Roma’daki Pantheon Tapınağından sonraki en büyük ve en
anıtsal kubbeli yapı
Kuyumculuk ve heykeltraşlık eğitimi almış Brunelleschi’nin yaptığı mühendislik harikası muhteşem kubbe.
Floransa Katedrali, ilk tasarımı mimar Arnolfo di Cambio tarafından 1294 yılında yapılan, daha sonra Michelangelo dahil devrin önemli mimarları tarafından tasarımına ve inşaatına devam edilen ve son olarak da Brunelleschi’nin muhteşem kubbesini tasarlayıp inşa ettiği Katedral, erken Rönesansın ilk yapıtlarından bir olması nedeniyle mimarlık tarihinde yerini almıştır. Kubbe inşaatı sırasında hiçbir ahşap yapıyla desteklenmeyen ve tamamen deneysel metotların kullanıldığı, dönemin mimarlarının kesinlikle başarısız olacağına inandığı, çift kabuklu, 55 metre yükseklikteki sekizgen kasnağa oturtulan 46 metre çapındaki bu kubbe, Rönesans'ı ateşleyen yapılardan biridir. Yapının mimarını ve kubbesinini yakından incelemeden önce bu geçiş dönemi eserinin öncesindeki mimari akım Gotizm ve sonrasındaki Rönesans mimarisine kısaca bakalım.
I. GOTİK MİMARİ
Gotik
Mimari olarak tanımladığımız mimari stil ilk olarak 1140 civarında kuzey
Fransa’da doğmuştur. Paris’te daha uzun, daha aydınlık ve daha hacimli
kiliselerin inşaatı sürecinde bu stil iyice yayılmıştır. Gotik mimari, Romanesk
mimarinin gelişmesiyle ortaya çıkmış, zamanla yerini Rönesans mimarisine
bırakmıştır. İlerleyen yıllarda bu stil kalelerde, saraylarda, köprülerde şehir
duvarlarında ve kapılarında da kullanılmıştır. Özellikleri kaburgalı tonozlar,
sivri kemerler ve uçan payandalardır.
Gotik
mimarlık doğuşunu, kısmen matematik ve bilimin dirilişine borçludur. Romanesk
yapıtın arkasında yatan temel matematik işlem toplama idi. Romanesk formlar
gruplar halinde toplanmış ve birbirinden belirgin bir biçimde ayrılmıştı. Sivri
kemer ya da kaburgalı tonoz gibi yenilikçi öğeler, masif duvar örgüsünün
oluşturduğu kabuk ortadan kayboluncaya kadar taşıdıkları strüktürel potansiyeli
kullanamamıştı. 12. yüzyılın başlarında Öklit geometresinin yeniden keşfedilmesiyle
mimarlar yalnızca toplama işlemine dayanmayı bıraktı.
Gotik
Mimari’den önce erken Ortaçağ mimarları ağır taş duvarların yüklerini yaymakta
zorlanıyorlardı. Bu da yapıların genellikle alçak ve ince olmasına yol
açıyordu. Aksi takdirde ağırlığı taşıyamayan yapıların çökebileceğini
düşünüyorlardı. Gotik Mimari’nin bilinen en önemli özelliklerinden birisi ise
yapıların boyuydu. Bir takım yeni inşaat teknikleri mimarların ağırlıkları
yayabilmelerini sağlıyordu. Bu sebeple gotik mimari eserleri oldukça yüksek,
diğer bir deyişle gökyüzüne kadar ulaşan yapılar olabiliyordu ki bu da katedral
ve kiliseler için paha biçilmezdi.
Mimarların
ağırlıkları yayabilmelerine yardımcı olan inşaat tekniklerinden birisi olan
dayanma kemeri Gotik Mimarinin karakteristik özelliklerinden bir diğeridir. Bu
kemerler ağırlığın yayılmasını sağlayarak duvarların üzerindeki yükü alıyor ve
bu yükü direkt olarak zemine transfer ediyordu. Ayrıca dayanma kemeri pratik ve
dekoratifti. Esere destek sağlamanın yanı sıra ayrıntılı dizaynı ve olağanüstü
süslemesi ile de dikkatleri çekiyordu.
Sivri
uçlu kemerlerin kullanımı ise Gotik Mimari eserlerinin iç kısmında dikkati
çekmekteydi. Sivri uçlu kemerler de aynı şekilde hem pratik hem de dekoratifti.
Sivri uçlu kemerler efektif bir şekilde ağır tavanların ve hacimli dizaynların
gücünün yayılmasını sağlıyordu. Aynı zamanda eski yapılarda kullanılan
sütunlara oranla çok daha fazla ağırlığı destekleyebiliyordu. Daha güçlü
kemerlerin kullanımı daha fazla dikey uzunluklara olanak sağlıyor ve yapılar
gökyüzüne doğru uzanabiliyordu.
Sivri
uçlu kemerlerin başarısı sonucu gotik mimarinin bir diğer karakteristik
özelliği olan kubbeli tavanlar ortaya çıkmıştır. Kubbeli tavanlar sivri uçlu
kemerlerin teknolojisini kullanarak gücün ve ağırlığın dağılmasını
sağlıyorlardı. Aynı zamanda yüksek ve heybetli bir izlenim yaratan kemerler,
kubbeli tavanları da ihtişamlı ve zarif kılıyorlardı. Gücün kubbeli tavanlarla
dağıtılmasının sağlanması tavanların farklı şekil ve boyutlarda inşa edilmesine
de olanak sağlıyordu. Gotik Mimari’den önce ise tavanlar sadece daire ya da
dikdörtgen biçiminde olabiliyorlardı.
Gotik
Mimari’den önce kaleler ve erken Ortaçağ yapıları yaşamak ya da ibadet etmek
için oldukça depresifti. Özellikle kaleler nemli ve küflü mekanlardı. Taşıyıcı
sistem yeterince güçlü olmadıkları için taştan çatılarla örtülenemiyor,
tavanlar genellikle ahşaptan yapılıyordu. Bu da yağmurun rahatlıkla içeri
girmesine olanak sağlıyordu. Ayrıca bu yapılar karanlık ve donuklardı.
Pencereler de genellikle küçüktü. Gotik Mimari ise ışığı, renkli pencereleri,
havadar iç mekanları vurguluyor, böylece kaleler ve kiliseler daha güzel ve
görkemli yapılara dönüşüyorlardı.
Gotik
Mimari’nin karakteristik özelliklerinden bir diğeri de yaratık şeklinde
heykelciklerdi. Çatılara ya da siperlere kondurulan bu heykelcikler dekoratif
bir görünüm sağlıyordu. Bu heykelciklerin kullanım amacı ise çatıda biriken
suyu ağızlarından boşaltmaktı. Böylece su kuvvetli bir şekilde zemine
dökülmüyor, heykelciklerin ağzından yavaşça akıyordu. Gotik Mimari ile birlikte
yapılar sadece fonksiyonel olmaktan çıkmış, aynı zamanda estetik ve güzel
olmaları da sağlanmıştır.
Gotik Mimari Örnekleri:
- Fransa da Notre Dame Katedrali,
- İngitere’de Westminster Abbey,
- İtalya’ da Milano Katedrali, Basilica of San Francesco d’Assisi, Castel Del Monte, Siena Katedrali,
- Almanya’da Cologne Katedrali, Frankfurt Katedrali
Gotik Mimarinin Özellikleri:
- Romanesk eserler yatay düzlemdeyken, Gotik eserler dikey düzlemdedir.
- Gotik eserlerin yükseklikleri, Romanesk eserlerin yüksekliklerinin yaklaşık iki katıdır.
- Gotik eserlerinin pencereleri genellikle zengin vitraylarla süslenir. Hem iç hem de dış süslemeler ince işçilik ürünüdür.
II. RÖNESANS MİMARİSİ
Rönesans,
kelime anlamı olarak ‘yeniden doğuş, canlanış’ demektir ve bu akımla eski Yunan
ve Roma kültürünün, Orta Çağ kültürünün ardından yeniden canlanması fikri
güçlenmiştir. İtalya’da yayılmaya başlayan bu hareket, aslında Roma ve Antik
Yunan medeniyetlerinin kültür unsurlarının yeniden ele alıp incelenerek sanat,
bilim ve edebiyata yansımasıdır. 15. yüzyılda İtalya’da başlayarak 16. yüzyılın
ilk yarısında tüm Avrupa’ya yayılmıştır.
Orta
Çağ’da hakimiyet sürmüş olan skolastik düşünceden bunalan sanatçılar, sanatın
sadece dini amaçlara hitap etmediğini kanıtlama düşüncesindeydiler. Orta Çağ’ın
skolastik felsefesini yaratan ve yöneten din adamlarına karşın Rönesans’ın
bilim insanları, ‘hümanizm’ akımını başlattılar. Dante ve döneminin en büyük
bilgini sayılan İtalyan hümanist ve şair Francesco Petrarca‘nın öncülük ettiği bu akım
birçok entelektüelden de destek gördü. Hümanizm yaratıcılık ve doğaya üstün
gelme mücadelesini temel alan bir anlayış olarak Orta Çağ’da benimsenen ‘İnsanın
ilk günahının kefaretini ödeme’ ve bu
biçimde yaşamaya devam etme fikrini çürütüyordu. Rönesans ile birlikte dinin
sanat ve toplum üzerindeki etkisi azaldı. Sanatçılar eserlerine imza atmaya,
din dışında yapıtlar vermeye ve doğaya ait betimlemeler yapmaya başladılar.
Rönesansın ilk evresi olarak adlandırılan Floransa’daki Erken Rönesans
hareketi, sanatçıların bireysel yenilik arayışları olarak değerlendirilebilir.
Rönesans,
anlayışı İtalya’da 1400’lerde yayılmaya başladığı sıralarda, İtalya yarımadası
dükalıklara, cumhuriyetlere ve krallıklara bölünmüştü. Bu kent devletleri
sürekli rekabet halindedir ve bu rekabet dönem dönem hasar verici silahlı
çatışmalara da neden olmuştur. Aslında o dönemde İtalya ve Sicilya’nın güney
yarısı bir süre boyunca İspanya’nın uydu krallığı olarak varlığını
sürdürmüştür. Orta İtalya bölgesinde ise bir krallık olarak Papa tarafından
yönetilen Vatikan Devleti vardır. Toplumda; bilim, edebiyat ve sanat gibi
kültürel ögeleri belirleyen bu unsurlardaki değişim, Floransa’yı yöneten
tüccarlar, özellikle de Mediciler tarafından büyük destek görmüştür.
Tanrının
kusursuzluğunu simgeleyen daire formu , Rönesans tasarımcıları için çekici bir
formdur. Bu nedenle daire ve kare, kilise planlarının ideal formları olarak
kabul edilmiştir; bununla beraber yeni kentlerin planında bile dairesel şemalar
uygulanmıştır. Antonio Avellino, destekleyicisi Sforzinda’nın adıyla anılan
yeni bir kent modeli tasarlamıştır; bu
kent planı merkezdeki pazar yerinden ışıyan caddeleriyle sekizgen bir
yıldız şeklinde tasarlanmıştır. O sıralar İtalya’da oluşan siyasal sorunlar
nedeniyle hiçbir kent inşa edilememiştir. 1593’te Venedik Cumhuriyeti
Palmanuova kentinin yapımına
başladığında bu plan benzerinde bir ideal kent inşa etmiştir. Bu Venedik’in
kuzeydoğusunu Türklerin saldırılarından korumak amacıyla yapılmış bir hisar
kentidir. Vincenzo Scamozzi tarafından tasarlandığına inanılan kent, dokuz uçlu
bir yıldız şeklindedir ve merkezi, depodan savaş araç gereçlerinin herekli
yerlere kolayca ulaştırılması gibi bir amaca hizmet etmiştir.
Dokuz uçlu yıldız planlı Palmanuova kenti.
Rönesans
döneminin mimarisinin ana yapı malzemesi taştır fakat yükseltilmiş kubbelerde
tuğla kullanılırken sütunlarda ve dekorasyonda genellikle mermer
kullanılmıştır. Orta Çağ’da yoğunlaşan kilise yapılarından farklı olarak
Rönesans döneminde sosyal içerikli yurt binaları, sivil yapılar(saray, köşek
vb.) yapılmaya başlanmıştır. Rönesans döneminde, resim ve heykelde de olduğu
gibi mimaride de derinlik etkisi verilmeye çalışılmıştır. Pencerelerde iç içe
açılan kemerler ile, kubbelerde yüksek kaburgalar ile sağlanmıştır.
Rönesans’ta
yaşanan ilk mimari değişim Brunelleschi (1377-1446) ile gerçekleşir. Gotik
üslubu çok iyi bilen Filippo Brunelleschi’nin, klasik mimarinin inceliklerini
öğrendikten sonra Floransa’da gerçekleştirdiği yapılar günümüzde bile hayranlık
uyandırmaya devam etmektedir. Mekanları kubbelerle kapatma yollarını bulmuş ve
bunu başarıyla uygulamıştır. Üslup olarak eski üslubun etkileri hissedilse de
yeni teknikler kullanmıştır. İlk mimari eseri olan Floransa Katedrali Roma’daki Panteon Tapınağından sonra en büyük ve en anıtsal
kubbeye sahiptir. Teknik olarak bu katedralin kubbesi klasik bir tasarım
değildir. Fazla biçimsel veya bezeme özelliklerine sahip olmasa da kubbenin
boyutu onun bir Rönesans yaratımı olduğunu anlatmaya yeter ve büyüklüğü
açısından da Roma mimarisine özgüdür. Dik ve sivri profile sahip kaburgalı
kubbe yapısında Gotik etkiler hissedilir. Oysa sanatçının 1421 yılında tasarladığı
St. Lorenzo Kilisesinde Gotik etki tamamen kaybolmuştur. Bu kilise daha sonra
Michelangelo’nun yapacağı Medici ailesinin mezar kilisesi için de bir örnek
niteliğindedir. Pazzi Şapeli, Öksüzler Yurdu, Pitti Sarayı ve St.Lorenzo
Kilisesi Brunelleschi’nin eserlerinden bazılarıdır.
Bir
diğer Rönesans mimarı ise Leon Battista Alberti’dir. Sanatçı, kiliseler yerine
daha çok sivil yapılara ağırlık vermiştir. Alberti, antik mimari kurallarına
bağlı bir mimardır ve Alberti’ye göre bir yapının güzelliği oranlar arasındaki
uyuma bağlıdır. Floransa’da yapmış olduğu Rucellai Sarayındaki gösterişli cephe
Roma mimarisinin kemerli pencereleri ile zenginleştirilmiştir. Rönesans
mimarları, birçok örnekte inşaat yapabileceği yeterli açık alana sahip
olmadığında tercihen klasik merkezi planı, gotik bazilika planına uydurmak
zorunda kalmıştır. Alberti de bu sorunla 1450-1461 yılları arasında San
Francesco Kilisesi’ne yeni bir dış cephe yaparken karşılaşmıştır. Eski kilise
duvarları boyunca Alberti, Roma’daki Colosseum’un kütleselliğini anımsatan yeni
bir duvar yaratmıştır ve kilisenin sonunda Roma zafer takından türetilmiş bir
giriş planlamıştır.
Rucellai Sarayı – Leon Battista Alberti
San Andrea – Leon Battista Alberti
İtalyan
yüksek Rönesans mimarisinin temsilcisi olan Donato Bramante’nin yapılarında ise
anıtsal ve sağlam bir dış görünüşe rastlarız. Yapıların içinde de geniş bir
mekan etkisi yaratılmıştır. San Pietro Kilisesindeki Haç planlı yapının Haç
kollarının kesiştiği yerde büyük bir kubbe yer almasını planlamıştır fakat
Bramante’nin ölümünden sonra bu kubbeyi Michelangelo tamamlamıştır. Bu yapı
günümüzde Vatikan Papalık Kilisesi olarak kullanılmaktadır.
Santa Maria Delle Grazie – Donato Bramante
Rönesans Mimarisinin Özellikleri:
Rönesans mimarisi taş ve mermer malzemenin ağırlıklı olarak kullanıldığı daha çok sivil yapılarla ortaya çıkar. Bunun yanı sıra dini yapıların yapımı da devam etmiştir.
- Bu dönem yapılarında Yunan ve Roma mimari örneklerinde gördüğümüz mimari ögeler yeni bir anlayışla kullanılmıştır.
- Dini yapılar adeta Orta Çağ dinsel inancının bu dönemde yıkıldığını gösterir gibidir. Tanrıya yaklaşmayı sağlayan sivri tonoz, sivri kemer ve çan kulelerinin yer aldığı yüksek yapılar yerini yuvarlak kemer, beşik tonozun kullanıldığı daha alçak merkezi planlı yapılara bırakmıştır.
- Yapı cephelerindeki farklılaşma yeni oluşan düzenin etkisindedir. Cephelerdeki hareketlilik yerini sadeliğe bırakmıştır.
- Yapılar mahalle aralarında kalmış alçak görünümlü en çok üç katlı olarak inşa edilmiştir.
- Orta çağ kilise ve katedrallerinin cephelerinde yer alan dini konulu heykel ve kabartmalar Rönesans örneklerinde yoktur.
III. FLORANSA KATEDRALİNİ İNŞA EDEN MİMAR MÜHENDİS FILIPPO BRUNELLESCHI
Floransa’daki
pek çok anıtın tasarımlarından sorumlu olan Filippo Brunelleschi (doğumu:1377-ölümü:1446),
İtalyan mimari tarihinin en önemli isimlerinden biri ve mimari de Rönesans’ın
başlatıcısı sayılır. Başyapıtı olan Duomo’nun kubbesi, klasik Roma mimarisi ile
Rönesans’ın iyimser ve hümanist anlayışını birleştirerek yeni ve iddialı bir
mimari tarzın öncüsü oldu.
Filippo Brunelleschi'nin
babası Brunellesco Di Lippo, Floransa kentinin resmi noteriydi. Annesi Giuliana
Spini’nin ailesinin kökleri Spini ve Aldobrandini ailelerine uzanır. Filippo üç
kardeşin ortancasıydı. Babası, Filippo’nun kendisi gibi hukuk okuyup noter
olmasını istiyordu fakat Filippo’nun hayali sanat kariyeri yapmaktı ve bu yolu
seçti.
Brunelleschi, Floransa’da 1392-1398
yılları arasındaki eğitiminin ardından kuyumcu (o dönemde sanatçı olmak isteyen
herkes önce kuyumculuk öğrenimi görüyordu) ve heykeltraş stajyeri olarak bir
atölyede çalışmaya başladı. Çıraklık döneminde daha çok kuyumculuk yapsa da aynı
zamanda çizim, resim, süsleme sanatı, tahta oymacılığı ile gümüş ve bronz
heykel çalışmalarında ustalaştı. Daha sonra, belki de tarihin ilk çalar saatlerini
yaptı.
Brunelleschi’ye kariyerinde yol
gösteren matematikçi ve hekim olan arkadaşı Paolo dal Pozzo Toscanelli oldu.
Toscanelli'nin fen ve matematiğe özellikle de geometriye olan ilgisi,
Brunelleschi’nin de teknolojiye
yakınlaşmasını sağladı. Bu ilgi daha sonra ona kariyerinde yeni kapılar
açacaktı.
Brunelleschi 1402 yılında Arte della
Seta’da öğrenciyken, Floransa Lordu tarafından organize edilen Floransa Vaftizhanesinin
bronz kapılarının tasarımı yarışmasına katıldı. Brunelleschi
yarışmaya katılan yedi sanatçıdan biriydi, çalışması yüksek kalitede
bulunmasına rağmen tek başına birinciliği kazanamadı. Tasarladığı panel,
Lorenzo Ghiberti’nin eseriyle birlikte birinciliği paylaşmasına karşın juri
paneli Ghiberti’nin gerçekleştirmesini, Brunelleschi’nin de Ghiberti’ye
asistanlık yapmasını istedi. Jürinin bu talebini onur kırıcı bulan Brunelleschi
yarışmadan çekildi. Ghiberti’nin ve Brunelleschi tarafından tasarlanan mükemmel
paneller bugün Floransa’da Palazzo del Bargello’da Bargello Müzesinde
görülebilir.
Brunelleschi’nin tasarladığı
panelde, Hz.İbrahim oğlu İshak’ı Tanrıya kurban ederken, gökten melekler
tarafından indirilen koç sahnesi işlenmiş. Panelin alt tarafındaki tasvirde,
yardımcısı Hz.İbrahim’i beklerken, eşeği otlanıyor diğer bir yardımcı da
ayağındaki dikeni çıkarıyor.
Vaftizhanenin bronz kapıları tasarımı yarışması Brunelleschi için kariyerinde bir dönüm noktası oldu ve ilgisini mimarlığa yöneltti. Bu kez onu etkileyen dostu muhteşem heykeltraş Donatello (1386-1466) idi.
Heykeltıraş, ressam, mimar ve kuyumcu Donatello’nun en meşhur eseri İsrailoğullarının III.Kralı Davud’un heykelidir (Bargello müzesi)
Santa Croce Bazilikası’nda sergilenen tahtadan çarmıha gerilmiş Hz.İsa figürünü Donatello yapmıştı Eser hakkında Filippo’nu düşüncelerini merak ediyordu. Sorduğunda, Filippo:
‘Sen eserinde çarmıha gerilmiş Hz.İsa yerine bir köylüyü canlandırmışsın’ diye cevap verdi. Bu cevabı beklemeyen ve çok kızan Donatello:
‘O zaman bir ağaç da sen al, yap da görelim’ diye yanıt verdi. Sessiz kalan Filippo birkaç ay ağaç yontma ile uğraştıktan sonra aynı boyuttaki eserini bitirdi.
Brunelleschi'nin
çarmıha gerilmiş İsa figürü.
İki arkadaş 1402 yılından başlıyarak birlikte Roma’da iki yılı aşkın bir süre geçirdiler. Bu dönem boyunca Brunelleschi kendini antik yapıları tanımaya adadı. Roma İmparatorluğu’nun zafer taklarının mühendisliği üzerinde çalışmalar yaptı. Büyük bir çok antik binanın, hamamın, bazilikanın, anfi tiyatronun, tapınağın ve yapısal mimari parçaların (kemer, kubbe) çizimlerini yaptı. Mimari araştırmalarının amacı Roma mimarisi ve mühendisliği ile yaşadığı dönemin teknolojisini birleştirmek ve kendi mühendislik yeteneklerini geliştirmekti.
Brunelleschi'nin matematik alanındaki en önemli başarısı, 1415 yıllarında aynaları kullanarak lineer perspektifinin prensiplerini yeniden keşfetmesiydi. Aynalar kullanarak bir düzlem üzerindeki tüm paralel çizgilerin tek bir noktada birleşip yakınsayarak yok olduğunu gördü. Ayrıca bir objenin gerçek uzunluğuyla onun resim üzerindeki uzunluğunun resim çerçevesinin arkasındaki mesafeyle ölçekli olduğunu gördü. Keşfettiği matematik prensipleri kullanarak Floransa’nın doğru perspektifli birçok resmini yaptı. Bu resimler malesef günümüze ulaşamadı fakat Masaccio’nun Trinity freskosu günümüze ulaşmıştır ve bu eserde sanatçı Masaccio, Brunelleschi’nin perpektif prensiplerini kullanmıştır.
Masaccio'nun Teslis(Holy Trinity)
tasviri, 1425, Santa Maria Novella, Floransa
1417’de kısmen
tamamlanmış olan Floransa Katedrali Duomo Santa Maria del Fiore ile ilgilenmeye
başladı. Gotik bir anlayışta başlamış olan
Santa Maria del Fiore kilisesinin kubbesini inşa ederek, büyük bir yenilikçi
olduğunu herkese kabul ettirdi. Kilisenin sekizgen bir kubbe kasnağı üstüne
oturan kubbesini yaparken, Eskiçağ mimarlığından ve kendi koyduğu ilkelerinden
yararlanmıştı.
Santa
Maria del Fiore’den başka yaptığı, yeni bir kilise örneği oluşturan yapıtların
(kare planlı küçük bir yapı olan San Lorenzo kilisesi, merkez planlı San
Spirito kilisesi ve Santa Maria Degli Angeli yapısı, bazilika planlı San
Lorenzo kilisesi) tümünde aynı özellikler, aynı aydınlık ve özlü düzenleme,
düzlemlerin ve kütlelerin aynı dengeli dağılımı ve birbiriyle boğulmayan
hacimler gözlenir.
Bütün
bu yapıtlarda sanatçı, çeşitli mimarlık öğeleri ile yapının bütünü arasındaki
orantılara dikkat etmiş ve bunun için gerekli matematiksel yaklaşımın üstüne
kurulu kişisel bir üslup anlayışı geliştirmiştir. Güzelliğin yasalarını bir
bilim adamı anlayışıyla denetleyen bir sanatçı olan Brunelleschi, Rönesans
sanatçılarının üstünde çalıştıkları anıtların ve manzaraların
persfektiflerindeki dengeyi doğrulamada kullandıkları optik aygıtı bulmuştur. Günümüzde,
XV. yüzyıl Floransa mimarisinin, hatta bütün Rönesans dönemi mimarisinin,
Brunelleschi’nin ilk iki yapıtıyla Ospedale degli İnnocenti ve Floransa Katedrali’nin
çifte kubbesi ile, başladığı kabul edilmektedir.
Brunelleschi 1446 yılında ölünce kubbesini yaptığı Santa Maria del Fiore Katedrali’ne gömüldü fakat zaman içerisinde unutulan mezarı, yüzlerce seneden sonra ancak 1972 yılında yeniden keşfedildi.
Piazza del Duomo’da Katedrali ve Giotto’nun Çan Kulesi’ni
karşınıza aldığınızda hemen sağınızda kalan sokakta, yapının mimarı Siena’lı
Arnolfo di Cambio ve kubbenin yaratıcısı Brunelleschi’nin mermer heykelleri
var. Brunelleschi’nin eserine(kubbeye) bakıyor olması gerçekten etkileyici.
Katedralin mimarı
solda, Brunelleschi sağda, gözleri kubbesinde.
Brunelleschi’nin mimarlık ve
inşaat dışında da hünerleri vardı. 1421 yılında aldığı patent ile endüstri
alanında ilk patent alan kişi oldu. Üç yıl süreyle Carrara mermer ocağından
mermer blokların Floransa şehrine Arno nehri üzerinde taşınmasında kullanılan
vinçli mavnaların tek üreticisi oldu. Ayrıca Floransa’nın Pisa kenti ile olan
savaşlarından birinde askeri tahkimatların hazırlanmasına yardım etti. Duomo
için gereken tuğlaların taşınması için kullanılabilecek yeni tipte bir nakliye
aracı geliştirmeye çalıştı.
IV.
BRUNELLESCHI VE DUOMO SANTA MARIA DEL FIORE KATEDRALİ
Katedral,
içinde kilise bulunduran piskoposluk merkezine verilen addır. 13. yüzyılda Floransa’da
yapımına başlanan katedral, Vatikan’daki San Pietro ve Milan’daki Duomo’dan
sonra İtalya’daki üçüncü büyük katedral. Dünyadaki en büyük üç katedral ise
sırasıyla; San Pietro-Vatikan, Duomo-Milano, St. Paul-Londra.
Vatikan San
Pietro Katedrali
Milano Duomo
Londra St. Paul Katedrali
Floransa Katedrali, Arnolfo di Cambio tarafından 1294 yılında tasarlandığında bu kadar büyük olarak düşünülmemişti. 1351 yılında inşaatı devralan mimar Franceso Talenti, boyutları büyütmüş. Katedralin kubbesi ise dünyada tuğladan yapılmış olan en büyük kubbe olma özelliğine sahip ve bugünkü teknolojiyle bile yapılması zor. Brunelleschi’nin bu tuğlaları nasıl bir araya getirdiği ve hangi teknikleri kullandığı tam olarak bilinmiyor. Bunun en önemli nedeni yapım tekniklerinin Brunelleschi’nin kendisi tarafından saklanmış olmasıdır. Brunelleschi kubbeye ilişkin ne bir model, ne bir çizim ne de bir eskiz bırakmıştır. Hiçbir ahşap yapıyla desteklenmeyen ve tamamen deneysel metotların kullanıldığı, dönemin mimarlarının kesinlikle başarısız olacağına inandığı, çift kabuklu, 46 m. çapındaki bu kubbe, Rönesans'ı ateşleyen yapılardan biri.
IV.1. Katedral Kubbesinin Yapılması
13. yüzyılda
Floransa’nın yakınındaki Siena ve Orvieto gibi şehirlerde büyük ve görkemli
kiliseler inşa edilmişti. Gotik dönemde kilisenin şehrin en önemli yapısı
olması düşüncesi egemen olduğu için, bütün şehirler sahip oldukları güç ve
birikimi büyük kiliseler inşa ederek göstermeye çalışıyorlardı. 1294 yılında
Floransa şehrinin ileri gelenleri kentin en önemli kilisesi olan Santa Reperata’yı
yıkıp yerine yeni bir kilise inşa etme kararı almışlar ve baş mimar olarak
dönemin en önemli mimarlarından Arnolfo di Cambio’yu görevlendirmişlerdi.
Arnolfo
di Cambio, Gotik dönem Floransa’sının en önemli mimarıdır. Şehrin yönetim
merkezi olan Palazzo Vecchio ve Santa Croce Kilisesi gibi çok önemli yapılar
Arnolfo di Cambio’nun eserleridir. Yeni kilise, o dönemde yapılan başka
kiliselere göre son derece yenilikçidir. Orta nefin sonundaki sekizgen büyük
boşluk ve bu boşluğu örten dev boyutlu bir kubbe yaratma fikri Gotik dönem için
son derece ilerici bir yaklaşımdır. Temeli 1296’da atılan kilisenin
tamamlanması 100 yıldan fazla sürerek Erken Rönesans’a kadar uzanır.
Mimar Arnolfo di Cambio tarafından yapılan Kent yönetim
binası Palazzo Vecchio.
Mimar Arnolfo di Cambio tarafından yapılan Santa Croce
Kilisesi.
Yapı,
devasa sekizgen tamburun örtülmesi ile birlikte Rönesans Mimarisi’nin simgesi haline
gelir ve şehrin en önemli buluşmaları kilise meydanında gerçekleşir. Kilisenin
yapımı sırasında defalarca baş mimar değişir. 1355 yılında yeni baş mimar Francesco
Talenti, Floransalılar tarafından beğenilen bir proje hazırlar. Ancak kilisenin
baş mimarı olsa da Talenti’nin yetkileri sınırlıdır. Her ay şehrin önde gelen sanatkarları
ve şehir halkı ile birlikte bir değerlendirme toplantısı yapılır ve herkesin görüşü
alınır. Başmimar şantiyenin sorumlusu olsa da tasarım konusunda tek başına
karar verme hakkına sahip değildir.
Floransa’nın eski kilisesi Santa Reperata ve Santa Maria
del Fiore’nin orijinal ve büyütülmüş planları.
1366
yılında kilisenin bilinen toprakların en büyük kilisesi olması için heyet
kararı ile bir grup sanatkar ve ressam tarafından hazırlanan yeni bir proje
benimsenir ve kilisenin kubbesinin oturduğu kasnak ve onu çevreleyen yarım
kubbeler büyütülür. İnşaata devam edilir. Sıra kubbenin nasıl olması
gerektiğini tartışmaya gelmiştir. 1404 yılında yapılan bir değerlendirme
toplantısına Brunelleschi’de katılır ve fikirlerinin ve önerilerinin tutarlılığı
sayesinde kısa sürede herkesin güvenini kazanır. Brunelleschi çocukluk
yıllarından beri katedralin kalbinde yer alan sekizgen kasnağın nasıl örtülmesi
gerektiği konusunda kafa yormuş, Roma’daki antik yapıları bu gözle inceleyerek,
söz konusu yapıların yapım tekniğine ilişkin sayısız çizim ve eskiz
hazırlamıştır. Santa Maria del Fiore’nin kubbesini inşa etmek Brunelleschi’nin
çocukluk hayalidir ve böylece ölümsüzlüğe kavuşacağını düşünmüştür. Nitekim
Brunelleschi’nin çocukluk ve gençlik yılları kubbesi olmayan katedrali gözlemleyerek
geçmiştir.
1410
yılında sekizgen tamburun yapımı tamamlanır. Ancak söz konusu tamburun üzerine
oturacak olan kubbenin geometrisi ve yapım şekli en büyük tartışma konusudur. Bu
amaçla 19 Ağustos 1418 günü bir yarışma duyurusu yapıldı. Floransa Katedrali’nin
tamamlanması için düzenlenen yeni yarışma Brunelleschi’nin kaderinin döndüğü
nokta oldu. Brunelleschi bu sefer Lorenzo Ghiberti’yi geçerek birinci olur ve önemli
bir mimari tasarım yaratır. Ancak bu eserin tamamlanması o kadar uzun sürer ki Brunelleschi’nin
ömrü yapının tamamlanmasını görmeye yetmez.
Yapılması
amaçlanan kubbe, bundan 900 yıl önce İstanbul’da İmparator Justinianus
tarafından inşa edilen Hagia Sophia‘yı 3,6 metrelik bir farkla geçecekti.
Dünyanın en geniş eğrisel örtüsü olmakla kalmayacak, en yükseği de olacaktı. En
büyük sorun 55 metre yükseklikte kubbenin nasıl taşınacağıydı. Çözümü getiren
kişi ise duvarcı ustası değil kuyumcu ve saat yapımcısı olan Filippo
Brunelleschi‘ydi.
Bu
denli büyük bir yapı için ahşap kemer kullanımı şarttı. Ancak bu büyüklükte bir
kemer kalıbı yapmak oldukça zordu. Brunelleschi, kubbeyi kemer kalıpsız yapma
önerisi getirdi. En küçük tonozun yapımı için bile fazlasıyla önemli olan bu
ahşap kemer kalıbını böylesine büyük bir yapıda kullanmamak haklı olarak herkes
tarafından gülünç bulunmuştu.
Yarışmaya katılan mimarlardan
birisinin, kubbeyi, katedralin ortasından yükselecek kocaman sütunlarla
desteklemeyi teklif ettiği söyleniyor. Başka bir mimar ise kubbeyi, ağırlığı
azaltmak için bir çeşit volkanik kayadan inşa etmeyi düşünüyor. Kısa boylu Brunelleschi yapım sürecinin her aşamasında iskele olmadan
kendi kendini taşıyabilecek, pahalı malzemeler kullanmadan arasında geçit ve merdivenleri barındıran iç içe geçmiş
iki sekizgen kubbe inşa etmeyi önerdiğinde, değerlendirme komitesi
Brunelleschi’nin önerisini gerçekleştirilmesi olanaklı olan tek proje olarak
değerlendirir.
Brunelleschi ısrarlı sorulara
rağmen rakiplerinin fikrini çalabileceğinden korktuğu için bunu nasıl
yapacağını açıklamayı reddeder. Bu tavır, yarışma jürisinin tepkisini çekse de
Brunelleschi’nin tasarımı hoşlarına gider.
Yarışma başvurusundan kısa bir süre sonra jüri, Brunelleschi ile tekrar bir
araya gelir ve projesinin detaylarını anlamaya çalışır. Görüşmeler sonucunda
bunun muhteşem olduğu kadar riskli de bir iş olduğu ortaya çıkar. Brunelleschi,
kubbenin ağırlığı nedeniyle kırılmasını ya da çökmesini önlemek için; fıçıların
etrafındaki çemberler gibi; duvarların etrafına taş, demir ve tahta halkalar
sarmayı düşünmektedir. İlk 14 metreyi taş yapıp devamında tuğla gibi daha hafif
malzemeler kullanacağını söylüyor ve tüm bunları geleneksel bir inşaat iskelesi
bile kurmadan yapmayı planlıyor. En azından ilk 15 metrelik yüksekliğe kadarlık
çalışma sırasında ahşap ve iş gücünden ne kadar tasarruf edilebileceğini
düşünen jüri, bu fikirden oldukça hoşlanıyor.
Yarışma ilan edildikten iki yıl sonra jüri, herhangi bir resmi mimarlık eğitimi bulunmayan Brunelleschi’nin teklifini teknik açıdan yeterli buluyor ve onu kubbe projesinin yöneticisi yapıyor. İşte ikonik kubbenin yapımı böyle başlıyor.
Brunelleschi,
öncelikle kubbenin yapımına kasnağın üst kotuna oturan ahşap bir iskele
oluşturarak başlamıştır. Kasnağın üzerinde sekizgen kubbenin her bir kenarında,
günümüzde de iç ve dış kubbenin arasındaki geçitten gözlemlenebilecek altı adet
dikdörtgen boşluk, dev boyutlu ahşap kirişlerin sabitlenmesi için kullanılmış
ve bu kirişlerin üzerine kubbenin merkezine doğru uzanan yaklaşık 10 metre genişliğinde
ahşap bir platform inşa edilmiştir. Kubbenin kasnak üzerine oturan 3 metrelik
bölümü taştan inşa edilerek ahşap platformun stabilitesi sağlanmıştır. Kubbenin
platform kotunda bulunan toplam 48 adet boşluğun düzeyleri milimetre şaşmayacak
derecede düzgün hizalanmıştır. Bu durumda söz konusu boşlukların yalnızca platformu
taşıyan kirişlerin sıkıştırılması için kullanılmış olması olanaksızdır.
Ahşap platform
Brunelleschi’nin
karsılaştığı başka bir zorluk ise sekizgen kubbenin düzgün olmamasıydı. En kısa
ve en uzun kenar arasında 57 cm’lik bir fark vardı. Bu nedenle karşılıklı
kenarların köşelerinden çekilen demir zincirler kesiştirilerek toplam 4 adet
merkez oluşturulmuştur.
Yani inşa sırasında karşılıklı kenarların geometrisi aynı merkez yardımıyla belirlenmiştir. Zincirlerin sabitlenmesi için kullanılan kancalar günümüzde kubbenin alt hizasında bulunan galerinin 172 cm üzerinde gözlemlenebilmektedir. Zincirler kesiştirilerek oluşturulan sistem şantiye kayıtlarında “kubbenin yıldızı” olarak tanımlamıştır.
Yani inşa sırasında karşılıklı kenarların geometrisi aynı merkez yardımıyla belirlenmiştir. Zincirlerin sabitlenmesi için kullanılan kancalar günümüzde kubbenin alt hizasında bulunan galerinin 172 cm üzerinde gözlemlenebilmektedir. Zincirler kesiştirilerek oluşturulan sistem şantiye kayıtlarında “kubbenin yıldızı” olarak tanımlamıştır.
Bir
dizi taş ve ahşap hatıl, kubbenin çevresi boyunca dolanıp muhtemel yırtılma
noktalarını kavrayacak ve dıştan destekleyecekti. Böylece gerilme kubbenin
kendi içinde emilecek, payandalar gibi toprağa aktarılmasına gerek olmayacaktı.
Kubbenin
ağırlığının kasnak üzerinde yarattığı yanal kuvvetlerin en düşük düzeye
indirilmesi yaşamsal bir ölçüttü. Bu amaçla Brunelleschi kubbenin geometrisini belirlerken
Gotik mimaride sıkça kullanılan “beşinci sivri” kemerden yararlanmıştır. Söz konusu
kemeri oluşturan iki yay parçasının merkezleri kemerin geçtiği açıklığın 4/5’i
kadardır. Bu durumda Brunelleschi kubbenin köşegenlerini oluşturacak olan yay
parçalarının merkezlerini kubbenin geçtiği açıklığın (45 m) 4/5’i olan 36 metre
uzaklıkta belirlemiştir.
Kubbe köşegenlerini oluşturan beşinci sivri kemerin
geometresi
Dolayısıyla köşelerdeki yay parçalarının merkezleri köşelerin kendisinden 36 metre, karşı köşeden ise 9 metre uzaklıktadır. Ahşap platformun 10 metre genişliğinde olmasının nedeni de karşı taraftaki yayın merkezinin platform üzerinden tanımlanmasıdır. Kubbe inşa edilirken köşelerdeki yayların düzgünlüğünün kontrol edilmesi adına pratik bir sistem geliştirilmesi gerekliydi. Bunun için Brunelleschi beşinci sivri kemerin aslında bir yay parçası olması ilkesinden hareketle, kubbenin köşegenlerini içten destekleyen kısmi ahşap şablonlar kullanmıştır. Söz konusu şablonlar yalnızca birkaç metre uzunluğundadır ve kubbe yükseldikçe yukarı doğru kaydırılarak köşegenleri içten desteklerler. Şablonun yeri değiştirildiğinde, her seferinde şablonun üst kenarından yatay referans düzlemi üzerinde daha önceden oluşturulan yıldız üzerinden şakul alınarak hizalanır. Başka bir kontrol işlemi de şablonun kemerin merkezinden hizalanması ile yapılır. Bunun için referans düzlemi üzerindeki beşinci sivri kemerin merkezinden kılavuz bir demir kordon çekilir.
Bunun
yanısıra, Avrupa’da nadir görülenin aksine, kubbe iki kabuklu yapılacaktı. Dış
kabuk yükselerek katedrale daha çarpıcı bir görüntü kazandırırken, iç kabuk ise
iç mekan oranlarına daha uyumlu olacaktı. Kubbe geleneksel yarım küre şeklinde
değil, sivri uçlu olacaktı. Kubbe 4 adet beşik tonozun iç içe geçmesiyle oluşan
sekizgen planlı bir manastır tonozu olacaktı. Sivri kubbe, aynı çapta bir
kasnak üzerine inşa edilen dairesel bir kubbeden üçte bir oranında daha
yüksekte durabilirdi, doğal olarak çekme gerilmesi de düşecekti. Kesişen
kemerlerde kavisin yarıçapı, oluşan aralığın 5’te 4’ü kadar olacaktı. İç kubbe
genişliği temelde 2,1 m iken tepede 1,5 m’nin altına düşecekti. İç kubbeyi
koruyan ve binayı dışarıdan daha heybetli gösterecek olan dış kubbe ise kaidede
61 cm’den biraz fazlayken, tepede 30,5 cm’in biraz üstünde olacaktı.
Daha
önce de değinildiği gibi kubbenin ilk üç metresi masif taştan oluşturulmuş, daha
sonra ise içinde geçit ve merdivenleri barındıracak şekilde çift cidarlı olarak
inşa edilmiştir. Kubbenin bu bölümünün boşluklu olması ve tuğladan inşa
edilmesi aynı zamanda kasnak üzerine binen yükün azaltılması açısından önem
taşımaktadır. İç ve dış kubbe birbirine 24 kiriş ile bağlıdır. Bu kirişler iç
ve dış kubbeden ayrı inşa edilmiş taşıyıcılar değillerdir. Esasen iç kubbe, dış
kubbe ve kirişler aynı yapım tekniği kullanılarak birlikte örülerek inşa
edilmişlerdir. Kubbenin merkezlerini belirlemek için kullanılan yöntem,
kirişlerin yerleri ve derinliklerini belirlemek için de kullanılmıştır. Bunun için
karşılıklı kenarlarda bulunan 6 adet demir kancadan çaprazlama çekilen kordonlar
ile yine yıldız benzeri bir örüntü oluşturulmuştur.
Ana ve tali kirişlerin yerlerini belirlemek için
kullanılan yöntem
Kubbe
yukarı doğru yükseldikçe köşegenler arasında kalan yay parçalarını da beşinci
sivri kemer geometrisine uygun olarak şekillendirmek adına bir yöntem geliştirilmesi
gerekliydi. Öyle ki beşinci sivri kemer geometrisine sahip bütün eğrisel
yüzeyler kubbenin taç kısmında düzgün olarak birleşmeliydi. Bunun için Brunelleschi
sekizgenin her bir kenarının karsısında bir konkoid (sedef ergisi) tanımlamıştır.
Söz konusu konkoid, sekiz kenarın her biri için ayrı ayrı olmak üzere kenarların
her bir noktasından 36 metre uzaklıkta bulunan noktaların birleştirilmesi ile
oluşturulmuştur.
Kenarların her bir noktasından 36 m uzaklıkta bulunan
noktaların birleştirilmesi ile oluşturulan konkoid.
Ancak
iki noktayı birleştiren çizgiler daima daha önce tanımlanan karşılıklı
kenarlara ait merkezden geçmelidir. Böylece yalnızca köşegenlerin değil
köşegenler arasında kalan yüzeylerdeki yay parçalarının da beşinci sivri
merkezleri belirlenmiştir.
Brunelleschi’nin kubbeyi inşa ederken 3 aşamalı bir metot kullandığı tahmin edilmektedir. İlk aşamada karşılıklı kenarlarda bulunan 6 adet kancayı birleştiren zincirler üzerindeki beşinci sivri merkezler olan 36 metre işaretlenmiştir. Daha sonra bu noktalar (şekildeki A ve B noktaları) şakul kullanılarak bir metre aşağıdaki ahşap platform üzerine taşınmıştır. Noktalar birleştirilerek konkoid tanımlanmıştır. İkinci aşamada ise ilk aşamanın tam tersine konkoitten karşı kenara demir kordonlar çekilmiştir. A ve B noktalarının merkez aksından geçerek karşı kenara taşınması ile oluşturulan noktalara (şekildeki A’ ve B’ noktaları) çekilen kordonlar yukarı kaldırılarak köşegen geometrileri tanımlanmıştır. Köşegenlere gönderilen kordonlar düşey düzlemde hareketli iken yatay düzlemde sabittirler. Köşegenler arasında kalan yüzeylere gönderilen kordon ise yatay düzlemde de hareketlidir.
Brunelleschi’nin kubbeyi inşa ederken 3 aşamalı bir metot kullandığı tahmin edilmektedir. İlk aşamada karşılıklı kenarlarda bulunan 6 adet kancayı birleştiren zincirler üzerindeki beşinci sivri merkezler olan 36 metre işaretlenmiştir. Daha sonra bu noktalar (şekildeki A ve B noktaları) şakul kullanılarak bir metre aşağıdaki ahşap platform üzerine taşınmıştır. Noktalar birleştirilerek konkoid tanımlanmıştır. İkinci aşamada ise ilk aşamanın tam tersine konkoitten karşı kenara demir kordonlar çekilmiştir. A ve B noktalarının merkez aksından geçerek karşı kenara taşınması ile oluşturulan noktalara (şekildeki A’ ve B’ noktaları) çekilen kordonlar yukarı kaldırılarak köşegen geometrileri tanımlanmıştır. Köşegenlere gönderilen kordonlar düşey düzlemde hareketli iken yatay düzlemde sabittirler. Köşegenler arasında kalan yüzeylere gönderilen kordon ise yatay düzlemde de hareketlidir.
Solda Konkoid referans alınarak çekilen kordonlar
yardımıyla kubbe geometrisinin tanımlanması. Sağda kubbenin modelini yapan Ricci’nin
kubbe modeli-konkoid referans alınarak çekilen kordonlar yardımıyla kubbe
geometrisinin tanımlanması.
Tuğla
dizilerinin yerleri söz konusu kordon yatayda kaydırılarak belirlenir. Daima merkezden geçerek karşı kenara gönderilen
kordonlar iç kubbenin geometrisini 3 boyutlu olarak tanımlar. Üçüncü aşamada
ise hareketli kordon üzerinde iç kubbe ve dış kubbe kalınlıkları işaretlenerek,
çift cidarlı kubbeyi oluşturacak olan tuğlaların nereye konacağı belirlenmiş
olur. Kubbe yükseldikçe kordonlar yukarı kaldırılır. Böylece kubbenin geometrisi
hem plan hem kesit düzeneğinde hatasız bir şekilde tanımlanmış olur.
Kubbeyi taşıyan kaburgalar yukarıya doğru eğriliyor.
Sekizgen kubbenin her köşesinde bulunan düşey kaburgalar göğe doğru yükselirken bükülecekti. Kabuklar ilk 46 metre taştan, daha sonra hafifletmek amacıyla tuğla ya da tüften yapılacaktı. Kubbeyi çevreleyecek, duvarların içine gömülecek ve dışarıdan görünmeyecek birbirlerine demir çemberlerle tutturulmuş kumtaşı hatıllar öngörülmüştü.
İlk
olarak kubbenin inşa edileceği yüksekliğe o ağır taşların nasıl çıkarılacağı
sorunuyla karşılaşıldı. Filippo, insan gücü değil, at gücü kullanarak bir
makine tasarladı. Mühendislik anlamında çağının çok ilerisinde bir tasarımdı.
4,5 m yüksekliğinde bir ahşap iskeletten oluşmaktaydı. İskelete bağlı yatay ve
düşey döner şaftlar bulunmaktaydı ve çeşitli boylardaki dişli çarkların
hareketiyle birbirinin çevresinde dönüyorlardı. Mildeki çarklardan biri yükleri
yukarıya diğeri aşağıya doğru hareket ettirmekteydi. Bu şanzıman değişimi,
spiral ip sarılmış kocaman bir burguyla sağlanmaktaydı. Çevrildiği yöne göre
mili hareket ettiriyor, böylece halat kasnağını hangi çarkın dişlerinin
döndüreceği belirleniyordu. Bu sistem sayesinde atı çözüp ters bağlamak gibi
zahmetli bir işle hiç uğraşılmamış oluyor, oldukça zaman kazanılıyordu. Yani
mekanizmanın bir geri vites sistemi vardı. Bunun yanı sıra farklı ağırlıktaki
yüklerin taşınması için farklı büyüklükteki çarklar kullanılıyor, öküzün
döneceği tur sayısı değiştiriliyordu. Yani, şu anda bisikletlerde kullanılan
vites sisteminin aynısı kullanılıyordu. İcat ettiği tek makine bu değildi tabi.
Yukarı çıkarılan yüklerin bir de yatay olarak istenilen yere taşınması sorunu
vardı ki castello adı verilen bir makineyle bu sorunu da çözmüş oldu. Bununla
beraber kubbenin yapımı da başladı.
İlk
kumtaşı hatıl için taşlar iç içe iki çember halinde, kubbenin sekizgen çevresi
dışına yatay olarak yerleştirildi. Bu uzun kirişler, 91,5 cm arayla enlemesine
dizilmiş daha kısa kirişlerin üzerine oturuyor ve onlara kilitleniyordu.
Çevreye dizilecek uzun kirişlerin her biri 2,2 m boyunda ve 43,1 cm eninde
olmalıydı. Her taşın altına açılacak oyuklar enine kirişlerle kenetlenecekti.
Bu hatılla beraber toplamda 4 sıra oluşturulacaktı ve kubbeyi her 10,6 m’de bir
çevreleyecekti. Bunun dışında bir de ahşap çember vardı ve ilk taş hatılın 7,6m
yukarısında bulunmaktaydı. İlk başta bu ahşap çemberlerden de 4 adet
planlanmıştı ancak yalnızca ilki yerleştirilmişti.
İnşaat esnasında dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta ise, sekiz duvarda ilerleyen çalışmaların tepede nasıl birleşeceği idi. İlk olarak sekiz köşeye düşey kaburgalar yerleştirildi ve kubbe duvarlarını yönlendirmesi sağlandı. Kubbe tuğlaları yatay sıra ile dizilmiyor, yatayla açıları sürekli olarak artıyordu. En üst noktada eğim 60 dereceye kadar ulaşıyordu. Dolayısıyla bu kademeli eğimi kontrol edecek bir araç lazımdı. Filippo bunun için, kubbenin merkezini belirledi ve merkezden çevreye bir kordon gerdi, bunu hareket ettirerek bir daire oluşturdu ve tuğla ve harçların hangi sıraya göre ve hangi kavisle sıralanacağı saptandı. Kubbe yükseldikçe kordon kısaltıldı. Böylece zeminde 21,3 m olan yarıçap tepede 3 m‘ye düşecekti. Bu yöntem kollu pergelin öncüsü olacaktır.
Resimde
Brunelleschi’nin tasarımının detayları inşa aşamalarıyla birlikte gösterilmiş.
Bir
diğer problem, 30 derecelik kritik açıyı geçtikten sonra harç kuruyana kadar
tuğlaların yerinde tutulmasıydı. Filippo buna da çözüm buldu ve balıksırtı örgü
denilecek düzende kubbeyi ördürdü. Bu şu demek; tuğla sıraları, düzenli
aralıklarla, dikine konmuş daha iri tuğlalar ile kesintiye uğruyor. Dikey
tuğlaların her biri 4 ya da 5 yatay halkadan geçmekte, diyagonal şeritler
halinde kubbenin tepesine yükselmekteydi. Bu tuğlalar 91,5 cm’lik mesafede bir
yerleştirilip kıskaç görevi görecekti.
İç ve dış kubbe arasındaki geçit. Kubbe yükseldikçe
kubbenin merkezine doğru eğimli olarak döşenen tuğlalar
Brunelleschi’nin kubbesinin Giotto’nun Çan Kulesi’nden
görüntüsü
IV.2. Brunelleschi’nin
Kubbesinin Üzerindeki Fener
Kubbenin
yapımının bitmesinin ardından kulenin üstündeki fener yapımına başlandı. Bunun
için yine bir yarışma açtı. Artık Filippo’ya fazlasıyla güvenen yetkililer onun
fener tasarımını kabul ettiler. Ancak her türlü eleştiriye açık olmasını,
eleştirilere yönelik değişiklikler yapması gerektiğini de şart koştular.
Sekizgen
biçimli fenerin ayrıntıları şu şekilde: fener kumtaşı hatılın desteklediği bir
mermer platformun üzerine oturmaktadır. Sekiz payandası, kaburgalarla hizalı
yükselmekte, Korint başlıklı 9,1 metre yükseklikteki pilastrları taşımaktadır.
Pilastrlar arasında yine 9,1 metre yüksekliğinde 8 pencere vardır. İç kısımdaki
küçük kubbenin üzerinde 7 metre boyunda bir külah yükselmektedir. Külahın
tepesinde bir tunç küre ve bir haç bulunur. Feneri hafifletmek için
payandaların içi boş bırakılmıştır. O boşluklardan birinden bir dizi dayanma
merdivenine ulaşılmakta, o merdiven de külaha ve tunç küreye çıkmaktadır. Kürenin
küçük bir kanatlı penceresi vardır. Kentin 106,5 metre yukarısında,
Floransa’nın en geniş panaromasını sunmaktadır. Bugün turistlerin tepeye
ulaşması için 463 basamak çıkması gerekmektedir. Kubbenin dış kabuğundan açılan
bir dizi küçük pencere bulunmaktadır. Toplamda 72 tane olan bu pencereler
kubbenin rüzgara karşı dayanıklı hale gelmesi için yapılmıştır.
463 basamakla
ulaşılan kubbeden görülen Floransa manzarası müthiş. Yün tüccarlarının
oluşturduğu ve o zamanların Floransa’sının en büyük, zengin ve güçlü loncası
katedralin inşasından sorumluymuş.
Brunelleschi’nin Rönesans’ın
başlatıcısı olduğu günümüzde bütün sanat ve mimarlık çevreleri tarafından kabul
görmektedir. Brunelleschi ise aslında dehasını antik yapıları inceleme ve yorumlamada
gösterdiği başarıya borçludur. Öyle ki Ricci’ye göre Antik Romalılar, duvar
işçiliğinde dünyanın en ileri medeniyetidir ve daima öyle kalmışlardır.
Yıllarca Roma mimarisini inceleyen Brunelleschi yalnızca doğru geometri ile
doğru yapım tekniğini bütünleştirerek kubbeye yapımın her aşamasında kendi
kendini taşıma özelliği kazandırmıştır.
Massimo Ricci’nin inşa ettiği 1/5
model özellikle yarım bırakılmış ve kubbenin yapım sırasında yani kapanmadan
evvel kendini taşıyabildiği ispatlanmaya çalışılmıştır. Ricci, kubbeyi
kapatmama fikrinin 20. yüzyılın en önemli İtalyan mimarlarından Giovanni
Michelucci’ye ait olduğunu ifade etmektedir. Michelucci’ye göre kubbenin çağdaş
modeli de bütünüyle kapatılmış olsaydı o da Brunelleschi’nin kubbesi gibi bir
sırra dönüşecekti.
Brunelleschi’ye ait hiç bir çizim
ya da yazılı belge olmaması, şimdiye kadar kubbenin yapım sistemine ilişkin
oluşturulan hipotezlerin doğrulanmasını son derece güç kılmaktadır. 1426
yılında kubbenin yapımı sırasında Brunelleschi’nin rakiplerinden Gherardo da
Prato şantiyeye Brunelleschi’nin kullandığı yapım yöntemini eleştiren bir belge
göndermiştir. Gherardo kubbenin yapımında duvarlar örülürken kullanılan
referans noktasının kubbenin merkezi olması gerektiğini savunmuş,
Brunelleschi’nin kubbenin merkezi yerine beşinci sivri kemer merkezlerini
kullanmasının kubbenin çökmesine neden olacağını savunmuştur.
Katedralin inşaasının bitimiyle
Cosimo de'Medici, Papa’yı davet ederek 1436 yılı Easter pazarında kiliseyi
takdis etmesini istemiştir. 37 bin ton
ağırlığında 4 milyondan fazla tuğlanın kullanıldığı, Brunelleschi'nin kubbesi
batı dünyasının en görkemli mimari başarılarından biri olmuştur. Bir adam
çocukluğundan beri hayalini kurduğu tutkusunu gerçekleştirmişti. 1446 yılında
öldüğünde inşa ettiği kubbenin altına gömüldü. O Rönesansın ilk mühendisiydi.
V. KATEDRALİN İÇ MEKANI
Dış görüntüsünün etkileyiciliği
tartışmasız olan katedralin içi nispeten sade ve süssüz ama önemli detaylara
sahiptir. Rönesans’ı çağrıştıran yalınlıkta ve 155 m. uzunluğunda, 90 m.
genişliğinde bir alan. Yerlerdeki mermerler 16. yüzyıl tarihlidir. Duomo
Katedrali’nin içinde genel olarak dikkat edilmesi gereken 3 nokta vardır.
Katedralin içi.
Optik illüzyonun
sanat ile birleştiği yer döşemesi, Floransa Katedrali
V.1. Kubbenin iç
cephesinde bulunan Vasari’nin büyüleyici freskleri
İç mekanın en önemli sanat eseri kubbenin
iç yüzeyindeki muhteşem freskler. Yakından bakmak için 463 merdiven çıkmanız
gerek. Sonunda bir balkondan ‘Son Yargıyı’ anlatan fresklere yakından bakma
fırsatına kavuşacaksınız. Fresklerin tasarımı, Rönesans’ın bir başka dehası
Vasari’ye ait. Boyamaları ise Vasari’nin öğrencisi Zuccari gerçekleştiriyor.
O zamanlarda halkı ölümden sonraki hayattan korkutmak ve dine bağlılığı artırmak için yapılmış olması muhtemel freskler gerçekten ürkütücü. Zebaniler ve diğer yaratıklar insanlara işkence ediyor; ellerindeki mızraklarla sağı solu deşiyor.
Cehennem ile ilgili en
korkunç sahnelerden biri.
Tüm bunların ortasında, birçok yüzü olan ve her biriyle
insanları yiyen Satan (Şeytan). Gerçekten ürpertici.
Bu freskleri ve sahip olduğu renkliliği 1996 yılından sonra
bu kadar net görebilmek mümkün olmuş çünkü ancak o zaman detaylı bir temizlik
ve tadilattan geçmiş.
V.2. Giriş kapısının
iç cephesinde, kapının üzerindeki saat
Saat, zamanı gün batımından
günbatımına ölçen İtalyan saat sisteminin dünyadaki nadir örneklerinden. Katedralin
saati 17. yüzyıldan beri çalışıyor ve İtalyan saat sistemine göre tasarlanmış.
Dünyanın en eski ve işleyen mekanik saatlerinden. Saatin kadranında 12 değil 24
adet Roma rakamı var. Ayrıca mekanizma, saatin tersi yönünde çalışıyor.
Saat, bir anlamda güneşin hareketlerini takip
ediyor. Saatin altın kaplama uzun ucu 24 rakamını işaret ettiğinde bu gece
yarısı değil; güneşin batışı demek oluyor. O dönemde saatin gece yarısını
gösterip göstermediği kimsenin umurunda değil. Asıl önemli olan güneşin
batışıymış çünkü bu saatten sonra şehrin surlarındaki kapılar kapatılır ve
dolayısıyla çalan çanlara göre herkes, güneşin battığı saatte şehir
duvarlarından içeri geri dönermiş. Güneşin batış saati her gün değiştiği içinde
saati haftalık olarak ayarlıyorlar. Kısacası, saatin ilerleyişinin mantığı; gün
batımından sonra kaç saat geçtiğini göstermek üzerine kurulu. Örneğin kışın güneş
5’te battığında günümüzün saati beşi gösterdiği halde Duomo’nun duvarındaki
saat 24’ü (XXIIII) gösteriyordu. Gece 11’de baktığınızda ise saatin 6’yı (VI)
gösterdiğini göreceksiniz çünkü gün batımından sonra 6 saat geçmiş.
İtalyan saat sisteminin yerine
18. yüzyıldan sonra Napolyon zamanında, bugün kullanılan ve 12'şer saatlik am.
ile pm.'den oluşan Fransız saat sistemi geliyor. Fransız saati sisteminin
benimsenmesinin en büyük nedeni de, İtalyan sistemine göre çalışan ve gittikçe
yaygınlaşan mekanik saatlerin sürekli bakıma ihtiyaç duymasıydı. Güneşin hareketlerini
takip eden bu saatlere kiliseler ve manastırlarda sıklıkla rastlanabilir. Bu
yerlerde saatler, günün duaya ayrılması gereken zamanlarını belirlemek amacıyla
kullanılırlardı.
V.3. Dante’nin İlahi
Komedya Freski
Katedralin solundaki duvarda yer
alan ve 1465 yılına tarihlenen fresk, Floransa surlarının dışında Dante’nin
cehenneme ve cennete giden yolları işaret ettiği bir sahneyi tasvir eder. Freskte,
klasik kırmızı kıyafetiyle Dante; sol elinde İlahi Komedya’nın bir cildini
tutarken sağ eliyle de dokuz katlı cehenneme doğru ilerlemekte olan günahkar
ruhları gösteriyor. Sulu boya freskin tam ortasında ise Mount of Purgatory ve
tepesinde de Adem ile Havva yer alıyor. Burası dünyadaki cenneti temsil ederken
tablonun üzerindeki güneş ve ay da gökyüzündeki cenneti anlatıyor. Dante’nin,
Cennet ve Cehennem’in dışında durmasıyla bir nevi arafta tasvir edildiği
söylenebilir.
Dante ve Şiiri isimli bu freski
isteyen, katedralin yapımında çalışan işçiler olmuş. İşçiler, katedralin içinde
Floransa doğumlu şair Dante’nin bir anısı olmasına istemişler ve Michelangelo’da
bu talebi yerine getirmiş.
VI. KATEDRALİN MODELİ
Universita’di
Studi di Firenze Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Massimo Ricci, Brunelleschi’nin
kubbesinin inşa edildiği yapım tekniğine ilişkin yeni bir teori geliştirerek,
bu teorinin doğruluğunun test edilmesi amacı ile 1/5 ölçeğinde bir model inşa
etmiştir. 1989’dan 2007 yılına kadar devam eden yapım sırasında yalnızca Brunelleschi’nin
kullandığı araç, gereç ve malzemeler kullanılmıştır. Söz konusu model günümüzde
de Floransa’da Arno nehrinin güney kıyısında bulunan Parco dell’ Antonella’da
görülebilinir.
Ricci’nin model kubbesi
Santa
Maria del Fiore Kilisesi’nin kubbesinin yapımına ilişkin Massimo Ricci’nin
geliştirdiği teorinin gerçekliği kesin olarak kanıtlanmasa bile, teorinin
gerçek bir model ile sınanmış olması ve söz konusu modelin başarı ile tamamlanması,
Brunelleschi’nin benzer bir metot kullanmış olması olasılığını çok güçlü kılmaktadır.
Model yapı bilinçli olarak bitirilmemiştir. Eğer bitirilseydi gene hiçbir kimse
nasıl yapıldığını anlayamayacaktı.
VII.
KATEDRALİN ÇAN KULESİ
Giotto’nun Çan Kulesi (Campanile di
Giotto) Floransa’nın Duomo Meydanı’nda yer alan dört ana yapıdan birisidir. Gotik
mimarinin önemli bir örneği olan ve 1359 senesinde tamamlanan kulenin
mimarı ise Giotto Di Bondone’dir.
Floransa Katedrali’ni tamamlayan kompleksin bir parçası olan kule, 84.7
metrelik yüksekliği, 15 metre genişliği ve renkli mermer tabakasıyla dikkat çeker. Bitişiğindeki
Katedral gibi kırmızı, beyaz ve yeşil mermer ile kaplanmış kule İtalya’nin en
güzel çan kulesidir. Fonksiyonaliteden çok dekoratif yanı ağır basan eserin
yapımına Giotto 1334 yılında başlamış.
Giotto 1337 yılında öldüğünde kulenin
yalnızca ilk bölümü bitmişti. Projeyi devir alan Andrea Pisano, Giotto'nun
tasarımına ilk iki bölümde sadık kaldı. Alberto Arnaldi gibi sanatçılar kulenin
dış yüzeyini eşkenar dörtgen formlar ile süslediler. Andrea Pisano ikici bölüm
için tasarlanmış rölyefleri kullanmak yerine 16 niş inşa ederek içerilerine Kralların,
Kahinlerin, Patriklerin ve Peygamberlerin heykellerini yerleştirdi. Heykeller arasında bulunan Donatello’nun
yaptığı ‘İzhak’ın kurban edilmesi’ heykeli 15. yüzyıl natüralizminin heykelcilikte
en önemli örneklerinden birisidir.
Projeye 1348 ile 1350 yılları arasında
iki yıl ara verildikten sonra 1359 yılında tamamlandı. Ara verilen yıllar
kentin kara vebadan kırıldığı yıllardı. Kulenin üst bölümündeki büyük
pencerelerini Francesco Talenti yapmıştır. En üstteki terasa 400 basamak ile
ulaşılır ve enfes bir panaromik manzarası vardır. Kulenin tepesi Giotto’nun orijinal
planında sivri bir tasarımken Talenti tarafından terasa çevrilmiştir.
Çan kulesi meşhur ressam Giotto tarafından tasarlanmıştı. 1337’de öldüğünde yalnızca ilk bölümü bitmişti. Projeyi Andrea Pisano devir aldı sonrasında da Francesco Talenti projeyi bitirdi.
VII.1.
Giotto'nun Çan Kulesi Dekorasyonu
Çan Kulesi’nin en şaşırtıcı
yanlarından birisi Floransa’nın en iyi sanatçıları tarafından yaratılmış çok
zengin heykel ve rölyef kompozisyonlarıyla süslenmiş olmasıdır. Eserlerde
Ortaçağın önemli karakterleri yorumlanmıştır. Bugün görülenler replika olup
orijinalleri Museo dell'Opera del Duomo dadır. Rölyef ve bezemelerde insanın
kaderi ve aktiviteleri Yaratılış kitabından alıntılarla yorumlanmıştır.
VII.1.
Rölyefler
Batı Yakası Rölyefleri
- Adem’in yaratılışı - Andrea Pisano,
- Havva’nın yaratılışı - Andrea Pisano,
- Adem ve Havva dünyayı temizliyorlar - Andrea Pisano,
- Label (hayvancılığın mucidi) - Andrea Pisano,
- Lubal (muziğin mucidi) - Andrea Pisano (ya da Nino Pisano),
- Tubalcain (Metalurjinin mucidi) - Andrea Pisano,
- Noah – (Şarabın mucidi) - Andrea Pisano.
Çan Kulesinin üst katında eşkenar
dörtgen paneller içerisindeki rölyeflerde yedi gezegenli takvim tasvir
edilmiştir: Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter, Satürn.
Güney Yakası Rölyefleri
- Gionitus - Andrea Pisano,
- Muratori - Andrea Pisano,
- La Medicina - Andrea Pisano,
- Şövalye - Andrea Pisano,
- Spinner ve Tessitrice - Andrea Pisano,
- Foroneo yazar/hukukçu - Andrea Pisano,
- Dedalo - Andrea Pisano.
Üst katta eşkenar
dörtgen paneller içerisindeki rölyeflerde Andrea Pisano tarafından dini
erdemler (inanç, umut, hayırseverlik) ve temel erdemler(ihtiyat, adalet, itidal, azim)
işlenmiştir.
Doğu Yakası Rölyefleri
- Kürekçili kayık - Andrea Pisano,
- Ercole ve Caco - Andrea Pisano,
- Tarlanın sürülmesi - Andrea Pisano,
- Tespi'nin at arabası - Andrea Pisano,
- La Geometria - Andrea Pisano.
Bu rölyeflerde insanın tarım gibi aktiviteleri
işlenmiştir. Andrea Pisano üst kattaki eşkenar dörtgen paneller içerisinde Ortaçağın
sözel bilimlerini (dilbilgisi, diyalektik, hitabet) ve dört temel bilimi (Aritmetik,
Müzik, Geometri, Astronomi) tasvir etmiştir.
Kuzey Yakası Rölyefleri
- Fidia (heykel) - Andrea Pisano,
- Apelles (resim) - Andrea Pisano,
- Elio Donato ya da Prisciano (dilbilgini) - Luca della Robbia,
- Plato ve Aristotle - Luca della Robbia,
- Arione ya da Orfeo(müzik) - Luca della Robbia,
- Euclid ve Pythagoras - Luca della Robbia,
- Tolomeo (Astronomi) - Luca della Robbia.
Üst katta eşkenardörtgen paneller
içerisindeki rölyefte Yedi Kutsal metin
tasvir edilmiştir: Vaftiz, İtiraf, Evlilik, Kutsal Düzen, Onay, Eucharist,
Aşırı Birleşme.
VII.2.
Ogival Nişler İçindeki Heykeller
Andrea Pisano üst katta 16 ogival niş
yapıp içerilerine heykeller yerleştirmiştir.
Kuzey taraftaki heykeller (Sibilla
Tiburtina, Davide, Solomon, Sibilla
Etritrea) Andrea Pisano tarafından yapılmıştır.
Batı taraftaki heykeller; Prophet -
Nanni Di Bartolo, Prophet Habakkuk - Donatello, Prophet Jeremiah Donatello, Prophet
Abdias - Nanni di Bartolo.
Güney taraftaki heykeller; Prophet
Moses - Andrea Pisano/Maso di Banco; Prophet, Andrea Pisano; . Prophet, Andrea
Pisano; Prophet, Andrea Pisano/Maso di Banco.
Doğu taraftaki heykeller; Prophet Barbuto - Donatello; Prophet -
Nanni di Banco; Hz.İbrahim’in İzhak’ı kurban edişi - Donatello ve Nanni di
Bartolo; Prophet, called the thinker - Donatello.
VIII. AZİZ GIOVANNI (JOHN THE BAPTİST-VaAFTİZCİ YAHYA) VAFTİZHANESİ
Vaftizhane Floransa’nın en
önemli dini yapılarından biridir ve Aziz Vaftizci Yahya’ya (John the Baptist)
adanmıştır (her yıl 24 Temmuz’da anılır). Aziz Giovanni Vaftizhanesi,
Floransa’nın merkezinde yer alan bir tarihi yapıdır. Andrea Pisano ve Lorenzo Ghiberti
tarafından yapılan bu yapı, bronz kapıları ile ünlüdür ve iç dizaynında 13.
yüzyıldan kalma Orta Çağ mozaikleri kullanılmıştır.
Şehirdeki en eski
yapılardan olan Duomo Meydanı’ndaki Aziz Giovanni Vaftizhanesi, 1059 – 1128
yılları arasında inşa edilmiştir. Eski bir Roma tapınağı üzerine yapıldığına
inanılan bu yapı, küçük bir bazilika olarak kabul edilse de sonrasında Floransa
Vaftizhanesi olarak tanımlanmıştır ve 19. yüzyıla kadar Floransa’daki bütün
Katolikler burada vaftiz edilmiştir.
Aziz Giovanni
Vaftizhanesi, sekizgen şekildedir ve dışı tipik Floransa Roma mimarisini
yansıtan renkli mermerlerle donanmıştır. Bronz kapılarıyla ünlü bu yapının en
eski kısmı güney kapılarıdır. Pisano’nun eseri olan bu kapılar dışında diğer
kapılar bir yarışma sonunda yapılmıştır ve yarışmayı Lorenzo Ghiberti
kazanmıştır. İncil’den çeşitli sahnelerin betimlendiği kapılar bu şekilde
yapılmıştır. Bu kapılar “Cennet Kapıları” olarak bilinir. Vaftizhane’nin tavanı
13. yüzyıldan kalmadır ve birçok ünlü Floransalı kişi bu kısımda tasvir
edilmiştir.
Kapıların orjinalleri Museo dell’ Opera del Duomo’da sergileniyor,
binadaki kapılar kopyaları. Bu kapılar, Floransa’nın kara ölüm denilen vebadan
kurtulması şerefine Heykeltraş Lorenzo Ghiberti tarafından yirmi yılda
yapılmış. On panodan oluşan kapıların her panosuna İncil’de anlatılan hikayeler
işlenmiş. Ressam, heykeltraş, mimar, şair Michelangelo bu kapıları “Cennetin
Kapıları-The Gates of Paradise” diye adlandırmış.
Vaftizhane’nin sekizgen
formunun dış yüzeyi beyaz ve yeşil Prato mermeri ile kaplanmıştır. Yüzyıllar
boyunca Vaftizhan’nin patronajlığını kumaş loncası üstlenmiştir. Muhteşem
kapıları ve içerideki sanatsal çalışmaları fonlayan bu kurum olmuştur.
Üç kapının en eskisi 1330
yılında modellenen ve Andrea Pisano tarafından dökülen güneye bakan kapıdır. Bu
kapı 1336 yılında doğu kapısı olarak yapılmış sonradan 1452 de Lorenzo
Ghiberti’nin Cennetin Kapılarını taşımak için güney kapısına yerleştirilmiştir.
Vaftizhane’nin içini
mozaik ile kaplamak pahalı ve zor bir işti. Muhtemelen 1270 yılında başlamış ve
bir sonraki yüzyılın başına kadar devam etmişti. Bazı otoriteler, Venedikli
sanatçıların görev aldığından bahseder. Bu misafir sanatçılar, Coppo di
Marcovaldo, Meliore, Cmimabue gibi yerel önemli sanatçıların yardımcılığını
yapmıştır.
Oktagonal Vaftizhane’nin üstü sekiz çatı kemeri ile kapatılmış. Her sekiz kemere de bir kompozisyon yapılmış. En göze çarpan mozaik Hz.İsa mozaiği hemen yanında da Kıyamet günü kompozisyonu var. Kemerlerdeki mozaikleri yapmak 60 ile 70 yıl sürmüş. Bu uzun süre içerisindeki stil farklılıkları mozaiklere dikkatlice bakıldığında fark edilebiliniyor. Mozaiklerin stili lokal Romanesk tarzı ile Bizans tarzının karışımı.
Mozaik
tavan, 1240-1300 yılları arasında yapılmış.
Apse’deki
mermer desenler 1255 yılında sanatçı Franciscan Jacopo di Torrita tarafından
yapılmıştır.
San Giovanni Vaftizhanesi Floransa’nın
en eski astronomi merkezlerinden birisidir. Yaklaşık bin yılı civarında kuzey
kapısına yerleştirilen kakma mermer Floransa’nın en eski astronomik belgesidir.
Zodyak figürlerin mermer içine kakma yapıldığı, yıl içerisinde güneşin
yörüngesinde ilerlemesini gösteren bir güneş saatidir. 13. yüzyılda mermer
Vaftizhanenin doğu bölümüne taşındığı için güneşi doğru açıyla alamamakta
böylece doğru göstermemektedir.
VIII.1. Cennetin Kapıları (Doğu Kapısı)
Cennetin Kapıları (The Gates of Paradise): Cennetin Kapıları, heykel ve metal çalışmaları ile bilinen ünlü sanatçı Lorenzo Ghiberti tarafından yapılmıştır. Ghiberti, Aziz Giovanni Vaftizhanesi’nin bronz kaplama kapıları için yapılan yarışmaya katılmış ve orada yaptığı “Isaac’ın Kurban Edilme Azabı” konulu pano ile dikkatleri üzerine çekmiştir. Yarışmayı kazanan Ghiberti 28 ve 10 panodan oluşan iki kapı yapmıştır. Eski Ahit’ten sahneler içeren 10 panolu kapı daha doğal görünüşlü, perspektif kurallarına daha uyan bir sanat eseri olmuştur. Ancak kapıların popüler olmasına Michelangelo’nun coşkulu övgüsü neden olmuştu. Michelangelo, kapılara Cennetin Kapıları demiştir.
Adem ve Havva
Cain ve Abel (Kabil ve Habil)
Tevrat’a göre Kabil, Hz. Adem ile Havva’nın ilk, Habil ise ikinci oğludur. Habil koyun çobanı, Kabil ise çiftçi olmuş, bir müddet sonra Kabil toprağın mahsulünden, Habil de sürünün ilk doğanlarından ve yağlarından RAB’be takdime sunmuş, fakat RAB Habil’in takdimesini kabul etmiş, Kabil’inkine bakmamıştır. Buna çok öfkelenen Kabil, RAB’in ikazına rağmen kardeşi Habil’i öldürmüştür. Bunun üzerine RAB Kabil’in toprak tarafından lanetlendiğini, yeryüzünde kaçak ve serseri olarak yaşayacağını bildirmiş, ancak bu suç sebebiyle öldürülme ihtimaline karşılık kendisine güvence vermiştir. Bundan sonra Kabil Aden’in doğusundaki Nod diyarında yaşamıştır. Yahudi literatüründe Kabil’in Habil’i öldürmesine toprak kavgasının sebep olduğu da ileri sürülmüştür.
Hz.İbrahim’in İzhak’ı kurban edişi
Nuhun sarhoşluğu
Nuh’un
sarhoşluğu – Michelangelo – Vatikan Sistin Chapel tavanı
Esav ve Yakup
Hz.İbrahim’in oğlu İshak ile Rebeka’nın çocukları
annelerinin karnında itişiyordu. Rebeka, ‘Nedir bu başıma gelen?’ diyerek
RAB'be danışmaya gitti. RAB onu şöyle yanıtladı: ‘Rahminde iki ulus var, Senden
iki ayrı halk doğacak, Biri öbüründen güçlü olacak, Büyüğü küçüğüne hizmet
edecek.’ Doğum vakti gelince, Rebeka'nın ikiz oğulları oldu. İlk doğan oğlu
kıpkırmızı ve tüylüydü; kırmızı bir cüppeyi andırıyordu. Adını Esav(a)
koydular. Sonra kardeşi doğdu. Eliyle Esav'ın topuğunu tutuyordu. Bu yüzden
İshak ona Yakup adını verdi. Çocuklar büyüdü. Esav kırları seven usta bir avcı
oldu. Yakup ise hep çadırda oturan sakin bir gençti. İshak Esav'ı daha çok
severdi, çünkü onun getirdiği av etlerini yerdi. Rebeka ise Yakup'u severdi. Bir
gün Yakup çorba pişirirken Esav avdan geldi. Aç ve bitkindi. Yakup'a, ‘Lütfen
şu mercimek çorbasından biraz ver de içeyim. Aç ve bitkinim’ dedi. Yakup, ‘Önce
sen ilk oğulluk hakkını bana ver’ diye karşılık verdi. Esav, ‘Baksana, açlıktan
ölmek üzereyim’ dedi, ‘İlk oğulluk hakkının bana ne yararı var?’ Yakup, ‘Önce yemin
et’ dedi. Esav ant içerek ilk oğulluk hakkını Yakup'a verdi. Yakup Esav'a
ekmekle mercimek çorbası verdi. Esav yiyip içtikten sonra kalkıp gitti. Yakup bu
anlaşmayla babasının mirasından çift hak almaya hak kazandı. O dönemde ilk
doğan çocuk mirastan diğer kardeşlerine oranla bir misli fazla alıyordu.
İzhak’ın mirasının bölüştürme zamanı geldiğinde Yakup ve
annesi İshak’ı kandırarak mirasın Yakup’a verilmesini sağladılar. Esav kendi
hakkının Yakup’a verildiği için kardeşini öldürmekle tehdit etti. Bunun üzerine
Yakup kaçtı gitti. Tanrı Yakup’un adını İsrael olarak değiştirdi ve o
İsrailoğullarının 12 kabilesinin reisi oldu. Esav soyundan gelenler Edomites’ler(Edomlar)
oldu. Onlarda İsrailoğullarına dehşet yaşattılar sonrasında Tanrı tarafından cezalandırıldılar.
Joseph köle olarak satılır
Hz.Musa ve 10 emir
Jericho’nun(Eriha) düşüşü
VIII.2. Kuzey Kapısı
Kuzey kapısı panelleri
için 1401 yılında açılan yarışmada Lorenzo, Brunelleschi ve Jacopo della
Quercia’nın önünde birinci seçilmiş ve 1403 ile 1424 yılları arasında panelleri
yapmıştır. Kuzey kapısı, Hz İsa’nın, Dört Havari’nin ve Kilise ruhani
liderlerinin hayatlarından kesitler anlatan 24 panelden oluşur.
Yeni
Ahit’in öykülerini betimleyen panellerin yer aldığı Vaftizhane’nın kuzey kapısı
1424 yılında Lorenzo Ghiberti tarafından gerçekleştirildi.
Ghiberti’nin
(1424) Kuzey kapısı panellerinden örnek. Yeni Ahit’ten hikayeler. Tüccarların,
doktorlar ile tartışması
Kuzey
kapısı üzerindeki heykeller. Vaftizci Yahya, inançlı birine ve bir yahudiye vaaz
verirken. Museo dell'Opera del Duomo’da
sergilenmektedir.
VIII.3. Güney Kapısı
Vaftizhane’nin Andrea da
Pontedera (Pisano) tarafından yapılan güney kapısındaki panellerde Vaftizci
Yahya’nın (John) hayatından sahneler betimlenmiştir (1336). Önce doğu tarafı
için yapılan kapı güneye tarafa kaydırıldığında Lorenzo Ghiberti’nin oğlu
Vittorio’nun 1452-1462 yılları arasında yaptığı bronz çerçevenin içine
alınmıştır.
VIII.4. Vaftizhane İçindeki Diğer Objeler
Aziz Vaftizci Yahya’nın hayatının tasvir edildiği Vaftizhane Altar’ında 200 kg gümüş kullanılmış. Rönesans’ın en önemli eserlerinden olan Altar 100 yıllık bir çalışmanın sonucu.
IX. DUOMO SANTA MARIA DEL FIORE’NUN DİĞER BÜYÜK KUBBELİ
YAPILAR İLE KARŞILAŞTIRMASI
Kubbe kelimesi, Arapça’daki
‘Gobbe’ kelimesinin Türkçe’ye geçmesi sonucu oluşmuştur. Türk Dil Kurumu
Sözlüğü’nde kubbe ‘yarımküre biçiminde olan ve yapıyı örten dam’ şeklinde
tanımlanmıştır. Kubbe, şekli itibarıyla en büyük hacmi en küçük yüzey alanı ile
kapatabildiği için mimarinin en etkili yapı elemanlarından biridir. Büyük
hacimlerin ortada sütunlar olmadan yapılabilmesini olanaklı kıldığından
alanları son derece ekonomik kullanan yapılardır. Kubbeli yapılar taşıyıcı sistemleri açısından
yedi gruba ayrılır.
Santa Maria del
Fiore, Pantheon ve Hagia Sophia kubbe büyüklükleri.
IX.1. Yığma
Kubbeler.
Yığma kubbeler salt basınca
çalışan malzeme olan taş ve tuğla gibi kargir malzemelerle üretilmişlerdir.
Yığma kubbelerde yükler, meridyenler doğrultusunda kemerdeki yük aktarımına
benzer şekilde basınç gerilmesiyle mesnetlere iletilir. Kargir malzemenin
çekmeye karşı dayanımı çok düşük olması nedeniyle kubbelerin etek kısmında
açılma yapmaması için, yanal hareketi engellenmiş mesnetlere ihtiyaç
duyulmaktadır. Mimar Sinan'ın yarım kubbelerle ana kubbeyi desteklemeye
çalışması veya gotik katedrallerdeki uçan payandaların kubbenin yataydaki
hareketini önlemeye çalışması hep bu sorun nedeniyle geliştirilen çözümlerdir.
IX.1.1. Hagia Sophia - İstanbul
Dünya mimarlık tarihinin günümüze
kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer alan Hagia Sophia,
mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden sanat dünyası açısından
önemli bir yer teşkil etmektedir.
Yığma kubbeli
yapılara örnek Hagia Sophia.
Yapı 537’den 1453’e kadar 916 yıl
süreyle kilise olarak kullanılmıştır. Osmanlıların Konstantinapolis’i
almalarıyla 1453’den 1935 yılına kadar cami olarak hizmet görmüştür. 1935
yılında müzeye dönüştürülmüştür.
Yapının mimarlar Anthemios ve
Isidoros bazilikanın çatısını, o döneme kadar tüm bazilikalarda kullanılan
ahşap çatı yerine kubbe formunda taş ve tuğla ile kapatmışlardır. Hagia Sophia
bu anlamda dünyada bir ilkdir. Yüksekliği 55.6 metre olan kubbe dairesel
değildir. Bir yönden çapı 31.877 metre iken diğer yönden çapı 30.876 dır.
Ortalamada 31.37 metre kabul edilebilir.
Mimarlar Antemios ile İsidoros,
kubbeli bazilika sorununu çözebilmek için önce geometrik, sonra da yapısal bir
çözüm bulmak zorundaydılar. Geometrik çözüm, orta nefi bir merkezi kubbe, iki
de yarım kube ile örtmekti. Yapısal çözüm de, merkezi kubeyi her biri 9x5,5
metre çok güçlü ayaklara taşıtmak ve ayaklar arasına, kemerlerle birbirine
bağlanan sıkışık düzendeki sütunlarla bir perde oluşturmak ve yan etkileri de,
ana eksen üzerindeki iki yarım kubbe ile doğu ve batı, gotik uçan payandaları
anımsatan kemerli payandalarla kuzey ve güneyde dengelemekti. Bir başka sorun
da düşey ayaklardan, kubbelerin eğrisel yüzeylerine geçişti. Bu da, köşelere
yerleştirilen pandantiflerle çözüldü.
Yapının üç nefi, bir apsisi, iç
ve dış olmak üzere iki narteksi vardır. Apsisten dış nartekse kadar uzunluk 100
metre, genişlik 69.50 metre dir. Birbirine benzeyen çok sayıda anıtsal yapının
strüktürel sistemleri ve işlevleri konusunda bilgi sahibi olan Anthemios ve
İsidoros, imparatorun yeni katedralinin üzerine 100 Bizans ayağı çapında bir
merkezi kubbe kurmaya karar verdiler. Büyük kemer inşası sürerken, ana payeler
dışa doğru eğilmeye başladılar; günümüzde payelerin düşey sapması 61 cm
civarındadır. Bu eğilme ve deformasyonun nedenlerinden biri, geç donan harçtı.
Diğer nedenler ise, ana payelerin temellerinin ve payandaların yetersizliğiydi.
Başlangıçta kubbenin projesi kusursuz bir daire şeklinde yapılmıştı ancak ana
payeler ve payanda ayaklarının dışa doğru oturmaları sonucunda kubbe, kuzey-
güney doğrultusunda, doğu-batı doğrultusuna göre 1 metre daha geniş bir elips şeklinde
inşa edildi. Bu ve diğer deformasyonlar ilk kubbenin çökmesine kadar, hatta
kubbenin Genç İsidoros tarafından yeniden inşa edilmesinden sonra da sürdü;
öyle ki günümüzde bu yapı, Batı dünyasında Pisa Kulesinden sonra gelen en
deforme yapıdır. Ayasofya hakkında daha detaylı bilgi için aşağıdaki linki
inceleyebilirsiniz.
IX.1.2. Selimiye Camii Edirne
Selimiye'de daha önceki hiç bir
camide, Ayasofya ve Bizans eserinde ve antik çağ mabetlerinde görülmemiş bir
teknik kullanılmıştır. Daha önceki kubbeli yapılarda, asıl kubbe kademeli yarım
kubbelerin üzerinde yükselmesine rağmen, Selimiye Camii tek bir kubbe ile
örtülmüştür. Kubbe, 8 filayağına dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur.
Kasnak, fil ayaklarına kemerlerle bağlıdır. Bu şekilde örttüğü iç mekana
verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekanın bir kerede kolayca
anlaşılmasını sağlamaktadır. Kubbe aynı zamanda camiinin dış görünüşünün ana hatlarını
da belirler.
İnşaat sürecinde önce ayaklardan
ilk dördü karşılıklı kemerlerle kilitlenmiş, daha sonra diğerleri üzerine
kemerler atılarak iskelet tamamlanmıştır. Bu ilk dört ayak kubbe ağırlığını
bina köşelerindeki beden duvarlarına aktaran, dışta payandalarla desteklenmiştir.
Mihrap sofasının iki yanındaki ayaklar kısmen beden duvarlarına gömülmüş
olduğundan bunların serbest destek kimliği ustaca gözden saklanmış, girişin iki
yanındakiler farklı seviyelerde beden duvarlarına bağlanarak geri çekilmiştir.
Sekiz ayağı yanlardan destekleyen kademeli payandalar beden duvarlarına
gömüldüğünden hem içeride hem dışarıda etkisi hafifletilmiş unsurlardır. İçte
iskeleti oluşturan sekiz ayağın araları kemerlerle geçilirken bu çözümün dışa
yansıması tekdüzeliği ortadan kaldıran yeni bir buluşla sunulmuştur. Aynı
büyüklükteki kemer dizilerini sekiz defa tekrarlamaktansa çok sayıdaki
pencerenin sivri kemer birimiyle küçük yarım kubbeler aynı yatayda alternatif
dizilmiş, böylece cephenin en üst kesiminde hareketlilik sağlanmıştır. Merkezi
kubbeden başlayarak kademeli bir şekilde aşağıya doğru genişleyen yarım kubbe
ve kemerlerin birbirini tamamlamasıyla dışarıdan kat farklılıkları şeklinde
gözüken unsurlar gözü hareket ettirirken herhangi bir aksama ya da tereddüde
yer vermez. Kubbede büyük ölçülere ulaşılabilmiş diğer yapılardan farklı olarak
düşeyliğin hakim olduğu kütlenin tektonik güçlerini karşılayan iskelet farklı
büyüklükteki yarım küre ve kemerleri esas alan biçimlerle bütüne bağlanmıştır.
Şehzade ve Süleymaniye camilerine göre küçültülmüş yarım kubbeler arasından yükselen ana kubbenin böylesine güçlü ve rakipsiz ifadesi o günlerdeki teknoloji ve yaratıcılığın ortak simgesi gibidir. Mekan bütünlüğüne ulaşma çabalarının zirvesi olan Selimiye, Süleymaniye dahil bütün sultan camilerini ve Hagia Sophia’yı gerilerde bırakmış, bu özelliğiyle dünya sanat tarihine geçmiştir.
IX.2.
Kaburgalı Kubbeler
Kaburgalı kubbelerde, kubbeyi
oluşturan iki farklı eleman bir arada kullanılmaktadır. Bu elemanlardan ilki
kaburgalar olup diğeri ise kaburgaların arasında kalan kubbe dilimini oluşturan
dolgu malzemeleridir. Dolgu malzemeleri kendi ağırlıklarını ve üzerlerine gelen
yükleri kaburgalara aktarma görevini üstlenmişlerdir. Dolayısıyla sisteme gelen
yükler kaburgalar tarafından etek kısmına indirilmektedir. Kubbenin tepe
noktasında kaburgaların birleşimini kolaylaştırma amaçlı olarak basınç çemberi
uygulaması sıklıkla görülmektedir. Kaburgalar eğilmeye çalışırken araları dolgu
malzemesi ile doldurulur. Kalıp gerektirmezler. Bu sistem ile geniş açıklıklar
geçilebilir. Kaburgalar metal, ahşap veya lamine ahşap gibi malzemeler ile
oluşturulabilir. Ayrıca taş ve tuğla gibi kagir malzemeler de kullanılmaktadır.
Malzeme olarak taş veya tuğlanın kullanıldığı kaburgalı kubbelerde hem
kaburgalar hem de dolgu malzemeleri kargir malzemelerden seçilmektedir ki buna
en güzel örnek Floransa Katedrali'dir. Floransa Katedrali'nin kubbesinin tepe
noktasında basınç çemberi kullanılmıştır. Alman Parlamento Binası Reichstag’ın
kubbesi, metal kaburgalara örnek olarak gösterilebilir. Geçebildiği 143 metre
açıklık ile günümüze dek inşa edilen en fazla açıklığı geçen kaburgalı kubbe
İzumo Kubbesi'dir. Kaburgaları tutkallı tabakalı ahşaptan yapılmıştır.
Kaburgalı kubbe
örneği İzumo Kubbesi, Japonya.
IX.2.1. Saint Peter’s (San Pietro) Katedrali Roma
St.Peter Bazilikası
Hıristiyanlığın kalbidir. İlk kez 314 yılında İmparator Constantine’nin talebi
üzerine Hz.İsa havarilerinden Aziz Peter(Petru)’un mezarının üzerine inşa
edilmeye başlanmış 349 yılında tamamlanmıştır.
1492 yılında çökmek üzere olan
Kilise, Niccolò V entrusted B.
Rossellino tarafından yeniden yapıldı. Ortaçağ’da gelirleri ve zenginliği iyice
artan Vatikan Devleti doğu Hıristiyanlarına üstünlüklerini gösterme telaşına
düştüler. Papa Julius II(1443-1513) 1506 yılında mimar Donato Bramante’den her
açıdan Hagia Sophia’ya üstün gelecek yeni kiliseyi yapmasını istedi. Mimarın
ölümünden sonra Giuliano da Sangallo, Raphael, Baldassarre Peruzzi, Antonio da
Sangallo il Giovane sırasıyla projede görev aldılar.
Sıra 1546 yılında Michelangelo’nun
yapıya imzasını atmasına geldi. Kilisenin ana yapısının inşaatı yeni
başlamıştı. Michelangelo planları değiştirdi ve kiliseyi Yunan Haçı planında ve
heybetli bir kubbe ile taçlandıracak şekilde yeniden tasarladı. Yapının en
karakteristik parçası olan kubbesi 1591’de Michelangelo’nun ölümünden sonra
tamamlandı. Kubbe o kadar çok beğenildi ki mimarlık tarihini 300 yıl boyunca
etkiledi. Papa Paul V’nin(1550-1621) talebiyle Kilise mimar Maderno tarafından
Yunan haçı planından Latin haçı planına dönüştürüldü ayrıca kilisenin bugünkü
önyüzü tamamlandı. Kubbenin çapı 41.6 metre, kubbenin en üst noktasının yerden
yüksekliği 117.6 metredir.
IX.2.2. The Dome Floransa
Floransa’da yapımına 1420 yılında
başlanan kubbe, o güne kadar dünyada yapılmış en büyük kubbelerden biriydi.
Üzerine kubbe inşa edilecek olan tamburun serbest açıklığı olan 42 metre, kaburga
yapı ilkesi ile geçilebilecek en büyük açıklık olma özelliğini taşıyordu.
Buradaki esas güçlük ise bu kadar büyük bir kubbenin zeminden 55,7 metre
yükseklikte inşa edileceğiydi.
Ana kubbe kabuğu 1,1 metre ara ile yerleştirilmiş 40 kaburgadan oluşturulmuştur. Kaburgalarda birbirlerine 40 eğik kısa bağlantı kirişleriyle bağlanmıştır. Kubbe hafif tuğlalardan yapılmış ve iç yüzeyi mozaik ile kaplanmıştır.
43,3 metre kubbe çapı olan
Panteon’un yapımından o güne kadar bu denli büyük bir kubbe inşa edilmemişti.
537 yılında ibadete açılan Hagia Sophia’nın ana mekanını örten kubbenin
zeminden yüksekliği 55.60 metre, çapı ise kuzey güney doğrultusunda 31,87
metre, doğu batı doğrultusunda ise 30.86 metredir. 1346’da bir deprem
neticesinde Hagia Sophia’nın kubbesinin bir bölümü çöktüğünde geniş açıklık
geçen kubbelere olan güven iyice sarsılmıştı. Kubbenin inşa edilmesindeki
zorluk yalnızca kubbenin boyutları ile ilgili değildi. 42 metre çapındaki kubbe
4,25 metre kalınlığında duvarları olan sekizgen bir kasnağa oturuyordu.
Kubbenin oturması gereken yükseklik yani kasnağın üst kotu 55,7 metre idi.
Kubbe bu denli yüksekte inşa edildiği için yapımında donatı kullanılması
olanaksızdı. Aynı zamanda kullanılan donatıların tambur üzerinde yaratacağı
baskının tamburun açılmasına neden olacağı da göz ardı edilmemeliydi. Öte
yandan yapımı 16 yıl süren kubbe, donatılı inşa edilmiş olsaydı, söz konusu
süre içinde atmosferik etkilere maruz kalan donatılar işlevini yitirmiş
olacaktı. Aynı şekilde O denli büyük bir ahşap iskele kullanımı da neredeyse
olanaksızdı.
IX.2.3. Saint Paul Katedrali Londra
Mimari stili geç Rönesans ile
Barok arasıdır. Kubbesi dünyanın en büyüklerindendir. Ana yapı Dorset’den
getirilen Portland taşından yapılmıştır.
St. Paul kilisesi mimar Christopher Wren’in bir şaheseridir. Bu yapıyla
birlikte Wren İngiliz mimarisine yeni yapısal özellikler kazandırmıştır.
Merkezi kubbe iç ve dış
kubbelerden oluşur ve sekiz sütun üzerine oturtulmuştur. Kubbenin üzerinde bir
fener vardır. Sekiz sütun arasındaki dört kemer
Latin Haçını hatırlatır.
Katedral inşaası sırasında
Wren’in karşılaştığı en önemli sorun kubbenin muaazzam ağırlığın kubbenin
oturduğu kasnağın duvarlarında yarattığı basıncın karşılanmasıydı. Roma
St.Peter Kilisesinde ve Paris’teki Invalides yapılarında kubbenin yarattığı
basınç çift sütunlu payandalar ile çözülmüştü.
Wren kubbenin oturacağı kasnağın
üzerindeki sıra sütünları yapacağı zaman iç koninin etrafını taşa gömülmüş
demir zincir ile sardı. Böylece kubbenin ağırlığının kasnakta yaratacağ dış
gerilim iç koni tarafından emilmiş oldu.
IX.2.4. Reichstag Berlin
Almanya Parlamento binası olarak
tasarlanan yapının mimarı Paul Wallot’dır. İnşaası 1894 yılında tamamlanan Reichstag
binası 1933 yılına kadar Alman Parlemantosu’na ev sahipliği yapmıştır. Bina
aynı yıl bir sabotaj sonucu yandı, II.Dünya Savaşı sırasında da ciddi şekilde
hasar aldı.
Savaştan sonra Berlin’in ikiye
bölünmesi üzerine Batı Almanya başkenti olarak Bonn şehri seçildi ve Parlemanto
Bonn’a taşındı. Berlin’i bölünmesi sırasında Doğu Almanya bölümünde kalan
Reichtstag 1961 yılına kadar metruk haldeydi, sonra kısmi restorasyonlar
başladı ve 1964’de kullanılabilir hale geldi.
Reichstag soğuk savaş döneminde
(1989 yılındaki Doğu Batı Almanya birleşmesine kadar) sanat faaliyetleri ve
sürekli sergiler için kullanıldı. 1990 yılında Almanya’nın birleşme töreni bu
binada gerçekleşti. Sonrasında başkentin yeniden Berlin’e taşınmasıyla yeniden
parlemanto binası olarak kullanılmaya başlandı.
Reichstag binası 1933 yılında
yanmış, savaşta ciddi hasar görmüş, kubbesi de 1954 yılında çökmüştü. 1990’lı
yıllarda yapının restorasyonu gerçekleştirildi ve Bonn Hükümetinin Berlin’e
taşınma kararından sonra 19 Nisan 1999’da hizmete açılmıştır. 40 metre çapındaki
23,5 metre yüksekliğindeki kubbenin taşıyıcı sistemi çelikten yapılmış kaburga
kirişleri ve bunları birbirine bağlıyan çelik rampadan oluşuyor. Kirişlerin
arası cam levhalar ile kapatılmıştır. Ziyaretçiler rampadan yürüyerek kubbenin
çatısına ulaşabilirler. İkiz sarmal rampa hem ziyaretçiler için bir yol hem de
kubbe için bir taşıyıcı bir sistemdir.
IX.3.
Kabuk Kubbeler
Kabuk kubbeler, düşey ve yatay
yükleri, alttaki yapı elemanlarına yığma kubbelerdekine benzer biçimde
aktarmaktadırlar. Kubbe içindeki basınç gerilmelerini betonun, çekme
gerilmelerini de çelik donatının karşıladığı, betonarme malzemelerle yaygın
olarak inşa edilmektedir. Kabuk kubbelerin ilk örneklerinden birisi Roma'daki
Pantheon tapınağının kubbesidir. 43,3 metre açıklık geçen yarım küre şeklindeki
kubbe, donatısız betondan yapılmıştır. Romalılar kubbeyi hafifletmek için
sünger taşı kullanmış, kubbenin üst noktasında basınç çemberi yapmış, tabandan
tepe noktasına çıkarken kesitinde kubbenin et kalınlığını azaltmış ve son
olarak da kaset döşemeye benzer biçimde kubbenin içinde oyuklar oluşturmuştur.
Kubbeye gelen yüklerin kubbe eteğinde tahribata neden olmaması amacıyla da
kubbenin eteğinde yedi sıra beton halka ile önlem almışlardır. Bu halkalar bir
nevi çekme çemberi gibi görev yapmaktadır. Çelik donatının yapılarda
kullanılmaya başlamasından sonra, beton kubbelerin yerini ince betonarme kabuk
kubbeler almıştır. İlk ince betonarme kabuk kubbe, 1924 yılında Almanya’nın
Jena şehrinde Zeiss Planetarium'da ve 40 metre çapında yapılmıştır. Kabuk
kubbeler ile yığma kubbeler, geçebildiği açıklık ve kullanılan malzeme miktarı
açısında birbirleriyle karşılaştırıldığında; oldukça ilginç şu saptama
yapılmıştır. “Rönesans çağının ünlü yapıtlarından San Peters Kilisesi’nin
kubbesi 40 metrelik bir açıklık için 10.000 ton malzeme gerektirmiştir.
1920’lerde Jena’da (Doğu Almanya) yapılan betonarme bir kabuk için, aynı
açıklıkta sadece 330 ton malzeme kullanılmıştır. Yani verilen ilk örneğin 1/30
kadar bir malzeme kullanımı söz konusudur.
IX.3.1. Pantheon Roma
Pantheon Olimpiya Tanrılarına
adanmış bir tapınaktı. Yunanca’da pantheon kelimesinin anlamı ‘Tüm Tanrıların’
demektir. Zaten çoktular. Tapınak en iyi korunmuş Roma eserlerindendir. Roma
efsaneleri orijinal tapınağında aynı yerde yapıldığını ve Romulus’a ithaf
edildiğininden bahseder.
Kabuk kubbelere örnek
Pantheon, Roma.
Tarihçiler Pantheon’un MÖ 27
yılında İmparator Augustus’un sağ kolu ve yeğeni M. Vispanius Agrippa
tarafından T formunda inşa ettirildiğini iddia eder. Bu tapınak Mars ve Venüs
tanrılarına adanmıştı. Tapınak birkaç kez yangın geçirmiş ve yeniden yapılmış. İlk
yenileme MS 80 yılındaki yangından sonra İmparator Domitian tarafından
yaptırılmış. MS 110 yılında yıldırım düşmesi sonucu çıkan yangından on sene
sonra bugün bildiğimiz Pantheon MS 118 yılında mimarlığa meraklı İmparator Hadrian
ve meşhur Yunan mimar Apollodorus’lu Damascus tarafından tamamen farklı
silindirik bir formda tasarlanmış ve MS 125 yılında hizmete girmiştir. Ne
acıdır ki Yunanlı mimar, imparator ile tapınağın tasarımı için yaptığı bir
tartışma sonrasında öldürülmüştür.
MS 602 yılında Bizans ordusu bir
darbeyle İmparator Maurice’i tahtan indirmişti. Papa tarafından arabulucu
olarak Konstantinapolis’e gönderilen Phocas darbecilerle anlaşıp Bizans tahtına
çıktı. MS 609 yılına gelindiğinde de kendini borçlu hissettiği Papa Boniface
IV’e Roma’daki pagan tapınağı Pantheon’u hediye etti. Papa Boniface IV’de pagan
tapınağı 13 Mayıs 609 tarihinde Madonna ve
şehitlere adayarak bir Hıristiyan Kilisesi haline getirdi. Bu Roma’da
ilk kez yaşanan bir olaydı. Tapınak 1300 sene dünyanın en büyük kubbesi olarak
kaldı. Günümüzde de desteksiz duran en büyük kubbedir.
Tapınak mükemmel bir
orantı uyumuna sahiptir. Tabandan kubbenin tepesine kadar olan mesafe ile
kubbenin çapı birbirine eşittir.
Yapıda kullanılan betonun
reçetesi kaybolmuş, içeriği bilinmiyor. Kubbe çapı 43.3 metre olan Pantheon,
Roma St.Peter Bazilikasından büyüktür. ABD Kongre Binasının kubbesinin çapı ise
29.2 metredir. Tapınağın içerisinde pencere olmadığı için oldukça loştur. Işık
sadece kubbenin tepesindeki 7,8 metre çapındaki büyük delikten girer. İçeride
meşhur sanatçı Raphael ve birçok İtalyan Kralının heykelleri mevcuttur.
Orijinal haliyle korunan zemin geometrik desenli mermerler ile kaplıdır. Tapınağın sütunlu girişini her biri 60 ton
ağırlığındaki 16 masif Corinthian sütunu taşıyor. Mısır’dan getirilen sütunlar
11.8 metre yükseklikte ve 1.5 metre çapındalar.
Romalılar 21 Nisan’ı Roma
kentinin kuruluş günü kabul ederler. Pantheon inşa edilirken öyle bir tasarım
yapılmıştır ki sadece 21 Nisan günü saat 12’de kubbenin tepesindeki boşluktan
giren gün ışığı Tapınağın girişine bir ışık süzmesi olarak fokuslanır. Yılda
bir kez gerçekleşen bu olayı Roma halkı girişin hemen önündeki imparatorlarının
heykeline tanrılardan kendilerine katılması için gelen bir davet olarak
yorumlardı.
Pantheon’da 21 Nisan
saat 12 de güneş ışınlarının tapınağın girişine fokuslanmasını izleyen
meraklılar.
IX.4.
Kemer Taşıyıcılı Kubbeler
Kemer taşıyıcılı kubbeler, sisteme
gelen düşey yükleri kaburga kubbelerdekine çok benzer şekilde önce tali
kirişler yardımıyla kemerlere; birbirine paralel olarak konumlandırılmış
kemerlerde toplanan yükleri de zemine aktarmaktadırlar. Kemerlerin arasında
kalan boşluklar ise ince metal veya ahşap levhalar, membran, cam veya polimer
levha v.b. örtücü malzemelerle kaplanabilmektedir. Kaburgalı kubbelerden farklı
olarak bu tip kubbelerde kemerler kubbenin merkez noktasında kesişmezler,
birbirlerine paralel olarak kubbenin içinde yeralırlar. 280 metre açıklığa
sahip Çin'deki Nantong Sports Centre ise uzay kafes sistemle inşa edilmiş en
büyük açıklık geçen kemer taşıyıcılı kubbe olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kemer taşıyıcılı
kubbelere örnek Nantong Sports Centre, Çin
IX.5.
Çubuk Ağı Kubbeler
Çubuk ağı kubbeler, küre
yüzeyinin farklı geometrik yöntemlerle küçük geometrik şekillere bölünerek, bu
geometrik şekillerin çubuklarla ve bu çubukların birbirine bağlandığı düğüm
noktalarıyla oluşturulduğu kubbelerdir. Bu tip kubbelerde plan, yalnızca daire
şeklinde değil; kare, üçgen, çokgen, gibi formlarda da olabilmekte ve üzeri
kubbe sistemle geçilebilmektedir. Sistemi oluşturan çubuk ağları çelik
malzemeden üretilmektedir. Jeodezik kubbe sistemleri örneği, 36 metre çaplı
Ontario Place.
Çubuk ağı
kubbelere örnek Ontario Place, Kanada
IX.6. Kablolu
Kubbeler
Kablo sistemli kubbeler, dairesel
veya elips planlı açıklıkları geçmek üzere düzenlenen ve tavana doğru, forma
uygun biçimde kademelendirilmiş kasnak çemberler arasında bulunan dikme,
dikmeler arasındaki diyagonal kablo ve çekme çemberi ile basınç çemberi
arasında bulunan rijit kablolar ile oluşturulmuş taşıyıcı sistem türü kablolu
sistem kubbeler olarak anılır. Kablo sistemlerde, kubbeyi ayakta tutmaya yarayan
ve eksenel basınç gerilmesine maruz kalan dikme ve pilonlar, kubbenin eğrisel
formunu oluşturan ve sadece çekme gerilmesine direnebilen kablolardon oluşmuş
bir ağ sistemi ve son olarak da kablo ağlarının üzerini örtmede kullanılan
kaplama malzemeleri olmak üzere üç ana eleman bulunmaktadır. 365 metre açıklık
geçebilen İngiltere'deki Milenyum kubbesi.
Kablo sistemli
kubbelere örnek Milenyum Kubbesi, Londra.
IX.7.
Pnömatik Kubbeler
Pnömatik sistemler; membran bir
yüzeyin iç tarafında basınç fazlalığı yaratarak, yüzeye bir ön germe verilmesi
yoluyla ayakya duran üst örtü sistemidir. Bu ön germeyi sağlayan madde
genellikle hava veya gaz olmaktadır. İç basınç dış basınçtan fazla olduğu
sürece şişme kubbe ayakta kalmaya devam etmektedir. Membran üst örtü
malzemeleri sadece çekme gerilmesine karşı dirençlidir. İç basıç arttıkça da
şişmeye devam eder. Çekme gerilmesi seviyesinin sınır değerinin artırılması
amacıyla hava basınçlı pnömatik kubbeler genelde üstten kablolarla takviye
edilmektedir. 1988 yılında inşa edilmiş 201 metre açıklığa sahip Tokyo Dome
hava destekli, kablo takviyeli pnömatik kubbelere örnek gösterilebilir.
Pnömatik
kubbelere örnek Dome, Tokyo.
IX.8. Kubbeli Yapıların Gelişimi
Yapısal formlar üzerlerindeki
kuvvetleri ve ağırlıkları zemine doğru dokundukları diğer yapı elemanlarına
sıkıştırma gerilimi olarak aktarırlar. Bu yükü taşıyabilmek için zaman içerisinde
farklı taşıyıcı sistemler geliştirilmiştir.
- Kubbeli ilk yapılar silindirik duvarların üzerine yapılmış, böylelikle sıkıştırma gerilimi duvarlara aktarılabilmiştir (Örnek Pantheon).
- Daha sonra kubbeyi sütunlarla taşıma aşamasına geçildiğinde kubbenin sütuna temas noktasını ve stabiliteyi artırmak için pandantif yapı elemanı geliştirilmiş, dıştan payandalar ile desteklenmiştir. Payandaların yapının dış görünümünü bozduğu için daha sonraki yıllarda ana kubbe yardımcı iki yönde yarım kubbeler ile desteklenerek sütun ve duvarlara binen yük azaltılmıştır. (Hagia Sophia).
- Bir sonraki aşamada yarım kubbe çapı küçültülerek, sayısı artırılmış ve ana kubbenin dört köşesine konumlandırılmışlardır (Selimiye camii).
- Kubbenin yüksekliğini artırmak ve kubbenin dışarıdan daha görkemli görünümünü sağlamak için iç içe geçmiş kubbeler tasarlanmaya başlanmıştır.
- Sonunda çeliğin kullanılmaya başlanmasıyla 40 metreyi aşan uzunluklar geçilmeye başlandı.
Dört devasa sütun ve duvarlar
üzerine oturan Hagia Sophia’nın kubbesi 40 kaburgalıydı ve kubbe çapı ortalama
31.5 metreydi. Oysa Floransa Katedrali kubbesi sekizgen kalbur’un üzerine
oturtulunca sadece sekiz kaburga ile 42 metre çapa ulaşabilmişti. Burada farkı
yaratan esas unsur ana gövdeye uygulanan sekizgen kalbur formun etkinliğiydi.
Yapım teknikleri ilerledikçe
farklı malzemeler farklı formlarda kullanılarak daha büyük hacimler
gerçekleştirilebilir olmuştur. Yapı elemanı olarak taş ile büyüklük sınırlarına
ulaşıldığında kalınlığı ince tuğla kullanılmaya başlanmış. Onun limitlerine ulaşıldığında
kaburga kirişler devreye girmiştir. Zaman zaman iç içe geçmiş kubbe formları
yapılarak yapıların dıştan daha heybetli görünümleri sağlanmıştır. Kaburga
kirişler artık yetmez olduğunda da mühendisler çeliği devreye sokmuştur.
Kubbe
mutlak ve sonsuz simetrinin en büyük simgesidir. Panteon tapınağı mimari
tarihinin ilk aşamasında bu gerçeğin en iyi uygulandığı, kubbenin daha çok
simgesel boyutunu vurgulayan bir törensel yapıdır.
Hıristiyan
dünyasında Bazilikalar genellikle ahşap çatıyla örtülüyorlardı. Justinyanos'un
mimarları olağanüstü boyutlarda Hagia Sophia’yı yapmak istediklerinde, bunun
örtüsünü, ahşap strüktürlerle gerçekleştirmeyeceklerini düşündükleri için cesur
bir kararla kubbeli yapıya yöneldiler.
IX.8.1. Camilerde Merkezi Mekan Kullanımı
Osmanlı
döneminin kubbeli yapı simgeselliğinde kubbeyle Gök'ün ve Sultan’ın kimliğini
görmek olasıdır. Bunlardan birincisi İslami bir geleneği sembolize ederken, ikincisi
Sultanın dini yüceltmek çabasını vurgulayıp, aynı zamanda politik bir yüceliği yansıtıyor.
Anadolu'daki
Türk mimarları Doğudaki ve Batıdaki uygulamalann dışında, hatta çağdaş Bizans
yapılarının silindirik tamburlarını da görmezlikten gelerek, kubbe biçimini
benimsediler. Beyazıt Camisi’ne kadar ki hemen bütün örneklerde kubbe taşıyıcı duvardan
tam anlamıyla kurtulamamıştı. Bunun temelinde kubbeyi bir bağımsız örtü öğesi
olmaktan çıkarıp taşıyıcı sistemle birleştiren kubbeli baldakenin bir tasarım
birimi olması yatmaktadır. Beyazıt Camisi'nde ilk kez kişilik kazanan bu kare
baldaken, Sinan'ın elli yıllık denemelerinde kare, altıgen ve sekizgen tabanlar
üzerinde ve kendisini payandalayan çevre öğeleriyle, Sinan sanatının mekansal
ve volümetrik çeşitlemelerini oluşturmuştur.
Bu
mimari üslubun birincil özelliği mimari öğelerle en az bölünen merkezi mekan
olgusudur. Bazilikal şemayı evrensel bir prototip olarak kabullenmiş Hıristiyan
kilise geleneğinin tersine İslam kültürü kesin bir camii biçimi
geliştirmemiştir. Din kurumunun zorladığı bir yapı olarak cami tipi İslam'da yoktur.
Sinan dörtgen, altıgen ve sekizgen baldakenleri eşzamanlı olarak kullanmıştır.
Fakat son dönemlerinde poligonlara daha fazla yaklaştığı görülür. Orta boyutlu
camilerde altıgenin, Selimiye'de ise sekizgenin seçimi onun meslek yaşamı
sonunda ideal kubbeli yapı için vardığı bir sonucu yansıtmaktadır.
Sinan'ın
Hagia Sophia kubbesini geçen bir kubbe yapmak isteğinin Sinan tarafından
söylendiğini şüphe ile karşılamak gerekir. Çünkü Selimiye kubbesi Hagia Sophia
kubbesinden daha büyük değil, iki aksda biraz farklı olmak üzere, ortalaması
Hagia Sophia kubbesine eşittir. Sinan gerçekten Hagia Sophia'dan daha büyük bir
kubbe yapmak isteseydi herhalde santimlerle oynamazdı. Sinan Hagia Sophia'nın
ki kadar bir kubbe yapmak istemiş, fakat bunu tümden değişik ve özgün bir yapısal
sistem ile gerçekleştirmiştir. Sinan burada Hagia Sophia'dan çok Süleymaniye ile
hesaplaşmaktadır.
Ne
San Pietro'nun ne de Taç Mahal'in iç mekanlarına dışarıdaki güçlü kubbe
olgusunun aynı oranda yansıdığı söylenemez. Oysa bütün Sinan yapılarında kubbe
dış yapıda olduğu kadar iç yapıda da kompozisyona egemendir. Kubbenin tümüyle
kavradığı bir iç mekanın en güçlü örneği, Roma Panteonu'ydu.
Kiliselerin
Nartex ve yan nefler gibi ikincil hacimleri olmasına karşın camilerde ikincil
hacimler ya hiç yoktur ya da minimuma indirgenmiştir. Süleymaniye gibi bir yapıda,
Hagia Sophia örtü şemasını uygunsa bile, mimar Sinan yan hacimleri orta hacimle
birleştirmek için büyük bir çaba sarfetmiştir.
IX.8.2. Kilise ve Sinan Camilerinde Işık
Kullanımı
İslam
camilerinin büyük bir çoğunluğuyla ve özellikle kiliselerle karşılaştırınca Osmanlı
klasik dönem camilerinin ışık içinde yüzdüğü söylenebilir. Pencerenin cami
mekanında kazandığı bu önem Sinan'la başlar. Kuşkusuz ışığın az kullanılışı
Hıristiyan dini mimarisinin karakteristik özelliklerinden biridir. Barok dönem
de dahil olmak üzere, bol ışık Hıristiyan litürjisinin mekan içinde arzuladığı
bir şey değildir. Aksine Kilisede merasim sırasında cemaatın iç konsantrasyonunu
sağlamak ve Hz.İsa'nın sınırlı yaşamının mistiğini yaratmak için loş bir mekan
yeğlenmiştir.
Bunun
ötesinde Sinan, kendinden önceki Türk mimarlarının yaptıklarını izleyerek, cami
mekanını dış dünyaya hemen hemen namaz düzeyinden başlayan pencerelerle
açıyordu. Cami zemin kat pencerelerinin bu konumu, bir Hıristiyan kilisesi için
kabul edilmez bir olgudur. Kilise törenine gerekli düşünsel ve ruhsal
konsantrasyonu sağlamayı engelleyeceği düşünülürdü.
Cami
içinde kubbenin eteğinden zemin çizgisine kadar değişik boyut, değişik biçim,
değişik ışık geçirgenliği olan bu pencere dizileri bir ışık hiyerarşisi oluştururlar.
En üstte kubbe kasnağında çepeçevre bir pencere bandı hem içerisini aydınlatır,
hem de kubbeyi vurgular. Osmanlı camileri , Hagia Sophia'dan esinlendiği açık
olan bu ışıklı bandı benimsemiştir.
IX.8.3. Sinan ile Rönesans
Mimarlarının Mimarlığa Bakışları
Sinan'ın
büyük kompozisyonlarının volümetrik yapısının eğer bir metaforla ifade edersek,
küpten küreye doğru uzanan bir yumuşama ve geçiş içinde olduklarını söyleyebiliriz.
Bunun nedeni eğrisel örtü etkisini giderek daha aşağı indirme kaygısıdır.
Hagia
Sophia, iç mekanına eşsiz bir etki kazandıran cesur örtü tasarımı nedeniyle mimarlık
tarihinin en çok övdüğü bir anıttır. Sorunları temelde simgeseldi. Doğu Roma
İmparatoru'na Hıristiyanlığın en büyük bazilikasını inşa edeceklerdi. Bu
büyüklükteki bir açıklığı ise ahşap bir strüktürle geçmek olasılığı yoktu. Onlarda
Bazilikanın orta nefini büyük bir kubbe ile örttüler. Ancak kubbenin neden
olduğu asimetrik payanda yükünü hesaplayamadılar. Bu da dışarıdan tapınağın
hantal ve çirkin gözkmesine neden oldu. Hagia Sophia’ya dışarıdan bakıldığında
heybetli olmasının dışında hoş ve uyumlu bir yapı olduğu söylenemez. Oysa Süleymaniye,
orta kubbesini iki yandan destekleyen iki yarım kubbesinin, soyut şeması
dışında, Hagia Sophia'nın karşıtı olan bir mimari anlayışın ürünüdür. Dışı
kadar içi de uyumlu ve güzeldir.
Bütün
eşzamanlı üsluplar gibi Sinan'ın eserleri de bir kargir duvar, bir kütle
mimarisidir. Fakat Sinan duvar kütlesiyle Michelangelo gibi oynamıyor. Onun
duvarında sadelik hakimdir. Selimiye'de San Pietro'nun duvarlarının süsleri ve
sanatsal eserleri yoktur. Tasarıma egemen olan üst yapının aşağılara kadar inen
volumetrik bütünlüğüdür. Michelangelo'nun penceresi, kapısı ve kolonu kendi
başına bir anıt gibi biçimlenmiştir. Yapının mimarisi değil süsleri ve
heykelleri öne çıkar. Oysa Sinan'ın büyük bir ustalıkla oynadığı dolu boş
oranları, değişik pencereler, ritmik oyunları, büyük kütlenin ürkütücü plastiği
içinde caminin siluetinde adsız oyuncular olarak kalırlar.
İslam
saraylarının ve hükümdarlarının sanatı ve mimariyi simgesel amaçlarla ve çok
zengin düzeyde kullandıklarını biliyoruz. Ancak burada sanat, sanat için değil,
bir gösterinin amaçlarına hizmet etmek için üretilmiştir. Öte yandan cami
mimarisinde, Hıristiyan, Hint ve Çin tapınaklarında bulduğumuz bir ikonolojinin
eşine rastlamak da olası değildir.
Rönesans
mimarını Sinan'la karşılaştırdığımızda en göze çarpan fark Rönesansçıların güzeli
soyut bir düzeyde aramasıdır. Daha sonraki sanatçı kuşaklarının elinde Rönesans,
bir ressamlar ve heykeltraşlar mimarisi geliştirmiştir. Sanatçı hayalinin,
teknisyenden, hatta bilim adamından daha öne çıktığı bir kültür dönemi varsa o
kuşkusuz Rönesans'dır.
Sinan
hiçbir zaman bir nişi, içine bir heykel koymak için tasarlamadı. Benzer şekilde
heykelin herkes tarafından görülecek bir yükseklik ve boyutta olmasını hiç bir
zaman düşünmemiştir. Herhangi bir duvar bölmesini Kuran’dan sahneler resimlemek
üzere boyutlandırmamıştır. Sinan Rönesans sanatçıları arasında çalışmanın
saflığı ve sadeliği açısından Michelangelo’ya değil Leonardo'ya yakındır.
Doğrusunu söylemek gerekirse Rönesans sanat düşüncesinin düalitesini
yapıtlarında en iyi anlatan ve gerçek Rönesans sanat sentezine en yakın sanatçı
Michelangelo idi.
Rönesans
yapısında ölçüye planda, yani yatayda karar verilir. Çünkü proporsiyon
sistemleri düşey ölçüleri yataydan çıkaracaktır, bu proporsiyon sistemlerinin insanın
gerçek boyutlarıyla ilgisi yoktur. Bir kapı içinden geçecek insana ve işlevinin
gerektirdiği öneme göre boyutlanmaz. Proporsiyon sisteminin soyut olarak insan
ölçülerinden kaynaklanması, yapının insan ölçüsüne göre olmasını
gerektirmemiştir. San Pietro'nun kırk metreyi aşan kubbesi yerden yüz metre yukarıdan
başlar. Pandantiflerdeki İncil yazarlarının kalemleri bir metreyi geçer. Fakat
Selimiye'nin 31.50 metrelik kubbesinin insanı saran ve mekanı kucaklayan
hissini San Pietro içinde hissetmek olasılığı yoktur. Selimiye gökte asıllı kalan
bir simgedir.
Sinan'ın
camisinin boyutları ayakta duran ya da namaz kılan adamın ölçülerine göre
düşeyde saptanmıştır. Pencereler zeminden başlar. Kapılar insan ölçüsüne
göredir. Galeriler normal bir kat yüksekliğindedir. Sinan'ın yapısında insan
can ve et olarak, Rönesans yapısında bir fikir ve simge olarak vardır. Rönesans
Hümanizmasının soyut insanı aradan altıyüz yıl geçtiği halde düşünceden dünya
yüzüne inememiştir. Sinan'ın insanı da yeryüzünden düşüncenin soyut düzenine
çıkamamıştır.
İlginç
olan, bütün girintisine, çıkıntısına, heykelsi duvarlarına karşın San
Pietro'nun strüktürel şemasının dört ayağa oturan bir kubbeden ibaret
olmasıdır. Michelangelo'nun ayakları o kadar büyüktür ki, kubbeyi taşımak için
hiç bir payanda sistemine gereksinme duymazlar. Oysa bu tasarı, strüktür
açısından, daha Hagia Sophia'da aşılmıştı. Michelangelo kubbeyi ayakta tutan dört
masif ayakla Roma’nın basit statiğine geri dönmüştür. Burada kubbe ile onun
payanda sistemi arasında Sinan'ın kurduğu ince dengelerden hiç bir işaret yoktur.
Bu ilkel statik yapı mimari eksikliğini süslemeler ile ustaca kapatmışlardır.
IX.8.4. Cephe(Facade) Uygulaması
Osmanlı
Mimarisi ile Rönesans Mimarisi arasındaki anlayış farklarını ortaya koyan
karşılaştırmalardan biri de cephelerin ele alanması ve 'frontalite' kavramıdır.
Kiliselerin kent mekanı içinde büyük önemi olan anıtsal cephe istekleri çoğu
kez Rönesans'ın merkezi plan eğilimleriyle karşıtlaşır. Oysa büyük Osmanlı camileri
iç ve dış avlularıyla kent mekanından soyutlanmışlardır. Osmanlı camisinin ana
girişi son cemaat revakları arkasına gizlenmiştir. Rönesans kiliselerinde ise
yan ve arka cepheler ön cepheye göre daima ikinci planda kalırlar. Batı
mimarisinde frontalite Antikiteden bu yana adeta simgesel bir mimari tasarım
sorunudur. Merkezi planlı yapıyla ona bir giriş cephesi yapma daha Panteon’da
ilginç bir ikilemle karşımıza çıkar. Osmanlı mimarı için ise bir avlu yapmak
bir giriş cephesi yapmaktan daha önemli olmuştur.
Batı
mimari geleneği içinde kolay kabul edilmeyecek bir tavırda Caminin daha önemli
cephesi, mihrab aksındaki değil, Şehzade, Süleymaniye ve Selimiye'deki gibi yan
cephesi olur. Sinan'da cephe tasarımını genel kütle tasarımına göre ikinci
planda kalır.
Böylece
cephe kütle tasarımında eridiği için, Osmanlı mimarisinde frontalite kavramı da
batıdaki önemi kazanmamıştır. Bu gözlem de Türk mimarının yapıya üç boyutlu bir
nesne olarak yaklaştığını gösteren başka bir işarettir. Batıda mimari ile cephe
tasarımı, çoğu kez paralellik gösterir. Bir bakıma Rönesansdan sonra bütün
Avrupa mimarisi nizamlarla bir cephe tasarlamak üzerine kurulmuştur.
X. BRUNELLESCHI’NİN DİĞER ESERLERİ
Hernekadar Duomo Santa Maria del Fiore, Brunelleschi'nin en meşhur ve mimari başarılar elde ettiği eseri olsa da Floransa’da birçok mimari esere imzasını atmıştı.
San Lorenzo Kilisesi, 15. yüzyılın başında Floransa’da, Rönesans patlamasının en anlamlı tanıklarından biridir. Gerçekten de bu eser, dönemin en yenilikçi mimarı, Orta Çağ ile bütün bağları kesin olarak koparan Filippo Brunelleschi’nin eseridir. Brunelleschi, Roman anıtlarından esinlenerek antik mimarinin büyüklüğüne ulaşabilen ilk sanatçı olmuştur. Öte yandan, yapının bütününe büyük bir birlik kazandıran ve gotik mimarinin kompozisyon ilkelerinden kesinlikle farklı bir orantı sistemi uygulanmıştır.
Söz konusu kilise, aralarından Brunelleschi ile çalışan Donatello’nun heykellerinin de bulunduğu, çok sayıda üstün sanat eserini barındırmaktadır. Bu kadar büyük sanatçıların bir arada bulunmasının nedeni ise San Lorenzo’nun Floransa’da bütün gücü adım adım elinde toplayacak olan bir ailenin, Medicilerin aile kilisesi olmasıdır. İlk çalışmalar Giovanni di Bicci’nin bağışlarıyla başlamış ve oğlu Cosimo’nun yardımlarıyla devam etmiştir.
1420 yılında, Brunelleschi, Cosimo de' Medici tarafından kilisenin kutsal odasını (sacristy) yapmakla görevlendirildiğinde Kilisenin mimari projesi daha önceden yapılmıştı. Ama bir yıl içinde Brunelleschi tüm kiliseyi yeniden tasarlamak ve inşa etmekle görevlendirildi. Çalışmaya başladıktan sonra 1428 yılında inşaat durdurulduğunda kutsal eşya odası (sacristy) ve koro bölümü (choir chapel) bitmişti.
San Lorenzo, bir sonraki yüzyıl sanatı için de bir yaratıcılık merkezi olarak kalmıştır. Daha sonra Michelangelo, kilisenin yanına, Medici ailesinin diğer üyelerinin mezarları için bir mahal ve lahitler yapmış ve Lorenzo Kütüphanesi’ni inşa etmiştir.
San Lorenzo, Rönesans’ın yeni üslubunun çarpıcı bir şekilde ortaya çıktığı ilk büyük kilisedir. Brunelleschi’nin, kilisenin yapım çalışmalarının tamamlanmasından 23 yıl önce ölmüş olmasına rağmen, projesinin onu izleyenlerce titiz bir bağlılıkla uygulandığı da açıkça görülmektedir.
Hernekadar Duomo Santa Maria del Fiore, Brunelleschi'nin en meşhur ve mimari başarılar elde ettiği eseri olsa da Floransa’da birçok mimari esere imzasını atmıştı.
Filippo Brunelleschi
X.1. San Lorenzo Kilisesi (1420-1469)San Lorenzo Kilisesi, 15. yüzyılın başında Floransa’da, Rönesans patlamasının en anlamlı tanıklarından biridir. Gerçekten de bu eser, dönemin en yenilikçi mimarı, Orta Çağ ile bütün bağları kesin olarak koparan Filippo Brunelleschi’nin eseridir. Brunelleschi, Roman anıtlarından esinlenerek antik mimarinin büyüklüğüne ulaşabilen ilk sanatçı olmuştur. Öte yandan, yapının bütününe büyük bir birlik kazandıran ve gotik mimarinin kompozisyon ilkelerinden kesinlikle farklı bir orantı sistemi uygulanmıştır.
Söz konusu kilise, aralarından Brunelleschi ile çalışan Donatello’nun heykellerinin de bulunduğu, çok sayıda üstün sanat eserini barındırmaktadır. Bu kadar büyük sanatçıların bir arada bulunmasının nedeni ise San Lorenzo’nun Floransa’da bütün gücü adım adım elinde toplayacak olan bir ailenin, Medicilerin aile kilisesi olmasıdır. İlk çalışmalar Giovanni di Bicci’nin bağışlarıyla başlamış ve oğlu Cosimo’nun yardımlarıyla devam etmiştir.
1420 yılında, Brunelleschi, Cosimo de' Medici tarafından kilisenin kutsal odasını (sacristy) yapmakla görevlendirildiğinde Kilisenin mimari projesi daha önceden yapılmıştı. Ama bir yıl içinde Brunelleschi tüm kiliseyi yeniden tasarlamak ve inşa etmekle görevlendirildi. Çalışmaya başladıktan sonra 1428 yılında inşaat durdurulduğunda kutsal eşya odası (sacristy) ve koro bölümü (choir chapel) bitmişti.
Giovanni di Bicci
oğlu Cosimo
San Lorenzo, Rönesans’ın yeni üslubunun çarpıcı bir şekilde ortaya çıktığı ilk büyük kilisedir. Brunelleschi’nin, kilisenin yapım çalışmalarının tamamlanmasından 23 yıl önce ölmüş olmasına rağmen, projesinin onu izleyenlerce titiz bir bağlılıkla uygulandığı da açıkça görülmektedir.
Brunelleschi San Lorenzo Bazilikası’nda yerel yapım teknikleri ile antik mimarlık öğeleri arasında bağ kurmuştur. Eşit olarak sıralanmış pencereler mekanın bütün bölümlerine aynı miktarda ışık girmesini sağlar. Bu Ortaçağ mimarlığınından farklı bir yenilikti. Gri kumtaşı strüktürlerle beyaz alçının bir arada kullanılışı Brnunelleschi’nin üslubunun göstergelerinden biridir.
X.2. Pazzi Şapeli
Şapeli yaptıran Andrea Pazzi, zenginlik ve güç sıralamasında Medici ailesinden sonra gelen ailenin büyüğüydü. Ailenin gücünü ve zenginliğini herkeze göstermek amacıyla Rönesans mimarisinin harikası olan şapeli yaptırmak istedi. Görevi de dönemin en iyi mimarı kabul edilen Filippo Brunelleschi’ye verdi. Brunelleschi daha önce muazzam kubbeli Floransa Katedrali’ni inşa etmişti. Ayrıca eserlerinde mükemmel perspektif kullanımı ve yeni mühendislik harikaları ile dikkat çekiyordu.
Pazzi Şapeli’nin, küçük ama mükemmel oranlardaki yapısı kareler, dikdörtgenler ve dairelerin kullanıldığı geometrik planlardan oluşmaktadır. Kilisenin süslemeleri genellikle tarihçiler tarafından Filippo Brunelleschi'ye atfedilse de, bazı tarihçiler süslemelerin büyük olasılıkla Donatello'nun işi olduğunu iddia ediyorlar. Rönesans simetrisinin mükemmele yakın bir örneği olan Şapel, Santa Croce Bazilikası'nın hemen bitişiğindedir. Proje 1429’de başladı, 1461 yılında tanınmış mimarın ölümünden sonra tamamlandı.
Küçük boyutlardaki Pazzi Şapeli Rönesans’ın ilk merkezi planlı yapılarındandır. Arkatlı cephesinin ortasındaki kubbe ana iç mekanın biçimini dışa yansıtır. İçteli oda, aslında yapının bağışçısı Andrea de Pazzi’nin ailesi için bir meza şapeli olarak tasarlanmıştı.
X.3. Ospedale degli Innocenti Masumlar Hastanesi (Spedale degli Innocenti) (1424-1445)
Brunelleschi’nin bir yetimhane binası olarak tasarladığı yapı, klasik düzenleri birarada kullanan kompozit kemerli dokuz bölümlü bir galeriyi içerir. Gotik kemerlerin tersine, daha büyük açıklıkları geçen ve daha geometrik bir cephe yaratan yarım daire biçimli kemerler kullanılmıştır. Brunelleschi öteki binalarındaki gibi matematik ve geometrik kesinlik kaygısını taşımıştır.
1400'lü yıllarda terk edilen bebek sayısının fazlalığı, Floransa'da bu bebeklerle ilgilenecek bir kurum ihtiyacını doğurdu. Önde gelen Rönesans mimarlarından Filippo Brunelleschi'nin tasarladığı yapı, 1445 yılında bitirilerek çocuk yetimhanesi olarak kullanıldı ve 19. yüzyıla kadar faaliyetine devam etti. Günümüzde ise Rönesans eserlerinin sergilendiği bir müzeye ev sahipliği yapıyor. Luca della Robbia ve Sandro Botticelli'ye ait sanat eserleri de koleksiyonda izlenebilir.
Ospedale degli Innocenti
Bina inşatı 1424 yılında başladı. Rönesansın en önemli mimari eserlerinden birisi olan ve hastahane tasarımına yeni kavramlar getirmiş olan Spedale, Brunelleschi’nin ilk mimari işiydi. Spedale her yıl soylu kişilerin gayrimeşru çocuklarıyla kimsesiz yada bakıma muhtaç yüzlerce çocuğun bakım ve barınmasını üstleniyordu. Çocuklarına bakamayacak aileler hiçbir tereddüt geçirmeden çocuklarını bakım ve barınması için bıraksınlar diye başlangıçtan beri çocukların geçmiş bilgileri tutulmuyor, yeni bir isim ile yeni hayatlarına başlıyorlardı. Önceleri aileler çocuklarını binanın girişine bırakıyorlardı. 1660 yılında binanın girişinin yanındaki duvara dışa bakan yüzü açık olan ve yetimhaneye bırakılacak çocuk içine yerleştirildiğinde döndürülebilen bir hazne yapıldı. Böylece çocuğunu bırakmak isteyen aileler çocuğu hazneye yerleştirdikten sonra hazneyi döndürüyor ve çocuk binanın içine alınıyordu. Bu mekanizma 1875 yılında kaldırıldı.
Bebekler hemen vaftiz ediliyor ve hemşireler tarafından bakılıyordu. Çoğu çocuk bebekliklerinde şehir dışındaki köylü ailelere emanet ediliyor ve yedi yaşına geldiklerinde Spedale’ye dönüyorlardı. Erkek çocuklarına iki yıl süreyle okuma ve yazma öğretildikten sonra bir ustanın yanına çırak olarak verilirken kız çocukları hizmetçi olarak ya da ipek/yün üretimlerinde çalıştırılıyodu. Spendale’nin en aktif olduğu dönemde üç bin çocuk bulunuyordu.
X.4. Santa Maria degli Angeli
Santa Maria degli Angeli
X.5. Santo Spirito
Arno nehrinin güneyinde kentin biraz dışındaki Santo Spirito kilisesi Rönesans mimarsinin önemli örneklerinden birisidir. Brunelleshi’nin son eseri olan kilise 1436 de latin haçı formunda tasarlanmıştı. Mimarın ölümünden sonra tamamlanabildi. Kilisenin cephesi için yaptığı tasarımlarımlar ise hiçbir zaman gerçekleşmedi. Sonradan sıva ile kapatıldı.
Kilisenin ilginç bir geçmişi var. Kiliseye bitişik Roma dönemi manastır binası entellektüellerin toplanma yeriydi. Erken dönem hümanistler özellikle Petrarca ve Boccaccio daimi müdavimlerdi. Boccaccio kütüphanesini manastıra bağışlamıştı.
Michelangelo’nun hamisi Lorenzo Il Magnifico’nun ölümünden sonra kilise 18 yaşındaki genç Michelangelo'ya çalışma alanı açtı ve manastırın hastanesinden gelen cesetleri incelemesine izin verdi. İnsan anatomisini çalışmak elbette bir sanatçının eğitiminin önemli bir parçasıydı. Bu desteğin karşılığında Michelangelo kiliseye ahşaptan yontuğu çarmıha gerilmiş Hz.İsa heykeli hediye etti.
XI. KRISTOF KOLOMB'U CESARETLENDİREN MATEMATİKÇİ TOSCANELLI
Paolo dal Pozzo Toscanelli (1397 – 10 Mayıs 1482) İtalyan matematikçi, gökbilimci ve haritacıdır. Doktor Dominic Toscanelli’nin oğlu olarak Floransa’da doğdu. Padus Üniversitesinde matematik ve tıp okudu.
Kendisinden 20 yaş büyük Filippo Brunelleschi’nin heykel ve sanattan mühendisliğe ve teknolojiye doğru evrilmesini sağlayan kişidir. Floransa’da tanınmış aileler ile oluşturduğu iyi ilişkiler sayesinde çok sayıda antik yazının toplanmasına yardımcı olmuş ve zamanının önemli bir kısmını bu kütüphanelerde inceleme yaparak geçirmiştir. Topladığı eserlerin tümü şimdi Vatikan kütüphanesindedir.
15. yüzyılın en meşhur matematikçisi olan Toscanelli kuyruklu yıldızlar hakkında yaptığı çalışmalar ve özelllikle yörüngelerinin hatasız hesaplanması ile tanınır. Bu çalışmalarından en bilineni 1456 yılında keşfettiği kuyruklu yıldızdır, aynı kuyruklu yıldız 1768 yılında dünyamızının yakınlarından yeniden geçtiğinde Halley kuyruklu yıldızı olarak bilinecektir.
Paolo dal Pozzo Toscanelli (1397-1482) İtalyan matematikçi, gökbilimci ve haritacı.
Uzun hayatı boyunca zekası ve geniş ilgi alanı sebebiyle Rönesans Floransa’sının etkin isimlerinden birisi olmuştur. Bu dönemdeki arkadaşları arasında Duomo’nun mimarı Filippo Brunelleschi, filozof Marsilio Ficino, matematikçi, yazar ve mimar Leone Battista Alberti ve Kardinal Nicolaus Cusanus sayılabilir. Toscanellli, Kardinal ile birlikte Antik Yunan matematik çalışmalarını araştırmış ve Brunelleschi ve Alberti’nin yanı sıra aralarında olan Trabzonlu George ve Papa V. Nicolas olan düşünürler ile birlikte çalışmıştır.
Toscanelli hayatının neredeyse tamamını Floransa’da geçirmiş, zaman zaman Roma’ya seyahat etmiştir. Avrupa’nın değişik yerlerinde yaşayan bilim adamlarıyla yazışmalarını içeren çok sayıda mektubu bulunmakta olsa da bunlar üzerine detaylı bir araştırma çalışması henüz yapılmamıştır.
Toscanelli’ye göre 1474 yılında dünya (Amerika kıtası olması gereken yerde açık mavi ile gösterilmiştir)
1439 yılında Floransa Konsiline katılan Bizanslı filozof Plethon, Toscanelli’nin İtalya’da o zamana dek bilinmeyen Yunan coğrafyacı ve gezgin Strabon’un seyahatleri, haritaları ve yazılarıyla tanışmasına yol açar. Neredeyse 35 yıl sonra İtalya artan bilgi ve kültür seviyesiyle Rönesans olarak adlandırılan döneme girecektir.
1474 yılında Toscanelli, Lizbon Katedralinde rahip olan ve sürekli olarak yazıştığı Portekizli Fernão Martins’e yazdığı mektupta Çin’in zenginliğini ve önemini detaylıca anlatmıştır. Yine aynı mektubunda o dönemde çok önem taşıyan Baharat Adaları’na batıya giderek ulaşma yollarından detaylı şekilde bahsetmiştir. Martins bu mektubu Portekiz kralı V. Alfonso’ya iletecektir. Mektubun aslı kaybolsa da Toscanelli aynı mektubu, bir haritayla beraber Kristof Kolomb’a gönderecek, Kolomb ise mektup ve haritayı Yeni Dünya’ya doğru çıktığı yolculukta beraberinde götürecektir. Toscanelli’nin yazdığı iki mektupla Kolomb’u seyahati konusunda cesaretlendirdiği açıktır.
ALINTILAR
Doğan Kuban - Sinan'ın Dünya Mimarisindeki Yeri
National Geographic - How an Amateur Built the World’s Biggest Dome video
Ross King - Brunelleschi’nin Kubbesi
Kutluğ SAVAŞIR – Kubbelerin Yapım Sistemlerinin Yük Aktarım Prensiplerine Göre İrdelenmesi
http://www.filozof.net/Turkce/tarih/tarihi-kisilikler-sahsiyetler/42076-filippo-brunelleschi-kimdir-hayat-eserleri-hakk-nda-bilgi.html?showall=1
https://www.museumflorence.com/
https://www.biyografi.info/kisi/filippo-brunelleschi
https://archive.schillerinstitute.com/educ/pedagogy/2013/vereycken-dome-1.html
https://youtu.be/_IOPlGPQPuM
http://www.hms.civil.uminho.pt/sahc/2001/page%20197-208%20_27_.pdf
https://www.academia.edu/8333178/Hagia_Sophia_Engineering
https://www.size-explorer.com/en/compare/buildings/HagiaSophia/FlorenceDuomo
http://resonanceswavesandfields.blogspot.com/2014/03/brunelleschis-dome-its-structure-and.html
http://min-linesonpaper.blogspot.com/2013/03/brunelleschis-dome.html
http://truexcullins.blogspot.com/2011/08/brunelleschis-dome.html
http://arthistoryblogger.blogspot.com/2011/07/brunelleschi-ghiberti-and-beginnings-of.html
http://kurukurugezme.blogspot.com/2016/08/florence-cathedral-duomo.html
http://fiveyearsproject.blogspot.com/2015/05/brunelleschis-dome.html
http://anengineersaspect.blogspot.com/2009/07/filippo-brunelleschis-dome.html
https://mimarliginonsozu.wordpress.com/2017/08/05/brunelleschinin-kubbesi/
https://archive.schillerinstitute.com/educ/pedagogy/2013/vereycken-dome-1.html
Çok güzel makale olmuş.
ReplyDeleteTekstil - Textile - Tekstil Türkiye