Tuesday, July 1, 2014

İngiltere Ulusal Futbol Takımı Nereye Koşuyor ?


İngiltere ulusal takımı, Dünya ve Avrupa kupalarındaki tek başarısını 1966 yılında Dünya Kupasını organize ettiği turnuvada aldı. 1966’da finalin uzatma dakikalarında hala tartışılan gol ile Almanya’yı 4-2 yenerek Dünya kupasını kazandı. 1966’dan beri Dünya kupalarındaki en iyi performansları 1990 yarı finalidir. UEFA turnuvalarındaki en iyi dereceleri ise 1968 ve 1996 yarı finalleri.

Brezilya 2014 sonrası muhtemelen İngiltere teknik direktörü değişecek belki oyuncuların büyük bir bölümü de ulusal takıma tamamen veda edecekler. Ama sorun çözülecek mi? Acaba İngiliz futbolundaki sıkıntının nedeni 1980’lerde özelleştirme  büyüsüne kapılan Başbakan Thatcher’in okulların futbol sahalarını satması olabilir mi? Oyuncuların neredeyse çoğu fazla doymuş, değerlerinin üzerinde kazanıp, derecelendirilen, tecrübesiz, kibirli, ve milli duygudan yoksun olabilir mi? Takımlarda arkadaşlarına merhaba bile demeyen çok sayıdaki yabancı oyuncun takımların sahiplenme duygusunu törpülediği gerçek olabilir mi?   Yeni bir milli uyanış mı geliştirilmeli. Yoksa sorunu başka yerde mi aramalı.

İngiltere’nin Dünya Kupaları Karnesi

İngiltere ulusal takımı, İngiltere dışında organize edilen turnuvalarda hep turnuva dışında kaldı. Kendilerini beğenmişliklerinden 1930,1934 ve 1938 turnuvalarına katılmamışlardı.

Dünya kupasına ilk kez Brezilya 1950’de katıldılar. II.Dünya savaşı nedeniyle verilen ara nedeniyle bu dördüncü turnuvaydı. Dünya kupasında bulaşıkcılar, cenaze levazımcıları, kasaplardan oluşan ABD takımına 1-0 yenilerek gruptan çıkma şansını kaybettiler. Maç sonucuna İngiliz gazeteleri bile şaşırmış olacak ki skoru haberleşme hatası olarak yorumlayarak İngiltere'nin ABD'yi 10-1 yendiğini yazmışlardı. Grupta Şili’yi yenip, İspanya’ya yenilmişlerdi. Türkiye bu finallere katılma hakkını elde etmiş olmasına rağmen mesafe uzaklığı ve maddi imkânların yetersizliğinden dolayı katılamazken, elemelerden başarıyla çıkan ekiplerden Hindistan ise maçları çıplak ayakla oynama isteğinin FIFA tarafından kabul edilmemesi üzerine kupaya katılmadı.

İsviçre’de düzenlenen 1954 turnuvasında grubundan lider olarak çıkan İngiltere, çeyrek finalde Uruguay’a 4-2 yenilerek elendi. Türkiye de bu turnuvaya katılmıştı, ama gruptan çıkamadı.

İsveç de düzenlenen 1958 Dünya kupasında İngiltere, grupta Brezilya, Avusturya ve Sovyetler Biliği ile berabere kalmış, Sovyetler Birliği ile oynadığı playoff maçında 1-0 kaybedince elenip gitmişti.

1962 Dünya kupası Şili’de düzenlendi.Grubunda Macaristan’ın arkasında averajla ikinci olarak çeyrek finale çıkan İngiltere, Brezilya’ya 3-1 yenilerek evine döndü.


1966’da turnuva İngiltere’deydi ve ev sahibi ülkenin zaferiyle bitti. Grupta Fransa ve Meksika’yı yenip, Uruguay ile berabere kalan İngiltere, grup lideri olarak çıktı. Çeyrek finalde Arjantin’i, yarı finalde Portekiz’i eleyip finalde Almanya’nın önündeydiler. Üç Aslanlar, normal süresi 2-2 biyen maçta, uzatmada 4-2 kazanarak ilk ve tek şampiyonluklarını kazandılar.

Meksika 1970’de İngiltere, Brezilya’nın ardından grubunda ikinci olarak çeyrek finallere çıktı. Ama çeyrek finalde Batı Almanya dört yıl öncesinin hesabını 3-2 ile keserek İngiltere’yi eledi.

1974 Dünya kupası Batı Almanya’da düzenlenecekti. Elemeler sürecinde İngiltere, o tarihe kadar dünya kupalarına sadece bir kez katılan, Polonya'ya yenilerek şampiyonaya katılma hakkını elde edemedi.

Arjantin 1978 Dünya kupasına katılma maçlarında İngiltere İtalya, Luksemburg ve Finlanda ile aynı gruptaydı. Averaj ile İtalya’nın altında kalıp finallere yine katılamadı.

1982 Dünya Kupası İspanya’daydı. Gruptan lider çıkan İngiltere, ikinci tur maçlarında Almanya’nın altında kalıp elendi.

İngiltere, Meksika 1986 Dünya kupasında, çeyrek finalde Arjantin’e 2-1 yenilerek elendi. Turnuvada iki dikkat çeken nokta vardı. Birincisi Diego Maradona’nın performansı. İngiltere ile oynanan çeyrek final maçında, takımının ilk golünü, yıllarca "Tanrının eli" olarak anılacak olan eliyle, ikinci golü ise orta sahadan altı kişi çalımlayarak atmıştı.  İkincisi ise hala her turnuvada izlediğimiz seyircilerin Meksika dalgası.

1990 Dünya kupası İtalya’da düzenlendi. İngiltere gruptan birinci çıktı. Elemelerde Belçika’yı, çeyrek finalde Kamerun’u yenerek yarı finale uzandı. Yarı finalde belki de en iyi oyunlarından birini  Batı Almanya’ya karşı oynamasına rağmen penaltılarla kaybetti.

Amerika 94 Dünya kupasına katılma maçlarında İngiltere ile Türkiye aynı gruptaydı. Grup maçları sonunda İngiltere üçüncü, Türkiye beşinci olmuştu. Grubu birinci bitiren Norveç ile Hollanda turnuvaya giderken İngiltere evinden izliyordu.

Fransa’da düzenlenen 1998 Dünya kupasında grubundan Romanya’nın arkasından ikinci tura çıkan İngiltere Arjantin’e yenilerek turnuvaya erken veda etti.

Güney Kore ve Japonya’da düzenlenen 2002 turnuvasında gruptan İsveç’in arkasından çıkan İngiltere, ikinci turda Danimarka’yı yendi ama çeyrek finalde Brezilya’ya 2-1 mağlup olarak elendi. Türkiye bu turnuvada üçüncü olmuştu.

Almanya 2006 da, gruptan birinci çıkan İngiltere, ikinci turda Ekvator’u 1-0 ile geçmiş, çeyrek finalde bu kez Portekiz’e karşı kaybederek evine dönmüştür.

2010 Dünya Kupası Güney Afrika’da düzenlendi. Gruptan ABD ile aynı puan ve averajla çıkan İngiltere, ikinci turda Almanya’ya 4-1 yenilerek turnuva dışında kalmıştır.

Brezilya’da düzenlenen 2014 son dünya kupasında İngiltere, grubunu sonuncu olarak bitirerek turnuvaya veda etmiştir. Aşağıdaki tabloda İngiltere ulusal takımının FIFA Dünya  kupalarında oynadığı maçlar mavi ile boyanmıştır.

İngiltere 1974 Almanya, 1978 Arjantin ve 1994 Amerika Dünya kupası finallerine katılma şansını elde edemedi. Dünay Kupası turnuvalarında değişik gruplamalar olmuştur. Az takımla oynanan yıllarda ikinci turdan sonra çeyrek final oynamadan yarı finallere geçilmiştir.

Tüm bu olumsuz sonuçlara rağmen İngiltere’nin Dünya kupalarında rakiplerini yendiği maçlar da olmuş. İngiltere dışında oynanan turnuvalarda beş galibiyeti var. 1986 yılında Paraguay’a karşı elde edilen 3-0 lık başarı; İtalya 90’da  Belçika’yı 1-0 ve Kamerun’u 3-2 yenmişler. 2006 da Ekvodar’a karşı elde edilen 1-0 lık galibiyet  grup aşamasından sonraki son ve tek başarıları. İngiltere beş maç kazanırken aynı zaman diliminde Batı Almanya kendi ülkesi dışındaki maçlarda, grup maçları sonrasında 25 galibiyet almış. İngiltere hiçbir Dünya kupasında Brezilya, İtalya yada İspanya ulusal takımlarını yenememiş.

Eğer tablodaki her potansiyel kutuya ulaşan takıma 1 puan verilseydi İngiltere toplam 33 puan toplayacaktı. Tüm tablo toplamı 96  (102-8=96) oduğuna göre İngiltere’nin Dünya Kupaları karne notu 10 üzerinden 3.4 dir.  Yani başarısız.

Muhteşem 1966 zaferinin dışında İngiltere turnuvalarda hep kaybetti

İngiliz futbolunun hali ne olacak sorusu yanlış olur. Enternasyonel seviyede İngiliz futbolu ne zaman iyi oldu ki? Uluslarararası düzeyde kazanan futbol anlayışını, İngiliz seyircisi sevmiyor. Çoğu İngiliz seyircisi temposuz, rakibi oynatmayan  taktiksel İtalyan oyununu seyredilemez olarak kabul ediyor. Belki de İngiliz seyirciler yanlış futbol düzenini ödüllendiriyorlar.  169 cm boyuyla Messi, eğer İngiliz doğsaydı acaba gerçek İngiliz futbolu oynayan West Ham yada Sunderland yedek kulübesinde kendine yer bulabilirmiydi?  John Terry, Tony Adams ve Tery Butcher gibi  iri, sert, hırslı  ve ağır kahraman merkez savunmalar acaba diğer ulusal takımlarda takıma bu kadar kolay girebilirlermiydi?

İngiltere’nin en iyi Dünya kupası maç performansı tartışmasız 1966 finali ve ikinci olarak da   aynı turnuvadaki Eusebio’lu Portekiz’e karşı yarı final maçıdır. Bu iki maçta 50 sene önce dört gün arayla Londra’da oynanmıştı. Bu listeye 2002 turnuvasında grup maçında, çok zayıf Arjantin’e karşı süpriz 1-0’lık yengiyi dahil edebiliriz. Son olarak da 1986’da 3-0’luk Polonya galibiyeti dünya standartında golcü Lineker’in gollerini sevgiyle anımsadığımız maçtı. 1966 Dünya kupasını hatırlayamayanlar 1990 da Turin’de Batı Almanya’ya karşı  kahramanca savaşıp penaltılarda kaybeden İngiliz takımını hatırlayacaktır. Muhtemelen İngiltere’nin katılmaya hak kazandığı 14 Dünya Kupası turnuvasındaki bozgunlar arasındaki en iyi performanstı. Başkasını hatırlayan var mı?

Hollanda, İngiltere’nin sekizde biri nüfusa sahip. Holandalı çocuklarda İngiliz çocuklar gibi bilgisayar oyunlarına düşkünler ve sağlığa zararlı besinleri seviyorlar ve hala cılızlar ama Hollanda sürekli olarak dünya klasında oyuncu çıkarabiliyor.

Futbol akıl oyunu mu, umut oyunu mu?

İngiltere’nin Brezilya 2014’de elenmesinin nedeni saldırmak, umut etmek ve özlem olarak özetlenebilir. İngilterenin problemi bu. Takım hücum etmek için topla ileri çıkarken oyuncular  sanki kendiliğinden birşeyler olacak sanıp, birbirlerini bulacakları umuduyla, karanlık bir boşluğa doğru koşuyorlar. Etkili olacaklarını düşündükleri zaman,  bir fırsat yaratıp dripling ile geçeceklerini varsayarak hareketleniyorlar. İngiliz oyuncuların çoğu, kaleye uzaktan şut atmak için yeterli zaman ve pozisyon bulacağını umut eder. Baskı kurduklarında, ileri vurdukları topun, çapraz atışın  yada pasın, takım arkadaşlarından birini  elverişli bir pozisyonda buluşturabileceğini hayal eder. 
  
Aslında çoğu ülke takımı bu düzende oynuyor ama oyunu kontrol etme dereceleri değişmekte. Diğer kıta devletlerine göre futbolla belki de en son tanışan Afrika ülkelerinin oyun yaklaşımı diğer Avrupa ülkelerinden çok, futbolun beşiği sayılan İngiltere futboluyla ortak özellikler taşımakta.

İngiltere’yi Avrupanın en iyileri Almanya, Hollanda ve İspanya ile karşılaştırırsak onların oyuncularının ileriye doğru hareketlenirken ne yaptığını bildiğini görürüz. Ezbere oynamıyorlar. Aynen kazların havada grup olarak uçuşu gibi, her hücumcu takım arkadaşıyla aynı dalga boyunda olacak şekilde rakip sahaya yayılıyor.

Dolayısıyla İngilterenin kendilerini kulüplerinde kanıtlamış daha üst düzey oyuncuları olması yada Hollanda takımının Robin Van Persie, Arjen Robbe, Sneijder dışında üst düzey oyuncusunun olmaması fark etmiyor. Almanlar ve Hollandalılar ileri antreman yöntemleriyle turnuva için takımlarının dişlilerini daha iyi yağlamışlar,  daha iyi hazırlanmışlar. İtalya dahil bu ülkeler uzun zamandır genç jenerasyonlarını yüksek taktiksel akıl ile maçlara ve turnuvalara hazırlıyorlar.

Güney Amerika takımları sokak aklıyla oynuyor ama ...

Güney Amerika takımlarının Avrupa’lılar gibi taktiksel yaklaşımları olmamasına rağmen, oyuncuların çoğunun Avrupa’da oynaması nedeniyle, oyuncular akıl oyununa alışkınlar. Daha da fazlası Güney Amerika  futbolu sıcak iklimde  dışa vurumcu sokak futbolundan gelişmiştir. Bu turnuvada Güney Amerika futbolunda gözle görülen başarı sokak futbolu geçmişiyle, oyuncuların Avrupa kulüplerinde kazandığı fizik, akıl ve taktik anlayışın harmanlanmasından kaynaklanmaktadır.

Sadece zengin futbol geçmişleri ve kültürleri olan Brezilya yada Arjantin’e değil Güney Amerika’daki beşinci takım olan Uruguay’a bakalım. İngiltere ile oynadıkları maçta Üç Aslanlar (İngiltere) topla oynamada ve saha parsellemesinde üstündüler ama Uruguay ileriye doğru yaptıkları birkaç hareketle daha tehlikeli bir takım olduklarını gösterdi. İlk gollerinde Edinson Cavani’nin topla nasıl buluştuğunu hatırlayın. Uruguay’lı bu oyuncu, topu gücüyle tutan ve süren güçlü İngiliz değil. Anında İngiliz defansını şaşırttı, Luis Suarez’in koşusunu yapması için ideal zamanı bekleyerek, Suarez’e gol pasını verdi. Ne yaptıklarını biliyorlardı. Bu bir pas değil umuda yolculuktu. 

Benzer şekilde İtalya’da İngiltere’yi tehdit etmek için pres yapma, ileride basma gereksinimi duymadı. Oyunu yavaşlattı ve öldürücü darbelerini Pirlo’nun ayaklarından istedikleri zamanlarda vurdular. İngiltere beş kez daha fazla atak yapmasına rağmen etkileri daha az oldu ve İtalya kazandı. Nedeni İtalya ve diğer takımların yüksek kalitede teknikleri ve incelikleriydi. Sahada bir fırsat, açılım gördüklerinde onu skora dönüştürecek kaliteleri var. İngiliz oyuncuları, bir maçta kaç kez, iyi pozisyonda ama yanlış şut yada pas seçimi yaparken görüyoruz, bir düşünün. Akıllarından çok sezgileriyle ve arzularıyla oynuyorlar.

Aklı olmayan İngiliz futbolu yalnızca koşu, güç ve şuttan ibaret

İngiliz Premier Lig koçları ve oyuncu Scoutları uzun zamandır İngiliz oyuncuları sadece koşu, güç ve şut açısından değerlendirip, derecelendiriyorlar. Bu Gana’nın, şut konusunda değil ama güç ve atletizm konusundaki yaklaşımına beziyor. Savunma haricinde neredeyse İngiliterenin en iyi oyuncularının bu özellikleri var. Hızlı ve iyi şut attıkları zaman en iyi ulusları bile yenebileceklerini hayal ediyorlar. İngiltere son yıllarda, bir istisna olan Paul Scholes gibi bir pas maestrosunun eksikliğini çok hissediyor. 

Güney Afrika 2010 turnuvasına giderken Dünya kupasını kaldıracak üç favoriden biri gösterilen İngiltere için Alman efsanesi Franz Beckenbauer, İngiliz futbolunun ilerlemesine karşın hala vur ve koş futbolu oynadığını söylemişti. 


İngiliz futbolunun güçlü yanı bir bakıma takımın zayıflığını yaratıyor. İngiltere’de son 10 yılın en iyi oyuncusu İngilizlerin kaptanı Steven Gerrard sahada en üst seviyede top oynayabilir. Gerard hızlı, çok iyi bir şutör, takım için mücade eden ve  uzun çapraz top atabilen bir oyuncu fakat karar almada yavaş. Gerard uzun mesafeli toplar atıyor ama topu tutup doğru zamanı beklemek yerine sıkça öldürücü topa vurmaya gidiyor.  Günümüz futbolu kontrollü oynayan, hızlı düşünen ve reaksiyon alan oyuncu gerektiriyor.

Üç yeni ışık


2014 ulusal takımında üç ışık gözüktü. Ulusal takım ve Southampton orta saha oyuncusu Adam Lallana, ilerleyen yıllarda, takımın son topa hükmedeni Michael Carrick’den bu işi daha iyi yapabilir. Ama Lallana’da 26 yaşında, bu da bize İngiliz Scout’ların alt liglerde oynayan tekniği iyi oyuncuları nasıl göremediklerinin açıklıyor.

Jamaican doğumlu Raheem Sterling bir İngiliz oyuncu için nadir bulunan teknik beceriye ve topla oynama yeteneğine sahip. Bu sene Liverpool’da her maç üzerine koydu kendini geliştirdi ama hala gelişme aşamasında. 19 yaşında bir oyuncu için Brezilya 2014 çok erkendi.

Tüm İngiliz oyuncular içinde Everton’lu ortasaha Ross Barkley en etkili olanıydı, ama acaba benzer kalite özellikleri gösteren son oyuncu olan Wayne Rooney’i den daha fazlasını verebilecek mi göreceğiz.

Cesur oynayıp kaybedenler iyi performansın ne olduğunu bilmiyor.

İngiliz futbol analistleri oyuncuların performanslarını yarattıkları heyecan seviyesine bakarak değerlendiyorlar. Eğer Sterling müthiş bir dripling koşusu yaparsa bu mükemmel bir performans olarak algılanıyor ve oyuncunun değeri tavan yapıyor. Oyuncu performansı böyle değerlendirilmez. Oyuncunun dripling ile yarattığı boş alanda ne yaptığına, diğer arkadaşlarıyla etkileşimindeki kararlarına yada hareketlenmenin gerçek bir fırsat yaratmak için ne kadar etkili olduğuna bakmak gerekli.

Eğer bir İngiiliz oyuncu, nadiren de olsa beklenmedik bir hareketle gol atarsa sanki dünyanın en iyi oyuncularından biriymiş gibi  öne çıkarılıyor. Cesur oynayıp kaybedenler romantizmi iyidir ama bunca düş kırıklığından sonra akıllı olmanın zamanı.    

Sven-Goran Eriksson ve Brendan Rodgers


Futbol analistleri İngiliz oyuncuların kahraman olmak için başı kesik tavuk gibi hızlı koşup,  Paul Gascoigne  gibi akıllarını kaybetmeleri gerektiğini düşünüyorlar. Sven-Goran Eriksson yıllarındaki sakin yaklaşımı hiçbir zaman beğenmediler. Önemli turnuvaların sadece çeyrek finallerine erişebildi diye Eriksson eleştirildi. Aksine bu  İngiltere standartlarında bir başarıydı.


İngiltere Futbol Federasyonu yabancı hoca istemedi ve ulusal takımın başına Hodgson geldi. Liverpool menejeri Kuzey Irlandalı Brendan Rodgers İngiliz oyuncuların da diğer önde gelen ülkelerin oyuncularının başardıklarına ulaşabileceğine inanıyor. Swansa ve Liverpool’daki başarısı, bu yöntemlerin İngiliz futboluna da uygulanabileceğini kanıtlıyor. Futbol aklını doğru antreman yöntemleriyle harmanlayıp senelerdir uygulayan Rodgers ile bunu gerçekleştirmekten bahseden ama son kırk yılda bu yönde hiçbir icraatı olmayan Hodgson arasında çok fark var.  

İngiltere kabuğunu kırmalı

İngiltere’nin genç hocalarını geliştirmeye başlamaya ihtiyacı var. Yeni yaklaşımşlar ile yeni Gary Neville’ler ve Jamie Carragher’lar bulmalı. Joachim Low’in Almanya’da gerçekleştirdiği gibi  başarı için genç hocalara zaman verilmeli.

Eğer İngiltere bundan sonraki bir dünya kupası finallerine katılabilirse şu anda prpofesyonel olarak futbol oynayan kimsenin takımda olmayacağını iddia edebiliriz. Artık sekiz yaşındaki çocuklara bakılmalı. Kazanmak için, güç ve istemden daha fazla teknik ve aklın öne çıkması gerektiğini ve bunların aranan özellikler olması gerektiğini bu çocuklara aşılamalıyız.

Klasik oyun düzeni değişmeli. Premier ligde başa oynayan dört beş takım dışındaki takımların oyunlarına bakın hala tipik İngiliz futbolu oynuyorlar. Ulusal takımı da çoğunlukla bu takımların oyuncuları oluşturuyor. Şampiyonluk için mücadele eden takımların oyuncularının büyük çoğunluğu neredeyse hepsi  yabancı futbolculardan oluşuyor ve bu takımlar gerçekten İngiliz futbolu diyemeyeceğimiz çağdaş futbolu oynuyorlar. İngiliz kulüplerinin başarısındaki futbol akılları işte bu yabancı futbolcular. Eğer İngiltere ulusal takımını da kulüpler seviyesine getirmek istiyorsa çok uzun bir program dahilinde ülkedeki futbol anlayışını kökten değiştirecek yapısal değişikliklere gitmek zorunda. Hızın gücün yanına taktiğin aklın İngiliz futboluna sokulması gerekli. Bu uzun soluklu ve meşakatli bir iş. Değişim sırasında seyirci kaybı, popülarite kaybı yaşanabilir. Ama aklın yolu bu.

Türkiye’nin de sorunu benzer mi?

İngiltere’nin ulusal takımdaki derdinin bir benzeri de aslında ülkemizde var. Türkiye’de futbol pas, akıl ve taktikten çok güce ve mücadeleye dayalı. Bizde eğer bu çıkmazdan çıkmak istiyorsak fulbolumuzdan sertliği çıkarmalıyız. Süper ligde maçlar kesintisiz 40 dakika civarında oynanıyor. Yani seyircimiz tam bilet ile yarım maç seyrediyor. Hakemlerimiz sertliğe göz yumduğu için pozitif futbol oynamak isteyenler sahada resmen dövülüyorlar.

2014 Dünya kupasında hakemlerin kırmızı kart ve penaltı konusunda ne kadar acımasız olduğunu görüyoruz. Bu kartların çoğu Türkiye liglerinde çıkmazdı. Eğer bizde oyun kesilmesin, pozitif futbol oynansın istiyorsak bunun diyetini de ödemeliyiz. Bir sezonda çıkacak doğru kartlar ile futbolumuz belki yara alır ama doğru yola da girer.


İkinci aşama ise altyapıdan doğru eğitilmiş gençler ile içgüdüleriyle değil beyinleriyle oynayan disiplinli oyuncular yetiştirmeliyiz. Bu da ancak 7-8 yaşındaki çocuklar ile başlanarak olur. Almanya’da her türlü kurala uyan Türk insanının ülkemize geldiği zaman dağıtıp hiçbir kurala uymaması gibi Almanya’da altyapıda yetişen oyuncularda Türkiye’ye ayak bastıkları andan itibaren sanki akıllarını orada unutmuş gibi oynamaya başlıyorlar. Belki geçiş dönemi devşirme oyuncularla geçilir ama kalıcı başarılar kendi özümüzü yetiştirmekten geçer.