19. yüzyıldan itibaren Krallar ve Devlet Başkanlarının
kullanımına yat tahsis etmek yaygınlaşmıştı. Osmanlı’da geri kalmadı ve
II.Abdülhamid saltanatında 1903 yılında, İngiltere tersanelerine Padişah için
yat sipariş edildi. Sultan II.Abdülhamid, Sultan V.Mehmed Reşad ve Sultan Vahdeddin’e
Rükûb-u şahane (padişahın bindiği araç) görevi yapan Ertuğrul yatı, Cumhuriyet
ile birlikte Atatürk’ün hizmetindeydi. Atatürk deniz seyahatlerinde çoğunlukla
bu yatı kullandı. Genç Cumhuriyet 1936’da Riyaset-i Cumhur için yeni bir yat
almaya karar verdi ama Ata’nın son günlerinde İstanbul’a getirilebilen Savarona
yatını, Atatürk ancak yedi hafta kullanabildi.
ERTUĞRUL YATI
1903’te, Sultan II.Abdülhamit tarafından İngiltere tersanelerine
ısmarlanan yata, Osmanlı Hanedanı’nın kurucusu Osman Gazi’nin babası Ertuğrul
Bey’in adı verildi. II.Abdülhamid, 1887 yılında Japonya İmparatoru Komeii'nin
yeğeninin, bir savaş gemisiyle İstanbul'u ziyaret etmesinin ardından, iade-i
ziyaret yapılmasını emretmişti. Donanmanın en güzel ama çürük olduğu iddia edilen, 13 yıldır
sefere çıkmamış gemisiyle, Temmuz 1889’da İstanbul’dan Japonya’ya yola çıkıldı.
Ziyaretin ardından, Japon yetkililerin fırtına uyarılarına rağmen hareket eden
gemi, kayalara çarparak battı. 600 civarındaki mürettebatından yalnızca 69
kişinin kurtulabildiği fırkateynin adı da Ertuğrul idi.
Ertuğrul yatı inşaasının ardından 30 Aralık 1903 günü
düzenlenen bir resmi törenle denize indirildi. 1904 yılında başarı ile
gerçekleştirilen açık deniz seyir tecrübelerinin ardından, İstanbul’a
getirilerek uzun yıllar boyunca kucaklaşacağı Marmara’nın kıpır kıpır lacivert
suları ile tanıştı. Kuğu gibi bembeyaz narin silueti, zarif üst yapısı ve son
derece zevkli iç dekorasyonu ile görenlerin gönlünü kazanan Ertuğrul, sultanın hizmetinde
resmi devlet yatı olarak görev yaptı. İki bacasının ağzı, semaver tipindeydi.
Gerektiğinde yelken açabilecek üç direği ile gerçekten çok hoş bir tekneydi.
Boyu 79,2 metre, genişliği 8,3 metre olup iki adet 3 silindirli, toplam 2.500
beygir gücünde buhar makinesi vardı.
Ertuğrul, Osmanlı İmparatorluğu’na Sultan yatı olarak
on beş yılı aşkın bir süre hizmette bulundu. Ancak, ne acıdır ki, bu dönem,
imparatorluğun görkemini yansıtmaktan uzak, Trablusgarp, Balkan ve I.Dünya
harpleri ile dolu, kederli çöküş günlerini kapsamaktadır. Fakat her şeye rağmen
Ertuğrul, sultanların cülus(Tahta çıkış) törenleri, Moda deniz şenlikleri,
devletin resmi konuklarının ağırlanması ile Sultanların Marmara ve Ege denizindeki
gezileri de dahil olmak üzere birçok seyahati gerçekleştirerek, devlet yatı
olmanın gururunu taşımıştır.
Sultan
II.Abdülhamid Dönemi
Ertuğrul yatı, Sultan II.Abdülhamid döneminde, 1903
yılında Devlet yatı olarak alınmasına karşın, deniz seyahatini sevmeyen II.Abdülhamid,
Ertuğrul yatını hiç kullanmadı. Kardeşi Sultan Abdülaziz darbeyle devrildiğinde
sarayı donanma tarafından sarıldığı için Abdülhamid Deniz kuvvetlerine hep kuşku
ile baktı. Uzun saltanatı sırasında, denizciliğe meraklı kardeşi Sultan
Abdülaziz’in dış borçlarla oluşturduğu
donanmayı da Osmanlı Rus savaşında yenilgiyi önleyemedi diye Haliç’e 33
yıl hapsedip çürütmüştü. Sultan II.Abdülhamid hükümranlığı sırasında, darbe
olur korkusuyla İstanbul’dan hiç ayrılmadı. Ne karada, ne de denizde yolculuk
yaptı. Sadece Ramazan ayının on beşinde Topkapı Sarayı’nda Hırka-i Şerif
ziyaretine ve Cuma selamlığına (çoğunlukla Yıldız sarayına 100 metre mesafedeki
Yıldız Camiine giderdi) gitmek için Yıldız
sarayından çıkardı. Hırka-i Şerif ziyaretleri için Topkapı’ya Galata
köprüsünden geçerek gitmeyi riskli bulur. Yıldız sarayından arabayla Beşiktaş’a
iner, oradan deniz yoluyla Saraburnu’na giderdi. Tüm korkusuna rağmen tahtan
ayrılışı, Meclis kararıyla legalize edilmiş bir darbeyle oldu.
Sultan Reşad Dönemi
II.Abdülhamid’den sonra 65 yaşında tahta çıkan kardeşi
Sultan V.Mehmed Reşad dokuz yıllık saltanatında, Ertuğrul yatıyla uzun geziler
yaptı. 24 Temmuz 1909’da II.Meşrutiyet’in ilanının yıldönümünde gece şenliklerinde,
henüz iki aydır padişah olan Sultan Reşad, Ertuğrul yatıyla Boğaziçi’nde bir
gezinti yaptı. Bu gezi sırasında havai fişekler atıldı, boğaz kıyılarında fener
alayları düzenlendi. Saltanatının başlarında Dolmabahçe sarayı elden geçirilip
elektrik ve kalorifer tesisatı kurulmasına rağmen Sultan V.Reşad gaz lambasıyla
aydınlanıp, sobayla ısınmayı tercih etmiş yaşlı bir padişahdı.
Sultan Reşad’ın Hereke
ziyareti, 17 Haziran 1910
1909’da Mudanya gezisini de Ertuğrul Yatı’yla yapan
Sultan Reşad, aynı yılın 14 Ekim günü ise tren ile İzmit’e gitmiş, geceyi daha
önceden oraya gönderilmiş olan Ertuğrul Yatı’nda geçirmişti. Sultan Reşad, 17
Mayıs 1910’da ise Ertuğrul yatıyla bu kez Hereke’deki dokuma fabrikasını
ziyaret etti. Osmanlı’nın ilk fabrikalarından olan buranın hikayesi de
ilginçtir.
‘Sultan
Abdülmecit devrinde, ermeni iş adamlarından Dadyan kardeşler, 1843 yılında
Hereke’de çuha üretimi için dokuma fabrikası
kurarlar. 1844 yılında civarı ziyaret etmekte olan Sultan Abdülmecid fabrikayı
görünce burası nedir diye sorar? Sorunun sonucunun nereye geleceğini tahmin
eden Serasker Rıza Paşa, ‘Padişahım çalıştığımız işadamları sizin adınıza bir dokuma
fabrikası kurdular, size süpriz olsun diye bahsetmemiştim, devletimizin bir
fabrikası oldu diyerek durumu kurtarmaya çalışır’. Padişahın çok memnun olması
üzerine de fabrika, sahipleri tarafından 1845 yılında devlete bağışlanır. Bu
fabrikada sarayın ipekli döşemelikleri üretilir.’
Sultan Reşad, 25 Temmuz 1910’da kendisini ziyarete
gelen İngiliz heyeti ve İngiltere Elçisiyle birlikte Ertuğrul yatıyla
Marmara’da özel bir gezintiye çıktı. 5 Haziran 1911 günü Sultan Reşad denizden Rumeli gezisine
başladı. Bu seyahatte Ertuğrul yatı yerine Barbaros zırhlısı tercih edildi. Selanik,
Üsküp ve Priştina', Kosova şehirleri ziyaret edildikten sonra 26 Haziran’da
İstanbul’a döndü.
I.Dünya savaşının patlamasının ardından Ertuğrul yatı kullanılmadı ve 1915 yılı içinde, donanma hizmetine alınarak Gelibolu’ya cephane ve kargo taşımakla görevlendirildi.
I.Dünya savaşının patlamasının ardından Ertuğrul yatı kullanılmadı ve 1915 yılı içinde, donanma hizmetine alınarak Gelibolu’ya cephane ve kargo taşımakla görevlendirildi.
Alman İmparatoru
II.Wilhelm ziyareti
Türk- Alman ilişkilerinde önemli
bir dönüm noktası II.Wilhelm’in 1888 yılında Alman İmparatoru olmasıdır. Almanya’nın
ilk Şansölyesi (Başbakan) Bismarck’ın uyguladığı dengeli ve barışçı politikadan
vazgeçerek emperyalist bir politikayı yürürlüğe koyan II.Wilhelm, karşılıklı
askeri ve ticari ilişkileri geliştirmek için Sultan Abdülhamid döneminde 1889
ve 1898 yıllarında iki defa Osmanlı İmparatorluğu’nu ziyaret etti. Dört günlük
bir üçüncü ziyareti ise Sultan V.Reşad saltanatında I.Dünya Savaşı’nın zorlu
yıllarında gerçekleşti.
Bulgaristan üzerinden tren ile
İstanbul’a gelen Alman İmparatoru II.Wilhelm 15 Ekim 1917 günü sabahı, Sirkeci garında, Dolmabahçe sarayından
Söğütlü yatıyla gelen Sultan Reşad, Veliaht Vahdeddin, Şehzadeler, Sadrazam
Talat Paşa, Başkumandan Vekili Enver Paşa ve diğer saray erkanıyla birlikte karşılandı.
Törenin ardından ikametgahına tahsis edilen Yıldız Sarayı Şale Köşkü’ne geçen
Alman İmparatoru top atışlarıyla selamlandı. II.Wilhelm kısa ziyareti sırasında
başta Sultan Reşad olmak üzere, yetkili kişiler ile görüştü ve İstanbul’un
çeşitli yerlerini ziyaret etti.
Sultan Reşad ve İmparator II.Wilhelm saltanat arabasında
İmparator, 16 Ekim akşamı Harbiye Nazırı Enver Paşa ile birlikte Yavuz zırhlısı, Ertuğrul yatı ile üç torpidonun eşliğinde Çanakkale’ye gitti. Ertesi gün Çanakkaleyi savunan 5. Osmanlı Ordusunun komutanı Alman Mareşal Liman von Sanders Paşa’nın mihmandarlığında Anafartalar, Arıburnu ve diğer savaş alanlarını gezdi. Geceyi dönüş yolunda geçirerek 18 Ekim sabahı İstanbul’a geldi. Son gününü de yoğun geçiren II.Wilhelm Dolmabahçe Sarayında düzenlenen ziyafetin ardından gece tren ile İstanbul’dan ayrıldı. Alman İmparatoru II. Wilhelm’in gerçekleştirdiği bu ziyaret I.Dünya Savaşının en kritik dönemlerinde müttefiki Osmanlı Devletine ve İttihat ve Terakki yönetimine destek niteliği taşır.
Sultan Vahdettin Dönemi
Ertuğrul, mütareke ile savaşın sona ermesinin ardından
yeniden devlet yatı niteliğine geri döndü ve Sultan Vahdettin’in saltanatında, 1919-1924
yılları arasında İstanbul’da bağlı kaldı. Yatın, 35 yıllık görev süresi
içindeki son derece önemli tarihsel olaylar, onun belki de dünyanın tek İmparatorluğun
son ve cumhuriyetin ilk devlet yatı olarak anılmasına neden olmuştur.
Cumhuriyet Dönemi
Ertuğrul, I.Dünya Savaşı’nın sonunda, yurda gelişinin
15. yılında hizmetten alındıysa da 1924’te, Cumhuriyet’in ikinci yılında
Cumhurbaşkanlığı yatı olarak yeniden hizmete girdi. Kurtuluş Savaşı’nın
ardından kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti, hiç kuşkusuz, bütün dünyanın ilgi
odağı durumuna gelmişti. Ülke bir yandan kısıtlı imkanlarla da olsa kendine
çeki düzen vermeye çalışıyor, bu arada birçok dost ve komşu ülkenin
başkanlarının da bu yeni, genç ve dinamik devleti ziyaret etmek istediği
biliniyordu. Geleneksel misafirperverlik karakterimizin bir örneği olarak bu
önemli konukları ağırlayacağımız seçkin yerlerden biri olan, Ertuğrul’da
titizlikle elden geçirildi ve 1926 yılının Eylül ayında, o günlerdeki adıyla
Riyaset-i Cumhur yatı olarak hizmete alındı.
Atatürk’ün
İstanbul’a küskünlüğü ve ilk heykeli
Atatürk, Kurtuluş savaşı sırasında özellikle basının
ve iş dünyasının gerekli desteği esirgediğini düşündüğü için İstanbul’a
kırgındır. 1924 yılında Karadeniz seyahati sırasında İzmit’ten Hamidiye
Kruvazörü’ne biner Boğaz’dan geçer ama İstanbul’a uğramaz. Sahile koşan
İstanbul halkı ve yöneticileri hüsranlı bakışlarla boğazda ilerleyen paşayı
selamlarlar.
Sarayburnu Atatürk heykeli, Krippel, 1926
3 Ekim 1926’da İstanbul Belediyesi, Atatürk ile ilişkileri düzeltmek için
Avusturyalı heykeltraş Heinrich Krippel’e ülkedeki ilk Atatürk heykelini
yaptırır. Ve heykel Topkapı sarayının önüne Sarayburnu’na konur. Heykel
kompozisyonunda Atatürk, sivil kıyafet ile sol eli belinde sağ yumruğu sıkılı
vaziyette, sırtını Saraya ve Avrupa’ya dönmüş, Anadolu’ya bakmaktadır. Atatürk
bir telgraf ile teşekkür eder ama yine gelmez. Telgrafında: “Heykel durduğu yerle de bir şey anlatır.
Heykelim orada olsun ki benden sonrakiler bu duruşu örnek alsın” der.
Atatürk’ün
İstanbul’u ziyareti
İstanbul’dan Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak üzere,
1919’da Samsun’a gitmek üzere ayrılan büyük önder, İstanbul’a ancak sekiz yıl
sonra 1 Temmuz 1927 günü Ertuğrul yatının güvertesinde geri döner.
İstanbul'a gelişinde
Ertuğrul Yatı'nda güvertede. (1 Temmuz 1927)
Atatürk Ankara’dan trenle İzmit’e gelmiş, orada
Ertuğrul’a binmişti. Yatıyla, Selimiye kışlasından yapılan top atışları
eşliğinde, Dolmabahçe Saray’ına geldi. O gün, İstanbul’lular için unutulmaz günlerden
biriydi. İstanbul’da Cumhurbaşkanı için görkemli bir karşılama töreni
hazırlanmış, resmi karşılama programına üç gün üç gece şenlik
yapılması dahil edilmişti.
Atatürk bu ziyaretinde İstanbul’da üç ay kaldı. Denize
ve denizciliğe büyük sevgisi olan Atatürk, İstanbul’da kaldığı süre içinde Moda
Deniz Kulübü’nü ziyaret etmiş, ayrıca zaman zaman deniz şenliklerini ve
yarışları seyretmek için Ertuğrul yatı ile Moda Koyu’na gitmişti. İlerleyen
yıllar içinde, Ertuğrul, Cumhurbaşkanlık devlet yatı olarak, ülkemizi ziyaret
eden yabancı hükümdar ile devlet başkanlarının ağırlanmasında ev sahipliği
yapmayı sürdürdü.
İstanbul'a gelişinde
Ertuğrul Yatı'nda güvertede. (1 Temmuz 1927)
Atatürk bundan sonra da her yıl yaz aylarında
İstanbul’u ziyaret etti. Ertesi sene 9 Ağustos 1928’de Harf Devrimi için geldi
ve İstanbul halkına latin harflerini ilk defa Gülhane parkında 1 Eylül 1928
tarihinde gösterdi. Harf devrimi ile yeni alfabe ise, 1 Kasım 1928’de TBMM’de
kabul edildi.
Atatürk, Afyon Milletvekili Ruşen Eşref Ünaydın
ile Ertuğrul Yatı'nda - 1928
21 Temmuz 1931 tarihinde Atatürk trenle Ankara’dan
İstanbul’a altıncı defa geldiğinde iki ay beş gün kaldı. 26 Ağustos’da Ertuğrul yatı ile İstanbul’dan
Zonguldak’a kömür ocaklarında incelemelerde bulunmak için gitti. O günlerde, kömür
ocaklarının verimli ve ileri düzeyde işletilmesi tartışılmakta olan bir konudur
ve Atatürk bunu yerinde incelemek istemiştir.
Atatürk, Başbakan İsmet İnönü ile Ertuğrul yatında - 1936
Atatürk Ertuğrul yatında - 1936
Atatürk’ün, Ertuğrul yatı’nda ağırladığı devlet
başkanları ve ünlü konukları arasında, Haziran 1934’te İran Şahı Rıza
Pehlevi’yi, 1936’da İngiltere Kralı VIII. Edward’ı ve 1937’de Ürdün Kralı Emir
Abdullah’ı görüyoruz.
İngiltere
Kralı VIII.Edward’ın Türkiye ziyareti
1 Eylül 1936’dan itibaren ülkemizde konuk olan İngiltere
Kralı VIII.Edward, 6 Eylül’de Kraliyet yatı Nahlin ile Moda Koyu’na gelmiş ve
orada Moda Deniz Kulübünü ziyaret etmişti. Aynı gün, Cumhurbaşkanı Atatürk’de
Ertuğrul yatı ile Moda’ya gelerek, kralı, onuruna düzenlenen yat yarışlarını
beraberce seyretmek üzere Ertuğrul yatında ağırlamıştı.
Galler Prensi Edward, babası George’un ölümü üzerine
1936 yılı Ocak ayında kral oldu. Edward, taç giyme merasimi yapılmadan evvel
Amerikalı dul sevgilisi Wallis Simpson ile beraber Akdeniz’e bir yat seyahati
yapmak istedi. Kral seyahat programına, İngiltere Ankara Büyükelçisi Sir Percy
Loraine’in ısrarı üzerine Türkiye’yi de dahil etti. Kral Edward, yanında
sevgilisi ve birkaç dostu olduğu halde Kraliyete ait Nahlin yatı ile 3 Eylül
Perşembe günü Gelibolu’da Anzak Koyuna indi.
Burada Orgeneral Fahrettin Altay’ın refakatinde İngiliz mezarlıklarını, savaş alanlarını ve abideleri gezdi. Ertesi gün Nahlin yatı, Türk ve İngiliz harp gemileri refakatinde Kız Kulesi’nin yanından süzülerek Dolmabahçe önlerine demirledi. Kral Edward yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı’na yanaştı. Atatürk de rıhtımda O’nu bekliyordu.
Deniz dalgalı idi ve kralın bindiği motor inip çıkıyordu. Kral rıhtıma çıkmak istediği sırada eli rıhtıma değdi ve tozlandı. Atatürk'de Kral’ı rıhtıma çekmek üzere elini uzattı. Bunu gören Kral tozlu elleri Atatürk'e değmesin diye bir mendille elini silmek istediği bir anda Atatürk: 'Vatanımın toprağı temizdir, elinizi kirletmez' diyerek, Kral’ı elinden tutup rıhtıma çıkarıverdi.
Kral Edward ve Atatürk, İngiliz bayrakları ile süslenmiş Beyoğlu’nda
Sarayda tanışma ve kısa dinlenmenin ardından Atatürk ile Kral birlikte üstü açık bir araba ile Beyoğlu’ndaki İngiltere Konsolosluğuna gitti. Kral akşam olunca, şerefine verilen yemeğe iştirak etmek için Dolmabahçe’ye geldi. Çok değil, sadece 15 sene evvel Sultanların yemek yediği Sarayda yemeğini yedikten sonra kendisi için tertip edilen gösteriyi yatının güvertesinden izledi.
Önde Ertuğrul yatı arkada
Narin yatı çevrede kayıklar, Moda koyu
Kral VIII.Edward, Moda
iskelesinde kendisini karşılayan İngiliz ailelerin çocuklarını selamlarken
Celal Bayar Moda Deniz
Kulübünde Kral VIII.Edward’ı karşılarken
Kral VIII.Edward, Moda Deniz
Kulübünde yetkililerce karşılanırken
Moda Deniz Kulübü (1980'lerden önceki binası)
Kral, ertesi gün Ayasofya müzesini gezdi. Sultanahmet’te
Professör Baxter tarafından kazı çalışmaları devam eden Bizans Sarayı’nın
kalıntılarını inceledi. Ardından Topkapı Sarayını ziyaret etti ve 600 yıllık
bir hanedandan geriye kalan Haremi ve saray hazinelerini inceledi. Akşam Ayazpaşa
Park Otel’de düzenlenen yemeğe katılıp yatına döndü.
Atatürk ve VIII.Edward
Ertuğrul yatında
4 Eylül 1936 Pazar günü Kral VIII.Edward, onuruna düzenlenen
yelken yarışlarını izlemek üzere, 1930 yapımı Nahlin yatıyla Moda koyuna geldi.
Atatürk’de Ertuğrul yatıyla gelmişti. Nahlin yatı Ertuğrul’dan 27 yıl daha
gençti ve çok daha ileri bir teknoloji ile donatılmıştı. (Bugün hâlâ
hizmettedir) Kral yarışmaları izlemek için Atatürk ile beraber Ertuğrul Yatına
geçti. Burada kahve, viski ve sigara eşliğinde müsabakaları izlediler. İngiltere
Kralı'nın beyaz amiral üniforması, onu selamlamak için Ertuğrul'un düdüğünün
çalınması sonucu ortalığa yayılan koyu duman ve kurumlar nedeniyle bir hayli
kirlenir. Atatürk bu durumdan çok rahatsız olur ve ‘Majeste bu yat
epey zamandır çalışmadığı için, kazanları ısınıncaya kadar bu kurumlar bizi
rahatsız edecektir’ diyerek üzüntülerini belirtir ve Kral’ın koluna girerek
bitişikteki İngilizlerin kraliyet yatına geçerler. Yanında sevgilisi Wallis’de bulunan Kral, müsabakanın
bitimini müteakip Moda Deniz Kulübüne geçerken Moda’da yaşıyan İngiliz aileler
ve çocuklarıyla selamlaştı. Kralı, Moda Kulübünde Kulübün fahri başkanı Celal
Bayar karşıladı ve Kralı kulüp mensupları ile tanıştırdı. Kokteyl töreninin
ardından Kral yatına geçti.
Kralı yatına uğurladıktan sonra aksam yemegini Moda Kulübü'nde yiyen
Atatürk, gün içinde yaşananlara kızar ve yemekte yanındakilere ‘Efendim medeniyet lafla olmaz, bu iddiaya girenlerin her
malzemesi her hususta tamam olmalıdır. Yoksa insan böyle kepaze olur’ der ve yeni bir yat ısmarlanmasına karar
verir.
Atatürk tarafından kendisine tahsis edilen tren ile ülkesine
geri dönen Kral Edward ise üç ay sonra, dul sevgilisi ile evlenilmesine izin
verilmediği için tahttan feragat etti ve tahta kekeme Kral diye meşhur olan
kardeşi Prens Albert geçti.
Ürdün Kralı
Abdullah ziyareti
Ertuğrul’un bir sonraki konuğu, Ürdün Kralı Emir
Abdullah’tı. Bir süreden beri İstanbul’da, Beylerbeyi Sarayı’nda konuk olan
Kral Abdullah, 5 Haziran 1937 günü trenle İstanbul’a gelecek olan Atatürk’ü
karşılamak üzere Haydarpaşa Garı’na gitmişti. Daha sonra, Atatürk, kendisini
karşılayan Kral Abdullah ile beraber Ertuğrul Yatı’na geçmiş ve açıkta tören
konumunda bulunan donanmayı selamlamışlardı.
Atatürk 1927-1937 tarihleri arasındaki 10 yıl boyunca
Marmara’da Yalova, Çanakkale, İzmit, Mudanya, Armutlu ve Adalar gezilerini
çoğunlukla Ertuğrul ile gerçekleştirdi.
Ertuğrul yerine Lilias yatı
Atatürk, Ertuğrul yatı yerine yeni bir yat arayışındayken kendisine
buharlı mı, yelkenli mi tekne istediği soruluyor. O da ben karacıyım, fark nedir görelim der. Bunun üzerine Sedat Evliyazade ve Cemil Atalay ile birlikte,
1936 sonbaharında, İzmir Çeşme’de demirli,
İzmirli Levantenlerinden iş adamı Harold Frederic Giraud’ya ait Lilias
adlı tekneyi görmeye, eğer beğenirse de almaya Çeşme’ye gelir.
Harold Frederic Giraud’nun Lilias yatı
Ülkenin en büyük özel yelkenlisi olan Lilias 1928 yılı imalatıydı ve 41 metre uzunluğundaydı. Güvertesi teak(tik) ağacından yapılmıştı. Harold Frederic Giraud bu tekne ile Ege ve Akdeniz adalarını geziyordu(1960 yılında Avustralya’ya satıldı). Ilıca körfezinin ortasında demirli Lilias yatına Atatürk’ü bir motor ile götürdüler. Yatı, yabancı devlet adamlarını ağırlamak için oldukça dar bulan Atatürk, almayı uygun bulmadı.
Atatürk, Harold Frederic Giraud'un
Lilias adlı Teknesinde Sedat Evliyazade ve Cemil Atalay ile (Çeşme 1937).
Levanten Giraud ailesi: Türkiye’de tekstil, futbol ve biniciliği
başlatan aile
Atatürk’ün yatlarını ziyaret
ettiği Giraud ailesinin Türkiye serüveni, Jean-Baptiste Giraud’nun 1761 yılında,
Marsilya’dan çalıştığı firma adına toprak mahsulleri ticareti için İzmir’e gelmesiyle
başlıyor. Jean-Baptiste Giraud İzmir’de, Venedik Konsolosunun kızıyla evlenip
üç çocuk sahibi oluyor. Oğlu Frederic Giraud toprak mahsulleri işine giriyor
ama başarılı olamıyor. Aile herşeyini kaybediyor. Jean-Baptiste’nin küçük kızı
Blanche Giraud, İngiliz Whittall ailesinin Türkiye’ye gelen ilk üyesi Charlton
Whittall ile evleniyor ve Frederic Giraud, eniştesinin şirketinde çalışmaya
başlıyor. Ticari faaliyetler Whittall ailesinin kontrolüne geçiyor.
1880’de Frederic Giraud’nun
torunu Jean-Baptiste II’nin oğlu Frederic Jacques Giraud, tütün ve pamuk ticaretiyle
İzmir’in en büyük ihracat şirketinin sahibi oluyor. 1929 yılındaki Dünya ekonomik
krizi ile kapanma noktasına gelen şirketi ise Frederic Jacques’ın oğlu Harold
Frederic Giraud kurtarıyor.
Harold Frederic Giraud
Lilias adlı yelkenlinin sahibi Harold
Frederic Giraud, 1900 yılında Şark Halı markasıyla Türkiye, Azerbaycan, İran,
Afganistan ve Kuzey Afrika ülkelerinin halılarını Avrupa’ya pazarlıyor. Aynı
zamanda İzmir Yün Fabrikası’nı kurup halı dokuyucuları için iplik işine
giriyor. Fransız vatandaşı olan Harold
Giraud, İzmir’de kurduğu tekstil fabrikasında I.Dünya savaşında Osmanlı
ordusuna askeri giysi üretince, Fransız vatandaşlığından çıkarılıyor. Halı,
iplik derken 1913’te İzmir Pamuk Mensucat ile pamuk ihracatı işine de giriyor. Şirketi
1970’lerde zirveye çıkıyor. Giraud’lar bu arada İzmir Basma Fabrikası ile konfeksiyon
işi de yapıyorlar. Yani aile, iplikten pamuğa, dokumadan konfeksiyona dev bir
imparatorluk kuruyor. Başarının sırrı ülkedeki ucuz işgücü, düşük maliyet. 1980’lerden
sonra gelişmiş ülkeler de üretimlerini işçiliğin ucuz olduğu ülkelere
kaydırınca, işler bozuluyor. 1962 yılında Harold Frederic Giraud ölünce, şirketin
başına, anısına hala Buca’da at yarışları düzenlenen oğlu William James Giraud
geçiyor. 1980’lerden sonra ise yönetim onun oğlu Hervè Giraud’de.
Aile İzmir’in sanayileşmesindeki
öncülüğü yanında spor alanında da oldukça aktif. Golf, yatçılık ve özellikle
atçılık konusunda lider bir aile. Herve Giraud’un annesinin babası James La
Fontaine 1900’lerin başında İstanbul’daki şirketlerinin başına geçtiğinde Bornova’da
başladığı futbol serüvenüne İstanbul’da da devam eder. 1902 yılında İstanbul’un
İngiliz ailelerinin çocuklarından oluşan ilk futbol kulüblerinden Cadi-Keuy FC Futbol
Kulübü’nün kurar. 1904 yılında da dört takımla Costantinople Football Ligue
organizasyonunu ve finansmanını yapar. Aile, esas at yetiştiriciliği ve
binicilik konusunda uzman. Koç grubunun başkanı Mustafa Koç’da Buca’da binicilik
yaparken tanıştığı Hervè Giraud’nun kızı Caroline ile evli.
Ertuğrul
yatının son yılları
Rükûb-u şahaneden, Riyaset-i Cumhur’a kadar uzun bir
yoldan gelen yorgun Ertuğrul yatı, 1937 yılının sonunda hizmet dışına
çıkartıldı. Çünkü o yıl onun yerini almak üzere, Riyaset-i Cumhur yatı olarak Savarona
satın alınmış, İstanbul’a getirilmek üzere son rötuşların bitirilmesini
beklemekteydi. Atatürk 23 Ekim 1937 Pazar günü Ertuğrul yatı ile son kez
Yalova’dan Derince’ye yolculuk etmişti. Sonrasında uzun süre Kanlıca Koyu’nda
demirli olarak yatan Ertuğrul, daha sonra 1950’li yılların ortalarında sökülmek
üzere, İlhami Söker firmasına satıldı. 57 yaşındaki Ertuğrul’un sökümü ancak 11.
yılda 1961‘de tamamlanabildi.
Bu güzel, güzel olduğu kadar da zarif ve narin, aynı
zamanda çok önemli bir tarih dönemine tanıklık etmiş olan gemiden ve o üst
düzey dekorasyonu tamamlayan seçkin mobilyalardan günümüze kala kala, halen
İstanbul Deniz Müzesi’nde sergilenen birkaç parça eşyadan söz edilebilir. İnce
bir bastınla(ana cıvadranın üzerinde ileriye doğru uzatılmış çubuk), nefis
kabartma, yaldızlı motiflerle zenginleşen kemane başı, yat görünümünü
vurgulayan tipik kıç dizayn ve çok da yüksek olmayan beyaz boyalı bordası
Ertuğrul’a kendine özgü hoş bir siluet oluşturmuştu. Resmi kayıtlarda 900 ton
olarak belirtilen yat, İngiltere’de yapılan açık deniz seyir tecrübelerinde 21
mil sürat yapmıştı. Ancak, Ertuğrul’dan, Türk sularında görevde olduğu uzun yıllar
içinde böyle bir hız yapması istenmemişti.
İki bacalı, üç direkli geminin ahşap ve koyu renk
cilalı direklerinde, o günlerde henüz tamamen ortadan kalkmamış olan yelken
donanımı da bulunmaktaydı. Ertuğrul’un, üst yapısına, güverte üzerindeki
salonları oluşturan bölümlerde çok zarif bir ahşap işçiliği vardı. Sütunların
çevrelediği koyu kızıl renk cilalı maun görkemi yansıtıyordu. Gemideki
salonlar, 19. yüzyıl sonu üst düzey iç mimari ve süsleme sanatının sıradışı
ürünlerini taşımaktaydı.
SÖĞÜTLÜ YATI
Atatürk zaman zaman yabancı devlet adamlarını
ağırlamak için ya da yurt içi gezilerinde Söğütlü yatını da kullanmıştı. 1908’de
İngiltere’de inşa ettirilmiş Söğütlü yatına Ertuğrul’un küçük kardeşi deniyordu.
Söğütlü Yatı maketi
Osmanlı’dan kalan Söğütlü yatı, su kesimi az olduğundan Atatürk’ün İstanbul’a
gelişinde kendisini Haydarpaşa ile Dolmabahçe Sarayı arasında taşıyan
yattır.
SAVARONA YATI
Savarona yatının sahibi Roebling
ailesi
Alman kökenli mühendis John A.
Roebling tel kablonun mucidiydi. Göç ettiği Amerika’da dünyanın en büyük tel
kablo üreticilerinden biri oldu. Telgraf telleri, elektrik telleri, köprü
telleri, gemi ve asansör telleri üretip sattı. Amerikalı zengin mühendisin bir
hayali vardı; Brooklyn ile Manhattan’ı birbirine bağlayacak köprü yapmak.
1865’te kolları sıvadı; köprü projesini kendi çizdi. Gerekli girişimleri yapıp
teklifini kabul ettirdi. Fakat talihsizlik; köprünün yerini tespit çalışmaları
sırasında geçirdiği kaza sonucu 1869’da öldü. Oğlu Washington Roebling,
babasının hayalini hayata geçirmek için inşaatın başına geçti. Yine bir
talihsizlik, köprü kulelerinin inşa edileceği su altı odalarında çalışırken
vurgun yedi ve yatalak oldu. Ancak babasının hayalini gerçekleştirmek için
inşaatı bırakmadı; eşi Emily Warren Roebling’in yardımıyla Brooklyn köprüsünü
1883’te bitirdi. Savarona’nın ilk sahibi Emily Margaret Roebling, işte Brooklyn
Köprüsü’nü inşa eden bu çiftin kızıydı.
1.825 metre toplam
uzunluğuyla Brooklyn köprüsü, 1883
Pennsylvanialı Richard McCall
Cadwalader, denizciliğe meraklı, Princeton Üniversitesi mezunu başarılı bir
bankacıydı. Roebleingler’in kızı Emily Margaret ile evliydi. Emily Margaret
Cadwalader da kocası gibi denizi seviyordu. Yatlara düşkündüler. Yatlarıyla
dünyanın birçok yerini gezdiler. O yıllar Amerikalı zenginler arasında dünyayı
turist olarak gezmek modaydı. Cadwalader çiftinin 1926’da yaptırdıkları
yatlarının adı, Savarona’ydı. Savarona; Hint Okyanusu’nda yaşayan bir Afrika
kuğusunun adıydı. Cadwalader çifti ikinci yatlarını 2 yıl sonra, 1928’de inşa
ettirdi. İlginçtir, ona da Savarona adını verdiler. Ve üç yıl sonra 28 Mart
1931’de denize indirdikleri, dünyanın en büyük özel yatına da Savarona adını
koydular. İşte konumuz bu üçüncü yat.
Savarona'nın özellikleri
Savarona'nın özellikleri
Almanya’nın ünlü Blohm und Voss
tersanesinde inşa edilen ve Hamburg’ta denize indirilen Savarona, 124,3 metre
gövde uzunluğuyla dünyanın en büyük yatıydı. 7.200 beygir gücünde motora sahipti. Savarona’nın denize
indirilişi hayli görkemli oldu. Time, The New York Times, Chicago Tribune gibi
dünya basını Savarona’ya çok ilgi gösterdi. Yat, döneminin en büyük özel yatı olup, içi antika
meraklısı sahibinin isteği doğrultusunda dünya’nın dört bir yanından getirilmiş
özel ve tarihi eşyalarla zenginleştirilmişti. Yatın baş tarafındaki
yemek salonu tamamen orijinal Fransız Kralı XV’inci Louis’e aitti. Emily Margaret
Cadwalader Portekiz’de
bir şatoda görüp beğendiği bir şömine için şatoyu o zamanın parasıyla 500 bin
dolara satın almış; şömineyi söktürüp yatına taktırmıştı. O sıralarda
Amerika’da içki yasağı olduğundan, gizli ve döner barlar yaptırmıştı. Güzel bir
kütüphanesi, müzik seti ve geniş klasik plak koleksiyonu vardı.
Savarona satışa çıkıyor
Savarona denize indikten sonra Atlantik’te, Akdeniz’de ve Kuzey Afrika sularında dolaştı. Ancak Savarona’nın ABD’ye girişi sorunlu oldu. Amerika yatın yapım gideri kadar gümrük ve kayıt parası istedi. Bu da yaklaşık 3 milyon dolar tutarındaydı. Cadwalader çifti parayı ödemek istemedi. Savarona geldiği yolu izleyerek tekrar Hamburg’a döndü. Savarona Almanya’ya dönmüştü ama kurtuluşu yoktu. Amerikan vergi memurları Savarona’nın peşini bırakmadı. Cadwalader çiftini vergi kaçırmakla itham ettiler. İddiaya göre çift, daha az vergi vermek için Savarona’yı şirket malı gibi göstermişti.
Savarona denize indikten sonra Atlantik’te, Akdeniz’de ve Kuzey Afrika sularında dolaştı. Ancak Savarona’nın ABD’ye girişi sorunlu oldu. Amerika yatın yapım gideri kadar gümrük ve kayıt parası istedi. Bu da yaklaşık 3 milyon dolar tutarındaydı. Cadwalader çifti parayı ödemek istemedi. Savarona geldiği yolu izleyerek tekrar Hamburg’a döndü. Savarona Almanya’ya dönmüştü ama kurtuluşu yoktu. Amerikan vergi memurları Savarona’nın peşini bırakmadı. Cadwalader çiftini vergi kaçırmakla itham ettiler. İddiaya göre çift, daha az vergi vermek için Savarona’yı şirket malı gibi göstermişti.
Dava sürerken, yetmezmiş gibi Emily Margaret Cadwalader geminin çarkçı başına aşık oldu. Yatın en üst katındaki odasından, üç kat aşağıdaki çarkçı başının odasına giden özel bir merdiven yaptırdı. Gizlice buluşuyorlardı. Ve sanıyorlardı ki 80 küsur personelin bu aşktan haberleri yok. Olay, Richard McCall Cadwalader’ın kulağına gitti. Aile faciası son anda önlendi. Savarona Cladwalader ailesine uğurlu gelmemişti. Şubat 1937’de gemiyi satılığa çıkardılar.
Savarona
yatının alınış nedeni
4 Eylül 1936’da İstanbul’a gelen
İngiliz Kralı VIII.Edward’ın şerefine Moda koyunda düzenlenen yelken
yarışlarını Atatürk, Kral Edward’la birlikte yaşlı Ertuğrul yatında izledi.
Ertuğrul’un sürekli çalıştırılan motorları etrafa yağlı kurum yağdırıp, Kralın
elbiselerini kirletince, Atatürk yeni bir cumhurbaşkanlığı yatı alımı sürecini başlattı. Kuşkusuz Savarona’nın
alınmasının tek nedeni bu değildi. Atatürk’ün hastalığı ağırlaşıyordu.
Doktorları, deniz havasının Atatürk’e iyi geleceğini söylüyorlardı. O nedenle Savarona
bir umuttu; umudun adıydı. Ama tek başına bu da Savarona’nın alınmasının nedeni
değildi. Atatürk hayatının son döneminde genç Türkiye Cumhuriyeti’nin deniz
işleriyle çok alakalıydı. O dönemde neredeyse sadece, Türk deniz ticaret filosu
oluşturmak, Deniz kuvvetlerini güçlendirmek, Denizbank’ı oluşturmak gibi
projeler üzerinde çalışıyordu. O yıllarda Almanya’ya Sus, Trak, Marakaz, Etrüsk
gemilerinin sipariş edilmesinin sebebi de buydu. Aslında Savarona’nın alım
nedeni bunların tümüydü.
Savarona yatının alınış süreci
Savarona yatının alınış süreci
İstanbul’daki Moda semti çoğunluğu İngiliz
olmak üzere Levantenlerin yaşadığı bir yerdi. Ve burada daha 1910 yılında İngilizler,
Moda Vapur iskelesinde Yat kulübü kurmuşlar ve yelken sporuyla
ilgileniyorlardı. Atatürk İstanbul ziyaretlerinde zaman zaman Moda’ya gelir
buradaki deniz faaliyetlerini izlerdi. 1935 yılında çevredeki İngiliz yatlarını
görünce bu alanda da bir Türk kulübünün olması gerektiğini Celal Bayar ve Zeki
Rıza Sporel’e ileterek, Moda Deniz Kulübünün kurulmasına ön ayak olmuştu. Bu arada Başbakan İsmet İnönü ile
Atatürk bazı konularda anlaşamıyorlardı, zaten kısa süre sonra İsmet İnönü Başbakanlık
görevini Ekim 1937’de Celal Bayar’a devredecekti.
Celal Bayar'ın çok yakın dostu olan eski Fenerbahçeli milli
futbolcu Zeki Rıza Sporel ile Atatürk’ün sofrasının renkli simalarından hoş
sohbet Mahmut Baler, İstanbul'da Yun-Is firmasının temsilciliğini yapıyorlardı.
Aynı zamanda Zeki Rıza Bey Moda’lı İngiliz
Vitol ailesinin kızı ile evliydi ve kayınbiraderleri İngiliz Konsolosluğu'nda
çalışıyorlardı. Bu iki İngiliz'in, Savarona yatının satışa çıkarıldığını Zeki
Rıza Bey ve Mahmut Baler’e söylemesiyle yakın arkadaşları Celal Bayar konuyu
öğrenmiş ve hükümet Savarona'nın satışından haberdar olmuştu. Berlin
Büyükelçisi Haydar Apak, Cadwalader ailesiyle temasa geçti. Yetkililer Bayan Calwalader'e ait Savarona adlı
yatın satış teklifine ve fotoğraflarına ulaştılar. Yatın fotoğraflarını gören
ve çok beğenen Atatürk, Savarona’nın alınması ile ilgili talimatı verdi. Ardından
Cumhurbaşkanlığı özel kalem müdürü Hasan Rıza Soyak başkanlığında bir komisyon
kuruldu. Mahmut Baler’inde içinde bulunduğu heyet Berlin’e gitti. Tercümanları
ise Atatürk’ün manevi evladı Abdurrahim Tunçak idi. Beş yıldır Hamburg
limanlarında demirli bulunan geminin motorlarının durumunu incelemesi için de bir
gemi motor makinisti görevlendirildi.
Savarona satışına engel, Adolf Hitler
Savarona’nın alımında heyetin karşısına
bir engel çıktı: Adolf Hitler. Hitler, Savarona’yı Alman denizaltıları için kumanda
gemisi olarak kullanmak istiyordu. Kimi iddialara göre Savarona’yı Almanlar satın
almışlardı, yalnızca devir işlemleri yapılmamıştı. İşte tam bu sırada Türkiye
teklifini vermişti. Almanya ile Türkiye Savarona yüzünden karşı karşıya geldi.
Atatürk geri adım atmaya yanaşmadı. Sonunda Hitler Savarona’dan vazgeçti. Niye?
Bir iddia; Hitler, Savarona’yı Atatürk’ün çok istediğini duyunca almaktan vazgeçti.
Çünkü Atatürk’ün askerliğine hayrandı ve Atatürk’ün hastalığını biliyordu. Kim
bilir belki de, Avrupa’yı işgale hazırlanırken Atatürk gibi bir askeri
karşısına almak istemiyordu. İkinci iddia ise, Cadwalader ailesi, Hitler’in Savarona’yı
hangi amaçla istediğini anladılar ve kuşkusuz ABD’nin dayatmasıyla satmaktan
vazgeçtiler.
Bayan Cadwallader görüşmeler sonunda, takdir edip
hayranı olduğu Atatürk’ün kullanabilmesi için gemiyi imalat değerinin çok
altında bir fiyatla Türk hükümetine sattı. Tüm işlemleri Mahmut Baler takip eder. 23 Şubat 1938 günü Savarona'yı
bir milyon 200 bin dolar üzerinden Türk Hükümeti satın aldı. Ancak Alman tekniğinin bir
harikası olan Savarona'yı elinden kaçırmak istemeyen Almanya, Krupp firmasının
desteği ile bu kez de Savarona Yatı'na haciz koyar. Fakat daha sonra, Atatürk'e
karşı büyük sempatisi olan Amerika'nın o zamanki başkanı Roosevelt, Savarona
Yatı'nın üzerindeki Almanya'nın koymuş olduğu hacizin en kısa zamanda
kaldırılarak, Türkiye'ye satılmasını; aksi halde o sıralarda, New York
Limanı'nda bulunan ünlü Alman transatlantiğinin haczedileceğini Hitler'e
bildirir. Sonunda Almanya haczi kaldırarak, Savarona'nın Hamburg Limanı'ndan
çıkmasına izin verir.
Bal Mahmut'tan inciler
Savarona yatının satış sürecinde önemli görevler üstlenen, Atatürk sofralarının renkli siması, 1980’lerde televizyonlarda sohbet programları yapan, nüktedan Bal Mahmut lakaplı Mahmut Baler, 27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonra tutuklanır. Bakan değildir, mebus değildir, neden tutuklanmıştır bilinmez. Bunun da fıkrası var:
Savarona yatının satış sürecinde önemli görevler üstlenen, Atatürk sofralarının renkli siması, 1980’lerde televizyonlarda sohbet programları yapan, nüktedan Bal Mahmut lakaplı Mahmut Baler, 27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonra tutuklanır. Bakan değildir, mebus değildir, neden tutuklanmıştır bilinmez. Bunun da fıkrası var:
Bir
adam kılıbıkmış. Eşi ise şirret.. ‘Saraya intisap et, Padişah’a yanaş’ diye kocasının
başının etini yermiş. Adam ‘Padişah’a hediye götürmek gerek, bizim neyimiz var
ki götüreyim’ deyince kadın, ‘Bahçede zerdali ağacı var. Zerdali topla götür’
demiş. Adam da toplamış, bir sepete doldurup sarayın kapısına gitmiş. Kapıda
büyük bir kalabalık var, içlerine katılmış. Kapılar açılmış kalabalığı içeri
almışlar ve zindana sokmuşlar. Adamcağız elinde zerdali sepeti aylarca beklemiş
derdini kimseye anlatamamış... Padişah ölmüş, yerine tahta çıkan yeni Sultan af
çıkaracak. Hapishaneyi dolaşıyor ve mahkûmlara neden mahkum olduklarını
soruyor. Bizimkine gelince ‘Efendim zerdaliden dolayı’ demiş. Padişah hayret
edince anlatmış. Sultan acımış, ‘Dile benden ne dilersen’ demiş. Adam ‘Sultanım
karıyı boşamak için birkaç altın, bir balta, bir de Kuran’ demiş. Padişah
sormuş, ‘Bunları ne yapacaksın?’, ‘Efendi Hazretleri evvela karımın mührü
müeccelini ödeyip boşayacağım. Sonra baltayla zerdali ağacını keseceğim, sonra
da Kuran’a el basıp bir daha büyük yanına yanaşmayacağım’
Bal Mahmut’un tutuklanmasının sebebi Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın yakın arkadaşı
olmasıydı. Mahmut Baler
ve arkadaşlarını bir süre Yassıada tutukluluğundan sonra tahliye ediliyorlar.
Kışla komutanı Yarbay, serbest kalan tutuklulara ‘Kusura
bakmayın. Hakkınızı helal edin’ diyor. Bal Mahmut herkes adına ‘Helal olsun
albayım’ demiş. ‘Ama müsaade ederseniz bir fıkra anlatayım. Ermeni, papaza
günah çıkarmaya gitmiş. Günahlarını anlatmış. Papaz düşünmüş, oğlum Kirkor senin
günahların sevaplarına denk geloor... Yediklerin de yanına kâr kaloor’ demiş.’
Savarona Türkiye'ye getiriliyor
Haciz kaldırıldıktan sonra Amerikan bandırası ile
İngiltere'nin Southampton Limanı'na getirilen Savarona'ya, 24 Mart 1938
tarihinde Türk Bayrağı çekilerek, satın almak için gelen heyet üyelerine Londra
Büyükelçisi Fethi Okyar, Cumhurbaşkanlığı Başkatibi Hasan Rıza Soyak, Hava
Müsteşarı Sadullah Güney, İş Bankası Genel Müdürü Muammer Eriş, Etibank Genel
Müdürü İlhami Nafiz Pamir teslim edilir.
12.04.1938 tarihinde her türlü hazırlığını yapmak
üzere İngiltere'nin Southampton limanından tekrar Almanya'nın Hamburg Limanı'na
gelen Savarona Yatı, bazı döşemeleri
yenilendikten sonra 22.05.1938 tarihinde 45 kişilik personeli ile İstanbul'a
hareket etti. Atatürk’ün hastalığının ilerlemiş olduğu, 1 Haziran 1938 Çarşamba
günü 13.45'de Dolmabahçe Sarayı’nın önüne demirledi. Atatürk aynı gün saat 15.30'da
refakatlerinde Başbakan Celal Bayar, Başkatip Hasan Rıza Soyak, Baş Yaver Celal
Tolgay, Milletvekillerinden Kılıç Ali, Cevat Abbas Gürer, Salih Bozok, İstanbul
Valisi Muhittin Üstündağ olduğu halde Acar Motoru ile Savarona Yatı’na gitti. Atatürk yatı çok beğenerek ‘Ne olurdu bu gemi elimize bir kaç sene
evvel geçmiş olsaydı’ diyerek yatta kalmaya karar verdi. Atatürk yata,
son dönemde üzerinde çalıştığı Güneş Dil Teorisine ithafen ‘Güneşdil’ adının verilmesine karşı çıktı; ‘Savarona adı güzel öyle kalsın’ dedi. Savarona’da
kütüphanecisi Nuri Ulusu’ya seslenerek ‘Nuri
oğlum, kitaplarımı getirdin mi? Hepsini kamarama muntazam koy, herhalde pek
dışarı çıkmayacağım için bol bol okuma fırsatım olacak’ dedi.
Atatürk Savarona Yatı'nda Kılıç Ali,Salih
Bozok ve İsmail Hakkı Tekçe ile. (Fotoğraf Eğitek)
Atatürk Savarona’da kaldığı günlerde yatla Marmara’da
muhtelif seyirler yaptı. 24 Haziran 1938 Cuma günü saat 14.00’de Savarona Yatı
ile İstanbul’dan hareketle 18.00’de Erdek’e gitti. Erdek’te bulunan Donanma
tarafından selamlandıktan sonra karargahı Yavuz Zırhlısında bulunan Donanma
Komutanı Amiral Şükrü Okan’ın ziyaretini kabul etti, saat 21.30’da Erdek’ten
hareketle saat 05.30’da Büyükada önüne geldi.
Atatürk Savarona yatında - 1938
Atatürk Savarona’da geçirdiği yedi hafta boyunca, yatta
kabine toplantıları düzenlendi. 19 Haziran 1938 tarihinde Romanya Kralı II.Carol’u
misafir etti. 9 Temmuz 1938 günü Bakanlar Kabinesi ile Savarona’da yaptığı 3,5
saatlik toplantı Bakanlar ile yaptığı son toplantı oldu.
Atatürk son zamanlarda giderek artan rahatsızlığı
nedeniyle pek sevdiği bu yatta çoğu zamanını yatakta geçirdi. Bir gün şöyle
dedi: ‘Bir çocuk oyuncağını bekler gibi
bu yatı beklemiştim. Mezarım mı olacak bu tekne benim?’ İlk günler
rahatsızlığı hafifler gibi oldu. Fakat daha sonraki günler, kendisine çok iyi
bakmasına, perhizlerine harfiyen uymasına rağmen, iki kez kriz geçirdi. Çok
sevdiği yatta sadece 54
gün, onun da büyük çoğunluğunu kamarasında yatarak, geçirebildi. Havadaki nem
ve sıcaklığının aniden artmasından dolayı, 24 Temmuz gece yarısında, Savarona
Yatı’ndan hastalığı ilerlemiş olarak Dolmabahçe Sarayı’na taşındı. Yat,
Dolmabahçe Sarayı önünde boynunu bükerek, Atatürk'ü boşuna bekledi.
Atatürk, 10 Kasım 1938’de Dolmabahçe sarayında öldü. Gülhane
Sarayönü’ndeki heykelinin önünde yapılan resmi törenin ardından Atatürk’ün aziz
naaşı, 19 Kasım günü, İstanbul’dan İzmit’e Yavuz kruvazörü, Zafer, Tınaztepe
muhripleri, Dumlupınar, Gür denizaltıları, Doğan, Martı hücumbotları yanında,
Savarona yatı ve İngiltere'den Malaya, Sovyetler Birliği’nden Moskova, Almanya’dan Emden, Fransa’dan Emile-Bertin, Romanya’dan Regina Maria ve Yunanistan’dan Hydra savaş gemilerinden oluşan bir donanma refakatinde götürüldü. İzmit’ten tren ile Ankara’ya Etnoğrafya Müzesi’ndeki ilk istiratgahına taşındı.
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü dönemi
Atatürk Savarona’da sadece 54 gün
kaldı ama Savarona Atatürk’le özdeşleşmişti. Ata’nın emanetiydi. Buna rağmen
hep politik tartışmaların odağında oldu. Demokrat partinin 1946 seçim
propagandalarında ve TBMM oturumlarında en çok eleştirdiği konuların başında,
Cumhurbaşkanlığı yatı Savarona vardı. Sadece Savarona değil Atatürk’ün Beyaz
Treni de polemik konusuydu. Aslında DP’lilerin iddia ettikleri gibi Milli Şef
İsmet İnönü yatı kullanmıyordu. Hatta Savarona’nın Deniz Kuvvetleri’nin
hastanesi olmasını önermiş; ancak bu dönüşüm çok masraflı bulunduğu için
vazgeçilmişti.
Keza İnönü, II. Dünya Savaşı’ndan
sonra; 1948’de bütçeye yararı olur diye Savarona’nın satılmasını gündeme
getirdi. Bu nedenle yurtdışındaki Türk büyükelçilerine haberler gönderildi.
Savaş sonrasının yoksulluğuna rağmen bir İngiliz firması Savarona’ya talip
oldu. Satış gerçekleşmedi. Çünkü Türk basınında ‘Savarona bize Atatürk’ün emanetidir, satılamaz’ yazıları çıktı.
Kamuoyu baskısı var, madem satamıyoruz, o halde turizm amaçlı kiraya verelim
fikri ortaya atıldı. Trabzonlu denizci Mehmet Şeber Savarona’yı kiralamak için
Ulaştırma Bakanlığı’yla masaya oturdu. Anlaşma olmadı. Basın tepkiliydi. Peki,
ne yapılacaktı? Diğer yanda Savarona masraflıydı; bu nedenle senelerdir
İstanbul/Küçüksu sahilinde demirlemiş duruyordu.
Savarona okul
gemisi oluyor
1950’de iktidar el değiştirdi. DP
iktidar olunca Savarona tartışması bitmedi. Liberal piyasa ekonomisine inanan
DP, Savarona’yı atıl durumdan kurtarmak için kolları sıvadı. 1951’de bir Mısır
acentası aracılığıyla Savarona’yı bir aylığı 300 bin liradan Mısırlı zenginlere
kiraya verdi. Mısırlı zenginlerin Akdeniz’deki maceralı gezileri Türk
basınından tepki aldı. Atatürk’ün emanetinde Mısırlıların oturmasına bazı
çevreler sert tepki gösterdi. Celal Bayar’ın isteğiyle Demokrat Parti, 1951
yılında Savarona’yı öğrencilerin eğitiminde kullanılmak üzere Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı’na okul gemisi olarak verdi. Geminin kısa bir sürede gerekli bakımı, tamir ve tadilatı
yapıldı. Bu arada baş ve kıç kısmına ikişer adet top yerleştirildi. Gemi, bir
müddet Haliç’te, Kasımpaşa’daki tarihi divanhane binasının önünde demirli
kaldı. 2 Temmuz 1951 tarihinde Savarona yatı Deniz Kuvvetleri Komutanına
devredilerek okul gemisi olarak kullanılmaya başlandı. 70 gün süren ilk
inceleme ve tatbikat gezisini, 65 öğrenciyle 1 Ekim-8 Aralık 1951 tarihleri
arasında, Hindistan’ın Bombay şehrine yaptı. Savarona yatı Haziran 1952’de Yunan Kralı Paulus’un Türkiye
ziyaretinde ev sahipliği yaptı. Kral yatta ağırlandı.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar dönemi
1955’de Savarona konusu yine
meclis gündemine geldi. Bu kez konuyu meclise taşıyanlar CHP’lilerdi.
Solda Başbakan Adnan
Menderes, sağda Irak Kralı II.Faysal
Savarona, askeri eğitim amacıyla
Akdeniz’de sefere çıkmıştı. Fakat yatta sadece askeri öğrenciler yoktu. Eski
Irak Kralı Gazi’nin oğlu Irak Kralı II.Faysal’ın Demokrat Parti Hükümetinden ricası
üzerine kendisi İtalya/Capri’ye götürülmüştü. CHP’liler kızgındı; Atatürk’ün
emaneti Savarona ve askeri öğrenciler nasıl Kral’ın emrine, hizmetine
verilirdi. DP’lilerin yanıtı bir gerçeği ortaya çıkardı. ‘Sizin döneminiz de 1946’da Kral II.Faysal, İskenderun’dan alınıp
Marsilya’ya yine Savarona’yla götürülmedi mi?’ Götürülmüştü. Kral II.Faysal,
Savarona’yı çok seviyordu. Bazı gezilerinde Türk Hükümeti’nden rica ediyor,
Savarona’yı kullanıyordu. Savarona herkesin gözdesiydi. Başbakan Adnan Menderes
de Savarona’yla boğazda mehtap gezisine çıkmaya bayılıyordu. Kaderin cilvesi
olsa gerek Savarona’yı çok seven Kral Faysal’da, Başbakan Menderes’de darbe
sonucu idam edildiler. Savarona onlara da uğurlu gelmemişti.
Türkiye Cumhuriyeti
üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar
Zamanın cumhurbaşkanı Celâl Bayar birçok yurtdışı
gezisini, Savarona ile yaptı. 1952'de Yunanistan'a, 1954'te Yugoslavya'ya, 1955’de
Bahreyn'e, Irak'ın Basra Limanı'na, Lübnan'a ve Pakistan'a Savarona yatıyla gitti.
Yatı en fazla kullanan lider oldu. Yat hala okul gemisi statüsündeydi ama
cumhurbaşkanı daha fazla kullanmıştı.
Savarona ve Prenses Süreyya
Prenses Süreyya
Savarona, İran Kraliçesi
Süreyya’ya da uğurlu gelmedi. İran şahının eşi dünyalar güzeli Prenses
Süreyya’nın çocuğu olmuyordu. Bu nedenle Şah Muhammed Rıza Pehlevi, eşi
Süreyya’yı boşadı. Fakat boşanmadan kısa bir süre önce, 1956’da Şah ve Prenses
İstanbul’a geldiler; Savarona’da misafir edildiler. İkisi de Ata’nın emanetini
çok beğendiler. Bu arada kimin aklına geldiyse, Prenses Süreyya’ya, yaptığı
koca karı ilaçlarıyla çocuğu olmayanların dertlerine derman olan 65 yaşındaki
Fatma Bacı’dan bahsetti. Süreyya heyecanlandı; görüşmek istedi. Bunun üzerine
Fatma Bacı Yalova’dan bulunup Savarona’ya getirildi. Fatma Bacı ile Prenses
Süreyya uzun müddet kamarada kaldılar. Sonra Yalova kaplıcalarına gittiler. Savarona’daki
herkes artık emindi; Prenses Süreyya nur topu gibi oğlan doğuracaktı. Ama olmadı;
Fatma Bacı’nın ilaçları yeterli gelmemişti.
Savarona'nın ismi etrafındaki ilk skandal, 1969 Mart'ında, Fransa'da
yaşandı. Yatta görevli bir astsubayın İstanbul'dan getirdiği 25 kilo esrarı
Savarona'nın Marsilya'ya demirlemesinden sonra Almanya'ya taşıdığı iddia
edildi. Astsubayı Almanya'da tevkif ettiler, Fransızlar Savarona'da uzun süren
bir tahkikat yaptılar ve ‘Atatürk'ün yatı’nın ismi, ilk defa bu hadise ile
kirletildi.
Savarona
yanıyor
Savarona yatı, Heybeli ada açıklarında demirli iken 3
ekim 1979 sabahı şaibeli bir şekilde yanıverdi. Yangının Atatürk'ün şahsî
eşyaları ile teknenin bazı aksesuvarlarının çalındığını örtbas etmek için çıkartıldığı
bile söylendi, Savarona'da görevli olan bazı subaylar ile erler tutuklandılar
ama delil bulunamadığı için birkaç gün içerisinde serbest bırakıldılar.
Gölcük tersanesinde 6 ay onarılan gemi, bir müddet
daha okul gemisi olarak hizmete devam ettikten sonra 27 Temmuz 1986’da
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı envanterinden çıkarıldı. Savarona okul gemisinin yangınından kurtarılabilen bir
kısım eşyası, teşhir edilmek üzere İstanbul Deniz Müzesi’ne devredildi.
Atatürk’ün Savarona yatında kalmış olduğu 54 gün süresince kullandığı karyola,
komodin ve komple yatak takımları da Deniz Müzesi’nde, müzenin Atatürk
salonunda teşhir edilmektedir.
ANAP Dönemi
Nihayet 1989'a gelindi ve Savarona, Kahraman Sadıkoğlu 49 yıllığına
kiraya verildi. Gemi baştan aşağı elden geçti, motorlarından kamaralarına,
hatta bacasına kadar her tarafı yenilendi ve tekrar eski şaşaalı günlerine
döndü.
1989 yılında ANAP Hükümeti Savarona’yı hurdaya çıkarma kararı aldı; yani parçalanıp satılacaktı. Haberin basında çıkması üzerine yat son anda, işadamı Kahraman Sadıkoğlu ile Mitsui ve Kujima isimli Japon şirketlerinden oluşan konsorsiyuma 49 yıllığına kiralandı. Yat teslim aldığında görüldü ki, Savarona’da kapı tokmaklarına kadar herşey yağmalanmış. İşin acı yanı, hırsızların Sadıkoğlu’na çaldıklarını satmalarıydı. Savarona’yı önceki görkeminden daha iyi bir hale kavuşturmak için çok çaba isteyen, yeniden döşeme işine başladı. İçi Donald Starkey tarafından tasarlanan yatı yenilemek için yaklaşık üç yıl çalışıldı. Savarona içinde Atatürk’ün kütüphanesi ve yatak odasıyla birlikte 19 suit bulununan bir tur yatına dönüştürüldü. Süper lüks döşenen suitlerin bazılarının genişliği 50 metrekareye ulaşıyor. Savarona’nın içinde bulunan Türk Hamamında kullanılan Mermerlerin ağırlığı ise 260 ton dur. Yatın en geniş salonu başta bulunup ve burası aynı zamanda yemek salonu görevi de görmektedir. Salonda gerçek XV. Lui'ye ait yemek masası ve 12 iskemlesi vardı. Köşede gayet güzel bir şömine ve karşısında antika bir komodin ile siyah orjinal bir etejer bulunuyordu. Hemen bitişiğinde Atatürk'ün kısa bir süre için çalışma odası olarak kullandığı, çok şık ve çok güzel döşenmiş bir bölüm vardı, içinde de yaklaşık 1500 kitaptan oluşan bir kütüphanesi vardı. Yat sahibinin kullanacağı bütün kapı kulpları, banyo muslukları ve diğer madeni aksam, altın kaplama idi. Tekne safrası civalı olarak yapılarak 90 derece yatmadıkça devrilmemesi sağlanmıştır. Sadıkoğlu Savarona’yı eski ihtişamlı haline dönüştürüp turizm amaçlı kullandı. Şimdiye kadar Savarona’nın VIP misafirleri arasında Prens Rainer, Prens Charles, Brunei Sultanı, İspanya Kralı Juan Carlos, Prenses Diana, Modacı Valentino, Claudia Schiffer, Nicole Kidman, Elizabeth Hurley, Sharon Stone, Hugh Grant, Tom Cruise ve Gerard Depardieu bulunuyor. Ne kadar çabalasa da Sadıkoğlu bu kiralama işinden para kazanamadı; Savarona’nın giderleri çoktu.
AKP Dönemi
Sadıkoğlu Ata’dan yadigar kalan yatı turizm sektöründe uygusuz işler için kullanmaya başlayınca, AKP Hükümeti yatı satın alarak, yabancı devlet adamlarını ağırlamak ya da müze yapmak amacıyla teklif verdi. Ne olacak bekliyoruz.
Sadıkoğlu Ata’dan yadigar kalan yatı turizm sektöründe uygusuz işler için kullanmaya başlayınca, AKP Hükümeti yatı satın alarak, yabancı devlet adamlarını ağırlamak ya da müze yapmak amacıyla teklif verdi. Ne olacak bekliyoruz.
Kaynakça
www.denizce.com.tr
Atlas Tarih
Soner Yalçın -
ODATV
Rüştü Karaca Bey,
ReplyDeleteBu çalışmanızın yayınlanmasından hayli seneler geçmiş olsa da ben yeni okudum. Çok dikkatli yapılmış bir çalışma. Sadece bir yazılım hatası olarak "Ertuğrul yatı inşaasının ardından 30 Aralık 1913 günü düzenlenen bir resmi törenle denize indirildi." cümlesindeki tarih 1903 olarak düzeltilmelidir. Teşekkür ederim. osmanondes1931@gmail.com
Savarona Yatı konulu metin için de bir bilgi iletmek isterim; Vakıa ben deniz talebesi olarak bir sene kadar Savarona'da eğitim gördüm ve yurtdışı eğitim seferinde yer aldım.
ReplyDeleteBelirteceğim konu salt Savarona ile değildir.. Gemilerin hurdaya çıkması konusunda çok galat bir tabir nasıl olmuşsa kullanılır olmuştur. Bu "1989 yılında ANAP Hükümeti Savarona’yı hurdaya çıkarma kararı aldı; yani parçalanıp satılacak, jilet olacaktı" cümlesindeki"Jilet olacaktı" ifadesidir. Hiçbir gemi jilet olmaz veya olamaz da.. Hurdaya çıkan gemi söküldüğünde sacları izabe tesislerince satın alınır. Yeniden işlenir ve çoğu inşaat demiri, putrel vs dönüşümden geçer. Jilet malûmunuz yüksek çelikten imal edilir... "Jilet olacaktı" ifadesi değerli çalışmanızdan silinmelidir. Selamlar Osman Öndeş