1. BOLŞEVİK DEVRİM VE BEYAZ ORDU
1.1 Rusya’da Bolşevikler iktidarda
25 Kasım 1917’de Kurucu Meclis için halk temsilcileri seçimi yapılacaktı. Bunu bir fırsat olarak gören Bolşevikler o zaman Rusya’da kullanılan Gregorian takvimle 7 Kasım’da(Julian takvimle 25 Ekim’de) Rusya Sovyetleri Kongresini topladılar. Aynı gece Hükümet binası Bolşevik birliklerce işgal edildi. Petrograd Garnizonunun Bolşeviklere katılmasının ardından Geçici Hükümetin kullandığı Kışlık Saray basıldı. II.Sovyet Kongresi toplandı ve Bolşevik programı onaylandı. V.I.Lenin’in devlet başkanlığa seçildi ve özel mülkiyetin kaldırılmasıyla Rusya’da yeni bir dönem başladı.
Çar II.Nicholas eşi ve çocuklarıyla birlikte
Çar ailesi Bolşevik İhtilali'nden
sonra Urallar'daki Yekaterinburg'a götürülmüştü. Bolşeviklere karşı savaşan Beyaz
Ordu kuvvetlerine bağlı Çek Lejyonunun bölgeye yaklaşması ve Çar'ı kurtarmaları
olasılığı üzerine, 16-17 Temmuz gecesi Çar II.Nicholas, eşi, beş çocuğu ve 4
yardımcısı kurşuna dizilerek öldürüldüler. Cesetler terk edilmiş bir maden
ocağında yakıldıktan sonra yakınlardaki ormanlık araziye gömüldü. II.Nicholas
ve aile üyelerinin naaşları 1979 yılında ormanlık alanda bulundu. 1991’de Sovyetler
Birliği'nin çöküşünden sonra kemiklerine kimlik testi uygulandı. 17 Temmuz
1998'de yapılan devlet töreniyle ailesiyle birlikte St. Petersburg'da St. Peter
ve Paul Katedrali'ne defnedildi. Çar ailesi, 2000 yılında Rus Ortodoks Kilisesi
tarafından Aziz ilan edildi. 2008 yılında, Rusya Yüksek Mahkemesi Çar ailesinin
siyasi cinayete kurban gittiklerine karar verdi ve itibarlarının iade
edilmesini kararlaştırdı.
1.2 Osmanlı İmparatorluğu’nun 1918 de durumu
Sultan Reşad’ın vefatı üzerine 3
Temmuz 1918’de Sultan Vahdettin padişah olmuştu. I.Dünya Savaşının sonucu Osmanlı için belli olunca Sadrazam Talat
Paşa, 8 Ekim 1918 tarihinde istifa etmiş ve yerine Ahmet İzzet Paşa Hükümeti
kurulmuştu. ITC’nin lider kadrosunu
oluşturan Enver, Cemal ve Talat Paşa ile Dr.Nazım ve Dr. Bahaddin Şakir gibi
ittihatçıların 2 Kasım 1918’de yurt dışına çıkması ile İttihat ve Terakki hakimiyeti sona erdi. Kısa bir müzakerenin ardından
da 30 Ekim 1918’de İtilaf Devletleriyle Mondros Mütarekesi imzalandı. Mondros Mütarekesi’ni Hükümet adına imzalayan
Trablusgarp ve Balkan savaşlarının Hamidiye kahramanı Bahriye Nazırı Rauf bey,
antlaşmayı bir başarı gibi kamuoyununa sunmasının ardından mütarekenin aslında
Osmanlı için bir yıkım olduğu anlaşılacaktı.
İşgal dönemi, İtilaf
Devletlerinin 13 Kasım 1918’de donanmaları ile İstanbul’a ayak basmasının
ardından başladı. Fransız Generali Franchet
d’Esperey’in Şişhane üzerinden Beyoğlu’na bir at üzerinde şehri zapt eden
komutan edasıyla yaptığı yürüyüşündeki tavır ile Lloyd George’nin 17 Aralık 1917’de Avam
Kamarası’nda yaptığı konuşmada dile getirdiği üzere, İtilaf Devletleri
İstanbul’a hak ettiği cezayı vermeye hazırdırlar. Söz konusu konuşmasında Lloyd
George; “Bize diyorlar ki Türkiye ile,
tamamıyla Türk olmayan toprakları kendisinden almak suretiyle niçin sulh akd
etmiyorsunuz? İyi, fakat İstanbul ve Boğazlar ne olacak? Bu kapılar açık
olsaydı, harp ve ticaret gemilerimiz buradan serbestçe geçebilseydi dünya harbi
iki sene kısalmış olacaktı. Bu kapılar bir ihanet neticesi olarak kapatılmıştır”
demektedir.
1.3 Rusya’da Beyaz
Ordu Kuruluşu ve cephe savaşları
İktidara gelen Bolşeviklerin ilk
yaptıkları işlerden birisi 3 Mart 1918 tarihinde Almanya ile Brest-Litowsk
antlaşması imzalayarak I.Dünya savaşından çekilmeleri oldu. Bolşevik idaresine
karşı en ciddi muhalefet Güney Rusya’daki Don-Kuban Kozak’larının yaşadığı
bölgeden geldi. Bu halka Rusça’da Kazak denildiği için Türk Kazaklarla
karıştırılmıştır. Muhafazakarlıkları ve ortodoksluklarından gurur duyan bölge
halkı, bir gönüllüler ordusu oluşturdu. Beyaz ordu, Çarlık yönetiminin sivil ve
askeri bürokrat ve politikacıları ile büyük ve küçük toprak sahipleri, Kozaklar
ve Tatarlar gibi ulusların kuvvetlerinden oluşuyordu. Çarlık döneminde orduya Beyaz
Ordu denilmekteydi. Devrim sonrasında Sovyet Ordusu Kızıl Ordu adını alınca Kızıl
Orduya karşı savaşan Çarlık yanlısı kuvvetlere de Beyaz Ordu denildi. Daha sonra İstanbul'a gelecek olan Ruslar Beyaz Rus olarak isimlendi. Bu gelenlerin şimdiki Belarus Devletiyle bir ilişkileri yoktu.
Beyaz Ordu üç cephede savaşdı. Güney cephesi, Doğu cephesi ve Kuzey cephesi. Rusya’nın güney ve güneydoğu
taşrasında büyük baskı yaratabilen Beyaz Ordu kuvvetlerinin, Urallar’ın
batısında Volga üzerindeki Samara şehri ve Uralların ötesindeki Omsk şehri olmak
üzere iki merkezleri vardı. Beyaz ordu 1918 yazı boyunca henüz tam organize
olamamış Kızıl Orduya karşı bölgede başarılar elde etti. Bolşevik ordularını
Kuzey Kafkasya ve Don bölgesinden uzaklaştırdı ama sonradan mücadelenin seyri
değişecekti.
Güney cephesi
11 Kasım 1918’de Almanya’nın
mütareke yapması ve I.Dünya savaşının bitmesiyle Sovyet Rusya açısından yeni
bir dönem başladı. Almanya’nın
Ukrayna’yı boşaltmasıyla Güney Rusya, İngiltere ve Fransa tarafından
paylaşıldı. İngiltere, Kuzeydoğu Karadenizin Kuban bölgesinde ve Kafkasyadaki
zengin petrol yataklarını elinden kaçırmamak için Beyaz Rusları destekliyor,
Rusya'ya karşı tampon bölge olarak bir Ermenistan kurulmasını istiyordu. Fransa
ise Kırım Odesa bölgesinde ‘Ukrayna' Devleti kurulması için Kırıma asker çıkardı. Ayrıca Kafkasya’da bir Gürcü
Devleti düşünülüyordu. Fransızlar yerel Rus güçlerin de
desteğiyle Bolşeviklere karşı operasyonlara başladılar.
Güneyde Beyaz Hareket 15 Kasım
1917’de (eski takvim) General Mikhail
Alekseev (1857-1918) liderliğinde başladı. Alekseyev hareketin siyasi ve
mali idaresini, Kornilov‘da askeri komutanlığını üstlendi. General Lavr Kornilov yeni adıyla Gönüllüler
Ordusu komutanlığını, öleceği Nisan 1918 tarihine kadar sürdürdü. Ölümünden
sonra General Anton Denikin Güney
Rusya Silahlı kuvvetler başkanı oldu.
General Mikhail
Alekseev, General Lavr Kornilov, General Anton Denikin
General Kornilov, I.Dünya
Savaşının sürdürülmesi taraftarıydı ve Bolşevik karşıtlığıyla biliniyordu.
Geçici Hükümet başkanı Kerenski tarafından görevden alınarak askeri diktatörlük
ile suçlanması üzerine 6 Eylül 1917’de Geçici Hükümete karşı başkaldırdı. Darbe başarısız olunca Kornilov ve Denikin
hapse atıldılar. Kornilov Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesinden sonra
hapisten kaçıp kendisini destekleyen Don Kazak’larının yanına sığındı. Burada General Alekseyev ile
birleşip anti-Bolşevik Gönüllü Ordusunun komutanı oldu. 24 Şubat 1918 tarihinde
Don Kazaklarının başkenti olan Novocherkassk Bolşeviklerin eline geçince Kuban
steplerine doğru zorlu koşullarda yürüyüşe geçti. 13 Nisan tarihinde
Ekaterinodar şehrini ele geçirmeye çalışan Bolşevik saldırısı sırasındaki
bombardımanda öldü.
Kornilov’un ölümünden sonra Alexeyev
Gönüllüler ordusunun Don nehri bölgesine dönmesini sağladı. Komutanlığa Anton
Denikin getirildi. Yaşlı ve hasta Alexeyev’e de Denikin’e destek görevi verildi
ancak Alekseyev, Eylül 1918’de Ekaterinodar’da kalp krizinden vefat etti.
Güney cephesi Bolşevik hükümete
en tehlikeli saldırıları yapan ve risk yaratan taraf oldu. Eylül 1918’de
gönüllü ordu 30-35 bin askere ulaşmıştı ve kuzey Kozak bölgesinde
konuşlanmıştı. 23 Ocak 1919’da Denikin komutasındaki Gönüllü ordu 11. Sovyet
ordusunu mağlup ederek kuzey Kozak bölgesine hakim oldu. 1919 yazında Orel,
Donbass, Tsaritsyn ve Kharkov’u aldılar. Doğu cephesinin başarısızlığına rağmen
Rusya’nın güneyindeki Beyaz Ordunun komutanı General Anton İvanoviç Denikin’in
Bolşeviklere karşı mücadeleyi kazanabileceği ümidi mevcuttu. 1919 sonbaharında
durum Beyaz Ordu açısından iyi gidiyordu.
1919 yılında General Denikin’in
şehri ele geçirmek için saldırıları başarılı olmadı. Savaşı kaybettiler. 27
Kasım 1919’da General Anton Denikin, general Vladimir May-Mayevsky’yi görevden
alarak yerine General Pyotr Wrangel’i atadı. General Wrangel bir zamanlar
Çar’ın muhafız birliği komutanlığını yapmıştı. Geriye kalan Güney cephesi kuvvetleri Novorossiysk’den
tahliye edilerek Kırım’da Pyotr Wrangel ordusuyla birleştiler. Denikin 20 Nisan
1920’de istifa ederek komutayı General Pyotr
Nikolayevich Wrangel’e devretti. Denikin İngiliz savaş gemisiyle önce İstanbul’a
gelmiş, sonrada Malta üzerinden Londra’ya gitmiştir. Londra’dan ayrılınca Belçika ve Macaristan’da
yaşadı. 1926 dan sonra Paris’e yerleşti. 1940 yılında Fransa işgal edilince
Paris’den ayrıldı. Savaş sonrası 1945-1947 yılları arasında New York’daydı ve
orada öldü.
General Wrangel Beyaz Ordunun oluştuğu
zamandan itibaren General Alekseyev, General Kornilov ve General Denikin ile
birlikte çalışmıştı. Ama Wrangel’in başarıya ulaşması pek mümkün gözükmüyordu.
İngiltere başlangıçta beyaz Orduyu desteklerken, Rusya’nın İngiltere’ye olan
571 milyon poundluk borcunu düşünüyordu. 1920 başından itibaren İngiltere
politikasını değiştirerek Beyaz Orduya destek vermekten vazgeçti ve
Bolşeviklere uygulanan ambargoyu da kaldırdı. İngilizler, Bolşeviklerin
yenilemeyeceğini gördükleri için barış tesis etmek için Wrangeli
sıkıştırıyorlardı. Wrangel’in Bolşeviklerle barış görüşmelerini yapmasını
beklerken, aniden Kızıl Orduya saldırması üzerine İngiltere tüm yardımlarını durdurdu. Amerika da silah
sevkiyatından vazgeçti.
General Pyotr Nikolayevich Wrangel
için sonun başlangıcı Sovyet Rusya ile Lehistan’ın Ekim 1920’de barış
antlaşması imzalaması oldu. General Wrangel’in Kırım’da bulunan askerleri Kızıl
Ordu için dikkate değer bir tehlike olmakla beraber, Kasım 1920’de Wrangel, Kızıl
Ordu komutanı M.V Frunze’nin saldırısına karşı koyamadı ve onun yenilmesi ile
birlikte Beyaz Orduların sonuncusu da saf dışı kalmış oldu. Kızıl Ordu’nun Kefe
ve Simferopol’ü alması üzerine, Wrangel Fransız Askeri Misyon şefini
bilgilendirerek, Kırım’dan tahliye hazırlıklarını hızlandırıldı.
Doğu (Sibirya) cephesi
Komutanlığını General Nikolai Yudenich’in yaptığı kuzey-Kuzey
batı cephesi, Kızıl Orduya karşı Güney cephesi kadar başarılı olamamıştır.
Estonya ile birlikte Kızıl Orduya karşı mücadele veriyorlardı. Cephenin
hatırlanan en önemli askeri harekatı Beyaz Kılıç harekatı adıyla bilinen ve
Rusya’nın başkenti Petrograd’ı ele geçirmek için 1919 sonbaharında yapılan ama
başarısızlıkla sonuçlananan taaruzdur.
2. RUSYA’DAN KAÇIŞ
2.1 Ana Kraliçe Rusya’dan ayrılıyor
İmparatoriçe
kendisini Malta’ya getiren HMS Marlborough savaş gemisinin güvertesinde
İmparatoriçe Yafta’daki sarayda
kalıyordu. 11 Nisan’da İmparatoriçe, Hanedan üyeleri ve soylularla onların
yardımcıları, yüzlerce bavul ve yük ile HMS Marlborough gemisiyle Yafta
limanından ayrıldı. Gemi Heybeliada’dan birkaç gün kaldıktan sonra 20 Nisan’da
Malta’ya ulaştı. İmparatoriçe Marie Fedorovna, kendisini Londra’ya götürecek gemi
gelinceye kadar San Anton Sarayında ağırlandı. Marie Feodorovna, Danimaka
prensesi iken Çar III.Alexander ile evlenmiş ve imparatoriçe olmuştu. Çocukları
II.Nicholas son Rus çarıydı. Kız kardeşi Kraliçe Alexandra, İngiltere Kralı
VII. Edward’nin dul eşi ve İngiltere Kralı George’un annesiydi. Marie
Feodorovna daha sonra memleketi Danimarka’ya dönecek ve 13 Ekim 1928’de 81
yaşında Kopenhag’da vefat edinceye kadar orada yaşayacaktı.
2.2 İstanbul’a İlticalar
Mart 1919’da Fransa Doğu Ordusu
komutanı Franchet D’Esperey askeri başarı için 500,000 asker ve bir milyar
Fransız Frank gerektiğini söylemesi üzerine Fransız Hükümeti 1 Nisan’da Kırım Odesa’yı
boşaltma kararı aldı. Bu tahliyede Fransız gemilerinin bazı Rusları da
beraberlerinde getirmeleri İstanbul’a mülteci akımını başlattı. Nisan 1919’da
Rus ilticası artarak devam etti. Odesa’dan kalkan, yüzlerce Rus sivil taşıyan
gemiler, önce İstanbul Kavak’ta karantinaya tutuluyor ardından boğazdan içeriye
giriyorlardı. Aslında Aralık 1918’den itibaren Güney Rusya’dan İstanbul’a
mülteci akını başlamıştı. İlk dönemde gelenler Rus zenginlerdi. Zengin
tüccarların ayrılma nedenleri Bolşevik korkusuydu.
Yanlarına neredeyse hiçbir şey
almadan gelen bu insanlar, kurtulmak için umutlarını Türkiye’ye bağlamıştı.1917
Devrimi’nden sonra dünyanın yedi bucağına dağılan Beyaz Ruslar, önce ilk durak,
ardından özgürlüğe uzanan köprü olarak Türkiye’yi gördü. Bu seçimin iki nedeni
vardı. Birincisi; çoğunluk için en yakın ve en güvenli ülke Türkiye’ydi.
İkincisi; Osmanlı’nın engin hoşgörüsü ve konukseverliği dünyaca meşhurdu. Hatta
bir göçmen şunları söyleyecekti: “Rusya’dan
kaçarken hep şunları düşündük: 1492’te İspanyol engizisyonundan kaçan
yahudilere kapılarını açan tek ülke Türkiye’ydi. Bizi de geri
çevirmeyeceklerdi.”
1920 başlarında İstanbul’a her gün
Beyaz Rusları taşıyan iki gemi geliyordu. Bu kişilerin çoğu kadın ve orta
halliydi. Genel olarak Fransızların kontrolünde gerçekleşen Kırım’dan tahliye
sürecine İngiliz, Amerika ve Yunan gemileride katılmıştı. 1920 Nisan ayından
istanbul’da ve Adalardaki muhacir sayısının 30 bin olduğu sanılmaktadır.
Wrangel Ordusunun Kırım’dan
tahliyesine 11 Kasım 1920’de başlandı. 17 Kasım tarihli İstanbul gazetelerine
göre şehre gelen mülteci sayısı 70,000 kişiye yaklaşmıştı. 60-70 bin kişinin de
Kırım’da vapurlara binmek üzere beklediği belitiliyordu. Fransa Kırım’dan kaçan
Beyaz Orduyu ve mültecileri himayesi altına alırken karşılığında Rus filosunu
rehin alıyor ve Fransız bankalarındaki Rus Ordusuna ait 69 milyon Frank paraya
da el koyuyordu. Fransız raporlarına göre Kırım’dan İstanbul’a gelen mülteci
sayısı 24 Kasım 1920 itibarıyle 148,678 idi. Bunun 30 bini sivil, gerisi
askerdi.
Kapasitesi 2-3 bin kişi olan
gemilere 4-5 bin mülteci alınarak getirilen beyaz Ruslar’ın sivil olanları İstanbul’da
Adalara götürülmekteydi. Karaya çıkmadan önce karantina sürelerini gemide
geçiren mülteciler, açlık ve susuzluk çekmekteydi. Kayıklarla gemiye yanaşan
fırsatçılardan bir simit için fahiş fiyatlar ödeyenler hatta ipin ucuna
bağladıkları yüzükleri karşılığında yiyecek alanlara rastlanıyordu. Bir yüzüğe
karşı bir ekmek, bir gömleğe karşı bir şişe su verilmekteydi.
2.3 Beyaz Rusların İskanı
1919’da ilk partide gelen az
sayıdaki asiller ve zengin Beyaz Ruslar, İstanbul üzerinden Paris’e ve diğer
Avrupa şehirlerine gittiler. İstanbul’da kalanlarda Beyoğlu ve Adalarda ikamet
ettiler. Mültecilerden 8-10 bin kişinin Büyükada’ya iskanı planlanmıştı. Burgaz
adasına da iki bin kişi düşünülüyordu. Bunun için Adalar’da barakalar
yapılmıştı. Adalar’a gidecek mülteciler, önce Tuzla’da karantinaya tabi tutuluyordu.
Gelenler arasında Kiev Genel Valisi, Odesa Genel Vali yardımcısı, Kuban
Cumhuriyeti eski reisi ve çok sayıda general ve üst düzey subay bulunuyordu.
General Wrangel ve Beyaz Ordu’nun
üst düzey subaylarını taşıyan Korniloff destroyeri ile diğer göçmenleri taşıyan
gemiler Türkiye’ye geldiler. Kalabalık mülteci sayısı nedeni ile yolculuk çok
zor geçmişti. İliazd “Bir Rus Fütüristi’nin Dört Vizyonu” isimli çalışmasında
gemilerdeki insanları şöyle anlatıyor: ‘O
gemilerde askerler ayakta duruyorlardı. Bu insanlar halatlarla direklere
bağlanmış ve orada kaderlerine terk edilmiş, aç kalarak ve boğularak ölmeye
mahkûm edilmişlerdi. Aralarında ölmüş olanlar, henüz ölmeyi becerememiş silah
arkadaşıyla aynı mekânı paylaşmaya devam ediyorlardı”.
İstanbul’a gelen mültecilerin
sayıları hakkında en sağlıklı bilgiyi General Wrangel’in verdiğini düşünülmektedir.
4 Ocak 1922 tarihinde İstanbul Darülfünun’daki toplantıda konuşan Wrangel, Kasım 1920’de Kırım’dan 135,000 Rus
mültecinin İstanbul’a geldiğini ve böylece Rusların İstanbul’daki toplam
sayısının 167,000 olduğunu ve bunlardan 69,000 mültecinin Limni adası, Çatalca
ve Gelibolu’daki kamplara yerleştirildiğini açıklamıştır. Yine Wrangel’in
açıklamasına göre; Şehirdeki ve civardaki Fransız kamplarında 4,488 kişi
bulunuyordu. Bulgaristan’a 3,840, Romanya’ya 2,000 ve Yunanistan’a 1,742 kişi
gönderilmişdi.
Gelibolu’da Geçici İskan
Gelibolu Limanına yanaşan
gemilerden inen Rus subaylar, askerler ve aileleri hiç de iç açıcı bir tablo
ile karşılaşmadılar. Çanakkale savaşlarından dolayı şehirde büyük çapta
yıkıntı, yiyecek ve içecek sıkıntısı vardı. Ayrıca Anadolu’da Milli Mücadele
başlamıştı. Gelibolu şehrinde o dönemde nüfus Müslüman, Rum, Ermeni ve
Yahudilerden oluşuyordu.
Gelibolu Rus Abidesi
Beyaz Ruslar Gelibolu’ya indiklerinde disiplinli bir şekilde askeri talimlerine devam ettiler. Bu da onlara ikmal desteği sağlayan Fransızları öfkelendirdi. Askerî eğitimlerden vazgeçmedikleri taktirde gıda ve ikmal yardımını kesecekleri tehdidinde bulundular. Kamplardaki olumsuz şartlar nedeniyle salgın hastalıklar baş gösteriyodu. Fransızlar ilaç ve gıda yardımını da kesince salgın hastalıktan ölen Ruslar’ın sayısı daha birinci yılını doldurmadan 220’yi geçti. Korgeneral Kutepov Gelibolu’da kaybettikleri kişilerin anısına bir anıt yapılmasını istedi ve tersanenin arkasına 16 Temmuz 1921 tarihinde 20 bin taştan bir anıt yapıldı.
22 Kasım 1920 günü ‘Herson’ ve
‘Saratov’ adlı iki Rus gemisiyle Gelibolu’ya Korgeneral Nikolay Kutepov’un
komutanlığında Rus Beyaz Kolordusundan 9,540’u subay olmak üzere 25,940 kişi
geldi. Aralarında sivil mülteciler de vardı. Fransız işgal kuvvetleri
kendilerine yerleşim olarak Gelibolu’dan altı km. uzakta ıssız bir yer olan,
Büyükdere vadisini gösterdiler. Ruslar yerleşim bölgesine, yılanların çokluğu
ve yabangülü çalılıklarından dolayı ’Gül ve Ölüm Vadisi’, arazinin ıssızlığı ve
Gallipoli sözcüğüne sesçe benzemesinden dolayı ’Göleye Pole’ (Çıplak Vadi)
diyorlardı.
Fransız yetkililerin
yönlendirmeleriyle gelenlerden 10 bin kişinin İstanbul’a, Gelibolu ve Limni’ye
de toplam 40,000 askerin yerleştirilmesi planlanmıştı. Beyaz Rusların kampları askeri
ve sivil kamplar olmak üzere iki gruba ayrılıyordu. Beyaz Ordu Başkomutanı General Wrangel 70 bin
kişilik ordusunun ve 120 parçadan oluşan filosunun tahliye edildiğini, savaşa
hazır bekleyeceklerini, askerlerin iki
grup halinde Gelibolu ile Limni’ye nakledileceğini belirtmişti. Kampların
iaşesi Fransa tarafından karşılanacaktı, yönetim sorumluluğu ise Rus
kumandanlara bırakılmıştı.
1920 yılında
Gelibolu’da çekilmiş Beyaz Rus ordusunu gösteren fotoğraf
2 Ocak 1921 tarihli bir raporda
Gelibolu kampında yaklaşık 40 bin Rus kuvvetinin olduğunu yazıyordu. Rus
askerleri düzenli olarak talimlerini yapmaktaydılar. Rusların paraları
geçmediği için silahlarını, askeri
malzemelerini satarak çarşı pazardan alışveriş yapıyorlar hatta ormandan
odun kesip bunları pazarda satıyorlardı. Gelibolu’da kaplumbağaların azlığının
sebebi Ruslardan bilinir. Fransızlar gıda yardımını kesince aç kalan Ruslar
kaplumbağaları pişirip yemişlerdi.
Gelibolu’da Beyaz
Ordu ile birlikte gelen Rus aileler bir gezide
Kutepov Kolordusunda katı bir disiplin mevcut
idi, hatta işlenen suçların çoğu ölümle, kurşuna dizilme ile sonuçlanıyordu. Gelibolu’nun helvacıları meşhurdur. Aç Rus
askerleri çarşıda dolaşırken bir asker dayanamayıp helvacıdan bir parça helvayı
alır, ağzına atar ve kaçar. Bu olayı helvacı, Rus yüzbaşısına bildirir. Yüzbaşı
taburu toplar ve askerin birkaç kez sırasını değiştirir, her seferinde askeri
tanıyan helvacı, yüzbaşıya askeri affetmesini söylesede, yüzbaşı silahını
çıkarıp, askeri oracıkta alnından vurur ve bunun bütün tabura ibret olmasını
söyler. Korgeneral A.V.Kutepov daha sonra Fransa’nın başkenti Paris’te KGB
ajanlarınca yakalanmış, Sibirya’da akibeti belirsiz bir şekilde yok edilmiştir.
Göçmenlerin psikolojisi açısından
son derece önem taşıyan bir başka konu ise yakınları ile haberleşme olanağına
kavuşmalarıdır. Rus elçiliğinde bir süre sonra haberleşme servisi oluşturulmuş
ve her cumartesi kiliseden sonra burada toplanan Ruslar, ülkelerinden gelen
haberleri öğrenme olanağına kavuşmuştur. Ruslar, izini kaybettikleri
akrabalarını bulmaya çalıştıkları gibi, iş ve ev başvurularını da buraya
yapıyorlardı.
Gelibolu Rus Abidesi
Beyaz Ruslar Gelibolu’ya indiklerinde disiplinli bir şekilde askeri talimlerine devam ettiler. Bu da onlara ikmal desteği sağlayan Fransızları öfkelendirdi. Askerî eğitimlerden vazgeçmedikleri taktirde gıda ve ikmal yardımını kesecekleri tehdidinde bulundular. Kamplardaki olumsuz şartlar nedeniyle salgın hastalıklar baş gösteriyodu. Fransızlar ilaç ve gıda yardımını da kesince salgın hastalıktan ölen Ruslar’ın sayısı daha birinci yılını doldurmadan 220’yi geçti. Korgeneral Kutepov Gelibolu’da kaybettikleri kişilerin anısına bir anıt yapılmasını istedi ve tersanenin arkasına 16 Temmuz 1921 tarihinde 20 bin taştan bir anıt yapıldı.
Anıt, 1949’da Çanakkale depremi
sırasında yıkıldı. 1995’te Başbakan Bülent Ecevit döneminde yeniden yapılması
için Rusya ile anlaşılmasına karşın ancak 17 Mayıs 2008’de yenilenebildi.
2.4 Askeri kampların boşaltılması
Beyaz Rusların bir kısmı Rusya’ya
dönmeye bir kısmı da başka ülkelere gitmesine rağmen General Wrangel ordusunun
morali yüksek tutmaya çalışıyordu. General Wrangel’in karargah olarak
kullandığı İstanbul limanında demirlemiş Lutulu adlı yat, kontrolden çıkan
İtalyan bandralı bir geminin, Salıpazarı önünde çarpması sonucu batmış ve yat
ile birlikte Beyaz Ordunun tüm evrakı da 36 metre derinliğe gömülmüştü. Bu kazadan
bir süre sonra Wrangel Şubat 1922’de İstanbul’da ayrılarak Sırp-Hırvatistan-Solvenya
Krallığına gitti. Daha sonra Brüksel’e yerleşti ve orada maden mühendisliği yaptı.
Wrangel 1928 yılında aniden ölmüştür. Sovyet ajanlarla ilişkisi olduğu
anlaşılan mahalle kasabının kardeşi tarafından zehirlendiğinden
şüphenilmektedir.
2.7 Mütareke yıllarında İstanbul
16 Mart 1920’de resmen işgal edilen İstanbul yoğun bir nüfus hareketliliğine sahne olmuştur. Bu nüfus hareketliliğini yaratan faktörlerden birisi terhis edilen Osmanlı askerlerinin kente geri dönmesi, bir diğeri ise Rus mültecilerdir. Büyük bir hareketlilik yaşayan İstanbul şehrinin nüfusu 1914-1916 yılları arasında 1,600,000 kişidir.
Gelibolu’nun ilk tahliyesi
Ağustos 1921’de başlamıştı. ilk tahliye olanlar Selanik üzerinden Sırbistan’a gönderilen
süvari birliğiydi. Bir süre sonra sıra piyadelere geldi. 14 Aralık 1921’e kadar
çok sayıda asker Bulgaristan’a gönderildi.
Teknik Birlikler ve askeri öğrencilerin Sırbistan’a gitmesi söz konusuyken
Sırbistan son anda kabulden vazgeçti. Bu
grup iki yıl sonra Macaristan’a gidecek, Mayıs 1923’de de
Sırbistan-Hırvatistan-Slovenya Krallığına geçeceklerdi. Gelibolu’da kampı
kapatmakla görevli az sayıdaki asker grubu da 5 Mayıs 1923’de Gelibolu’dan
ayrıldı.
Wrangel Ordusundan Hadımköy,
Sancaktepe, ve Çilingir çiftliklerinde iskan edilen 6,500 Rus askeri, diğer
ülkelere gönderilmek üzere önce Limni’ye nakledildiler. Limni adasındaki Beyaz
Rusların Bulgaristan’a sevkleri ise Mayıs-Haziran 1921 tarihleri arasında
gerçekleşti. Askerlerin bir kısmı
buradan trenle Sırbistan ve Çekoslokavya’ya gittiler.
Bizerte’de rehin altındaki Rus donanmasının durumu
Kırım’dan ayrılış sonrası, Fransa
tarafından Tunus Bizerte’ye götürülen ve limanda demirleyen Rus donanması, bir
daha ne savaşa girebildi ne de donanma askeleri ülkelerine geri dönebildiler.
Fransa, bir süre sonra bu gemilerin masraflarını artık karşılamak istemediği
için açık artırma ile satışa çıkardı. Sovyet Hükümeti bu gemileri Fransa’dan
geri istemesine rağmen Fransızlar vermediler ve gemiler satıldılar.
2.5 Sivil Beyaz Rusların İstanbul’dan ayrılmaları
Beyaz Rusların İstanbul’a
gelmelerinden kısa süre sonra çıkışlarda başlamıştı. Aralık 1920 başında
mültecilerden 10 bin kişi Sırbistan’a, dört bin kişi Bulgaristan’a, dört bin
kişide Romanya’ya gitti. General Wrangel tahliyesinde gelen Ruslardan yedi bin
kişi Aralık ayında Fransız torpidoları eşliğinde Karadağ Cattaro’ya gönderildi.
1 Mart 1921’de Türkiye dahilinde ve Limni’de 99,210 Rus mülteci vardı. Bunların
33,420’si İstanbul’da, 21,501’i Limni’de, 29,090’ı Gelibolu’da, 15,200’ü
Çatalca’daydı. 1921’de çiftci Rus mülteciler Brezilya’ya Sarpulo yaylalarına
gönderilmek istendi. Brezilya hükümeti her çiftci aileye 25-30 hektar arazi
vermeyi planlıyordu. Bazı Ruslar Brezilya’yı istemedi, kendileri çiftçi olarak
tanıtıp Brezilya’ya gidenlerin bazılarının da yalanları ortaya çıkınca,
Brezilya tarafından geri gönderildiler.
Dolmabahçe sarayının
kullanılmayan ahır tesislerinde oluşturulan Rus Mülteci kampı
Milli mücadelenin başarıya
ulaşması, Beyaz Rusların yurt dışına çıkışını hızlandırdı. Moskova yönetimi
Ankara’dan İstanbul’daki mülteci teşkilatlarını kapatmasını istemekteydi. Mülteciler
Moskova ve Ankara yönetimlerinin iyi ilişkileri nedeniyle Kemalistlar
İstanbul’a geldiğinde, kendilerini Sovyet Rusya’ya göndereceklerinden
korkuyorlardı. 1922 sonbaharında İstanbul’dan başka ülkelere özellikle
Bulgaristan’a yoğun Beyaz Rus göçü oldu. Sovyet Rusya’nın 1921 başında
çıkardığı af ile Rus mültecilerin Rusya’ya dönüşü başladı. Ama bu sayı fazla
olmayacaktı.
2.6 Beyaz Rus Ordusunun Ankara Hükümetine karşı kullanılmaya
çalışılması
Beyaz Ordunun, İtilaf devletleri
himayesinde İstanbul’a iltica etmesi aslında Ankara Hükümeti ve Milli
Mücadele’nin geleceği açısından büyük bir risk oluşturmuştur. İtilaf Devletleri
birkaç yıldır savaşan, iyi eğitimli Beyaz Orduyu Ankara Hükümetine karşı
kullanmayı düşünmüştü. Buna karşın Wrangel Ordusu subayları en baştan beri
Anadoluya karşı bir savaşta yer almayı düşünmedikleri hatta Anadolu hareketine
sempatiyle baktıklarını açıkladılar. İstanbul’daki Ruslar, Türklere ve
özellikle Anadolu’ya karşı sempati duymaktaydı. Hatta itica eden Wrangel Ordusu
subaylarından bazıları Fevzi Paşa(Çakmak) ile temasa geçerek beraberlerindeki
askerlerle birlikte Milli Mücadele yanında savaşa katılmak istediklerini
bildirmişler fakat bu talep Fevzi Paşa tarafından kabul edilmemişti. Wrangel
Ordusu içerisindeki subay ve askerlerden Çerkez ve Tatar olanlar da vardı.
Çerkezlerin sayısının 7,216 olduğu ifade edilmektedir. Bunlardan bazıları Milli
Mücadele tarafına geçmek için Adapazarı’na kadar gelmiş ve burada Yunanlılar
tarafından geri çevrilmişti.
Gelibolu’da Rus
Ordusu geçit töreninde
Yunan Hükümeti’de Beyaz Rus
kuvvetlerinin Yunan ordusunda istihdamı ve kullanılması için büyük gayret
gösteriyordu. İngiliz ve Fransızlar Beyaz Ruslara yardımı azaltınca bu durumdan
istifade etmek isteyen Yunan Hükümeti, her türlü yardımı yapmaya hazır olduğu
iletmişti. Gerçekten zor durumda olmasına karşın Beyaz Rus ordusu, Ankara
Hükümetine karşı bir hareket içerisinde olmayacağını açık ve kesin bir dille
belirterek, Yunanlıların umutlarını kırmıştır. Gerçekten de Beyaz Rus
generalleri Anadolu aleyhinde bir harekette bulunmayacakları konusunda
dirayetli bir duruş sergilediler ve Rusya dışında kan akıtmayacaklarını kesin
bir dille ilettiler. Sonuçta İtilaf Devletlerinin, Beyaz Rusya Ordusunu,
Anadolu hareketine karşı kullanmaları mümkün olmadı.
2.7 Mütareke yıllarında İstanbul
16 Mart 1920’de resmen işgal edilen İstanbul yoğun bir nüfus hareketliliğine sahne olmuştur. Bu nüfus hareketliliğini yaratan faktörlerden birisi terhis edilen Osmanlı askerlerinin kente geri dönmesi, bir diğeri ise Rus mültecilerdir. Büyük bir hareketlilik yaşayan İstanbul şehrinin nüfusu 1914-1916 yılları arasında 1,600,000 kişidir.
Karaköy Limanda
Denizcilik İşletmeleri binasının önünde İngiliz Birlikleri
İstanbul’un mütareke sonrasında
çok ciddi boyutlarda hayat pahalılığı yaşanmaktadır. Vedat Eldem Mütareke
İstanbul’unu anlatırken: ”Mütarekenin
imzalandığı tarihte, memlekette iktisadi durum pek vahim bir hal almıştı.
Yiyecek ve giyecek stokları tükenmiş, ithal yolları kapanmış, mahsul harpten
önceki miktarının yarısına düşmüştü. Halka ekmek yerine 100 dirhem (320 gr)
arpa, yulaf ve bakla ile karışık mamul verilmektedir. Ruslar tarafından istila
edilen Doğu vilayetlerinden(Kafkasya) göç eden bir milyona yakın insan, Batı
Anadolu’ya sığınmıştır. İstanbul’da 1918 yılının Ekim ayında hayat pahalılığı,
Düyun-i Umumiye’nin endeksine göre harpten evvelkinin 15 misline, toptancı fiyatları
esas alındığı takdirde 7-8 misline yükselmişti”.
Çamaşır yıkayan bir
Rus prensesi
Rusya’dan ayrılırken yanlarında
pek fazla bir şey getiremeyen göçmenler için yerleşme sürecinin arkasından, iş
bulma ve hayatlarını devam ettirme kaygısı baş göstermiştir. Sepet, oyuncak
yapımı, bahçıvanlık, halıcılık, ayakkabıcılık, nakış, dikiş, tren vagonlarının
temizlenmesi, taksi sürücülüğü, gazete, yün bebek veya ayakkabı bağı satıcılığı
gibi değişik işler yapmışlardır. Terzilik yaparak yaşamını kazanmaya çalışan
ancak geçmişte bu tür işler için deneyimi olmayan Rusya’nın soylu kadınları
için İngiliz ve Amerikalı yardımsever kadınlar tarafından dikiş evleri açılmış,
bir kısmı da mürebbiyelik ve kâhyalık yapmaya başlamıştır. Bir prensesin
patrona kahve götürmesi, profesörler ve eski milyonerlerin çiçek ya da sigara
satması İstanbul’un olağan görüntülerinden birisi olmaya başlamıştır.
2.8 Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Sovyet Hükümeti ile İlişkileri
Mustafa Kemal, 1920 İlkbaharında,
Halil (Kut) Paşa’yı (Enver Paşa’nın amcası) Bolşeviklerle temas kurma görevi
ile Moskova’ya gönderdi. Halil Paşa, Sovyet Hükümetine ‘En yakın zamanda Anadolu’da Sovyet Rusya’yla dostluk ve birlik
antlaşması imzalamaya hazır ulusal bir hükümet kurulacağını bildirdi.’
Mustafa Kemal, Rusya Elçisi
Aralof ve Azerbeycan Elçisi İbrahim Abilof ile Çay İlçesinde (Anadolu Ajansı –
Hanri Benazus Arşivi)
23 Nisan 1920’de açılan Büyük
Millet Meclisinin ilk faaliyetlerinden biri,
26 Nisan’da Sovyet Rusya Halk Komiserler Meclisi’ne bir mektup
göndererek ilk dış ilişkiyi başlatmak oldu. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa
Kemal Paşa’nın Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Lenin’e yazdığı mektupta ‘Türkiye-Sovyet Rusya ile birlikte
emperyalist hükümetlere karşı savaşmak zorundadır ve Türkiye’ye saldıran
emperyalist düşmanlarla mücadele de Sovyet Rusya’nın yardımına umut
bağlamaktadır” sözleri yer almaktadır. 1 Haziran’da Moskova’ya ulaşan mektup,
B.M.M. Hükümetinin ilk dış politika belgesi oluyordu ve Sovyet toplumu
tarafından memnuniyetle karşılanmıştı.
3. BEYAZ RUSLARIN İSTANBUL SOSYAL HAYATINA ETKİSİ
1917 Devrimi sonrası Kızıl
Ordu'dan kaçan Rus göçmenlerin Avrupa ülkelerine gidebilmeleri hemen hemen
olanaksızdı. Wrangel ve Denikin'e her türlü desteği vaat eden Batılı ülkeler,
yenik düşen Beyaz Rus halkını ülkelerine kabul etmiyordu. Vize alabilmek çok
zordu. Ancak, bir yabancının metresi olmayı başaran ve o sayede seyahat izni
koparan kadınlar, kocalarını da peşlerinden sürükleyerek diledikleri ülkeye
gidebiliyorlardı.
Büyükada’da Beyaz
Ruslar
Genelde Slav ırkından, duru beyaz
tenli, sarı saçlı, mavi gözlü olan Beyaz Rus kadınlar İstanbul’a geldiklerinde
olay yaratmışlardı. Başı açık geziyor, kısa ya da kloş tabir edilen etekler
giyiyorlardı. Saçları kısacık kesilmişti. Buna da ‘çan kesimi’ deniyordu.
Kimileri saçlarına tülbent sararak Rus başı modasını başlatmıştı.
İstanbul sokaklarında
tablasıyla satış yapan Rus mülteci
İstanbul Ansiklopedisi yazarı Reşad
Ekrem Koçu’ya göre: ‘Beyaz Rusların büyük
ekseriyeti Çarlık Rusya’sının en üst, görgülü, bilgili tabakasına mensuptu.
İstanbul’un eğlence dünyasını renklendirerek ilk barlarını açtılar. Açtıkları
eğlence yerleri sanat mekanları oldu. Ak sakallı yarbaylar, albaylar,
generaller, memleketinde malikaneler bırakmış zenginler, Beyoğlu Cadde-i
Kebir’inde, boyunlarında basit tahta işportalar, kibrit, sigara, çikolata ve
karamele sattılar’. İstanbul’a gelen
Avrupa görmüş Beyaz Rus aristokratlar, son modayı da beraberlerinde
getirmişler, terzilik yapan İstanbullu şık hanımefendiler arasında rağbet
görmüşlerdi.
3.1 İstanbul’lu deniz ile tanışıyor
İstanbul’da Mütareke ile birlikte
mesire anlayışı değişiyor. Boğaz yerine artık Marmara kıyılarına, Adalar’a
gidiliyor. İstanbul’lu denize girmeye başlıyor. Plaj modasını Rus göçmenler
getiriyor. Yüzyıllardır denizden kaçan müslüman ve gayri müslim İstanbul halkı
bu kez Fülürye’ye plaja koşuyor. Burada yarı çıplak Rus dilberleri denize
giriyorlar. Eskiden, tarihi çınarlar ve menba suları ile meşhur Fülürye’ye
fülürye kuşunu dinlemeye giden halk bu kez deniz banyosu yapıyor. Bu arada
“Fülürye” Rus şivesi ile Florya’ya dönüşüyor. Mahremlik giderek kalkıyor, Türk
kadınları için de açılma devri başlıyor.
3.2 Beyaz Rus taksi şöförleri
İstanbul’da ilk otomobilleri 1910
yılından sonra görüyoruz. Taksicilik mütareke yıllarına denk düşer. 1920’lerin
sonlarında İstanbul’da yaklaşık 700 otomobil vardır ve bir bölümü taksi olarak
çalışmaktadır. 1920’lerin ortalarında birçok Beyaz Rus’un şoförlük yaptığını
görürüz. İş disiplini olan bu şöförler genelde takım elbise, kolalı gömlek ve
kasket giyerlerdi. Bu şoförlerin neredeyse tümü Beyaz Ordu’nun mekanize
birliklerinin subayları ve zırhlı sürücüleriydi. Bir bölümü oto tamircisi
açmayı tercih etmişti. İstanbul trafiğinde ustalığını kanıtlayan Beyaz Rus
şoförler, kısa zamanda Beyoğlu’nun gözdesi olmuştu. Bunun bir nedeni de, Rus
şoförlerin tüm kabare, bar ve pavyonların yerlerini bilmeleri ve önerilerde
bulunmalarıydı.
3.3 Beyaz Rus Müzisyenler
İlk dalgada gelen müzisyenlerden
Segei Pissanko de Romanovski boğazdaki yalılarda çok konser vermişti. Chijevski
kemanın ressamı olarak nitelendirilen bir sanatçıydı. Bu iki sanatçı 1920’lerin
ortalarında Amerika’ya gittiler. Pera
Palas Oteli salon orkestrasının şefi ve kemancı Pavel Alexeyevich Zamoulenko,
çoğu Beyaz Rus müzisyen gibi 1920 sonbaharında gelmişti İstanbul’a. Gerçek bir
virtüöz olarak ün salan sanatçı, özellikle Çaykovski, Beethoven, Liszt,
Schubert, Borodin, Rimsky-Korsakov gibi bestecilerin yapıtlarından bölümler
yorumlarken yoğun alkış alıyordu.
İstanbul’da 1920-1924 arasında
gösteriler düzenleyen Rus bale topluluklarının dekorlarını tasarlayan
Bobritzky’nin yapıtları şaheser kabul ediliyordu. Sanatçı Mesut Cemil, Radyo
Dergisi’nin Ocak-Şubat 1949 sayısında, “Hepsi
Fransa, Almanya ve Amerika’ya giden bu artistler en kıymetlilerindenmiş. O
zamandan beri yüksek ve modern bale sanatı namına, görüp görebileceğimiz
bunlardan ibaret kaldı...” diyor. Müzik Antolojilerinde Muhlis
Sabahattin’in Nihavent şarkısı olarak kaydedilen “Hatırla Sevgilim” adlı
şarkının da bir Rus şarkısı olduğunu, 1940’lı yıllarda şarkıya “ Hatırla
Margarit” diye başlandığını söylemek gerek.
3.4 Beyaz Rus Ressamlar
İstanbul'a göç eden sanatçılar
içerisinde çok sayıda ressam vardı. Almış oldukları klasik-akademik eğitim ve
yetenekleriyle, yabancı resme olan talebi değerlendirerek kısa zamanda ön plana
çıktılar. Özellikle suluboya tekniğinde fevkalâde başarılı olan sanatçıların,
yağlıboya dahil her türlü malzeme ve yüzeyde, yumuşak ve parlak renkleri tercih
ettikleri, ışık oyunlarının hâkim olduğu başta Boğaziçi ve Haliç peyzajları ile
tarihî yerleri konu alan çalışmaları yoğun talep görmüştür. İstanbul'da yaşayan
kentsoylu ve aristokrat aileler sayesinde, yetkin oldukları portre ve azınlık
tarafından gelen talep üzerine de natürmort çalışmalara ağırlık vermişlerdir.
Rus ressamı Alexis Gritchenko 16 Kasım 1920'de İstanbul'a gelmiş, İbrahim
Çallı, onu Tophane'de sulu boya resim yaparken görmüş, resimlerini beğenip ve
evine davet etmişti. Gritchenko, Çallı'nın evinde aylarca konuk olmuştur.
Gritchenko'nun çalışmaları, Çallı üzerinde büyük bir etki yaratacaktır. Gritchenko 1921 yılında Paris’e
gitmiştir.
Two Figures, 1921,
Gritchenko, Guaş ve kara kalem
Mülteci sanatçılar yapıtlarını
ilk kez, Elhamra (Alhambra) Sineması yakınlarında, hediyelik eşya satan
‘Grigorian’ isimli dükkânda, 9 Ekim 1921 tarihinde sergileyerek kamuoyu ile
paylaşmışlardır. İstanbul Rus Ressamlar Birliği, 1 Ocak 1922’de kurulur. Birlik
üyeleri dokuz sergi açar ve
durumları biraz düzelir. Birliği kuran ressamların çoğu daha sonra Avrupa ve
özellikle Amerika’ya gidecektir. Bu dönemde İstanbul'da bulunan Beyaz
Rus ressamların önemlileri; Vassili Yosifovich Ivanoff, Dimitri Vassilievich
Ismailovitch, Vladimir Feodorovich Zender, Vladimir Konstantinovich Petrov, Nicholai
Becker’dir.
Kazak asıllı olan İbrahim Safi (Rahman Safiev), 1918
yılında Beyaz ordu ile Türkiye'ye gelmiş ve İstanbul’a yerleşmiştir. Moskova’da
başlamış olduğu resim eğitimine, Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nde devam etmiş, 1923
yılında üstün başarı ile mezun olmuştur. 1936’da Türk vatandaşı olmuş, 4 Ocak
1983 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir.
Plaj, İbrahim Safi
Nikalai Kalmikof Kharkow Güzel
Sanatlar Akademisi’nde eğitim aldı. Ailesiyle birlikte Beyaz Rus göçüyle
İstanbul’a geldi. 1936 yılında Türk vatandaşı olan ve Naci Kalmukoğlu adını alan sanatçı Haliç, Boğaziçi ve Adalar’a dair
peyzajlar resmeder. Tarihi şahsiyet ve olaylara ilişkin figüratif çalışmalar, nü
çingeneler ve natürmortlarıyla ünlüdür. 3 Şubat 1951 günü yaşadığı apartmanın
penceresinden düşerek şüpheli bir şekilde vefat etmiştir.
Falcı Kız, Naci Kalmukoğlu
3.5 İstanbul’da Rus lokantaları ve Pastaneleri açılıyor
İstanbul’un barlarına ek olarak bu yıllardaki lokantaları da oldukça önemlidir. İstanbul’un eğlence kültürü üzerindeki etkilerine ek olarak bu yıllarda mültecilerin yemek kültürü üzerindeki etkileri de yadsınamaz. Rejans, Turkuaz, Ayaspaşa Rus Lokantası, Garden Bar, Maxım, Moscovite, George Carpitch, Medved, Rose-Noire, Splendid, Cherezade, Novotny Otel ve Lokantası, Kievski, Kit-Kat Bar ve Restoran, Dulber Restaurant De Caucasse-Dulber Cafe, Sarmatov, Dore Petrograd Nisuaz ve Ankara Pastanesi çoğunlukla Beyaz Ruslar tarafından açılan ve rağbet gören yerlerdi.
Tepebaşı’nda eski Bonmarşe’nin yerinde Le Grande Cercle Moscovite de önemli bir
lokaldi.1925’de George Karpitch tarafından devralındı ve sahibinin adı altında
yeniden açıldı. Yazar Reşat Nuri Güntekin, ”Nasıl
tutunmaz ki, hem o vakte kadar görülmemiş bir dekor içinde, görülmemiş bir yeni
çeşnide yemekler veriyor; hem mesela kutu kutu siyah havyarı ibadullah
masaların üstüne döküyordu” Üstelik Karpiç Efendi, İstanbul’luları hızlı yemek
yeme huyundan vazgeçirmeye çalışıyordu. Karpiç garsonlarına “Çorba ile etin
arasına sekiz dakikadan az zaman koyarsanız ben de sizi kovarım… Hangisi
işinize gelirse… Zevkle yemek yemeğe alışmalılar… ” diye ısrar ediyordu.
Atatürk’ün teşvikiyle 1928 de lokantasını Ankara Ulus’taki Taşhan’a taşıdı.
1953 de kapandı. Ankara’nın ilk üst düzey lokantasıydı.
Rejans lokantası
Beyaz Rusların İstanbul da açtığı çok sayıda lokantadan
yalnızca Rejans günümüze gelebildi. Olivo geçidi ile Emir Nevruz sokak
arasındadır. 1923 yılının sonlarına doğru, içki yasağı nedeniyle, Berthet
lokalinin isim hakkını Mihail Mihailoviç'e devretti. 1931 yılında Mihail
Mihailoviç'in ödeme güçlüğüne düşünce mekan, Tevfik Manars, Veronika Protoppova
ve Vera Çirik üçlüsü tarafından Rejans adıyla Rus lokantasına dönüştürülür.
Rejans'ın 1940-50'lerde müşterileri daha çok yabancı
konsolosluk mensupları, İstanbul'un kalburüstü kişileri, zengin azınlıklar, yüksek
devlet memurları iken, 1960'lardan itibaren Rejans sanatçıların, yazarların,
şairlerin, aydınların üniversite öğretim üyeleri ve öğrencilerinin devam ettikleri
bir yer haline gelir. 1976 yılında yanar sonrasında yeniden restore edildi.
Olmazsa olmaz içkisi sarı votkadır. Bortsch çorbası, Boeuf straganov, kievsky önemli yemekleridir.
Maxim Bar ve
Lokal
1894 da Londra’ya geçer. Avrupa’da çeşitli şehirlerinde bulunduktan sonra 1899 yılında siyah bir Amerika’lının şaşkınlıkla karşılandığı, siyah beyaz ayrımının olmadığı Rusya’ya yerleşmeye karar verir. Moskova’da yaşadığı 19 yıl süresince ismini Fyodor Fyodorovich Tomas olarak değiştirir ve iki kez evlenir. Rus vatandaşı olur ve şehrin tiyatrolar, restaurantlar sahibi bir zengini haline gelir. Bolşevik ihtilali sonrasında tüm taşınmazlarını Rusya’da bırakarak 1919 yılında İstanbul’a kaçar. Devrim öncesinin zengini, bu kez İstanbul’da elinde kalan son bir avuç para ile 1921 yılında Maxim’i açarak Türkiye’ye jaz müziğini tanıtır ve ikinci kez milyoner olur. Dönemin yabancı düşmanlığı ve kendisinin müsrifliği sonucu sıkıntılar yaşar, 1927 yılında Maxim elinden çıkar. Borçlarından dolayı hapse girer ve İstanbul’da 1928 yılında hapishane de ölür. Frederick 1920 yılında ABD ye dönmek için pasaport başvurusunda bulunmuş fakat köle geçmişinde dolayı ABD tarafından red edilmiştir. Frederick, köle orijininden gelen bir insan olarak iki kez iki değişik ülkede sıfırdan başlayarak milyoner olmuş ve ne enteresan ki iki devrim ile herşeyini kaybetmiştir.
İstanbul'a pasta zevkini aşılayanlar Rus göçmenlerdi. İstanbul’un seçkinleri artık muhallebicilere değil pastanelere takılıyordu. Kaçamaklar pastane köşelerine kayıyordu. Giderek pastane tutkusu yaygınlaştı. Mütareke yıllarında İstanbul'un dört bir yanında açılan pastanelerde servisleri Rus bayanlar yapıyordu. Beyoğlu’ndaki en önemli pastanelerden birisi de 1920 yılında açılan Petrograd Pastanesi’ydi. Sabaha kadar açık olan ve enfes tatlıları ile meşhur olan bu yerde özellikle tatil günü olan Cuma günleri yer bulmak mümkün değildi.
Çiçek pasajı
Çiçek Pasajı’nın bulunduğu yerde 1800’lerde Mihail
Naum Duhani adında Lübnan’lı bir Hıristiyanın evi vardı. Ev 1831 yangınında yandı.
Yangından sonra İtalyan İllüzyonist Giocanni Bartolomeo Bosca, bu araziyi
kiralayarak ahşap Bosca Tiyatrosunu yaptırdı. 1844’den sonra arazinin sahibi
Naum, tiyatroyu Bosca’dan devir alır. Salon tam bir İtalyan Operası
biçimindeydi. Kat kat locaları vardı. Tiyatro binasının 1846’da tamamen yanması
üzerine mimar Gapare ve Gusappe Fossatti Kardeşler tiyatroyu yeniden inşa ederler.
Tiyatro bu haliyle 4 Kasım 1848’de Verdi’nin Macbeth Operası ile tekrar
perdelerini açar. Sultan Abdülmecit 9
Şubat 1849’da imparatorluk locasından ilk kez opera izler. 1853’deki yangın
sonucu yine yanan tiyatro, eski formunda kagir olarak yeniden yapılır. Ne var
ki bu kez de 1870 yangını sonucu kül olur.
1919’dan sonra İstanbul’a gelen
Beyaz Rus kızlar Çiçek pasajının yakınında bir sokakta çiçek satarlarken,
Mütareke döneminde İngiliz ve Fransız askerlerinin tacizlerine uğrayıp, o zaman
bir pasaj olan Çiçek pasajındaki küçük dükkanlara yerleşiyorlar. Sonrasında
Çiçek mezatları da burada yapılmaya başlanıyor ve adı halk arasında Çiçek
pasajı olarak kalıyor.
Pyotr Smirnov 1864 yılında
Moskova’da PA Smirnoff adıyla votka üretimine başladı. Pyotr ölünce oğlu Vladimir
Smirnov(1875- 1939) işi devam ettirdi. Şirket senede 4 milyon kasa votka
üretiyordu. Çar 1904 yılında votka endüstrisini Rusya’da millileştirdi ve
Smirnov ailesinin fabrikası ile markasını satın aldı. 1917 devrimi sonrasında
Smirnov ailesi Rusya’yı terkedip istanbul’a gelince 1920 yılında Vladimir
Smirnov votka fabrikasını İstanbul’da yeniden açtı. Dört sene sonra votka
üretimini o dönem Polonya’ya şimdi Ukrayna’ya bağlı olan Lviv kentine taşıdı,
marka adını da Smirnoff’a değiştirdi. 1925 de ikinci fabrika Paris’te açıldı.
3.6 Kahvehanelerde Rus kadınlar tombola oynatıyor
Rus kadınlarının güzelliği ve
zarafeti İstanbul erkeklerini büyülemişti. Hele tombalacı hatunlara, İstanbul
erkekleri deli divane oluyorlardı. İşgal yıllarında İstanbul'un hemen her
kahvehanesine Rus kadınları müşterilerle tombala oynamaya başlamışlardı.
Kolları, göğüsleri açık, güleryüzlü, sarı saçlı, mavi gözlü Rus dilberlerini
karşılarında görenler keselerinin ağzını açmakta fazla direnemiyor; tombala
oynayarak evin rızkını Rus dilberlerine kaptırıyorlardı. Aslında tombala
oynatmak yetkisi “Malulin-i Askeriye Muavenet Heyeti”ne verilmiş bulunuyordu. Malulin-i
Askeriye Muavenet Heyeti, Hükümet’e, Darülaceze’ye ve Darüleytam’a gelir sağlamak
ve zor durumda bulunan asker malüllerine yardım etmeyi hedeflemişti. Ruslar
tarafından para kazanmak amacıyla oynatılan Tombalaya karşı açılan savaşta bu
oyunun kumar olması ve dolayısıyla islam dini açısından yarattığı sakınca da
önemli bulunmuştur. Rus kadınların tombala oynatmaları ile mücadele etmek üzere
dernek kurulur. Çoğu Darülfünun
öğrencisi olan Tombalacılarla Mücadele Derneği üyesi gençler kahve kahve
dolaşarak hem kahvehane sahiplerini tehdit ederler, hem de Rus kadınlarına
gözdağı verirler. Bunun üzerine Tombalacı Rus kızlar kahvelerden çekilmek
zorunda kalırlar.
3.7 Gece hayatında Beyaz Rus kadınlar ve Haraşo’ların yarattığı
sorunlar
Mütareke yıllarında Milli
Sinema'da Rus varyetelerini seyretmek için bilet alabilmek hiç de kolay
değildi. Birçok kişi tekrar tekrar aynı
varyeteyi seyrediyordu. Sinema sahnesinde, kadının hâlâ tesettürlü olduğu bir
dönemde, ince bir ten rengi iç çamaşırı giyip akrobasi hareketleri yapan Rus
kızları halkta heyecan yaratıyordu.
Güleryüz dergisi sayı:47
Beyoğlu'nda Rus Lokantasında yemek yiyen müşteri: Sekiz yüz doksan yedi kuruş, bir yemek!.. Fena değil. Tam bizim maaş. Bu fiyata herhalde başka şeyler de dahil olsa gerek!
1920-1922 yılları arasında Beyoğlu,
Beyaz Rus istilasına uğramış gibiydi. Ana caddeler üzerinde kabareler, arka
sokaklarda pavyonlar açılıyor, Rus lokantalarının masaları kaldırımlara
taşıyor, şarkılı ve danslı şovlar İstanbul gecelerine renk katıyordu.
Beyoğlu’nun ön yakasında eski düşesler votka sunarken, arka yakasında Odessa ve
Kiev genelevlerinden kaçan kadınlar kokain pazarlıyordu. İstanbul’un mütareke
sonrasındaki temel sorunlarından birisi eğlence hayatına bağlı olarak gelişen
fuhuştur. Barlar aracılığı ile uyuşturucu madde tüketiminin de bir alışkanlık
halini almaya başlaması nedeni ile Dr.Mazhar Osman:” Wrangel ordusuyla birlikte İstanbul’un kaymak tabakası yeni bir
illetin pençesine düşmüştür. Beyaz toz ya da kokain” diyerek uyuşturucu kullanımında Rusların
etkisine dikkati çekiyor.
Beyaz Rus kadınlarının İstanbul’a gelişiyle birçok ailede huzursuzluk başladığı anlatılır. Gerçekten de Beyaz Rus kadınlar son derece zor anlar yaşadı. Çarın sarayında her türlü lüks ve konfora alışık kadınlar, Beyoğlu’nda garsonluk yapıyor, daha az şanslıları Galata pavyonlarında kokain satıp kendini pazarlıyordu. Aralarında bulaşıkçı düşesler, tuvalet temizleyici kontesler, hastabakıcı baronesler, dadılık yapan nedimeler vardı. Bir bölümü boynunda sigara tablası, Pera’da bir aşağı bir yukarı dolaşıyor, kimi de gazete satıyordu. İyi, hoş, güzel anlamına gelen Rusça sözcük ‘haraşo’, Rus lokantalarında, barlarında, pavyonlarında, kabarelerinde, pastanelerinde sıkça duyulurdu. İstanbullular özellikle sarışın ve beyaz tenli Rus kadınlarına ‘haraşolar’ adını takmıştı. Haraşo kelimesi, gazete köşelerine, fıkralara ve karikatürlere kadar girmişti.
3.8 Son Kalan Ruslarda
İstanbul’u terkediyor
İstanbul’da kaldıkları dönemde Rus parası ruble’nin hiçbir alım gücü yoktu. Değeri o kadar düşmüştü ki bir milyon ruble üç Osmanlı lirasına değiştiriliyordu. Bir muhasebecinin hesabına göre bir odayı ruble ile kaplamak, adi kağıtla kaplamaktan daha ucuza mal oluyordu. Çekirdek satan tezgahtarlar Rus Rublelerini alıp çekirdek külahı yapmaktan bahsediyorlardı. Çoğu Rus, evde 1 bavul dolusu ruble var ama açlıktan ölmek üzereyiz diye şikayet ediyordu. Bunların yanında bir de zengin Ruslar vardı. Eğlenceye çok düşkün, hesapsızca para harcayan ve bu nedenle İstanbul’da fiyatların artmasına ve piyasaların altüst olmasına neden olan bu zümre İstanbul’da fazla kalmadı. Avrupa’nın diğer büyük şehirlerine gittiler.
Aydede dergisi sayı:21
Barda seyyar satıcılar
4. SONUÇ
Bolşevik devrimi sonrasında
Rusya’da Kızıl Ordu ile Bolşevik karşıtı Beyaz Ordu kuvvetleri arasında bir iç
savaş yaşanmış ve mücadeleyi Kızıl Ordu kazanmıştır. Kızıl Ordunun önünden kaçan,
70 bini asker 150 bin kişi 1919-1920 yılları arasında İtilaf devletlerinin
kontrolünde İstanbul’a sığınmıştır. İtilaf Devletleri, deneyimli Beyaz Rus
Ordusunu Milli Mücadeleye karşı kullanmak istemiş ama Beyaz Rus Generallerin ülkeleri
dışında kan akıtmak istememeleri ve Anadolu hareketine sempatileri nedeniyle bu
istekleri gerçekleşmemiştir. Yetmiş bin kişilik ordunun Milli Mücadeleye karşı
Yunan kuvvetleri yanında savaşa katılması, Kurtuluş savaşının seyrini
değiştirebilirdi. Büyük bir risk atlatılmıştır.
İstanbul’a hareket ve renk
getirmiş olmalarına rağmen kentin bozulmasına da neden olmakla suçlanan Beyaz Ruslar,
1921 yılında Sırbistan’a, Bulgaristan’a, Romanya’ya ve Yunanistan’a sığınmacı
olarak gitmişlerdir. 1920 yılında Beyaz Ordular ile ilişkisi olmayanların geri
dönüşüne Sovyet hükümeti tarafından izin verilmesine rağmen çok az sayıda Rus
vatandaşı memleketlerine dönmüşlerdir. Mültecilerin bir kısmı Avrupa’da asimile
olurken, bir kısmı Amerika’ya gitmiştir. 1919 yılında Paris, Rus göçmenlerin
politik merkezi olurken, Berlin kitapların yayınlandığı bir merkez halinde idi.
Sofya emekli askerlerin toplandığı nokta, Prag bir bilim ve eğitim merkezi,
Varşova ve İstanbul ise birer ara istasyondu. İstanbul’daki Rus nüfus 1922’den
itibaren 30 bin kişinin altına düşmüş ve 1930 yılında Milletler Cemiyeti Yüksek
Komiserliği’nin rakamlarına göre 1,400 kişinin kaldığı görülmüştür.
Beyaz Ruslar kaldıkları süreç
içerisinde kendilerine yardım eden başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere,
Halife Abdülmecit ve çeşitli yardım kuruluşlarına teşekkürlerini 1924 yılında Spassibo
(Şükran) isimli bir kitap yayınlayarak göstermişlerdir.
Kitap Rusça, Fransızca ve İngilizce olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır.
Kader’in oyunu olsa gerek Beyaz
Rusların İstanbul’a gelmesinin nedeni olan Kızıl Ordu’nun kurucu Başkomutanı Troçki, Lenin’in ölümünden sonra
parti’nin başına geçen Stalin ile anlaşmazlığa düşünce, 1929 yılında İstanbul’a sürüldü ve 1933 yılına kadar çoğunlukla
Büyükada’da yaşadı. Sonrasında ikişer yıl Fransa ve Norveç’te kaldıktan sonra
1937’de Meksika’ya sığındı. 1940 yılında röportaj yapmaya gelmiş gazeteci
kılığında bir Rus ajanı tarafından öldürüldü.
Kaynakça
BARAN, Tülay Alim - Atatürk Araştırma Merkezi dergisi - Mütareke
Döneminde İstanbul’daki Rus Mültecilerin
Yaşamı
BAKAR, Bülent
- Esir Şehrin Misafirleri Beyaz
Ruslar
GÜNAYDIN Mehmet, GÜNAYDIN Elmira, ÖNGEL Süleyman – Gelibolu’da Beyaz
Rus Ordusu ve Kırımlı Askerler
BAYSAN, M.Galip -
Hakimiyet-i Milliye Bağımsız Kemalist Gazete - Beyaz Ruslar İstanbul’da
Çok faydalı bilgiler, çok teşekkür ediyorum. Emeğinize sağlık.
ReplyDelete