Saturday, June 14, 2014

Türk Einstein Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu ve Türkçe Eğitim

Misyoner okulları ile ülkemizde başlayan yabancı dille eğitim, 1950’lerin ortasında Maarif kolejleri ile beş şehrimize yayılmış. 1970’lerin ortasında ise adları Anadolu Liselerine çevrilerek yaygınlaşmışlardır. Bu okullarda yabancı dilin yayında fen dersleri ve matematik dersleri de yabancı dille verilmeye çalışılmıştır. Daha da ileri gidilerek birçok üniversitelerimizin öğrenim dili ingilizce olmuştur. Bu konuda belki de çoğunluktan farklı düşünen iki bilim adamımızın görüşlerini yansıtmaya çalışacağız. Birisi dünyada Teorik Kimya’da devrimsel değişikliklere imza atmış. kimya biliminin matematiksel altyapısını yeniden oluştururarak iki kez Nobele aday olmuş Prof.Dr.Oktay Sinanoğlu. Diğeri ise Türkiye’de Bilgisayar eğitimini başlatan, bugün kullandığımız Türkçe bilişim terimlerini yaratan, Bilgisayar Derneği’ni kuran Prof.Dr. Aydın Köksal. Her ikiside eğitimlerini yurt dışında tamamlamışlar. Birden fazla yabancı dil biliyorlar. Ortak noktaları ise ülkemizde yabancı dil ile eğitime karşı oluşları. Tezleri yabancı dili, okullarımızda ders saatlerini artırarak daha iyi öğretelim, ama diğer derslerimiz Türkçe okutulsun.

BY BY TÜRKÇE



Oktay Sinanoğlu 
Oktay Sinanoğlu, 1934 yılında babası Nüzhet Haşim Sinanoğlu’nun başkonsolos olarak görev yaptığı İtalya Bari'de doğdu. Sanatçı Esin Avşar’ın kardeşidir.

1939 yılında II.Dünya Savaşı'nın başlamasının ardından ailesiyle birlikte Türkiye'ye döndü. Oktay Sinanoğlu, adı sonradan TED Koleji olan Ankara Yenişehir Lisesi'ne 1953 yılında burslu öğrenci olarak girdi ve okulu birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla Kimya Mühendisliği okumak üzere ABD'ye gitti.
17 yaşındaydım. Sömestre’nin ortasına doğru 36 saatlik bir yolculukla gelmiştim Kaliforniya Üniversite’sine. Türkiye’de okulda ingilizce öğrenmiştim ama fen derslerini Türkçe okumuştuk. Üniversite’ye gittiğim ilk gün ilk derstte cebir imtihanı varmış. Girdik sınava,  99 yada 100 almışım. Herkez şaşırdı sen yeni geldin nasıl oldu bu böyle diye. Sonra dersler başladı baktım fizik, kimya, matematik bana çok kolay geliyor.  Bunların sınavlarına girsem dedim. Yıl sonu sınavlarını verdiler. Hepsinden 100 alınca ortalık karıştı. Birkaç sınav daha yaptılar ve beni 3. sınıfa aldılar. Dört yıllık bölümü iki senede bitirdim. Hemen MIT den master bursu geldi. Normal süresi iki senedir,  başladık 7 ayda master bitti.

Artık Doktora yapacağım, fizik ve kimya dallarında en çok Nobel kazanan hangi üniversite var diye araştırdım. Baktım Berkeley. Onlarda burs verince,  teorik kimyada bir konu seçip doktora’ya başladım. Bir iki ay sonra Hoca beni kampüste gördü ve serzenişte bulundu. Sağda solda gezdiğini duyuyorum ne oldu çalışmalar diye sordu. Bende bitirdim dedim. İnanmadı. Çalışmalarımı kendisine götürüp verdim. Birkaç hafta sonra yeniden hocama uğradığımda bana sen doktor oldun dedi. 4-6 yıl süren doktora derecesini iki ayda almıştım. 24 yaşındayım, yaptığım işler Amerika’nın her yerinde duyulmuş, sürekli davetler alıyorum. Artık hocayım kendime üniversite seçmem gerekli, Yale ve Harvard 1600’lerde kurulmuş ABD nin en eski iki üniversitesi,  binaları bizim eski binalara benziyor diye Yale’i tercih ettim..


Bir gün zeka testi yaptılar. Testte iki bölüm vardı. Sözel ve yetenek. Yetenek yani matematikle ilgili olan bölümden Einstein düzeyinde, çok yüksek bir not almışım.

26 yaşında Yale Üniversitesi’nde full prof oldum. 100 senelik bilim tarihinde en genç profesör olmuşuz. Time, Newsweek, günlerce yazdılar. Herkez davet ediyor oradan oraya koşuyorum fakat araştırmaya zaman yok. Baktım olmuyor, 1976 yılında kendimi inzivaya çektim. 1980 yılına kadar dört sene işin matematiğini geliştirdim. Kimya ilminde sistem azdır, teori azdır. Formüller vardır, ezberlenir. Ben yeni bir anahtar bulmaya çalışıyordum. Bütün formülleri ondan türetebilecek basit bir formül. Doğadaki kimya ile ilgili herşeyi açıklayabilen bir formül, sonunda onu buldum ve yayınladım.  1987 yılında bu çalışmamda dolayı Nobel’e aday oldum ama seçilmek sadece bilimsel çalışmayla olmuyor, Nobel yarı politik bir ödül. Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri oldum. DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde nasıl durduğuna ilişkin modellerim oldu.

1993'te Yale Üniversitesi'nden ayrılayarak ülkeme dönmeye karar verdim. Türkçe eğitim yapan bir üniversite düşünüyordum, bu nedenle ODTÜ, İTÜ, Boğaziçi ve Bilkent’i istemedim, Yıldız Teknik Üniversite’sinde karar kıldım.  Sekiz saatlik çalışmayla büyük başarılara ulaşılamıyor. Gece saat 22 de üniversitedeki odamda çalışıken üniversitede ben ve bekçilerden başka kimse olmuyordu. 2002 yılında yaş haddinden emekli oldum.

Misyoner Okulları
1914 yılında Osmanlı topraklarında 426 Amerikan okullu, 17 misyoner merkezi ve 9 adet Amerikan hastanesi vardı. Öncelikle Ermeni nüfusun yoğun olduğu bölgelerde açılan okullar, hastahaneler ve misyoner merkezlerindeki amaç Ermenileri protestan yapmaktı. I.Dünya savaşı sırasında, Ermeni başkaldırıları nedeniyle bu okulların çoğu geçici olarak kapatıldılar.  

Türkiye ile Amerika’nın ilk diplomatik ilişkisi, Büyükelçi Joseph C. Grew’in 12 Ekim 1927 de Ankara’da güven mektubunu Atatürk’e sunmasıyla başlamıştır. Büyükelçi Grew gelir gelmez Amerikan okullarının yeniden açılması için çalışmaya başladı. 1927 yılında Adana, Merzifon, İzmir, Tarsus ve Bursa ve üç adet de İstanbul’da eğitim veren Amerikan  okulu vardı.  Bu okullar, 19. yüzyıl içinde, esas itibarı ile misyoner kuruluşları tarafından ve Hıristiyanlığı yayma amacı ile açılmışlardı. Osmanlı Devleti’ne başkaldıran Ermenilerin, genellikle Amerikan okullarından yetiştikleri ve hatta Ermeni terör örgütlerinin de bu Amerikan okullarını karargâh olarak kullandıkları, bilinen gerçeklerdendir. Merzifon’daki Amerikan Koleji’ 1892–1893 Merzifon ayaklanmalarında Hınçak Komitesi’nin karargâhıydı. Lozan görüşmelerinde bundan dolayı Türk tarafı yabancı okulların kapatılması için çok ısrarcı olmuş ama başarılı olamamıştı.

Şimdi yeniden açılması istenen okullar Sivas Amerikan Kız Lisesi, Sivas Amerikan Erkek Koleji, Maraş Amerikan Kız Lisesi, Gaziantep Amerikan Kız Lisesi, Gaziantep Amerikan Erkek Koleji, Talaş Amerikan Kız Lisesi, Talaş Amerikan Erkek Lisesi, Kayseri Ana Okulu idi. Türkiye Cumhuriyeti 3 Mart 1924 tarihinde, Hanedanı ilga edip eğitim sitemini laikleştirip çocukların eğitimini İslâm’ın etkisinden kurtarıp, akılcı ve çağdaş eğitime yönelirken, bundan 14 ay sonra  Amerikan misyonerleri, Hıristiyan dinini yayma amacını taşıyan okulların yeniden açılmasını istemekteydiler.

Tam bu dönemde Bursa’da bir olay patlak verdi. 1928 Ocak ayında Bursa Amerikan Kız Lisesi’nde üç Türk öğrenci, Amerikalı öğretmenleri Miss Edith Sanderson’ın etkisiyle Hıristiyan olmuşlardı. Bu öğrenciler, bu olayı, yataklarının altına sakladıkları anı defterlerine de ayrıntılı bir şekilde yazmışlar. Bu defterin bir şekilde çalınıp Milli Eğitim Bakanlığına bildirilmesiyle olay açığa çıkmış ve okul kapatılmıştı. Halk galeyana gelmiş, konu mahkemelik olmuş. Öğretmenler yargılanmış. ABD ile Türkiye arasında soğukluk oluşmuştur. Sonunda yalnızca  Ahlâk Dersi, Türkiye Coğrafyası, Türkçe ve Türk Ticaret Hukuku Türkçe okutulaması koşuluyla Talas Erkek Koleji’nin açılmasına izin verilmiştir. Diğer tüm yabancı dille eğitim yapan okulların her türlü büyümesini gelişmesini sınırlayan bir kanun çıkarıldı. Okulun damı bile aktarılacak olsa, Bakanlar kurulundan izin alınacaktı.

Misyoner okullarıyla ilgili bu gelişmeler yaşanınca, dil öğrenmek isteyenler için,  Atatürk 1929 yılında Türk Maarif Cemiyeti’ni kurdu. Amacı ‘Türk harsı(kültürü) içinde yabancı dil öğretmek’ idi. 1931 yılında ilkokulu, 1933 yılında ortaokulu, 1936 yılında da lisesi açıldı. Eğitim dili Türkçe idi. Haftada 10 saat ingilizce öğretiliyordu.  Oktay Sinanoğlu’da bu okulda okudu. Atatürk 1928-1938 arası on yılda en büyük eforu Türk dili üzerine verdi. Ölüm döşeğinde son üç gün komada kaldıktan sonra kendine geldiğinde ‘Arkadaşlara selam, dil çalışmalarını sakın gevşetmeyin’ deyip kendinden geçmişti. Yeni Türkiye’nin kalkınması milli kalkınma, eğitimi milli eğitim, dili milli dil olacaktı. Atatürk 1936-1937 kış aylarında kitap yazacak öğretmenlere kılavuz olması için geometri kitabı yazmıştı.

Yabancı Dilde eğitim yapan okullar açılıyor
1940’ların sonunlarında Marshall yardımlarıyla oluşan Amerikan  hayranlığı, Demokrat partinin iktidara gelmesiyle daha da popülerleşti. II.Dünya savaşından beri Amerika zaten dünya lideri olmuştu. Amerika ve İngilte’nin yönlendirmeleriyle Yenişehir okulunda 1951-1952 öğretim yılında hazırlık sınıfları açılarak eğitim dili İngilizce oldu. Okulun, o vakte kadar "Türk Maarif Cemiyeti Yenişehir Lisesi" olan adı "Türk Eğitim Derneği  TED Ankara Koleji" şeklinde değiştirildi.


1955-1956 öğrenim yılında Eskişehir, Bornova, Kadıköy, Konya, Samsun ve Diyarbakır da beş adet Maarif Koleji açıldı. 1957 yılında ABD ile yapılan ikili kültür anlaşması gereği yabancı uzman ve barış  gönüllüleri bu okullarda öğretmen olarak görev almaya başladılar. Bu durum 1969 yılına kadar sürdü. 1976 yılında ise okulların sayıları artırılarak isimleri Anadolu Lisesi yapıldı. Anadolu Türkçe bir kelime olmayıp Anatolia’dan gelir. Doğu anlamındaki bir yunanca kelimeden türetilmiştir. Anadolu kelimesini misyonerler çok severler. Türkiye cumhuriyeti’ni bile Anadolu Federasyonu olarak görmek isterler.

Teknik Anadolu liseleri olduğu gibi, şimdi Anadolu İmam Hatip Liseleri de var. Nasıl başladığını zamanın Milli Eğitim Bakanı, Sinanoğlu’na şöyle anlatmış: Avusturya’da yaşayan müslüman Türkler, okulda öğrencilerine din dersi verilmesini talep edince, Avusturya, Almanca olmak koşuluyla izin verir. Çünkü Avusturya anayasasında eğitim ana dilde olmak zorunda. Bunun üzerine Türk Milli Eğitim Bakanlığı olarak din öğretmeni yetiştirmek amacıyla Zonguldak’ta Almanca Anadolu İmam Hatip Lisesi açtık. Bunu diğer diller ve okullar takip etti ve sayı arttı.   

Diğer Devletler neler yaptılar
1917 yılına kadar bütün dünya Türkleri, İslam’ın kabulüyle gelen Arap harflerini kullanıyordu. 1917'den sonra Ruslar önce bazı Türki devletleri Latin alfabesine geçirdiler. Atatürk Türkiye’yi Latin alfabesine geçirince bu kez Ruslar Özbekistan ve Kazakistan diye ikiye böldükleri Türkistan Sovyet Cumhuriyetlerine değişik kril alfabeleri verdiler. Böylece Türki devletler ile aramızdaki dil birliğini bozdular. Son senelerde bazı Türki devletler yeniden latin alfabesine geçtiler.

Ruslar, 1953 yılında Kazakistan'da Rusça eğitim yaptılar. Buradan mezun olanlara iş imkanları yarattılar. Dolayısıyla diğer okullara ilgi azaldı. Ana okullarına kadar indiler. Çocuklar artık anne ve babalarıyla Kazakça konuşamıyor. Şimdi Kazak nüfusun %40’ı Kazakça bilmiyor.

Romalılar Keltlere yapmışlar, İngilizler İrlanda’lılara, Hintlilere yapmışlar. Cezayir’de Fransızlar aynısını yaptı, gazeteler artık Fransızca çıkıyor. Afrika’da bir nehrin bir tarafı Gambiya, diğer tarafı Senegal. Bir taraf İngiliz bir taraf Fransız sömürgesi. Bunlar eskiden aynı dili konuşan bir kabileymiş şimdi birbirleriyle konuşamıyorlar.  1952 den beri Türkiye’de de uygulanıyor.   

İngiltere’nin batısındaki Erin adasına sığınan Keltler, İrlandalı olmuşlardı. 500 yılı civarında Batı Roma bittikten sonra Erin Keltleri 1000 yıl sürecek büyük bir medeniyet kurdular. 15.yüzyıldan itibaren İngilizler defalarca buraya saldırdılar. Sonunda burayı kendi eyaletleri yaptılar. İlk işleri şair sınıfını toplayıp yok etmek olmuştur. Bundan sonra bütün coğrafi isimleri Gealik dilinden İngilizce’ye çevirdiler. 1890 yılına gelindiğinde İrlandalıları bir türlü kendi kimliklerinden kültürlerinden vazgeçirememişlerdi. Bunun üzerine İngilizler Romalılar gibi düşündüler. İlkokuldan üniversiteye kadar tüm okullarda eğitim dilini Gaelik dilinden ingilizceye çevirdiler. İrlanda halkının %90’dan fazlası Gaelik dilini konuşurken bu oran bir nesil sonra %30’a düştü. Bunlarda eğitim görmemiş dağdaki çobanlar, kentteki hamallardı. Fakat İrlanda halkı uyandı ve bağımsız savaşıyla bu esarete son verdiler. 1921 yılında bağımsız cumhuriyet ilanından sonra ilk yaptıkları kendi dilleri Gaelik ile eğitimi zorunlu hale getirmek oldu. 

İngilizce nasıl oluştu
İngilizce 400 yıllık mazisi olan beş dilin karışmasından oluşmuş bir dil. İngilizce’nin %60’ı Latince. Roma imparatorluğu bilinçli bir şekilde bugünkü Fransa, İspanya, Romanya'da yaşayan halkların dillerini Latinleştirdi. İngiltere’yi Hadrian duvarına kadar işgal edebildiği için İngilizce kısmen Latinleşti. Geri kalanın çoğu 1066 Norman istilasıyla Fransızlaştı. Uzmanlara göre gerçek İngilizce sözcük sayısı sadece %15.

ABD’deki eğitim
ABD’deki ilk ve orta eğitim dünyanın en kötülerinden. Halkın %90’ı devlet okullarına gidiyor.  %10 özel okullara. Elitin gittiği okullar çok iyi, ciddi bir eğitim yapılıyor. Devlet okuları ise felaket. ABD gazeteleri Devlet liselerini btirenlerin %60’ının doğru dürüst okuma yazma bilmediğini yazıyor. Ayrım üiversite de devam ediyor. Büyük çoğunluk Devlet üniversitelerine gidiyor. Azınlık özel üniversitelere. Sınıf ayrımı ve kastlaşma üniversiteler de de sürer. Üniversiteler içerisinde bazı özel kulüpler seçilmiş öğrencilerin özel muamele görmesine neden olur.  Böylece elitin de eliti bir zümre ortaya çıkıyor. İşte Amerika devletini ve büyük şirketlerini yönetenler bunlar. Gerisi tamamen cahil bırakılır. Gazete, TV yayınları da böyledir. TV’lerin %99’unda cinayet, uyuşturucu, dalavera ve ahlaksızlıktan başka şey göremezsiniz. İnsanların dünyadan haberleri olmaz. Fakat baştaki 2 milyon insan müthiş yetiştirilir. Amerika’yı da Amerika yapan budur işte. Gerisi kullanılır. Toplam 4,600 üniversite ve yüksek okuldan  sadece 20 tanesi seçkin üniversitedir. 

Aslında Amerika’lılarda İngiliz’lerden gelen bir kast sistemi var. Örneğin babası marangoz olan çocuğun kendiside marangoz olur.  Başka şeye aklı ermez hatta istemez de.

Amerika'lıların bize öğrettiği iki şey var. Birisi silah diğeri film. Mozambik’linin aklı fikri Fransızca öğrenip Fransa’ya gitmektir. Bizimkilerinde aklı fikri ingilizce öğrenip Amerika’ya gitmek.

Bazı milletler, Ermeniler, Yahudiler, Yunanlılar hiçbir zaman dillerini, dinlerini katiyyen unutmazlar. Amerika’daki Türk derneklerin bültenlerin bir tarihten sonra Türk Dişişleri Bakanlığının talimatıyle İngilizce olarak yayınlanmaya başlanmış. Amerikan’ın orta ve güney bölgesine İncil kuşağı denir. Burada yaşayanlar çok muhafazakar ve koyu Hiristiyan. Adam dünyanın yuvarlak olduğuna inanmıyor.

Hazırlık sınıfı uygulaması sadece Türkiye’de var. Zaten kısıtlı olan eğitim olanaklarımızın önemli bir kısmı boşa gitmektedir. Yabancı dil ders saatlerini artırılarak hazırlık sınıfı uygulamasından kurtulmalıyız. Çok sayıda üniversitemizde hazırlık sınıfı var. Bu sınıflar kalkmalı. Yabancı diller, yaz aylarında ve dönem içinde öğretilmeli. Ders müfredatına da teknik çeviri dersleri konulmalıdır.

ODTÜ’nün adı, Arap-İsrail savaşını anımsatıyor. Neden adı Atatürk Teknik Evrenkenti yada Ulugbey Teknik Evrenkenti olmaz.

Matematiğe özel bir yatkınlığı var bizim milletin. Bu yakınlık ırkdan değil, konuştuğumuz dildendir. Türkçe matematiğe en çok benzeyen dildir.  En elverişsiz dillerden biriside İngilizce dir. Neredeyse kuralı kaidesi yok. Aynı kelime bambaşka anlamlara gelir. Amerika'da eskiden okullarda Latice ve Yunanca öğretilirdi. Bilim adamları da buluşlarına Latince'den yeni sözcükler türetirdi. Latince eğitiminin sonra ermesinin ardından sıkıntı çekmeye başladılar. Kurtuluşu kısaltmada buldular. Artık her yeni şey bir kısaltma ile tanımlıyorlar. Çünkü dilleri kelime türetmeye uygun değil.

Türkçe fonetik bir dil. Çok uygun bir alfabesi ve yazım düzeni var. Yanlız sonradan kaldırılan şapkaların yeniden geriye gelmesi gerek. Böyle bir alfabe varken ı yerine y yada ç yerine ch kullanmanın anlamı yok.

Benim yaptığım kuramlardan bir tanesi, elektronların(ben onlara eksicik derim) birbirinden aradaki itmelerle kaçışması olayı, molekül yapısına bunlat tesir ediyor. Kuramın adı Electron Correlation.  Sokaktaki hatta tahsilli Amerika’lı dahi anlamaz. Correlation 10 değişik manaya gelen bir kelime. Ben Türkçe de Eksiciklerin Kaçınımı dedim bu olaya. Bugün yansız insanlar bir araya gelip dünyanın ortak dilini seçseler Türkçe gibi bir dili seçerler. Unutmayalım ki Dünyanın ortak dili olma iddiasıyla ortaya çıkan Esperanto’da Türkçe gibi yazıldığı gibi okunuyor. 

Havai’ye bakın. Kendi yağlarıyla kavrulup gidiyorlardı. Amerika oraya önce ingilizce öğretme kılıfıyla misyonerler gönderdi. Ondan sonra tıbbi yardım, derken tüccarlarını gönderdi. Arkadan tüccarların menfaatlerini korumak için asker gönderdi. İngilizce eğitimdi, ticaretti, yabancı yatırımdı derken adadaki herşey Amerika’nın oldu. Orada eski kralların aileleri bugün hamamlık yapıyor. Bunları alkole, uyuşturucuya alıştırıp iyice sefil bir hale getirdiler. Nüfusları iyice azaldı.



 YABANCI DİLLE EĞİTİMDEN CAYMALIYIZ


Prof. Dr. Aydın KÖKSAL
1940 yılında İstanbul’da doğdum. Galatasaray lisesini birincilikle bitirdikten sonra Fransa’da INDA de Lyon’dan Elektronik Yük.Mühendisi diploması aldım (1964). Fransızca, İngilizce’den sonra İtalyanca, Almanca, İspanyolca öğrendim. Bilişimsel Dilbilim dalında Doktor(1975, Hacettepe Ünv.), Bilgisayar Bilimleri Mühendisliği konusunda Doçent(1980, Hacettepe Üniv.), Bilgisayar Yazılımı ana bilim dalında profesör oldum(1991, Gazi Üniv.)  

Hacettepe Üniversitesi’nin kuruluş çalışmalarına katıldım(1967). 1967-1980 yılları arasında Bilgi İşlem Merkezini kurdum. 1973 yılında Bilişim Enstitüsünün kurulmasını sağlayarak Türkiye’de ilk Bilgisayar Mühendisliği dalında doktora programını başlattım. 1977 yılında ilk Bilgisayar Mühendisliği Bölümünü kurdum ve 1985 yılına kadar başkanlığını yaptım. ÖSYM Bilgi işlem merkezini kurdum. Türkiye Bilişim Derneğini kurdum ve değişim dönemlerde başkanlığını yaptım. Türkçeye bilgisayar, yazılım, donanım, bilişim, iletişim gibi 2,500 üzerinde terim kazandırdım. 1985 yılından sonra kurduğum Bilişim şirketiyle ulusal yazılım sektörümüzün gelişmesine katkıda bulunuyorum. 50 yaş yorgunluğunu haftasonları resim yaparak atmıştım, 70 yaşımdan sonra Ludwig Van Beethoven’in Ayışığı sonatı çalacak kadar piyano çalmayı öğrenip  ‘Yaşamın gizini’ yazmaya çalışıyorum.  


Yabancı Dili İyi Öğretebilmek, Orta ve Yükseköğretimi Nitelikli Kılmak İçin
Yabancı dille eğitimden caymak zorundayız

Çocuklarımıza ve gençlerimize okullarımızda iyi düzeyde en az bir yabancı dil öğretmek zorundayız.
 Yabancı dille eğitimin öğrenciler bakımından yarattığı sorunlar şunlardır:

Yabancı dille eğitim yöntemiyle, gençlerimiz ne fizik, kimya, matematik, biyoloji gibi temel bilimleri, ne de yabancı dili öğrenebilmektedirler. Matematik dersinde öğretebildiğimiz yabancı dil birikimi (örneğin sözcük sayısı), doğrudan yabancı dil dersinde öğretmemiz gerekenin 1/30’unu geçmemektedir. Çünkü yabancı dille eğitim, bir yabancı dil öğretme yöntemi değildir.

Yabancı dille eğitimde, öğrencinin öğrenme isteğini, bilime ilgisini ve kendine güvenini yitirmesine; toplumsal düzeyde ise ulusuna, devletine, ana diline, kültürüne olan güvenini ve bağlılığını yitirmesine yol açmaktayız.

Piaget’e göre, çocuğun bilişsel gelişmesi (çevresini, doğayı tanıması) ile dilsel gelişmesi, dil yetisini kullanarak kavramlarla sözcükler ve dil arasındaki bağlantıyı kurarak konuşmayı öğrenmesi, koşut olarak gelişen süreçlerdir. Ana dilinin ayrıcalığı kavramı bunun doğal bir sonucudur. Çocuğun bilişsel gelişmesini gerçekleştirdiği dile ana dili denmesinin nedeni, çocuğun bu süreci genellikle “anasının kucağında” onunla birlikte yaşamasındandır. Çocuk bunu babasının ya da bir dadının, bir yabancının “kucağında” yaşarsa, onun ana dili kuşkusuz babanın ya da bu yabancının dili olur. Bu, genetik değil, kültürel bir olgudur.

Ana dilinin sesbirimleri, sözcükleri ve sözdizimiyle, nesneleri, kavramları, ilişkileri ve temel değer yargılarını bir kez dile getirerek oluşturan, böylece kimliğini ve ana dili bilincini edinen çocuk, bundan sonra, bütün kavrayış ve düşünce yeteneğini, yaratıcılığını yaşamı boyunca bu temeller üzerinde, ana dilinin seslerine, sözcüklerine ve kavramlar dizgesine göre tanıyarak, bunlara yaslanarak geliştirir.

İsviçreli Albert Schweitzer, Türk felsefeci Prof. Dr. Nermi Uygur gibi birçok bilimci ve sanatçının, “hiç kimsenin birden çok ana dilinin olamayacağı” doğrultusundaki tanıklıklarını biliyoruz. Kanada, İsviçre, Belçika, Hindistan, ABD gibi çokdilli uluslarda bile, her bireyin yalnızca bir ana dili olduğunu, hem bu tanıklıklardan, hem de davranışbilimcilerin, insanbilimcilerin çalışmalarından öğreniyoruz.

Uluslaşma süreci içinde, kimi toplumların ana dilleri, kurdukları devletlerin anayasalarında “ulusal dil” olarak tanımlanmıştır. Ana dili gibi ulusal dilin de tecimsel (ticari), siyasal, yazınsal, kültürel bir önemi ve ayrıcalığı vardır. Bu önem ve ayrıcalık, ana dili gibi ulusal dilin de yabancı dilden ayırt edilmesini gerektirir.

Ana dili adını verdiğimiz ilk dilin çok iyi öğrenilmesi, ileride bu kişinin istediği yabancı dili de çok iyi öğrenebilmesi için bilişsel temeli, kültürel altyapıyı sağlar; ana dilini iyice öğrenememiş bir kişi, başka hiçbir dili iyice öğrenemez. Almanya’da Eğitim Bakanlığı’nın “Çocuklarınızın ana dilleri Türkçeyi iyice öğrenmelerine önem veriniz.” diye elkitapçıkları hazırlatması; iki dilli Kanada’da ilkokulda çocukları olan anne ve babalara bu doğrultuda broşürler yayımlamaları bundandır.

Yabancı dilde okuma ve anlama hızı, ana dile göre çok daha yavaştır. Yabancı dille eğitim görmekte olan öğrencilerde bu hız, ana diline göre 3-5, giderek 6-8 kat daha yavaş olabilmektedir. Bir öğrenci için bu yavaşlık, onun bütün öğrenme isteğini ortadan kaldıran bir işkenceye dönüşebilmektedir.

Türk öğretmenin Türk öğrencilere, İngilizce konuşarak fizik öğretmeye çalışması, sınıfı, gerçeküstü saçma bir kara güldürünün oynandığı bir tiyatroya dönüştürmektedir. Bu durumda, öğretmenin dersi anlatmadaki performansı da, öğrencinin anlamadaki performansı da her birinin yeteneklerinin ancak bir bölümüyle gerçekleşebilir. Bu performansların %70’şer olması durumunda öğretimde toplam başarım yarıya, %50’şer olduğundaysa dörtte bire düşmektedir (0,5 x 0,5 = 0,25). Bu yüzden birçok okulda, İngilizce başlayan ders, yasak savar gibi bir süre yabancı dilde anlatıldıktan sonra, bir soru yüzünden ya da başka bir nedenle iletişim Türkçeye kayar kaymaz, bütün öğrencilerin “uyandıkları” gözlenmekte; ders, ancak o zaman başlamış olmaktadır.

Türkçeyle eğitim gören Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) öğrencileri ile İngilizce eğitim gören benzer bölümlerde okuyan ODTÜ öğrencileri üzerinde yapılan bir çalışmada, ana dilinde anlama ve anlatım yetenekleri üniversiteye girişte SBF öğrencilerinden daha yüksek ODTÜ öğrencilerinin, son sınıfta, anlama, anlatma yeteneklerinin (demek ki yaratıcılıklarının), SBF öğrencilerinin gerisine düştüğü; giderek lise bitirme aşamasındaki yeteneklerinin gerilediği saptanmış; bu araştırmanın ilk verileri 2003’te iki ayrı bilimsel toplantıda açıklanmıştır.

Sonuç olarak, yabancı dille eğitimin, en değerli gençlerimizi ezberciliğe yönelten, dolayısıyla onları bilimden soğutan, anlayış, anlatım ve yaratıcılıklarının gelişmesini baltalayan, sağlam meslek bilgileri edinmelerini engelleyen, yabancı dili de üstünkörü bir düzeyde öğrenmelerine ancak yeten çok yanlış bir yöntem olduğu açık seçik ortadadır. Bu öğrencilerimizden birçoğu da yabancı dille eğitim düzeninde gördükleri baskı, kurslarla, özel öğretmenlerle günde 2-3 vardiya çalışma zorunluğu nedeniyle oyun, spor, dinlenme, arkadaşlık ve toplumsal ilişkiye zaman bırakmayan bir yaşamın çıkmazında, ruhsal dengelerini yitirmekte, bunalımlar geçirmekte, yaşam boyu başarısızlıklara sürüklenmektedirler. UNESCO’ya göre insan haklarının en başta gelenlerinden biri ana dilinde eğitim hakkıdır.

Yabancı dille eğitimin yol açacağı toplumsal sakıncalar şunlardır:
  • Yabancı dille eğitim uzun dönemde Türk ulusunun gelişmesinde ve bağımsız varlığını sürdürme istencinde (iradesinde), ulus olma bilincinde onarılmaz yaralar açacaktır. Bugün bir bilim ve eğitim-öğretim dili olan Türkçe de önemini yitirecek, giderek sönecektir.
  • Atatürk, 3 Mart 1924’te, Cumhuriyet’in ilk aylarında, Öğretimin Birleştirilmesi Yasası’nı (Tevhid-i Tedrisat Kanunu) çıkarmış, birkaç okul dışında, yabancı dille eğitimi yasaklamıştır. Bütün bireylerimizce paylaşılan yurttaşlık bilinci, halkçı aydınlanma, uluslaşma, bugün de yürürlükte olan bu yasayla sağlanmıştır.


Anayasamıza göre de resmi dilimiz Türkçedir.
  • Bilişim ve bilgisayar mühendisliği gibi yüksek teknikbilimin (teknolojinin) en hızlı gelişen yeni bir bilim ve uygulama alanında bile, bilgi işlem, yazılım, bilişim, bilgisayar, iletişim, işletim dizgesi (sistemi), veri tabanı, çevrimiçi/çevrimdışı, uç, imleç gibi üç binin üzerinde bilim sözünü Türkçe kök ve eklerden türetmeyi ve 30 yıllık bir dönemde ilkin doktoralı öğretim üyelerimizi, onların eliyle de bilgisayar mühendisliği, bilişim, yazılım alanlarında en ileri düzeydeki mühendislerimizi, Türkçeyle yetiştirmeyi başarmış olmamıza karşın, Türkçenin bilim dili olarak yetersizliğinden söz etmek, ancak Türkiye’nin bağımsızlığına, Türkçenin varlığına son vermek isteyebilecek yabancı bir gücün Türkiye’yi zorla ele geçirdiğinde uygulayabileceği bir siyasal davranış örneğidir ya da buna eşdeğer bir şaşkınlık ve uyurgezerliktir. Atatürk’ün belleklerimizden silinmeyen deyişiyle “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet”tir.
  • Ana dilinin yetersiz olduğunu düşünen bir kişinin, yabancı bir kültürün özelliklerinin ve değer yargılarının kendi ulusununkilerden üstün olduğu düşüncesine kapılması olasılığı, kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımızdadır.
  • Amerikalı olarak doğmadığına üzülen, abecemizdeki ç, ğ, ı, ş, ö, ü gibi Türkçe imcelerden (harflerden) iğrendiğini söyleyebilen, yabancılarla kişiliksiz çizgide işbirliğine ya da beyin göçüne yatkın yurttaşlar yetiştirmek, ulusal dille eğitim yapılan bağımsız bir ülkede pek öyle sıkça karşılaşılabilecek durumlar değildir.
  • Biz bu yanlışı geçmişimizde de yaşadık ve yok olmanın eşiğinden döndük. Atatürk’ün Türkçeyi eğitim-öğretim dili olarak benimseyen ulusalcı, halkçı, aydınlanma devrimi kurtuluşumuzun da, uluslaşmamızın da temel direği olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöktüğü 20. yüzyılın başlarında Asya Türkiyesinde 69 Fransız, 140 Amerikan okulu bulunmaktaydı. Dağılım şöyleydi:
Şehir
Fransız Okulları
Amerikan Okulları
Adana
1
1
Adapazarı

3
Amasya
4
10
Amman

20
Ankara

4
Antep

1
Biga

1
Bitlis

2
Boğazlıyan

1
Bursa

3
Dersim

2
Diyarbakır
2
3
Ergani

2
Ertuğrul

2
Erzurum

1
Filistin
7

Geyve

1
Harput
5
9
Havran
4

İzmir

2
İzmit

2
Kadıköy
1

Kayseri
1

Lübnan
28

Malatya
3
1
Manisa

1
Mardin
1
3
Maraş

2
Mersin
1
1
Muş

2
Samsun
1

Sivas
1
20
Siirt

3
Sungurlu

1
Suriye
3
27
Şebinkarahisar
2
1
Talas

1
Tarsus

2
Tokat
1
1
Trabzon
1

Urfa
1
1
Van

2
Yozgat

2

Yabancı dille eğitim sorununun bugün tartışılmakta olması bile, en az 200 yıldır yaşadığımız, Atatürk’le kesin bir biçimde sonuçlandırdığımızı düşündüğümüz uluslaşma sürecimizi bugün henüz bitirmediğimizi göstermektedir.

Yeryüzünde, eski ve yeni sömürgeler dışında, yabancı dille eğitimi amaçlayarak bunu uygulamayı sürdüren, bugün gerçekten bağımsız hiçbir ülke yoktur. Üniversitelerinde İngilizce eğitim yapan ülkelerdeki durum aşağıda özetlenmiştir.

Üniversitelerinden en az birinde yalnız İngilizce eğitim yapılan ülkeler
İngilizceyle eğitim yapan Üniversite sayısı / Toplam Üniversite  sayısı

Üniversitelerde İngilizceyle eğitim gören öğrenci sayısı
Üniversitelerde İngilizceyle eğitim gören öğrenci yüzdesi
Nijerya
24 / 24
40.000
%100
Kenya
5 / 5
40.000
%100
Etiyopya
2 / 2
21.000
%100
Gana
3 / 4
19.000
% 99
Uganda
2 / 3
6.900
% 97
Tanzanya
2 / 3
4.300
% 53
Filipinler
23 / 55
230.000
% 36
Hindistan
33 / 140
1.200.000
% 19
Arnavutluk
1 / 4
1.700
% 12
Pakistan
11 / 21
30.000
% 11
Mısır
2 / 13
40.000
% 5
Sudan
2 / 8
2.200
% 4
Bangladeş
1 / 9
1.300
% 2
Bulgaristan
2 / 17
2.900
% 2
Macaristan
1 / 20
450
% 0,4

Kaynak: The Word of Learning 1998, 48th Ed., Europa Publications, London’dan aktaran: Ümit Şenesen, “Başka Ülkelerde İngiliz Dilinde Öğretim”. Bütün Dünya 2000, sayı: 2001/04, Nisan 2001, Başkent Üniversitesi, Ankara, s. 30-33.

Bir ülkede gelecekte hangi dilin yaşayacağı, o ülkede siyasal bakımdan hangi ulusun egemen olduğuna göre değil, okullarda hangi dille eğitim yapıldığına göre belirir. Bunun güzel bir örneği geçmişte Galya/Fransa’da yaşanmıştır. Kelt kökenli Galyalıların dili Galce bugün ölü bir dildir. Çünkü İ.Ö 50’de Romalıların Galya’ya girmelerinden sonra, yenilen halkın seçkinleri çocuklarını Romalıların okullarına, Latinceyle eğitim görmeye yollamışlardır. Sonra 486-534’te Galya’yı ele geçiren Franklar da, Latince eğitim yapılan bu Roma okullarına dokunmamışlar; bu kez yenenlerin dili Frankça da, 600 yıl önceki Galce gibi ölmüştür.

Demek ki yabancı dille eğitim karşısında, uzun dönemde ne yenilen, ne de yenen halkın dili yok olmaktan kurtulamamıştır. Bu aşamada, halkın, çocuklarının, Roma okullarında yabancı dille eğitim yöntemiyle öğrenebildiği çok bozuk Latincenin 842-1000 yıllarından başlayarak oluşturduğu “bayağı halk dilinin” 1789 Devrimi’nde okullarda eğitim dili olarak kullanılmaya başlamasıyla da bugünkü uygarlık dili Fransızca ortaya çıkmıştır. Galce ve Frankçadan günümüze yalnızca birkaç yüz sözcük kalmıştır. Gelecekte yaşayan dil, gerçekten, hep eğitimin yapıldığı dil olmuştur. Okullarda eğitim dili olarak kullanılmayan dillerin hepsi ölmüş, gündelik yaşamda bir süre konuşulsa da, değişik çağlarda Galce, Frankça, Latince sonuç olarak yeryüzünden silinmiştir.

İrlanda, Galler ve İskoçya’da Galcenin (Irish, Welsh, Gaelic) yok oluşu ise, bu kez başka bir yabancı dille (İngilizceyle) eğitim yönteminin uygulanmasıyla gerçekleşmiştir.

Türklerin bir kolu olan Bulgarların ana dillerini unutarak Slavlaşması da, Tatarların önemli bir bölümünün Ruslaşması da büyük ölçüde yabancı dille eğitim uygulamasıyla gerçekleşmiştir.

Eğitim dili olarak kullanılmayan Türkçenin de çağdaş tekniğin ve bilimin gerektirdiği yeni kavramlara Türkçe karşılıklar türetemeyeceğinden, zamanla, tıpkı Osmanlıca döneminde olduğu gibi, bugünkü yetkin durumundan geriye sürüklenmesi, terimlerden yoksun kalacak dilimizin git gide ulusal dil olarak yönetimde de, gündelik yaşamda da kullanımdan düşmesi, kaçınılmaz bir sonuçtur. Bugün anadilleri Türkçeyi küçümseyerek yalnızca İngilizce yayın yapan bilimcilerimizin, tıpkı Arapça yazan İbni Sina’nın ve Harezmli’nin Arap; Farça yazan Mevlana’nın İranlı sayılmaları gibi, gelecekte Amerikalı sayılacakları besbellidir.

Yüksek Öğretim Kurulu’nun akademik yükselmeler için öngördüğü puanlama yöntemi yabancı dille makaleye en yüksek puanı verirken, Türkçe özgün kitaba en düşük düzeyde bir puan vermektedir. Böylece, “Türkçe kaynak olmadığı için yabancı dille eğitim” gibi sözde bir gerekçe de, uzun dönemde Türkçeyi yok edecek bu kısır döngüyle -kandırmaca yöntemiyle- yaratılmış olmaktadır.

Sonuç


Yabancı dille eğitim, bugünden, hem öğrencilerimizin, hem öğretmenlerimizin başarılarını engelleyen, hem de uzun dönemde Türkçenin bilim dili olarak gerilemesine, ulusal dil niteliğini yavaş yavaş yitirmesine neden olacak çok sakıncalı bir yoldur. Bu gidişle, Türkiye’nin ana dili ve yurttaşlık bilincinden yoksun, kendi bireysel özüne, ulusuna, ekinine güven duymayan, ezik, yabancılara özenen gelecek kuşakları, küreselleşme ortamında yabancı devletlerin ve çokuluslu şirketlerin işbirlikçiliğine kolayca sürüklenecekler; siyasal ve ekonomik bağımsızlığın güvencesi olamayacaklardır.

Çünkü uluslaşma da, aydınlanma da, yeniden doğuş da bütün uluslar için, çağlar boyunca hep anadille eğitim aracılığıyla gerçekleşmiş, bunun tersi, hiçbir zaman hiçbir ülkede görülmemiştir.

Seçkinci yönetici sınıfları yadsıyan Türk halkçı aydınlanmasının ve Türk ulusal devriminin önderi Atatürk’ün yolundan daha uzun süre sapmaya, onun kurduğu Cumhuriyeti emanet ettiği biz her yaştan Türk gençleri izin vermeyeceğiz.




Kaynaklar :

Yabancı Dille Öğretim: Türkiye’nin Büyük Yanılgısı, Aydın Köksal, Öğretmen Dünyası, 2002

“Türkiye’nin Önündeki En Büyük Engel: Yabancı Dille Öğretim”, Dil, Kültür ve Çağdaşlaşma, Ed. Bahattin Yediyıldız, Dil, Kültür ve Çağdaşlaşma Sempozyumu, 7-8 Kasım 2002

Dil ile Ekin, Günlenmiş İkinci Yayım 2003, Aydın Köksal, Toroslu Kitaplığı, Kasım 2003

Talk to Your Child in Your First Language for Success in School, First Words, Premiers Mots, Ottowa   - Carleton District School Board, Funded by the Government of Ontario, Canada.

Yabancı Dil Öğretmenin Yolu, Aydın Köksal, Dil Derneği, 2004, Ankara.

A Mathematical Modeling on Turkish, Ahmet Okar



No comments:

Post a Comment