.Henry arazileriyle çok güçlü olan ve Papa’ya bağlı olan manastırları kapatarak, arazilerini devlet adına şahıslara satmış ve ülkenin hem dini hem de idari yöneticisi olmuştur. Ada’da dört yılda(1540) 800 manastır dağıtılmıştı.

XVI. yüzyıldaki Protestan reformunu ve 1789’daki Fransız Devrimi’ni takiben birçok manastır yok edilmiştir. XIX. yüzyılın ortalarında sömürgecilik ve artan misyonerlik faaliyetleriyle Afrika, Amerika ve Japonya’da manastırlar kurulmaya başlandı. XX. yüzyılda, özellikle de II.Dünya savaşından sonra manastır cemaatleri aktivitelerini dini faaliyetlerle kısıtlamayıp barınma, beslenme, sağlık hizmetleri ve yüksek öğretimi kapsayacak şekilde çeşitlendirdiler.


2. BULUTLARA UZANAN STYLİTE’LAR VE STYLİTETİZM

Stylite’lar bir sütunun tepesinde yıllar hata bir ömür boyu oturup çile dolduran Hiristiyanlardı. Vücudun çile çekmesinin, ruhun günahlardan kurtulmasını sağlayacağına inanıyorlardı. Bu harekete katılanların çilekeş hayat tarzlarına Stylitetizm denildi. Suriye’de bazı kutsal kişiler, onları görmeye gelen binlerce meraklı ya da dindar ziyaretçilerin bakışları önünde, yıllar boyu tırmandıkları sütunlarının tepelerinde yaşadılar. Bunların en tanınmışı başlangıçta boş bir sarnıçta bacaklarını zincirleyerek oturmuş olan Antakya’lı çoban Simeon’du. Symeon daha sonra Antakya kırsalında bir sütunun üzerine çıkarak pek çok kişiyi etkiledi. İnsanlar bu sütunun etrafında topladıkça o daha fazla sessizlik aramış, bu nedenle sütunun boyunu sonunda 16 metreye ulaşana kadar yükseltmişti.


2.1 Büyük Stylite Aziz Simeon

Tarihin bilinen ilk Stylite’i(Yunanca sütun), bir sütunun üzerinde yaşayan Simeon’dir. Aynı ismi taşıyan sonraki stylite’ler Genç Stylite Simeon, III.Stylite Simeon ve Lesbos(Midilli) Stylite’i Aziz Simeon’da ayırmak için Büyük Stylite Aziz Simeon olarak adlandırılır. MS 390 yılında Antakya Sis’de (Adana iline bağlı Kozan) bir çobanın oğlu olarak doğdu. Sis, Kilikya’ya vilayetine bağlıydı ve Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içerisindeydi. Hiristiyanlık bu bölgede hızla yayılmıştı. 
Hayatta ilk öğrendiği şey koyun otlatmak oldu. Simeon küçük yaşta annesi Martha’nın etkisiyle Hıristiyanlığa yönelmişti. 403 yılında henüz 13 yaşındayken Antakya yakınındaki Süryani Tell'Ada Manastırına çile çekmek için gitti. Buradaki ibadet yaşamında, Hıristiyanlıkta Paskalya döneminde yaklaşık altı hafta süren Büyük Perhiz (Lent-özellikle hayvansal gıdaların tüketilmediği oruç) orucunu hiç birşey yemeden  tutmaya başlamış, halsiz düşmesi üzerine Manastır rahibi tarafından ziyaret edilmiş ve kendisine su ve ekmek verilmiştir. Simeon birkaç gün sonra yarı baygın halde bulunduğunda kendisine bırakılan yiyeceklere günlerdir hiç dokunmadığı anlaşılmıştır. Yapılan incelemede karnını palmiye yapraklarından yaptığı bir kemerle çok sıkı bir şekilde bağladığı anlaşılmıştır. Kemeri öylesine sıkı bağlamıştır ki etine işleyen yaprak kalıntılarını yaradan çıkarabilmek için, dokunun günlerce suyla yumuşatılması gerekmiştir.

Sağdaki resimdeki kilise Simeon adına yapılan kiliseyi, yılan Simeon’un yerde bıraktığı dünyevi günahı, istiridye ve inci ise semavi(göksel)  zenginliği temsil ediyor.

Manastır’da geçen dokuz yılın sonunda, diğer keşişler abartılı bir çile metodu uygulayan Genç Simeon’un akşamları gizli gizli kalkıp yemek ve su içtiğini iddia ederek, manastırdan uzaklaştırılmasını istemişlerdir. Simeon kendini gömdürüyor ya da uyumadan sürekli ayakta duruyordu. Midesi küçülen Simeon Büyük Perhizi her yıl yenileyecekti. Sonunda manastır yönetiminin baskısıyla manastırdan ayrılınca eski Telassinos’un (Antakya) altmış kilometre doğusundaki Deir Samaan’da çekildiği kulübesinde üç buçuk yıl yaşayacaktır. Bu dönemde tuttuğu Büyük Perhiz boyunca hiç yemek yemediği ve su içmediği rivayet edilir. Bu durumdan sağ salim kurtuluşu, o dönemde büyük bir mucize olarak karşılanmıştır. Oruç zamanlarında, bir mağaraya kapanıp, mağaranın girişini duvarla kapattırıyordu.

Simeon’un sütununda gösteren 6.yüzyıl tasviri gümüş levha. Numan’daki Ma'arrat kilisesinin hazinelerindendi. Ruhsal saflığı sembolize eden deniz kabuğu Simeon’u kutsarken, sütuna sarılmış yılan şeklindeki şeytan günah işlemeye çağırıyor. (Louvre müzesi)

Kulübede geçirdiği dönem sonrasında Simeon, Şeyh Bereket Dağında kayalık bir çıkıntıya yerleşecek ve bu küçücük mekana kendini tutsak edecektir. Bölge, Suriye’nin kuzeyinde, Apamea’dan Orta Asya’ya kadar uzanan ulaşım yollarına hakimdir. Ancak mucizelerinden ötürü kendisinden şifa ve dua dileyen, ona yüz sürmek isteyen ziyaretçi müritlerinin sayısı burada da artacak ve onlarla konuşmaktan yorgun düşerek ibadete yeterince zaman ayıramayacaktır. Bu durum onu daha farklı ve köktenci bir yaşam tarzına yöneltmeye itecektir: bir sütunun üstüne yerleşmek. 421 yılında üç metre yüksekliğindeki eski bir sütunun tepesine çıktı. Böylece 459 yılına kadar 36 yıl sürecek çılgın ve özgün macerası başladı.

Sütun başının üzerinde, ikiye iki, dört metrekarelik düz bir alan vardı. Orada yaşamaya başladı. Sürekli dua ediyor ve belli aralıklarla diz çöküyordu. Danışmak isteyenler, duasını almak isteyenler onu rahat bırakmayınca, valinin emriyle sütun 16 metreye kadar yükseltildi. 

Simeon bir yandan ibadete zaman ayırmak için ziyaretçilerinden uzaklaşmak istemekle birlikte, diğer yandan müritlerinin hep yanı başlarında kalarak, varlığını onların hizmetine sunmak istiyordu. Dilenci, zanaatçı ya da çiftçi olsun, varsıl yoksul kendisini görmeye gelen herkesle ilgileniyordu. Yıllar sonra Simeon Stylites, günde iki kez, halka konuşmaya başladı. Müritleri sütunun etrafında toplanıyor, konuşmasını dinliyor ve soru soruyordu. Yüksekliği gittikçe uzayacak olan ünlü sütunun üstünde ancak oturması ya da ayakta durmasına olanak veren etrafı kısa parmaklıklarla çevrili küçücük bir platform yaptırmıştı. Bu düzlemde uzanıp yatmasına olanak yoktu, ayakta uyumayı vücuduna öğretmesi gerekecekti.
Simeon yatay olarak uzaklaşma olanağı bulamadığı insanlardan dikey olarak kurtulmayı deneyecektir. yaşamını sürdürebilmesi için köyün çocukları sütunun tepesine tırmanıp ona ekmek, su ve keçi sütü getiriyorlardı. Başlangıçtaki sütun yaklaşık dört metre yüksekliğindeydi. Müritler zamanla kalabalıklaşıp bu yüksekliğe kolayca ulaşabilince sütunun yükseklikleri kademe kademe arttı. İnsan kalabalıklarının sütunun çok yakına gelip Simeon’un dua etmesini engellememesi için sütunun etrafında çift duvar örülmüştü. Simeon sütunun yakınına annesi dahil hiçbir kadının yaklaşmasına izin vermiyordu. Çok ısrarcı olan annesine ‘Eğer buna hak kazanırsak, bir sonraki yaşamımızda buluşacağız, sabırlı ol’ diyordu.

Mucizelerle ün salan azizin ziyaretine gelenler, sütuna dayadıkları bir merdiven aracılığıyla yanına kadar çıkıp, onu yakından görerek, onunla konuşabiliyorlardı. Yaz kış dinlemeden gece gündüz, elleri çoğu zaman gökyüzüne dönük halde ayakta ya da oturmuş durumda Tanrıya dua ediyordu. Bir tür hac ritüeline dönüşen ziyaretleri, bölgedeki Hıristiyanların dışında çöl bedevileri, Ermeniler, Persler, İsmaililer, İspanya’dan İberler ve hatta Etiyopalılardan oluşan çok heterojen bir hayran kitlesi gerçekleştiriyordu. Arap hükümdarı Numan’ın hac ziyaretlerinden rahatsız olduğu anlatılır.

Doğu Roma İmparatoru II.Theodosius(401-450) ve eşi Aelia Eudoxie, Simeon’a büyük saygı gösteriyorlardı. Simeon hastalandığında Theodosius üç rahip gönderdi ve artık bulunduğu yerden inmesini rica etti. Ancak Simeon tedavi edilmeyi reddederek, bu işi Tanrıya bırakmayı tercih etti ve bir süre sonra kendiliğinden iyileşti. İmparator I.Leo(401-474), Simeon’un Khalkedon Konsili lehindeki mektubuna büyük önem verdi. Khalkedon Konsili, Hz.İsa’nın biri tanrısal diğeri insani iki kişiliği olduğunu ve bu ikisinin hiçbir şekilde birbirinden ayrılamaz iki özellik olduğunu açıkladı böylece bütün Airus’çular sürgüne gönderildi.

Simeon’un Paris’in  koruyucu azizi Genevieve(419-502) ile de yazıştığı söyleniyor.  Simeon Stylites, sadece dini konuşmalar yapmıyordu, siyasi konuşmalar da yapıyordu. Hatta konuşmaları o kadar etkiliydi ki, Doğu Roma İmparatoru II.Theodosius ayağına kadar gelip sütunun üzerine çıktı ve azize siyaset konusunda fikir danıştı.

Simeon Stylites, hayatının 36 yılını o sütunun tepesinde geçirdi. 2 Eylül 459 tarihinde, 16 metre yüksekliğindeki sütunun tepesinde, elleri kavuşmuş ve gözleri kapalı halde dua eder konumda öldü. Müritleri ölümünü ancak iki gün sonra fark edebildiler. Antakya Piskoposu Martyrius büyük bir kalabalığın katıldığı cenaze törenini yönetti ve Simeon Antakya'da defnedildi. Kemiklerinin bir kısmı, on yıl sonra İstanbul'a getirildi.

Simon Dağı’nda (Cebel Sim’an) yer alan, St.Simeon Manastırı kalıntıları arasında, sekizgen merkez avluda bu meşhur sütunun temel mermeri ve üzerinde aşınmayla yuvarlaklaşmış sütunun küçük kalıntısı bugün de ayaktadır. Stylite’ların öncüsünün ölümünden sonra bölgede onun yolundan giden birçok taklitçi ve müridine ilham kayağı olmuştur. Ölümünü izleyen yüzyıl boyunca, Doğu Roma topraklarında modaya uyan çileci stilit ardılları sütunlar üzerinde onun gibi zorlu bir yaşam sürdüler.

Konuşmaları yazı haline de getirilen bu ilk sütun yazarı İran'da baskı altında tutulan Hristiyanların ve Roma İmparatorluğu’ndaki ezilenlerin haklarını savundu ve faizin sınırlandırılmasını istedi. Daha yaşarken, Roma İmparatorluğu’ndaki zanaatkarlar, onu koruyucu azizleri ilan ettiler. Ona 'Gökle yer arasında yaşayan aziz.' diyorlardı.

2.2 Büyük Stylite Aziz Simeon Kilisesi

Stylite Aziz Simeon Kilisesi Suriye Aleppo’nun 30 km kuzeybatısındadır. MS 459’da Aziz Simeon öldükten sonra yapımına başlanan ve MS 490 yılında yapımı bitirilen yapı, zamanının en büyük dini yapısıdır. Doğu Roma İmparatorluğu’nun desteğiyle Stylite Simeon haç merkezi, Aziz Simeon’un sütunun bulunduğu yere yapılmıştır. Kilise Qalaat Semaan (Sem’an kalesi) ya da Simeon Manastırı olarak bilinir.

Dini merkez meşhur sütunu içine alan merkezdeki sekizgen yapının yanlarından dışarıya doğru uzanan dört kiliseden oluşuyordu. Dini kompleks 5.000 metrekare kapalı alanıyla İstanbul’daki Ayasofya’nın büyüklüğüne yakındı.  Ama Ayasofya gibi şehrin merkezinde değil tam tersine en yakın şehirden 60 km uzaklıkta, çıplak ve ıssız bir tepenin üzerindeydi. Dini kompleksin içinde Kiliselerin yanında bir Manastır ve bir çok büyük barınma yeri vardı.

Aziz Simeon sütunu sekizgen avlunun merkezinde bugünde görülebilinir. Yüzyıllarca ziyaret eden hacıların sütundan kopardıkları parçalar nedeniyle sütun küçülmüş ve sonunda sütunun üzerine hacıları engellemek amacıyla çok büyük bir taş yerleştirilmiştir. Sütunun bulunduğu yerdeki sekizgen yapı dört kilise ile çevrilmişti.


Doğudaki Bazilika diğerlerinden biraz daha büyüktür. En önemli olanıydı ve önemli törenler burada yapılırdı. Doğu Bazilika’sının güney duvarına bitişik Chapel ve Manastır vardı. Güney Bazilika’nın karşısında vaftizhane bulunuyordu. Vaftizhanenin batısı Deir Semaan’a doğru tören güzergahıydı. Stylite Aziz Symeon’a adanmış Qalat Saman Manastırı ve Bazilikası 12.yüzyılda tahrip edildi. Haziran 2011’den beri UNESCO Dünya Mirası sahasıdır.


Suriye’de Aziz Simeon kilisesi harabeleri. Resmin ortasındaki yuvarlak taşın altındaki dikdörtgen temel, Simeon’un sütunun altlığıydı.
Vaftizhane
Kilisenin güney cephesi

2.3 Stylite Aziz Daniel

Aziz Daniel 409 yılında, Samosata(Samsat, Adıyaman) yakınlarında Maratha’da doğdu. Babası Elias annesi Martha’idi. Martha’nın çocuğu olmuyordu, dualarında eğer çocuğu olursa onu Tanrıya adayacağını söylüyordu. Duaları sonucunda çocukları olunca adını da Tanrının vermesi için beklediler. Çocuk beş yaşına kadar isimsiz yaşadı. Bir manastır ziyaretlerinde baş rahibine çocukları için isim sorduklarında, rahip dini kitaplardan birini rastgele açtı ve MÖ 600 dolaylarında yaşamış Yahudi peygamber Daniel’in ismini buldu. Böylece Martha’nın oğlunun adı Daniel oldu. Anne ve babası oğullarını manastıra bırakmak istediler ama manastır rahibi, Daniel’i çok küçük olduğu için kabul etmedi. Daniel 12 yaşında ailesine haber vermeden gidip Manastıra katıldığı yıla kadar anne ve babasıyla yaşadı. Manastır baş rahibi, üç hafta manastırın kapısında yatan Daniel’i  istemeyerek de olsa manastıra kabul etti. Daniel’in anne ve babası oğullarını manastırda bulduklarında çok sevindiler.

Daniel ve manastır baş rahibi Antakya Piskopozu tarafından bir toplantı için Antakya’ya çağrıldıklarında, Teslanissae köyündeki büyük manastırda misafir edildiler. Daniel orada Büyük Stylite Aziz Simeon’u sütununda gördü ve takdisini aldı. Zaman içersinde Daniel manastırda yükselerek baş rahib oldu. 42 yaşında manastırdan ayrılarak, daha önce iki hafta birlikte zaman geçirdiği Büyük Simeon’u ziyaret etti.  Amacı Kudüs’e gitmekti ama yolda fikrini değiştirerek hiç Grekçe bilmemesine rağmen ikinci Kudüs olarak kabul edilen İstanbul’un yolunu tuttu.

Daniel İstanbul’a vardığında, Avrupa yakasında, başkentin dikkatine çekecek kadar yakın ve uygun bir yer olan Anaplus (Arnavutköy) adlı köye yerleşti.  Başlangıçta köy sakinleriyle sorunlar yaşadı ama artık kullanılmayan bir putperet tapınağındaki şeytanları kovup, rahatsızlanan İstanbul Patriği Anatolius’u iyileştirince kısa  sürede ünü yayıldı.  Daniel Anaplus’da dokuz yıl yaşadı. Büyük Stylite Aziz Simeon Antakya’da öldükten sonra müridi keşiş Sergius, Aziz Simeon’un deri başlığını İmparator I.Leo’ya verilmek üzere İstanbul’a getirdi. Huzura çıkmayı başaramayan Sergio, hemşerisi Daniel’in yanında kaldı. Böylece Sergio Daniel’in müridi olurken Simeon’un başlığı da Daniel’e geçti.

Şapkayı da alan Daniel artık Aziz Simeon gibi bulutlara uzanan bir sütunun üzerinde oturabilirdi. Bir saray memurunun yardımıyla, İmparatorun bahçesinden kolaylıkla görülebilecek, bir başka Süryaniye ait üzüm bağının yanına, iki insan boyu yüksekliğindeki sütunu yerleştirdi ve 33 yılını geçireceği platformuna çıkıp oturdu. Böylece Daniel saray ileri gelenlerinin ve imparatorluk ailesinin dikkatini çekmeyi başardı. Herkez bu ilginç denemeyi izlemeye başladı. İmparatoriçe eğer taşınmaya razı olursa Daniel’i kendi mülküne yerleştirmeyi önerdi ama Daniel reddetti. Daniel bir süre sonra Büyük Simeon’un yolunu izleyerek ilkinden daha yüksek bir sütuna çıktı. Ardından temeli, bir oğlunun olacağını müjdelediği İmparator tarafından atılan bir üçüncüsünün.

Yeni sütunun bulunduğu yere Antakya’dan Aziz Simeon’un sütunun kalıntılarından Aziz Simeon’a adanmış bir anıt, şehitlik ve manastırdan oluşan bir dini merkez kuruldu. Daniel’inde yaşamı kolay değildi. Suriye’nin ılıman ikliminden sonra İstanbul’un kışı sert gelmişti. Bir keresinde neredeyse donarak ölecekti. Daniel’in sütununa birçok insan geldi ve hastalığı için şifa, şans ya da kutsamasını istediler. Daniel hepsine yardım etti, şifa dağıttı. Daniel’in dualarıyla gerçekleşen birçok olaydan sonra İmparator Patrik Gennadius’dan Daniel’i üst derece rahip olarak atamasını istedi. Daniel’in kehanetlerinden biri İmparator ve Patriğe önceden söylediği İstanbul yangınıydı. Aziz Simeon’un kemiklerinin İstanbul’a getirtilmesi de Daniel’in fikriydi.

İmparator I.Leo kızını, Antakya Adana arasında yaşayan İsaurianlıların lideri Zeno ile evlendirmişti. Genç çift de oğullarına imparator dedesinin adını (Leo) koydular. I.Leo imparatorluğu 473 yılında torunu II.Leo’ya bıraktı. Esas güç ise babası imparator naibi Zeno’nun elindeydi. Kısa süre sonra çocuk İmparator II.Leo salgın bir hastalıktan ölünce babası Zeno imparator oldu. Doğu Roma aristokrasisi İsaurianlı birinin imparatorluğunu kabullenmek istemeyince 475 yılında karşıklıktan yararlanan I.Leo’nun karısının kardeşi Senatör Basiliscus, Zeno’nun tahtını ele geçirdi. Basiliscus, Monofizit yanlısıydı. Patrik Acacius, Aziz Daniel’e yalvararak sütunundan inip İstanbul’a gelmesini ve İmparator Basiliscus’u monofizitleri desteklemekten vazgeçirmesini istedi. Böylece Daniel 33 yıllık stylite yaşamında ilk ve tek kez sütunundan indi. Ayasofya’da İmparator Basilizcus, Daniel karşısında diz çökerek Daniel’in görüşünü sordu, ardından da hiristiyan dünyası bölünmekten kurtulup  yeniden barışa kavuştu. Monofizit görüş (İsa’nın hem tanrı hem insan tek kimlikli oluşu görüşü), İnsani ve İlahi tabiatların katışma ve değişme olmaksızın tek bir tabiatta birleşmesi ve tek tabiata dönüşmesini savunur.

Doğu Roma İmparatoru I.Leo onun için üzerinde platformlar olan sütunlar yaptırdı. İmparator Zeno’da onu ziyaret edenler arasındaydı. İstanbul Patriği Aziz Gennadius tarafından takdir edilerek kutsandı. Daniel hızla insanlar için bir çekim merkezi oldu. Hiristiyanların periyodik yaptıkları ekmek ve şarapla gerçekleştirilen Eucharist ritüelini bile sütununun üzerinde yaptı. Sütununda vaazlar verdi, nasihatlar etti, kendisine getirilen hastaları iyileştirdi. Aziz Daniel 11 Aralık 493’de öldü ve Büyük Stylite Aziz Simeon’dan sonra en çok tanınan stylite oldu.

2.4 Genç Stylite Simeon

Genç Stylite adıyla bilinen Aziz Simeon (521 – 24.5.597) Antakya’da doğdu. Babası Edessa’lı, Martha adlı annesi azizeydi. Çocukluğundan itibaren John adlı bir din adamının gözetimi altında oldukça münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Evlerinin yakınında Aziz John(The Baptist) kilisesi vardı ve sık sık oraya giderdi.  Daha yedi yaşındayken hocası John’ın sütunun yanına bir sütun da kendisi koyarak yeni yaşamına başladı. Yazdığı bir mektupta ilk dişini kaybettiği zamandan beri sütunun üzerinde yaşadığını belirtmişti. Bu düzende bir hayatı 69 yıl sürdürdü.  


Bu süre boyunca birçok kez sütununu ve yerini değiştirdi. Bu değişimlerin ilkinde toprak üzerinde geçirdiği kısa zamanda Antakya Patriği ve Seleucia Papazı kendisini papaz yardımcılığına atamışlardı. Hocası John’ın ölümünden önceki son sekiz sene boyunca,  sütunlarının mesafesi aralarında kolaylıkla konuşabilecek uzaklıktaydı. John müridinin aşırıklarını frenliyordu. John’un ölümünden sonra Simeon dünya nimetlerinden tamamen elini ayağı çekti ve Theopolis yakınlarındaki küçük ağaçların dallarında çileli bir hayata başladı. 

Simeon rahipliğe atandığında müritleri sütununa tırmanarak Simeon’un elinden komunyon alabilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Diğer birçok stylite gibi onun hakkında da çok sayıda mucize anlatılıyor. Hayatının sonuna doğru Antakya yakınlarındaki mucizeler dağı adı verilen bir dağ eteğindeki sütununda yaşarken öldü. Genç Simeon’a atfedilmiş çok sayıda mektup vardır. Bunlar arasında Doğu Roma İmparatorları I.Justinian ve II.Justin’de var. Genç Stylite Simeon’un sütunun bulunduğu yerde bir takım dini yapılar var. Sütunun doğusunda bir kilise, batıya doğru bir avlu, komplekse giriş ve rahiplerler ile hacıların kalacağı yerler vardı.Sonradan sütunun bulunduğu sekizgen yapının kuzeyine ve güneyine de kiliseler yapıldı. 

Dini merkezin planı
Genç Simeon Sütunun bugünkü hali

Bugün bölgede yaşayanlar yıkıntılara Manastır diyor. Dağ ile Akdeniz arasında da Samandağ (Simeon dağının Türkçesi) adı verilen ilçe var.

Aziz Simeon Madolyonu

Stylite’lar anısına yapılmış üzerlerinde resimleri olan madalyonlar da var. Madalyondan görülebileceği gibi mermer sütunun üzerinde 4 m2 ahşap platform ve korkuluklar var. Sütunun yanında görülen kayadan oyularak yapılmış merdiveni Simeon ile konuşmak isteyenler kullanıyor. Bu taş merdivenin kalıntıları hala yıkıntılar arasında görülebilir. Simeon Mucizeler Dağı’ndaki sütununa 551 yılında çıktı. 597 yılında 76 yaşında öldüğünde sütununa yakın bir yerde annesi Martha’nın mezarının yanına gömüldü.

Stylite’ları hayatlarının önemli bir bölümünü sütunun üzerinde geçirmeye iten şeyin ne olduğu bilinmiyor. Hz.İsa ve havarileri  münzevi hayata çilekeşliğe karşıydılar. Burada bazı başka etkilerin olduğunu düşünmek gerek. Stylite’ler büyük çoğunluğu aynı bölgeden çıktı. Eğer bir çocuk 7 yaşında bir sütunun üzerine çıkıyorsa bu çocuğu özendiren bir şeyler var demektir. Genç Simeon’a gene bu bölgede yaşamış olan Büyük Stylite Simeon’un adı verilmişti. Azize kabul edilen annesi  Martha oğlunu motive etmek için vaktinin büyük bir kısmını sütunun altında geçiriyordu.  
Büyük ve Küçük Simeon Stylite’leri gösteren ikon. Sol taraftaki Büyük Simeon, Manastır Büyüklerine boyun eğip sütundan inerken resmedilmiş.  Büyük Simeon’un sürekli ayakta durmaktan dolayı bir bacağında bacak ülseri rahatsızlığı oluşmuştu ve bu nedenle platformunda tek ayakla duruyordu. Sağdaki sütunda ise Küçük Simeon resmedilmiş.

2.5 Stylite Aziz Alypius

Stylite Aziz Alypius 7.yüzyılda dünya nimetlerinden kendisini çekmiş bir çilekeşdi.  Kilise kurucusu olarak saygı görüyordu. Çocuğu olmayan kadınların şifacısı, çocukların koruyucusuydu. Alypius(522-640) Hadrianopolis(Edirne) şehrinde doğdu. Çok genç yaşta dul kalmış annesi çok dindardı. Oğlunu Rahip Thedore’ın yanına eğitime gönderdi ve kendisi de rahibe olmaya karar verdi. 

Alypius, pagan tapınağı üzerine Büyük Martyr Saint Euphemia anısına bir kilise inşa etti. Kilisenin dışına bir sütun dikerek yetişkin hayatının çoğunluğunu sütunun üzerinde geçirdi. Sütunun yanına biri rahipler biride rahibeler için olmak üzere iki manastır yaptırdı ve her ikisininde ruhani başkanı oldu.
53 sene sütunu üzerinde ayakta durduktan sonra artık ayakları onu taşımayınca sütunundan inmek yerine hayatının son 14 senesini sütunu üzerindeki platformunda uzanarak geçirdi. 640 yılında 118 yaşında vefat etti. Simeon ve Daniel ile birlikte üç önemli styliteden biri kabul edilir. Kafatası Athos dağındaki Koutloumousiou Manastırında saklanmaktadır.

2.6 Diğer Stylite’ler

Lesbos’lu(Midilli) Stylist Aziz Symeon (765 - 844) Doğu Roma İmparatorluğu’nda ikinci İkonoklazm(814-842) döneminde iki kez stylist yaşamı denemiş bir keşiştir. Kuleye benzer sütununda kendisini dünyadan izole etmiş, vaktini dua ederek geçirmiştir. İkonakırıcılar tarafında sürekli olarak değişik yerlere sürülmüş ve Karadeniz, Marmara kıyılarında balıkçı kılığında yaşamak zorunda kalmıştır. En son İzmir’de yaşarken memleketine dönmüş ve orada ölmüştür.

Stylite Kutsal Luke 10.yüzyılda İstanbul’da yaşadı. Doğu Roma imparatoru  Constantine Porphyrogenitus döneminde askerlik yaptı. Bulgarlarla yapılan savaşta binlerce kişinin ölüp kendisinin mucizevi şekilde kurtulması üzerine kendini tanrıya adamaya karar verdi. Bir sütuna çıkarak  ruhani bir hayata başladı.  Khalkedon (Kadıköy) yakınlarında 45 sene bir sütunun üzerinde yaşadı. 970 yılında vefat etti.

Filistin’de bir dağın tepesindeki bir mağarada 25 sene yüzünü batıya hiç dönmeden, yüzüne güneşin batmadığı münzevi bir hayat yaşayan bir din adamından bahsediliyor.  Bunlar kadar meşhur olmayan başka stylite’lar olduğu hatta kadın stylite’larda olduğu biliniyor. Bu olayı batıya taşımak isteyen birkaç girişim oldu ama batıda fazla rağbet görmedi. Doğuda ise 12. yüzyılın sonuna kadar benzer olaylar yaşandı. Sonrasında bir daha görülmedi.




Kaynakça
Manago, Cyril – Bizans Yeni Roma İmparatorluğu
Dikici, Radi – Şu Bizim Bizans
Gregory, Timothy E. – Bizans Tarihi





No comments:

Post a Comment