İngiltere ulusal takımı, Dünya ve
Avrupa kupalarındaki tek başarısını 1966 yılında Dünya Kupasını organize ettiği
turnuvada aldı. 1966’da finalin uzatma dakikalarında hala tartışılan gol ile Almanya’yı
4-2 yenerek Dünya kupasını kazandı. 1966’dan beri Dünya kupalarındaki en iyi
performansları 1990 yarı finalidir. UEFA turnuvalarındaki en iyi dereceleri ise
1968 ve 1996 yarı finalleri.
Brezilya 2014 sonrası muhtemelen
İngiltere teknik direktörü değişecek belki oyuncuların büyük bir bölümü de ulusal
takıma tamamen veda edecekler. Ama sorun çözülecek mi? Acaba İngiliz
futbolundaki sıkıntının nedeni 1980’lerde özelleştirme büyüsüne kapılan Başbakan Thatcher’in
okulların futbol sahalarını satması olabilir mi? Oyuncuların neredeyse çoğu
fazla doymuş, değerlerinin üzerinde kazanıp, derecelendirilen, tecrübesiz,
kibirli, ve milli duygudan yoksun olabilir mi? Takımlarda arkadaşlarına merhaba
bile demeyen çok sayıdaki yabancı oyuncun takımların sahiplenme duygusunu
törpülediği gerçek olabilir mi? Yeni
bir milli uyanış mı geliştirilmeli. Yoksa sorunu başka yerde mi aramalı.
İngiltere’nin Dünya Kupaları Karnesi
İngiltere ulusal takımı,
İngiltere dışında organize edilen turnuvalarda hep turnuva dışında kaldı. Kendilerini
beğenmişliklerinden 1930,1934 ve 1938 turnuvalarına katılmamışlardı.
Dünya kupasına ilk kez Brezilya
1950’de katıldılar. II.Dünya savaşı nedeniyle verilen ara nedeniyle bu dördüncü
turnuvaydı. Dünya kupasında bulaşıkcılar, cenaze levazımcıları, kasaplardan oluşan
ABD takımına 1-0 yenilerek gruptan çıkma şansını kaybettiler. Maç sonucuna İngiliz
gazeteleri bile şaşırmış olacak ki skoru haberleşme hatası olarak yorumlayarak
İngiltere'nin ABD'yi 10-1 yendiğini yazmışlardı. Grupta Şili’yi yenip,
İspanya’ya yenilmişlerdi. Türkiye bu finallere katılma hakkını elde etmiş
olmasına rağmen mesafe uzaklığı ve maddi imkânların yetersizliğinden dolayı
katılamazken, elemelerden başarıyla çıkan ekiplerden Hindistan ise maçları
çıplak ayakla oynama isteğinin FIFA tarafından kabul edilmemesi üzerine kupaya
katılmadı.
İsviçre’de düzenlenen 1954
turnuvasında grubundan lider olarak çıkan İngiltere, çeyrek finalde Uruguay’a
4-2 yenilerek elendi. Türkiye de bu turnuvaya katılmıştı, ama gruptan çıkamadı.
İsveç de düzenlenen 1958 Dünya
kupasında İngiltere, grupta Brezilya, Avusturya ve Sovyetler Biliği ile
berabere kalmış, Sovyetler Birliği ile oynadığı playoff maçında 1-0 kaybedince
elenip gitmişti.
1962 Dünya kupası Şili’de
düzenlendi.Grubunda Macaristan’ın arkasında averajla ikinci olarak çeyrek
finale çıkan İngiltere, Brezilya’ya 3-1 yenilerek evine döndü.
1966’da turnuva İngiltere’deydi ve ev sahibi ülkenin zaferiyle bitti. Grupta Fransa ve Meksika’yı yenip, Uruguay ile berabere kalan İngiltere, grup lideri olarak çıktı. Çeyrek finalde Arjantin’i, yarı finalde Portekiz’i eleyip finalde Almanya’nın önündeydiler. Üç Aslanlar, normal süresi 2-2 biyen maçta, uzatmada 4-2 kazanarak ilk ve tek şampiyonluklarını kazandılar.
Meksika 1970’de İngiltere,
Brezilya’nın ardından grubunda ikinci olarak çeyrek finallere çıktı. Ama çeyrek
finalde Batı Almanya dört yıl öncesinin hesabını 3-2 ile keserek İngiltere’yi
eledi.
1974 Dünya kupası Batı Almanya’da
düzenlenecekti. Elemeler sürecinde İngiltere, o tarihe kadar dünya kupalarına
sadece bir kez katılan, Polonya'ya yenilerek şampiyonaya katılma hakkını elde
edemedi.
Arjantin 1978 Dünya kupasına
katılma maçlarında İngiltere İtalya, Luksemburg ve Finlanda ile aynı gruptaydı.
Averaj ile İtalya’nın altında kalıp finallere yine katılamadı.
1982 Dünya Kupası İspanya’daydı.
Gruptan lider çıkan İngiltere, ikinci tur maçlarında Almanya’nın altında kalıp
elendi.
İngiltere, Meksika 1986 Dünya
kupasında, çeyrek finalde Arjantin’e 2-1 yenilerek elendi. Turnuvada iki dikkat
çeken nokta vardı. Birincisi Diego Maradona’nın performansı. İngiltere ile
oynanan çeyrek final maçında, takımının ilk golünü, yıllarca "Tanrının
eli" olarak anılacak olan eliyle, ikinci golü ise orta sahadan altı kişi
çalımlayarak atmıştı. İkincisi ise hala
her turnuvada izlediğimiz seyircilerin Meksika dalgası.
1990 Dünya kupası İtalya’da
düzenlendi. İngiltere gruptan birinci çıktı. Elemelerde Belçika’yı, çeyrek
finalde Kamerun’u yenerek yarı finale uzandı. Yarı finalde belki de en iyi
oyunlarından birini Batı Almanya’ya
karşı oynamasına rağmen penaltılarla kaybetti.
Amerika 94 Dünya kupasına katılma
maçlarında İngiltere ile Türkiye aynı gruptaydı. Grup maçları sonunda İngiltere
üçüncü, Türkiye beşinci olmuştu. Grubu birinci bitiren Norveç ile Hollanda
turnuvaya giderken İngiltere evinden izliyordu.
Fransa’da düzenlenen 1998 Dünya
kupasında grubundan Romanya’nın arkasından ikinci tura çıkan İngiltere
Arjantin’e yenilerek turnuvaya erken veda etti.
Güney Kore ve Japonya’da
düzenlenen 2002 turnuvasında gruptan İsveç’in arkasından çıkan İngiltere,
ikinci turda Danimarka’yı yendi ama çeyrek finalde Brezilya’ya 2-1 mağlup
olarak elendi. Türkiye bu turnuvada üçüncü olmuştu.
Almanya 2006 da, gruptan birinci
çıkan İngiltere, ikinci turda Ekvator’u 1-0 ile geçmiş, çeyrek finalde bu kez
Portekiz’e karşı kaybederek evine dönmüştür.
2010 Dünya Kupası Güney Afrika’da
düzenlendi. Gruptan ABD ile aynı puan ve averajla çıkan İngiltere, ikinci turda
Almanya’ya 4-1 yenilerek turnuva dışında kalmıştır.
Brezilya’da düzenlenen 2014 son
dünya kupasında İngiltere, grubunu sonuncu olarak bitirerek turnuvaya veda
etmiştir. Aşağıdaki tabloda İngiltere ulusal takımının FIFA Dünya kupalarında oynadığı maçlar mavi ile
boyanmıştır.
İngiltere 1974 Almanya, 1978 Arjantin ve 1994 Amerika Dünya kupası finallerine katılma şansını elde edemedi. Dünay Kupası turnuvalarında değişik gruplamalar olmuştur. Az takımla oynanan yıllarda ikinci turdan sonra çeyrek final oynamadan yarı finallere geçilmiştir.
Futbol analistleri İngiliz oyuncuların kahraman olmak için başı kesik tavuk gibi hızlı koşup, Paul Gascoigne gibi akıllarını kaybetmeleri gerektiğini düşünüyorlar. Sven-Goran Eriksson yıllarındaki sakin yaklaşımı hiçbir zaman beğenmediler. Önemli turnuvaların sadece çeyrek finallerine erişebildi diye Eriksson eleştirildi. Aksine bu İngiltere standartlarında bir başarıydı.
İngiltere 1974 Almanya, 1978 Arjantin ve 1994 Amerika Dünya kupası finallerine katılma şansını elde edemedi. Dünay Kupası turnuvalarında değişik gruplamalar olmuştur. Az takımla oynanan yıllarda ikinci turdan sonra çeyrek final oynamadan yarı finallere geçilmiştir.
Tüm bu olumsuz sonuçlara rağmen
İngiltere’nin Dünya kupalarında rakiplerini yendiği maçlar da olmuş. İngiltere
dışında oynanan turnuvalarda beş galibiyeti var. 1986 yılında Paraguay’a karşı
elde edilen 3-0 lık başarı; İtalya 90’da
Belçika’yı 1-0 ve Kamerun’u 3-2 yenmişler. 2006 da Ekvodar’a karşı elde
edilen 1-0 lık galibiyet grup
aşamasından sonraki son ve tek başarıları. İngiltere beş maç kazanırken aynı
zaman diliminde Batı Almanya kendi ülkesi dışındaki maçlarda, grup maçları
sonrasında 25 galibiyet almış. İngiltere hiçbir Dünya kupasında Brezilya,
İtalya yada İspanya ulusal takımlarını yenememiş.
Eğer tablodaki her potansiyel
kutuya ulaşan takıma 1 puan verilseydi İngiltere toplam 33 puan toplayacaktı.
Tüm tablo toplamı 96 (102-8=96) oduğuna
göre İngiltere’nin Dünya Kupaları karne notu 10 üzerinden 3.4 dir. Yani başarısız.
Muhteşem 1966 zaferinin dışında İngiltere turnuvalarda hep kaybetti
İngiliz futbolunun hali ne olacak
sorusu yanlış olur. Enternasyonel seviyede İngiliz futbolu ne zaman iyi oldu ki?
Uluslarararası düzeyde kazanan futbol anlayışını, İngiliz seyircisi sevmiyor.
Çoğu İngiliz seyircisi temposuz, rakibi oynatmayan taktiksel İtalyan oyununu seyredilemez olarak
kabul ediyor. Belki de İngiliz seyirciler yanlış futbol düzenini ödüllendiriyorlar.
169 cm boyuyla Messi, eğer İngiliz
doğsaydı acaba gerçek İngiliz futbolu oynayan West Ham yada Sunderland yedek
kulübesinde kendine yer bulabilirmiydi?
John Terry, Tony Adams ve Tery Butcher gibi iri, sert, hırslı ve ağır kahraman merkez savunmalar acaba
diğer ulusal takımlarda takıma bu kadar kolay girebilirlermiydi?
İngiltere’nin en iyi Dünya kupası
maç performansı tartışmasız 1966 finali ve ikinci olarak da aynı turnuvadaki Eusebio’lu Portekiz’e karşı
yarı final maçıdır. Bu iki maçta 50 sene önce dört gün arayla Londra’da
oynanmıştı. Bu listeye 2002 turnuvasında grup maçında, çok zayıf Arjantin’e
karşı süpriz 1-0’lık yengiyi dahil edebiliriz. Son olarak da 1986’da 3-0’luk
Polonya galibiyeti dünya standartında golcü Lineker’in gollerini sevgiyle
anımsadığımız maçtı. 1966 Dünya kupasını hatırlayamayanlar 1990 da Turin’de
Batı Almanya’ya karşı kahramanca savaşıp
penaltılarda kaybeden İngiliz takımını hatırlayacaktır. Muhtemelen İngiltere’nin
katılmaya hak kazandığı 14 Dünya Kupası turnuvasındaki bozgunlar arasındaki en
iyi performanstı. Başkasını hatırlayan var mı?
Hollanda, İngiltere’nin sekizde
biri nüfusa sahip. Holandalı çocuklarda İngiliz çocuklar gibi bilgisayar
oyunlarına düşkünler ve sağlığa zararlı besinleri seviyorlar ve hala cılızlar
ama Hollanda sürekli olarak dünya klasında oyuncu çıkarabiliyor.
Futbol akıl oyunu mu,
umut oyunu mu?
İngiltere’nin Brezilya 2014’de
elenmesinin nedeni saldırmak, umut etmek ve özlem olarak özetlenebilir. İngilterenin
problemi bu. Takım hücum etmek için topla ileri çıkarken oyuncular sanki kendiliğinden birşeyler olacak sanıp, birbirlerini
bulacakları umuduyla, karanlık bir boşluğa doğru koşuyorlar. Etkili
olacaklarını düşündükleri zaman, bir
fırsat yaratıp dripling ile geçeceklerini varsayarak hareketleniyorlar. İngiliz
oyuncuların çoğu, kaleye uzaktan şut atmak için yeterli zaman ve pozisyon
bulacağını umut eder. Baskı kurduklarında, ileri vurdukları topun, çapraz
atışın yada pasın, takım arkadaşlarından
birini elverişli bir pozisyonda
buluşturabileceğini hayal eder.
Aslında çoğu ülke takımı bu
düzende oynuyor ama oyunu kontrol etme dereceleri değişmekte. Diğer kıta
devletlerine göre futbolla belki de en son tanışan Afrika ülkelerinin oyun
yaklaşımı diğer Avrupa ülkelerinden çok, futbolun beşiği sayılan İngiltere
futboluyla ortak özellikler taşımakta.
İngiltere’yi Avrupanın en iyileri
Almanya, Hollanda ve İspanya ile karşılaştırırsak onların oyuncularının ileriye
doğru hareketlenirken ne yaptığını bildiğini görürüz. Ezbere oynamıyorlar. Aynen
kazların havada grup olarak uçuşu gibi, her hücumcu takım arkadaşıyla aynı
dalga boyunda olacak şekilde rakip sahaya yayılıyor.
Dolayısıyla İngilterenin kendilerini
kulüplerinde kanıtlamış daha üst düzey oyuncuları olması yada Hollanda
takımının Robin Van Persie, Arjen Robbe, Sneijder dışında üst düzey oyuncusunun
olmaması fark etmiyor. Almanlar ve Hollandalılar ileri antreman yöntemleriyle turnuva
için takımlarının dişlilerini daha iyi yağlamışlar, daha iyi hazırlanmışlar. İtalya dahil bu ülkeler
uzun zamandır genç jenerasyonlarını yüksek taktiksel akıl ile maçlara ve
turnuvalara hazırlıyorlar.
Güney Amerika
takımları sokak aklıyla oynuyor ama ...
Güney Amerika takımlarının
Avrupa’lılar gibi taktiksel yaklaşımları olmamasına rağmen, oyuncuların çoğunun
Avrupa’da oynaması nedeniyle, oyuncular akıl oyununa alışkınlar. Daha da
fazlası Güney Amerika futbolu sıcak
iklimde dışa vurumcu sokak futbolundan
gelişmiştir. Bu turnuvada Güney Amerika futbolunda gözle görülen başarı sokak
futbolu geçmişiyle, oyuncuların Avrupa kulüplerinde kazandığı fizik, akıl ve
taktik anlayışın harmanlanmasından kaynaklanmaktadır.
Sadece zengin futbol geçmişleri
ve kültürleri olan Brezilya yada Arjantin’e değil Güney Amerika’daki beşinci
takım olan Uruguay’a bakalım. İngiltere ile oynadıkları maçta Üç Aslanlar
(İngiltere) topla oynamada ve saha parsellemesinde üstündüler ama Uruguay
ileriye doğru yaptıkları birkaç hareketle daha tehlikeli bir takım olduklarını
gösterdi. İlk gollerinde Edinson Cavani’nin topla nasıl buluştuğunu hatırlayın.
Uruguay’lı bu oyuncu, topu gücüyle tutan ve süren güçlü İngiliz değil. Anında
İngiliz defansını şaşırttı, Luis Suarez’in koşusunu yapması için ideal zamanı
bekleyerek, Suarez’e gol pasını verdi. Ne yaptıklarını biliyorlardı. Bu bir pas
değil umuda yolculuktu.
Benzer şekilde İtalya’da
İngiltere’yi tehdit etmek için pres yapma, ileride basma gereksinimi duymadı. Oyunu
yavaşlattı ve öldürücü darbelerini Pirlo’nun ayaklarından istedikleri
zamanlarda vurdular. İngiltere beş kez daha fazla atak yapmasına rağmen
etkileri daha az oldu ve İtalya kazandı. Nedeni İtalya ve diğer takımların
yüksek kalitede teknikleri ve incelikleriydi. Sahada bir fırsat, açılım
gördüklerinde onu skora dönüştürecek kaliteleri var. İngiliz oyuncuları, bir
maçta kaç kez, iyi pozisyonda ama yanlış şut yada pas seçimi yaparken görüyoruz,
bir düşünün. Akıllarından çok sezgileriyle ve arzularıyla oynuyorlar.
Aklı olmayan İngiliz futbolu
yalnızca koşu, güç ve şuttan ibaret
İngiliz Premier Lig koçları ve
oyuncu Scoutları uzun zamandır İngiliz oyuncuları sadece koşu, güç ve şut
açısından değerlendirip, derecelendiriyorlar. Bu Gana’nın, şut konusunda değil
ama güç ve atletizm konusundaki yaklaşımına beziyor. Savunma haricinde neredeyse
İngiliterenin en iyi oyuncularının bu özellikleri var. Hızlı ve iyi şut
attıkları zaman en iyi ulusları bile yenebileceklerini hayal ediyorlar.
İngiltere son yıllarda, bir istisna olan Paul Scholes gibi bir pas maestrosunun
eksikliğini çok hissediyor.
Güney Afrika 2010 turnuvasına
giderken Dünya kupasını kaldıracak üç favoriden biri gösterilen İngiltere için
Alman efsanesi Franz Beckenbauer, İngiliz futbolunun ilerlemesine karşın hala
vur ve koş futbolu oynadığını söylemişti.
İngiliz futbolunun güçlü yanı bir
bakıma takımın zayıflığını yaratıyor. İngiltere’de son 10 yılın en iyi oyuncusu
İngilizlerin kaptanı Steven Gerrard
sahada en üst seviyede top oynayabilir. Gerard hızlı, çok iyi bir şutör, takım
için mücade eden ve uzun çapraz top
atabilen bir oyuncu fakat karar almada yavaş. Gerard uzun mesafeli toplar atıyor
ama topu tutup doğru zamanı beklemek yerine sıkça öldürücü topa vurmaya gidiyor.
Günümüz futbolu kontrollü oynayan, hızlı
düşünen ve reaksiyon alan oyuncu gerektiriyor.
Üç yeni ışık
2014 ulusal takımında üç ışık
gözüktü. Ulusal takım ve Southampton orta saha oyuncusu Adam Lallana, ilerleyen yıllarda, takımın son topa hükmedeni
Michael Carrick’den bu işi daha iyi yapabilir. Ama Lallana’da 26 yaşında, bu da
bize İngiliz Scout’ların alt liglerde oynayan tekniği iyi oyuncuları nasıl
göremediklerinin açıklıyor.
Jamaican doğumlu Raheem Sterling bir İngiliz oyuncu için
nadir bulunan teknik beceriye ve topla oynama yeteneğine sahip. Bu sene
Liverpool’da her maç üzerine koydu kendini geliştirdi ama hala gelişme
aşamasında. 19 yaşında bir oyuncu için Brezilya 2014 çok erkendi.
Tüm İngiliz oyuncular içinde Everton’lu
ortasaha Ross Barkley en etkili
olanıydı, ama acaba benzer kalite özellikleri gösteren son oyuncu olan Wayne
Rooney’i den daha fazlasını verebilecek mi göreceğiz.
Cesur oynayıp kaybedenler
iyi performansın ne olduğunu bilmiyor.
İngiliz futbol analistleri
oyuncuların performanslarını yarattıkları heyecan seviyesine bakarak
değerlendiyorlar. Eğer Sterling müthiş bir dripling koşusu yaparsa bu mükemmel
bir performans olarak algılanıyor ve oyuncunun değeri tavan yapıyor. Oyuncu
performansı böyle değerlendirilmez. Oyuncunun dripling ile yarattığı boş alanda
ne yaptığına, diğer arkadaşlarıyla etkileşimindeki kararlarına yada
hareketlenmenin gerçek bir fırsat yaratmak için ne kadar etkili olduğuna bakmak
gerekli.
Eğer bir İngiiliz oyuncu, nadiren
de olsa beklenmedik bir hareketle gol atarsa sanki dünyanın en iyi
oyuncularından biriymiş gibi öne
çıkarılıyor. Cesur oynayıp kaybedenler romantizmi iyidir ama bunca düş
kırıklığından sonra akıllı olmanın zamanı.
Sven-Goran
Eriksson ve Brendan Rodgers
Futbol analistleri İngiliz oyuncuların kahraman olmak için başı kesik tavuk gibi hızlı koşup, Paul Gascoigne gibi akıllarını kaybetmeleri gerektiğini düşünüyorlar. Sven-Goran Eriksson yıllarındaki sakin yaklaşımı hiçbir zaman beğenmediler. Önemli turnuvaların sadece çeyrek finallerine erişebildi diye Eriksson eleştirildi. Aksine bu İngiltere standartlarında bir başarıydı.
İngiltere Futbol Federasyonu
yabancı hoca istemedi ve ulusal takımın başına Hodgson geldi. Liverpool
menejeri Kuzey Irlandalı Brendan Rodgers
İngiliz oyuncuların da diğer önde gelen ülkelerin oyuncularının başardıklarına
ulaşabileceğine inanıyor. Swansa ve Liverpool’daki başarısı, bu yöntemlerin
İngiliz futboluna da uygulanabileceğini kanıtlıyor. Futbol aklını doğru
antreman yöntemleriyle harmanlayıp senelerdir uygulayan Rodgers ile bunu
gerçekleştirmekten bahseden ama son kırk yılda bu yönde hiçbir icraatı olmayan
Hodgson arasında çok fark var.
İngiltere kabuğunu
kırmalı
İngiltere’nin genç hocalarını
geliştirmeye başlamaya ihtiyacı var. Yeni yaklaşımşlar ile yeni Gary
Neville’ler ve Jamie Carragher’lar bulmalı. Joachim Low’in Almanya’da
gerçekleştirdiği gibi başarı için genç
hocalara zaman verilmeli.
Eğer İngiltere bundan sonraki bir
dünya kupası finallerine katılabilirse şu anda prpofesyonel olarak futbol
oynayan kimsenin takımda olmayacağını iddia edebiliriz. Artık sekiz yaşındaki
çocuklara bakılmalı. Kazanmak için, güç ve istemden daha fazla teknik ve aklın
öne çıkması gerektiğini ve bunların aranan özellikler olması gerektiğini bu
çocuklara aşılamalıyız.
Klasik oyun düzeni değişmeli.
Premier ligde başa oynayan dört beş takım dışındaki takımların oyunlarına bakın
hala tipik İngiliz futbolu oynuyorlar. Ulusal takımı da çoğunlukla bu
takımların oyuncuları oluşturuyor. Şampiyonluk için mücadele eden takımların
oyuncularının büyük çoğunluğu neredeyse hepsi
yabancı futbolculardan oluşuyor ve bu takımlar gerçekten İngiliz futbolu
diyemeyeceğimiz çağdaş futbolu oynuyorlar. İngiliz kulüplerinin başarısındaki
futbol akılları işte bu yabancı futbolcular. Eğer İngiltere ulusal takımını da
kulüpler seviyesine getirmek istiyorsa çok uzun bir program dahilinde ülkedeki
futbol anlayışını kökten değiştirecek yapısal değişikliklere gitmek zorunda.
Hızın gücün yanına taktiğin aklın İngiliz futboluna sokulması gerekli. Bu uzun
soluklu ve meşakatli bir iş. Değişim sırasında seyirci kaybı, popülarite kaybı
yaşanabilir. Ama aklın yolu bu.
Türkiye’nin de sorunu benzer mi?
İngiltere’nin ulusal takımdaki
derdinin bir benzeri de aslında ülkemizde var. Türkiye’de futbol pas, akıl ve
taktikten çok güce ve mücadeleye dayalı. Bizde eğer bu çıkmazdan çıkmak
istiyorsak fulbolumuzdan sertliği çıkarmalıyız. Süper ligde maçlar kesintisiz
40 dakika civarında oynanıyor. Yani seyircimiz tam bilet ile yarım maç
seyrediyor. Hakemlerimiz sertliğe göz yumduğu için pozitif futbol oynamak
isteyenler sahada resmen dövülüyorlar.
2014 Dünya kupasında hakemlerin
kırmızı kart ve penaltı konusunda ne kadar acımasız olduğunu görüyoruz. Bu
kartların çoğu Türkiye liglerinde çıkmazdı. Eğer bizde oyun kesilmesin, pozitif
futbol oynansın istiyorsak bunun diyetini de ödemeliyiz. Bir sezonda çıkacak
doğru kartlar ile futbolumuz belki yara alır ama doğru yola da girer.
İkinci aşama ise altyapıdan doğru
eğitilmiş gençler ile içgüdüleriyle değil beyinleriyle oynayan disiplinli
oyuncular yetiştirmeliyiz. Bu da ancak 7-8 yaşındaki çocuklar ile başlanarak
olur. Almanya’da her türlü kurala uyan Türk insanının ülkemize geldiği zaman
dağıtıp hiçbir kurala uymaması gibi Almanya’da altyapıda yetişen oyuncularda
Türkiye’ye ayak bastıkları andan itibaren sanki akıllarını orada unutmuş gibi
oynamaya başlıyorlar. Belki geçiş dönemi devşirme oyuncularla geçilir ama
kalıcı başarılar kendi özümüzü yetiştirmekten geçer.