Her ikisi de 13. yüzyıl da Anadolu Selçuklu döneminde yaşamışlar
Biri Türkçe diğeri
Farsça yazmış
Biri Akılcı iken
diğeri Sezgici
Biri Türkmenlerin başkaldırısının
liderliğini yapmış diğeri Moğolların yandaşlığını
Birinin eserleri yok
edilirken diğerinin eserleri tüm dünya dillerine çevrilmiş
Anadolu Selçuklu Sultanlarının 13.
yüzyılda İslami düşünürlere verdiği önem ve destek bu dönemde önemli kişilerin
ortaya çıkmasını sağlayan bir ortam oluşturmuştur. Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı
Veli, Mevlâna, Ahi Evren hepsi aynı dönemde Anadolu Selçuklu Anadolu’sunda yaşamış
şair ve düşünürlerdi. Mevlâna hariç bu düşünürlerin hepsi halkın konuştuğu Türkçe
ile eserler vermiştir. Yalnızca Mevlâna Farsça konuşmuş ve yazmıştır. Zaten etnik
kökeni net olmayan Mevlâna dışındakiler Türkmen idi. Mevlâna kendi ifadesinde Türklere
çok yakınım demesine karşın Farsi olduğuna inanılmaktadır.
‘Beni yabancı sanmayınız, ben bu
mahalledenim. Sizin mahallenizde evimi arıyorum. Her ne kadar düşman
görünüyorsam da düşman değilim. Her ne kadar Hintçe söylüyorsam da aslım Türk
tür’ - Mevlâna
Gene bu dönemde yukarıdaki düşünürlerin
yanında birde mizah hayatımızın öncülü olarak kabul edebileceğimiz Nasreddin
Hoca yaşamıştır. Bu yazının konusu Ahi Evren ile Mevlâna arasındaki mücadeleye
odaklanmakla birlikte Ahi Evren ve Nasreddin Hoca arasındaki ilişkiyi de
sorgulamaktır.
Ahi Teşkilatının kurucusu Ahi
Evren Anadolu’da Kayseri, Konya ve Kırşehir’de, Mevlâna Celalettin Konya’da
yaşamıştır. Mevlâna 30 Eylül 1207 tarihinde bugün Afganistan sınırları
içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur. Ahi Evren ise
1171 yılında Türkiye sınırına yakın İran’ın Hoy kentinde doğmuş bir süre Horasan’da
bulunmuştur. Her ikisi de genç yaşlarda Anadolu’ya göç etmişlerdir. Ahi Evren,
Ahmet Yesevi’nin müridi iken Mevlâna değildir. Ahi Evren Türkçeyi ön planda tutup,
Moğollara karşı Anadolu’nun milli mücadeye destek verirken, Mevlâna Farsça
konuşup yazıp işgalci Moğollara ve yandaşlarına destek vermiştir. Bu nedenle Ahi
Evren’in aksine Mevlâna, Sultan IV. Kılıçaslan döneminden itibaren hep el
üstünde tutulmuş ve özgür yaşamıştır.
Bu dönemde özellikle Orta
Anadolu’da yaşayan Alevî-Bektâşî Müslüman Türkmenler arasında halkın sanat,
ticaret, ekonomi gibi çeşitli meslek alanlarında yetişmelerini sağlayan, onları
hem ekonomik hem de ahlaki yönden yetiştiren, çalışma yaşamını, iyi insan
meziyetlerini esas alarak düzenleyen Ahilik teşkilatı yaygınlaşıyordu. Ahi Evren’de
Anadolu’da Ahiliğin kurucusu ve Ahi teşkilatlarının şeyhi piridir. Hatta o ve
hanımı Kadıncık Ana bu yüzden hapsedilmiş, Ahi Evren canını vermiştir. Ahi Evren’in
diğer Ahi liderlerinden Hacı Bektaş’la da yakınlığı vardır.
Anadolu Selçukluları zamanında Moğolların
Anadolu'yu işgal edip kendi çıkarlarına uyumlu bir yönetimi iktidara
getirdikleri 1243-1335 yılları arası dönemde Ahi ve Türkmen çevrelerin Moğollara
ve Moğol yanlısı iktidara karşı bir mücadele başlatıp sürdürmeleri, bu iktidarın
onlar üzerinde ağır siyasi baskı ve şiddet uygulamalarına yol açmıştır. Bu ağır
zulüm, şiddet sonucu pek çok Ahi ve Türkmen ileri gelenleri, fikir ve sanat
erbabı kişiler öldürülmüşlerdir. Ahi ve Türkmenlerin medrese, tekke, zaviye, iş
yerleri ve kurdukları vakıflar müsadereye (el koyma) tabi tutulmuş, birçok
Anadolu şehirlerinde katliamlar ve tehcir (zorunlu göç) olayları meydana gelmiştir.
Ahi Teşkilatı'nın baş mimarı, derici esnafının piri, devrin önde gelen fikir ve
aksiyon adamı Ahi Evren Nasreddin Mahmud’da Kırşehir'de çevresindekilerle birlikte
katliama uğramıştır. Öldürülmesinden sonra da talebeleri ve çevresindekiler üzerinde
yaratılan sıkı takip ve ağır baskılar eserlerinin kaybolmasına, meçhul kalmasına
sebep olmuştur. Selçuklular zamanında Anadolu'da Moğollara ve Moğol yanlısı
iktidarlara karşı sürdürülen isyanlarda Ahi Evren, bayrak isim olduğu için bu
iktidarlar onun adını unutturmak ve izini silmek için özel bir gayret göstermişlerdir.
Öte yandan fıkraları ile ünlü
Nasreddin Hoca da aynı zaman diliminde yaşamıştır. Bu bilge kişinin nerede, ne zaman
ve nasıl yaşadığı tam olarak bilinmemektedir. Hayatı ve çevresi hakkında da çok
az bilgi bize ulaşmıştır. Ondan günümüze kalan tek şey "Letaif' denilen güldürücü
ve düşündürücü fıkralardır. Onun ünü bu fıkralar ile bütün Osmanlı coğrafyasına
ve Türk kentlerine yayılmış olduğu halde gerek şahsiyeti gerekse hayat hikayesi
meçhul kalmıştır. Sivrihisar’ın Hortu köyünde doğduğu Akşehir’de kadılık
yaptığı ve vefat ettiği iddia edilir. Kızının mezarı Sivrihisar’da oğlunun evinin
de Hortu’da olduğu hakkında görüşler vardır.
Türkiye Selçukluları devrinin iki
ünlü şahsiyeti, Ahi Teşkilatı’nın kurucusu Ahi Evren Hace Nasreddin Mahmud ile
onun çağdaşı ünlü şair ve tasavvufçu Mevlâna Celaleddin Rumi arasındaki fikri,
siyasi ve sosyal ilişkiler, gerçekten ilginçtir. Mevlâna'nın eserlerinde baş düşmanı
olarak nitelediği ve aşağıladığı Ahi Evren yeterince tanınmamaktadır. Ahi Evren
Hace Nasreddin Mahmud siyasilerin yani Moğolların ve Moğol yanlısı yöneticilerin
ve fikren kendisine muhalif olan çevrelerin gadrine uğrayarak planlı bir şekilde
tarihin karanlıklarında unutulmaya mahkûm edilmiş, eserleri planlı bir şekilde yok
edilmiştir. Bundan dolayı hakkında çok az şey bilinen bir kişi olarak kalmıştır.
Mevlâna eserlerinde onun hakkında çoğu olumsuz o kadar çok şeyler anlatmıştır
ki, bu anlatılanlar vasıtasıyla onun hayat hikayesi, düşünce dünyası büyük ölçüde
aydınlanmaktadır.
Ankara’yı merkez edinen ve şehir çevresinde kurulan Ahi hükümeti bir derviş-esnaf cumhuriyeti olup bir bakıma Roma, Yunan site cumhuriyetlerine benzemektedir. 1290 da kurulan Ankara Ahi Cumhuriyeti, 1354’e kadar 64 yıl varlığını devam ettirmiştir. Yöneticileri halk tarafından seçilmiştir.1308’e kadar Selçukoğullarına, 1335’e kadar İlhanlılara, sonra Eratnaoğullarına, Kararamanoğullarına 1354 yılında Osmanlı devletine bağlanarak kendisini lav etmiştir. 1354'te Osmanoğlu Gazi Süleyman Paşa (Rumeli Fâtihi olan Velîahd-Şehzâde) Ankara'yı fethetmiş, Osmanlı Devleti’ne bağlamıştır. Bir ara Ankara, Karamanoğulları'nın eline geçmişse de hemen yetişen Süleyman Paşa'nın kardeşi I. Sultan Murad Ankara'yı kesin şekilde almıştır.
Ankara Ahi’leri Cihan İmparatorluğu kuracak olan Ertuğrul Gazi ve Karakeçili aşiretine Haymana ovası ve Karacabey bölgesi yurtluk olarak verilmesinin ardından, Osman Gazi’nin Ahi Şeyhi Edebali ile tanışması ve kızı Bal Hatun (Mal Hatun-Bala Hatun)’la evlenmesi zeminini oluşturarak tarihin dönüm noktalarına vesile olmuşlardır. Osman Bey Bey olarak seçilirken yanında bulunanlar arasında Şeyh Mahmut, Ahi Şemsettinzade, Ahi Hasan gibi Ahi’ler bulunmaktadır. Orhan Gazinin 1362 yılında ölümü üzerine tahta geçen l.Murad Hüdavendigar ‘Gazi Hünkar’ ve ‘Ahi Baba’ adlarıyla anılır. Ahilerin Osmanlı Devleti’nin kurulduğu bölgelerde çok önemli roller oynadıkları, fetihlerin gerçekleşmesinde büyük gayretleri oldukları bilinmektedir. Cihat için uç bölgelere yerleşmişlerdir.
Mustafa Kemal Atatürk Ankara’nın genç Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olarak seçilmesini şöyle anlatmıştı: ‘Ben Ankara’yı coğrafya kitabından ziyade tarihten öğrendim ve cumhuriyet merkezi olarak öğrendim. Hakikaten, Selçuki idaresinin bölünmesi üzerine Anadolu’da teşekkül eden küçük hükümetlerin isimlerini okurken bir “Ankara Cumhuriyeti”ni görmüştüm. Tarih sahifelerinin bana bir cumhuriyet merkezi olarak tanıttığı Ankara’ya ilk defa geldiğim o gün de gördüm ki aradan geçen asırlara rağmen Ankara’da hala o cumhuriyet kabiliyeti devam ediyor.’
Ahi Evren Kimdir1227 yılından sonra Sultan I. Alaaddin Keykubad’ın çağrısı ile Konya'ya yerleşen Ahi Evren, burada hem sanatını icra etti hem de medreselerde öğrenci yetiştirdi. Etrafında çok sayıda tanınmış ailelerden öğrenciler vardı. Sultan Alaaddin’den azami destek ve himaye gördü ve Sultan adına bazı eserler de kaleme aldı. Hizmetine tahsis edilen Hanıkah-i Lala’da Anadolu Selçuklu Sarayı'na mensup çocuklara ve Şehzadelere muallimlik yapıyordu. Bu yüzden ona Lala deniliyordu.
Mevlâna ve Babası Bahattin Veled
Şems-i Tebrizi Kimdir
Şems’in asıl adı Muhammed’dir ve 1186
yılı civarında Tebriz’de doğmuştur. Babasının adı Ali, dedesinin adı
Melikdad'dır. Babası ticaret maksadıyla Horasan’ın Bezer vilâyetinden Tebriz’e
gelip yerleşen bir kumaş tüccarıdır. Tahsil hayatı hakkındaki bilgiler
karışıktır ve güvenilir de değildir. Onun 1234 yıllarında Şam'da bulunan Şeyh
Cemaleddin Savi ve arkadaşları ile ilişki içinde olduğu anlaşılmaktadır. Cemaleddin
Savi, Kalenderiliği ‘Cavlakiye’ adıyla yeniden organize eden ve çok da etkili
olan bir kişidir. Şam'da ikamet ediyordu. Anadolu'dan da pek çok müridi vardı.
Şems-i Tebrizi’de onlardan biridir. Bu nedenle Şems-i Tebrizi Anadolu' da
bulunduğu dönemlerde sık sık Şam’a gitmiş, Cemaleddin Savi ve adamları ile yakın
temas halinde bulunmuştur. Şems, Cavlakilerin Anadolu’daki şeyhi konumundaydı.
Şems bir yıla yakın bir süre Şam’da
yaşadıktan sonra nerede olduğunu öğrenen Mevlâna gelmesi için oğlu Sultan
Veled’i Şam’a göndermiş ve birlikte Konya’ya dönmüşlerdir. Mevlâna, Şems’in
gelişinden duyduğu sevinci anlatan birkaç şiir de yazmıştır.
‘Ayım güneşim geldi. Gözüm kulağım geldi. O
saf gümüşüm geldi. Altın yatağım geldi.
Beni sarhoş edenim geldi. Gözümün nuru
geldi. Başka neler istersem. O başka şeyim geldi.
Ölümden niye korkayım ki, hayat-suyu
kaynağım geldi. Kınayıcılardan korkmam artık. Çünkü siperim geldi:’
‘Üstat az önce geldim, Kimya Hatun ile sevişiyordunuz.
Kimya Hatun nerede?’.
Şems de ona:
‘O senin gördüğün Cenabı Allah idi. Cenab-ı Allah’ın ne kadar sevgili bir kuluyum ki, Kimya Hatun suretinde bana geldi. Onunla aşk halindeydik’ der.
"Ne zamana kadar onun bunun sözlerini
nakledip duracak ve bununla övünüp duracak, atsız eyere binip er meydanında dolaşacaksınız.
İçinizde kalbim bana Rabbim ‘den bu haberi veriyor diyecek biri yok mu?"
"0 kimse ki iblis gibi bir anda öldü. Fakat o zannediyor ki, $ems-i Tebrizi öldü. "
"0 güzel dilber acaba nereye gitti. 0
servi boylum acaba nereye gitti."
"Gönlüm yaprak gibi titriyor bugün.
Dilberim gece yarısı nereye gitti."
"Yola çık yolculara sor. O can yoldaşı nereye
gitti."
"Bağa git bağbandan sor. O gül dalı
nereye gitti."
Ahi Evren Anadolu Selçuklular
devrinin en güçlü fikir adamıdır. O Danışmend-i Rumi diye anılmaktadır. O, ünlü
filozof ve tabip İbn-i Sina ile Eşari kelamcısı Fahreddin er-Razi'nin takipçisidir.
Şüphesiz Ahi Evren'in İbn-i Sina'ya duyduğu hayranlık, bir eserini Farsçaya tercüme
etmekten ibaret değildir. Ahi Evren, insanların kurtuluşa ermeleri ve ebedi
saadete kavuşmalarının iki yolu bulunduğunu, bunlardan birinin peygamberlerin
yolu (iman yolu) olduğu, diğerinin de akıl yolu, yani filozofların yolu olduğunu
belirtir. Akıl gücü ile kurtuluşa erenlerin başında İbn-i Sina'yı görmekte ve
onu bu yolun en büyük ve en üstün insanı saymaktadır. Ancak bu yolun
tehlikeleri bulunduğundan, akli delilleri yanlış kullanma ve akil gücünün
yeterli olmaması gibi sebeplerden ötürü herkesin bu yolda başarılı olamayacağını
bu yüzden peygamberlere uymanın zaruri olduğuna inanır. Mevlâna ile aralarındaki
ihtilaf konularından biri de bu husustur. Ahi Evren Peygamberlerin yolunun filozofların
yoluna kıyasla çok emin ve kestirme olduğundan bahisle bir şiirinde şöyle
demektedir.
"Tur-i Sina'ya (Allahü teâlânın Mûsâ
aleyhisselâmı peygamberlikle müjdelediği ve sonra Tevrât'ı indirdiği dağ), uçmak
(Hz. Musa'ya gitmek) istiyorsan, İbn-i Sina karşısında eğilme."
"Gönlünü Muhammed'in sözüne bağla. Ey
Ali'nin oğlu, Ebu Ali'ye (Gazali’nin hocası bilgin) uyman daha ne kadar sürecek?"
"Yolunu gösterecek bir göze (akıl gücüne)
sahip değilsen, Kureyşli önder (Hz. Muhammed) Buharalı önderden (İbni-i Sina)
daha iyidir"
Ahi Evren'in bu felsefi kişiliğinin sanatkâr kişiliği ile birleşmesi Ahi Teşkilatının kurulmasında önemli bir etken olmuş görünüyor. Felsefi anlayışı içinde, toplumların refah seviyesini yükseltmek için sanatı yaygınlaştırmak gerektiğine ve sanatın kutsal bir meslek olduğuna olan inancı onun, sanatkarları organize etmeye ve topluma hizmet sunmaya sevk eden etkenlerden biridir. Ahi Evren'in felsefi düşüncelerinin Anadolu' da devlet tarafından himaye görmesi ise, O'na düşüncelerini uygulama fırsatı vermiştir.
Türk-İslam Kültürü
filozoflarından, büyük bilge ve gülmece ustası Nasreddin Hoca, 1208 yılında
Eskişehir’in Sivrihisar İlçesine bağlı Hortu Köyünde, (şimdiki adı Nasreddin
Hoca) dünya gelmiştir. İlk öğrenimini, din görevlisi olan babası Abdullah’tan alan
Nasreddin Hoca daha sonraları Sivrihisar Medresesinde öğrenimine devam
etmiştir. Kendi köyünde ve Sivrihisar’da imamlık ve vaizlik görevlerinde
bulunmasının ardından tahsilini tamamlamak üzere Akşehir’e gitmiştir. Burada
Seyyid Mahmut Hayranî, Seyyid Hacı İbrahim Veli gibi devrinin tanınmış bilgin
ve arif kişilerinden dersler almıştır.
KAYNAKÇA
Prof. Dr. Mikail BAYRAM Ahi Evren-Mevlâna Mücadelesi
Fahrettin Öztoprak Ahi Evren ve Mevlâna
Celaleddin Mücadelesi
Türk İslam Ansiklopedisi
http://nasreddinhocabirgun.blogspot.com/2011/09/nasreddin-hocann-tarihi-on-bilgi.html
Ne guzel bilgiler verilmis. Umarim bunlar daha cokk kisiye ulasir.
ReplyDeletebu işte çok terslik var...
ReplyDeleteMüslüman Müslümandır, önüne arkasına milliyet getirilerek anılmaz...
ne demek Türk Müslüman veya Müslüman Türk
İslam ile şereflenen birinin zaten ayrı bir şerefe ihtiyacı yoktur...
saçmalamışlar bence...