Dünya üzerindeki ilk önemli gelişme bundan yaklaşık 10 bin önce hayvanların evcilleşmesi ve bitkilerin tarlalarda yetiştirilmesi ile başlamıştır. Tarım devrimi olarak kabul edilen bu olayların birbirlerinden bağımsız olarak Orta Doğu’da, Doğu Akdeniz’de ve Amerika’da gerçekleştiği kabul edilmektedir.
Beşbin Yıl Önce Bilinen Dünya
Beşbin yıl önce bilinen dünya küçüktü. Köylerde ürünler birlikte kaldırılır,
hakça paylaşılırdı. Sonradan özel mülkiyet kavramının gelişimi ile topraklar
zenginlerin ve soylu kişilerin ellerine geçti. Soylularda aslında eski bir
liderin yada komutanın torunlarıydı. Yönetimde geçen yılların ardından halktan
kopup soylu olmuşlardı.
O döneme kadar savaşlarda elde
edilen esirler öldürülürdü. Zaten ancak kendilerine yetecek kadar yiyecek
üretebilen toplumların bir de esirleri besleyecek durumları yoktu. Mısır’da ve
Mezopotamya’da insanlar daha fazla buğday üretmek için kanallar açtılar, su
bentleri oluşturdular. Zamanla bereketli Nil vadisi ve Mezopotamya çok ürün
vermeye başladı. Tarlada çalışacak insana gereksinim arttı. Artık esirleri
öldürmemeye, tarlalarında çalıştırmaya başladılar. Böylece kölelik toplumda
kendisine yer buldu. Esirlere köle değil öldürülmüş canlılar deniliyordu.
Mısır’a daha fazla üretim için esir gerekliydi. Esirde o zaman kadar ancak savaş ile elde edilebiliyordu. Mısır ekonomisinde yarattığı artı değerle, savaşla elde edemediği esir ve malları, satın almaya başladı. Böylece esir ticareti dünyada yerini aldı. Mısır’da artan üretim diğer toplumlarla yapılan değiş tokuşu hızlandırdı. Fenikeliler denizciydi. Doğu Akdeniz’in her limanına uğruyor ve mal alıp satıyorlardı. Mısır’ın buğdayı, Fenike’nin Sedir ağaçları, Miiletos’un yünü, Kıbrıs’ın bakırı, Toros dağlarının gümüşü en çok rağbet edilen mallardı.
Herkülün sütunları
Fenikeliler Akdeniz’in tümüne yayılarak Cebelitarık kayalarına kadar
gelmişler ve bu kayalara Melkart’ın sütunları demişlerdi. Melkart Fenikelilerin tanrısıydı ve kimse
daha ileriye gitmesin diye taşları buraya onun diktiğine inanılırdı. Daha sonra
Yunanlılar bu sütunlara Herakles’in taşları, Romalılar’da Herkülün sütunları adını
verdiler.
İnsanlar sınırlarını zorluyor
2,800 yıl önce Akdeniz’de ticaret ve toplumsal etkileşim çok artmıştı.
Kızıldeniz yoluyla Hindistan’a ulaşılmış ve oradan saraylar için altın, gümüş,
fildişi getirilmeye başlanmıştı. Denizde gidilen mesafe artmıştı ama hala
kıyıya paralel gidiliyordu. Karanın izleri görülmez ise kaybolmak kaçınılmazdı.
Denizde ve çölde her yer aynıydı. İnsan bu çıkmazdan havaya bakarak kurtuldu.
Yıldızlar arasında yolunun işaretlerini aramaya başladı. Öğleye kadar güneş
denizciyi güneye götürür, geceleri de Küçük Ayı takım yıldızları kuzey yolunu
gösterirdi.
İnsanlar bir defa kendi toplumlarından çıkıp diğer ülkeleri gördükçe
dünyada başla şeylerin de olduğuna şaşırıp kalmışlardı. Mısırlılar, Fırat
nehrinin kuzeyden güneye doğru aktığını gördüklerinde şaşkınlıklarını bir anıt
dikerek bu nehir kuzeyden güneye akar diye edebileştirmişlerdi. Çünkü tek
bildikleri nehir Nil güneyden kuzeye akıyordu. Doğal olayların dışında her toplumun farklı
inanışları ve tanrıları olması da insanları şaşırtmıştı.
Resimyazı Mısır’dan Fenike’ye, Fenike’den Yunanistan’a geçti. Ve
geçişte harflere dönüştü. MÖ 8. yüzyılda Fenike gemileriyle artık Avrupa’ya
şarabın, buğdayın yanında alfabe de gidiyordu. Fenikeli tüccarlar Mısır’ın ve
Mezopotamya’nın kültürü ve uygarlığını her yere taşıyorlardı.
Bu devirde Akdeniz’de dolaşan başka bir toplumda Yunanlılardı. Onlarda İyonya
ve İtalya kıyılarındaki koloni şehirleri arasında başlattıkları ticaret
faaliyetlerini diğer toplumlara da yaymışlardı. Yunan şehirlerinde zanaatkarlar
arasında uzmanlaşma başlamıştı. Birisi çömlek yapıyor, diğeri boyuyor, öbürüsü
de süslüyordu. Miletos yünlü kumaşlarıyla, Atina vazolarıyla ünlüydü.
Yunanlılar buğday, üzüm yetiştirmek yerine dokudukları kumaşı, ürettikleri
şarabı satmanın daha karlı olduğunu keşfetmişti. İnsanlar küçük dünyalarını genişletmişler,
kafalarındaki sınırları aşmışlardı. Ama karşılarında büyük dünyaya tam geçişi
engelleyen bir engel vardı. Bu da ruhani
dünya.
Bilim Sümerlerden, Babillilere ve Mısırlılara onlardan da Yunanlılara
geçmişti. Babilliler sayıların karelerini, küplerini ve karekköklerini almayı
bilirlerdi. Dairenin çevresini piramidin hacmini hesaplamayı da öğrenmişlerdi.
Pi sayısını 3 olarak kabul etmişlerdi (yaklaşık 3.14). Daireyi 360 dereceye
yılı 12 aya bölerlerdi. Ay 30 günden oluşuyordu. Babilliler yedi gezegen
bildikleri için (güneş ve ay dahil) haftanın günlerine onların isimlerini
vermişlerdi. Sonradan batı dünyası da bu adları kendi dillerine taşıyacaktır. Günün
12 saat olması bir saatin 60 dakika olması da Babillilerden kalan bilgilerdi. Babil
de öğrenim gören gençler kahin olurdu. Kahinler aynı zamanda bilgin ve din
adamıydı. Mısırlı kahinlerin en önemli işi ise Nil’in taşma zamanını tahmin
etmekti.
Bilim ve din birbirinden ayrılmazdı ve iç içe geçmişti. Nasıl ve niçin
sorularının doğadaki yanıtları henüz bulunmamıştı. O nedenle doğadaki her şeyin
bir atası olduğu gibi herşeyin bir anası babası aranıyordu. Her doğal olaya bir
tanrı adayarak onları da bir ailenin fertleri haline getirmişlerdi. İnsanlar kara
üzerindeki coğrafi sınırlamaların olmadığı denizlerde daha uzaklara gitmeye
başladıkça farklı insanlar ve onların tanrılarıyla karşılaştılar. İnsanlar ve
tanrılar birbirlerine karıştılar.
Hecataeus'un haritasının yeniden çizimi
Miletoslu Hecataeus (MÖ 550–MÖ
476) zengin bir İyonya ailesindendi. Pers istilası döneminde yaşadı. Epeyce
yeri gezdikten sonra kendi şehrine yerleşti, zamanını tarihi ve coğrafi
çalışmalara adadı. Gezi izlenimlerini yazdığı ‘World Survey' adlı iki ciltli kitaba ’Yunanlıların fikirleri bana çelişik ve gülünç geliyor’ sözleriyle
başladı. Mitolojiyi tarihsel gerçeklerden ayırmaya çalışan ilk kişilerdendi. Homeros’un
sözel anlatılarının gerçekliğine inanmıyordu.
Uygarlık ile paralel bilim de
gelişiyor
MÖ 600 yıllarında, Yunan uygarlığının yükselişi ile bilim gelişmeye
başlamıştır. Bugünkü üniversitelere benzer Academy, Lyceum ve Museum gibi
enstitüler açıldı. MÖ 6. yüzyılda, Miletos’da doğan üç İyon’ya filozofu,
Thales, Anaximander ve Anaximenes, doğayı mitoloji ve din dışında, nedensellik
içinde sorgulamaya başladılar. Her ne kadar Yunan bilimi Mısır ve Babil düşünce
ve pratiklerinin devamı olarak kabul edilebilirse de, Yunanlılar gözlemlerinin
dışında ilk genel prensipler
arayanlardı. Yunanlılar’dan önce bilim, asıl olarak gözlemlerin toplanması
ve pratiğe uygulamasından ibaretti.
Eski Yunanlıların öteki uygarlıklardan en önemli farkı dinsel
inançlarıydı. Eski Yunanlıların, Mezopotamya ve Mısır’ın insanlığın yeri ve
kaderine ilişkin kapsamlı sorulara yanıt veren karmaşık dinleri yanında, halk öyküleri
derlemesi düzeyinde kalan yalın bir dinleri vardı. Yunanlıların aklına takılan
sorulara dinin kolay yanıtlar veremeyişi, felsefenin ve bilimin doğuşuna yol
açmıştır.
İlk Bilimsel Eser
Bilinen ilk bilimsel eser MÖ 547 yılında Miletos’lu Anaksimandros tarafından Grekçe yazılmış
‘Doğu Hakkında’ adlı eserdir. Anaksimandros,
Thales'in öğrencisi İyonlu bir filozoftur. MÖ 610 da Miletos’da doğmuş ve 64
yaşındayken 546 yılında ölmüştür.
Raffaello Santi'nin Atina Okulu adlı tablosunda solundaki
Pisagor'a doğru eğilen Anaksimandros
Bir doğa filozofu ve doğa araştırıcısıdır. Bilime önderlik yapan ve
evrene farklı gözle bakıp inceleyen ilk kişidir. Tarihe en büyük katkısı evren
hakkında ve hayat hakkında yazdıklarıdır. O zamana kadar dünyanın göklerde bir
yerlere asılı olduğu ya da bir yerden destek aldığı biçimindeki inanışı
reddetmiştir. Ona göre yeryüzü şekil bakımından silindir biçiminde, ve
yüksekliği genişliğinin üçte biri kadardır. Dünya evrenin merkezinde desteksiz
bir konumda boşlukta durmaktadır ve hareketsizdir. Gökyüzündeki nesneleri ve
depremi fizik yönünden açıklamış, Gök ölçüsü Gnomon’u bulmuş, ayrıca ilk
haritayı 'sphaere' çizmiştir.
Thales’e göre maddenin ilk öğesi
su
Anaksimandros’un da doğal olarak hocaları vardı. Onlardan biriside
Miletos’lu tüccar, denizci ve bilgin Thales’di
(MÖ 624 – MÖ 546). İlk filozoflardan olduğu için felsefenin ve bilimin öncüsü
olarak adlandırılır. Ticaretle uğraşmış ve bu nedenle Mısır'da bulunmuştur.
Thales gün içinde gölgemizin bizimle aynı uzunlukta olduğu zamanı
gözleyerek, piramitleri gölgelerine bakarak ölçmüştür. Aynı zamanda Nil
nehrinin yükselmesinin, rüzgarın ters esmesine bağlı olduğunu bulmuştur. MÖ 28
Mayıs 585 yılında Güneş tutulması olacağını söylemiş ve izlemişti. Aynı gün
Medler ve Lydialılar savaş halindeydiler. Gündüz vakti güneş tutulmasının neden
olduğu hava kararmasını, Tanrıların gazabı olarak yorumlayıp çok korkmuşlar ve
savaşa son verip barış ilan etmişlerdi.
Thales, Mısırlılardan geometriyi öğrenip, geliştirerek Yunanlılara
tanıtmıştır. Mısırlılar’dan yılın 365 gün olduğunu, Babillilerden ayın çapının
720 katının, ayın dünya etrafındaki yörüngesinin çapına eşit olduğunu öğrenmişti. İlkbaharda bir gün gökyüzünü gözetlerken o
yıl zeytinin bol olacağını anlamış, bölgedeki tüm yağhaneleri kiralamıştı.
Gerçekten de o yıl çok zeytin olunca yağhaneleri yüksek fiyattan kiraya
vermişti. Böylece isterse filozoflarında zengin olabileceklerini göstermişti.
Ondan önce Yunanlılar doğayı ve dünyanın temel maddesini; mitoloji,
Tanrılar ve kahramanlarla açıklıyorlardı. Yeryüzündeki doğa olayları tanrılarla
bağdaştırılıyordu. Thales doğa olaylarının nedenlerini insan biçimli
Tanrılardan çok doğanın içinde aramıştır. Mısırlıların aksine onun için güneş
artık tanrı değildi. Mitolojik açıklamalar ile ussal açıklamalar arasında bir
köprü kurmuştur.
Thales herşeyin içinde olan maddenin ilk öğesi olarak suyu ileri
sürmüştür. Su herşeye hayat veriyordu ve su olamayan yerde hayat da yoktu. İlk
öğe olduğundan dolayı toprağın suyun üzerinde bulunduğunu ve dünyanın su
tarafından taşındığını söylemiştir. Bütün doğa olaylarını katı, sıvı ve gaz
hallerinde bulunabilen bir tek maddenin suyun değişimleri biçiminde açıklamaya
çalışmıştır. Eski Yunan geleneğine göre ilk doğa filozofudur.
Anaksimenes‘e göre herşeyin
temeli hava
Anaksimandros’un öğrencisi Miletli Anaksimenes
(MÖ 585-528), evreni hocasından daha farklı yorumluyordu. Ona göre dünyanın
çevresinde bir gök kubbe vardı ve kubbe dünyanın çevresinde dönüyordu. Yerle
gök arasında da güneş, ay ve diğer gezegenler bulunuyordu. Bu eski düşünceye
geri dönüştü. Anaksimandros yıldızları gezegenlerden ayırt edememiş olmasına
rağmen öğrencisi Anaksimenes gezegenlerin daha yakında olduklarını, yıldızların
ise uzaklarda olduklarını farketmişti.
Anaksimenes herşeyin çıktığı temeli sorguladı. Bu hocasının inandığı
gibi su olamazdı. Dünyada herşeyi doldurabilecek herşeyin başlangıcı olabilecek
bir cevher arıyordu. Hava olamaz mıydı? Hava katılaştığı zaman bulut, daha fazla
yoğunlaşınca yağmur, kar oluyordu. Eğer daha soğutulabilirse toprak, taş da
olabilir miydi? Eğer öyleyse aradığını bulmuştu. Topraktan da bitkiler
yeşeriyordu. Anaksimenes şu sonuca vardı. Herşey sudan değil havadan meydana
gelir ve havaya döner.
Ksenophanes’in yeni türküleri
Ksenophanes (MÖ 570-480) Yunanistan,
İtalya ve İyonya’da elinde kytarası ile dolaşmış bir halk ozanıdır. Kolophonlu'dur
(İzmir Değirmendere). Geleneklere, Yunan sporcularının yüceltilmesine, kehanetlere
ve özellikle de halkının insan biçimli çoktanrıcılık anlayışına karşı
çıkmıştır. Tanrılara saygı beslemek gerektiğine inanır. Tarnrıların nasıl
hırsızlık ettiklerini, birbirlerini nasıl aldattıklarını anlatıyor diyerek Homores’u aşağılar.
Ksenophanes’e göre tanrı tekdir. Fizik olarak ve akılca ölümlü
insanlara benzemez. Her şeyi görür, işitir.
‘Tanrıların bize benzediklerini sanıyosunuz, oysa öküzler yada atlarda resim
çizebilseydi onlarda kendi tanrılarını kendilerine benzetirlerdi’ der. Aslında Ksenophanes’in övdüğü yeni bir tanrıdır.
Bu tanrı doğa gibi başlangıçsız ve sonsuz, uzay gibi uçsuz bucaksızdır. Tanrı demek, tüm doğa tüm
evren demektir. Ona göre ‘Tanrılar
insanlara her şeyi başlangıçtan itibaren vermemişlerdir. İnsanlar araştırarak
zamanla en iyiyi bulmuşlardır. Tanrılardan hakikati ve de yeryüzündeki her şeyi
öğrenen olmadı asla ve olmayacaktır da. Çünkü insan bir kez doğruyu tam
tuttursa bile yine de öyle olduğunu bilmeyecektir.’
Ksenophanes kibirli soylulardan ve zenginlerden nefret ederdi. Onlar da
onu sevmezlerdi. Zamanla bir dağ başında yanlız yaşamaya başladı. Herşeyi
kaybetmişti.Toprağını MÖ 540 yılında Anadoluyu işgal eden Persler, Atalarının
inancını da aklı işgal etmişti.
Paranın ortaya çıkışıyla inanç
sistemi sarsılmaya başlıyor
Miletos’un karşısındaki Samos (Sisam) adası İon uygarlığı ve
zenginliğinin merkeziydi. Ada, MÖ 535’de
tiran Polycrates’in hükümdar olmasından sonra en üst konumuna gelmişti. Samos’cular ticaret için altın ve gümüş
kürecikler kullanıyordu. Daha öncesinde ise ağır Babil altın külçeleri
kullanılmıştı. Sonrasında Lidyalılar küçük yuvarlark akçeleri piyasaya
sürdüler. Para ortaya çıkınca tanrıya bağlanan umutlar da zayıfladı. Çok akçesi
olan dilediği herşeye kavuşabiliyordu.
Polycrates MÖ 538-522
yılları arasında tiran olarak, zenginliğiyle vatandaşlarına egemen oldu. Samos’da
Hera tapınağını yaptırdı. Başkentine su
getirmek için bir km uzaklıktaki dağdaki pınardan kente Eupalinos tünelini inşa
ettirdi. Tüccarlar, zanaatçılar gemi sahipleri durumlarından memnundu. Kendisine
görkemli bir saray yaptırmıştı. Yönetim soylulardan ve din adamlarından
tüccarlara geçmişti. Bu duruma tanrıların müdahale edeceği bekleniyordu.
Nasılsa onlar Olimpos dağından her şeyi görüyorlardı. Servet ve şeref ayaktakımına
geçmişti. Eski inanç sarsılmıştı. Para güç olmaya başlamıştı. Herodot’a göre
Polycrates talihini döndürmek için tavsiyeye uyup mücevherlerle bezeli en
değerli yüzüğünü denize atmıştı. Birkaç gün sonra bir balıkçı yakaladığı büyük
bir balığı Tiran’a hediye etti. Ahçılar balığı temizlerken midesinde yüzüğü buldular.
Deniz bile hediyeyi iade etmişti. Çok şanslı bir insan olan Tiran Polycrates’in
herkez artık sonunun geldiğine inandı.
Pythagoras’a göre Evrenin temeli madde değil sayıdır
Bu sıralarda kurduğu tarikatına girenlere kurtuluş yolunu gösteren bir
bilgeden bahsediliyordu. Tarikata girmek için zor bir sınavda başarılı olmak
gerekiyordu. İnsanlar için iyi olanı ancak tanrılar, yarı tanrılar ve
kahramanlar bilebilirdi. Samos’lu Bilge Pythagoras
(Pisagor MÖ 570 - MÖ 495) da böyle tanrı ile insan arasından bir yüce varlıktı.
Yüzük taşı yapımcısı Mnesarkhos'un oğluydu. Ticaret için babasıyla farklı
şehirlere gitti. Tales'in öğrencisi oldu. Tales’in önerisiyle matematiğini
geliştirmek için Mısır'a gitti. Daha sonra memleketine Samos’a döndü.
Soylu ailelerin çocukları kendisini ziyarete gelirdi. Bu toplantılardan
haberdar olan Tiran Polykrates kendisini adamlarına izletiyordu. Pythagoras artan
baskılardan rahatsız olarak Samos adasından ayrılıp İtalya’da çizmenin
tabanındaki Kroton şehrine yerleşti. Tüm Yunan kolonilerinde egemenlik tartışılıyordu. Zengin tüccarlar mı yoksa
soylu ataların torunlarımı egemen olmalıydı? Olimpiyat oyunlarının şampiyonu
güreşci Milon soyluların önderiydi. Altı kez olimpiyat şampiyonu olmuştu. Aslan
postundan giysisiyle Herakles’e benzerdi. Felsefeden değil dövüşten anlardı.
Krotonlular bir lider bulmuşlar ama bir de öğretmen arıyorlardı. Pythagoras o
rolü üstlendi.
Olimpiyat şampiyonu Melon
Pythagoras konuşmalarında gençlere doğadaki herşeyin bir sayıya bağlı
olduğunu söylüyordu. Müzik aletlerinin seslerinin bile sayıya bağlanabileceğini
müzik ölçütleriyle kanıtladı. Seslerin, şekillerin, gök cisimlerinin sırlarını açan anahtar
bulunmuştu. Bu anahtar ile herşey aydınlanabilirdi. Tanrılar her yerde değişmez bir düzen
kurmuşlardı.
Pythagoros kendisi dinle mücadele edecek yerde kendisi bir dinin başı
olmuştu. Orfizm mezhebiyle benzeşen kendi mezhebi vardı. Pythagoras Kroton’da bir
Dostluk Derneği kurmuştu. Soylu öğrencileri burada günlerini jimnastik,
matematik, müzik dersleriyle geçirirlerdi. Topluluktakiler kendilerini
matematikçiler (mathematikhoi) olarak adlandırıyorlardı. Bunlar okulda
yaşıyorlar ve kişisel hiçbir şeye sahip değillerdi. Topluma fazla karışmaz ve cahil
topluma tepeden bakarlardı. Dernek içindeki birinci grup olan Matematikçiler
daha detaylı bir eğitim görürken, ikinci grup olan Dinleyiciler Pythagoros'un
yazılarının özetlerini duyabiliyorlardı. Dinleyicilerin Pythagoros'u görmeye ve
mezhebin sırlarını öğrenmeye izinleri yoktu. Genelde davranış kurallarını ve
erdemi öğreniyorlardı. Pythagoros, kadınların bir eşya gibi görüldüğü ve
işlerinin sadece evi yönetmek olduğu bir zamanda onların toplulukta eşit
şekilde çalışmalarına izin verdi.
Sonunda kentteki tüm soylular bu dernekte birleştiler. Antik Kroton
şehrinde egemenlik Pythagoras’çıların elindeydi. İtalya’daki tüm kolonilerde ve
Yunanistan’da dernek faaliyete geçmişti. Yönetim tarzlarını diğer şehirlere de
yaymak isteyen dernek, bir bahane arıyordu. Yakındaki Sybaris şehrinden
gelenlerin Kroton’da tapınaklara yerleşmesi bahane oldu. Kroton halkı Mikon
yönetiminde Sybaris şehrinin üzerine yürüdü.
Şehir ele geçirilip yağmalandı, yeni düzen orada da kuruldu.
Pythagoras'ın Samos adasındaki dik açı formundaki heykeli
Pythagoras’çıların bilim alanında en büyük başarıları astronomi deydi.
İlk defa olarak yeri, evrenin merkezi olmaktan çıkarmışlar, onu küre şeklinde
düşünmüşler, yerin, evrenin ortasındaki görünmeyen merkezi ateşin etrafında
dolandığını söylemişlerdir. Ama bu ateşi asla Güneş olarak tanımlamamıştır. Pythagoras
en çok ünlü teoremiyle bilinir. Bir dik açılı üçgende dik kenarların her
birinin uzunluklarının karelerinin toplamları, hipotenüsün uzunluğunun karesine
eşittir. Sayıları tek ve çift diye ayıran oydu.
Bir anlatıya göre; demirciler çalışırken örslerinden çıkan sesi duyan Pythagoras bunun çok uyumlu olduğunu düşünmüş ve "doğa kanunları buna izin veriyorsa, bu kanunlar matematikseldir" demiştir. Pythagoras, titreşen telde telin boyu ile çıkan sesin yüksekliği arasındaki ilişkiyi inceleyerek fiziksel deneyimler ile bunlara ait sayısal bağlantılar arasındaki köprüyü oluşturan matematiksel fiziğin doğmasına yol açmıştır. Telin kısaltılmasıyla çıkardığı sesin inceldiğini keşfetmiştir. Böylece müzikte armoni ile tam sayılar arasındaki ilişki bulundu. Matematik ile böylesine yakından uğraşan Pythagoras, sayılardan edindikleri bilgileri genelleştirerek sayıları bütün varlığın ilkeleri yapmışlardır.
Bilimler akademisi niteliği taşıyan okulunda dinler ve manevi
bilimlerin yanı sıra maddi bilimler (fizik, matematik, siyaset bilimi vs.) de
öğretilmekteydi. Pythagoras bu bilimlere “insan bilgisinin tümünü kuşatan”
anlamında “matemata”lar adını vermişti ki, matematik sözcüğü bu terimden
doğmuştur.
Pythagoras Croton’da yönetici sınıfın liyakate göre atamayla seçilen
bilgelerden oluştuğu yönetim modelini uygulamayı amaçlıyordu. Görüşleriyle
Platon’u etkilemiştir. Yönetim için mücadele eden iki taraf da bilimi kendisine
kalkan yapmaya çalışıyordu. Pythagoras’çılar eski dinin ve eski düzeni ayakta
tutmak için bilimden medet umuyorlardı. Bilimi kendilerini yani soyluların
menfaatlerini korusun diye geliştirmişken
bilim ilerledikçe onların duvarları yıkılıyordu. Ne yazık ki
Pythagoras’çıların öğretilerinin temeli yanlıştı ve bilim için zararlıydı.
Pythagoras’çılara göre ‘Sayı her şeydir. Evrenin başlangıcı ve temeli madde
değil sayıdır’. Bu yanlış görüş bilimi doğru yolundan saptırıyordu.
Herakletios’a göre doğa durmadan
değişip yenileşiyor ve herşey görecelidir
2,400 yıl önce değerler sarsılmıştı. İyi sayılan kötü sayılmaya
başlamış. Hiçbirşeyi olmayan birden zenginleşiyor, herşeyi olan da bir gecede
hepsini kaybedebiliyordu. Halktan biri saygı görürken kral yakını soylu dışlanıyordu.
Pythagoras dünyada ahengin bozulamayacağından emindir. Düzen tanrılar
tarafından kurulmuştur ve yaşanan kaos geçicidir, bir müddet sonra düzen
yeniden kurulacaktır diye düşünür. Herakletios(MÖ
535 – MÖ 475) ise farklı düşünüyordu. Soylu bir aileye mensuptu. Ephesos’a kral
olma zamanı geldiğinde bu hakkını kardeşine bırakıp, Atalarının hükümdar olduğu
kentini terkedip, av tanrıçası Artemis’in tapınağının yakınlarına yerleşmişti.
Sert ve aksi bir ihtiyardı. Karışık ve üstü kapalı konuşurdu. Eski tanrılara da
inanmaz olmuştu. ‘Tanrıların heykellerine
yalvarıp yakarmak, duvarla konuşmak demektir’ derdi. Filozoflara fazla değer
vermez yalnızca Thales’i ayrı tutardı.
Herakleitos’e göre tüm evren ateşten var olmuştur ve bir süre sonra
yine ateşe dönecektir. Evrenin var oluşu ve yok oluşu olayı periyodik olarak
sonsuz kere yinelenecektir. ‘Ne bir tanrı
ne de bir insan tarafından yaratılmış olan evren eskiden ve şimdi olduğu gibi
kendi yasalarına göre yanan ve yavaş yavaş sönen canlı bir ateş olarak ileride
de var olacak tek varlıktır. Evrenin ateşi söndüğü vakit dünya meydana gelir.
Her şey soğur, yoğunlaşır. Sonra tüm dünyayı saran bir yangın her şeyi yeniden
ateşe çevirir. Evren bir kaos olmayıp bir ahenkdir. Görünen düzensizlikte
kendine özgü bir düzen vardır. ‘
Herakleitos insan aklının da bağlı olduğu evren yasası fikrini ‘Logos’
diye adlandırdı. Logos, Zeus egemenliğini devirecek Antik Yunan ve İyon
kentlerinde deprem yaratacaktı. Evren zıt unsurlardan meydana gelmiştir. Karşıt
olan şeyler bir araya gelir ve uzlaşmaz olanlardan en güzel uyum doğar. Her şey
çatışma sonucunda meydana gelir. Varlıkların meydana gelişi ancak birbirlerine
zıt olan ve bundan ötürü birbirlerini devam ettiren zıtların çatışmasına
bağlıdır. Karanlık olmazsa aydınlığın, eğrilik olmazsa doğruluğun da
olmayacağını anlatmaya çalışıyordu. İnsanların kendisini anlamakta
zorlandıklarını biliyordu. Yaşanan dünya fiziksel olarak genişlemişti ama
insanların görüşleri eskisi gibi dardı.
Herakleitos'a göre her şey akar ve sürekli değişir. Ve her şey görecelidir.
Evrensel görecelilik iyinin, kötünün; doğrunun, yanlışın; adaletin,
adaletsizliğin aslında göreceli kavramlar oldukları düşüncesini doğurur. Ancak
Herakleitos'a göre iyiliğin var olması için kötülüğün, ışığın varolması için
karanlığın, tokluğun varolması için açlığın olması gereklidir. Adaletsizlik
olmasaydı adaletin adı bilinmezdi. Herakleitos hastalığın sağlığı; açlığın
tokluğu; yorgunluğun dinlenmeyi hoş kıldığını söyler. Yüzyıllar sonra insanlar doğada
durgunluk olmadığını doğanın durmadan değişip yenileştiğini ilk olarak Herakleitos
anladı diyeceklerdi. Herakleitos'un amacı insanları Logos'a uygun davranmaya
sevketmektir. En üstün amaç bilgelik ve doğruyu bulmak, doğruya uygun
yaşamaktır. Mutluluk hakikati bilerek, ona uygun yaşayarak elde edilir.
Mutluluk bedensel hazlardan kaynaklanmaz.
Empedokles: Hiçbir şey yok olmaz
hiçbirşey de yoktan var olmaz
Empedokles’de (MÖ 490-430) Herakleitos gibi bir kral ailesindendi. Dedeleri Sicilya’da Yunan kolonisi Akragas kentinde hükümdarlık yapmıştı. Empedokles’de sarayda yetiştiği halde hükümdar olmak istememiştir. Akropol’de hükümdarlar yerine sıradan insanların yönetimde olmasını isterdi. Zaten Akragas’ı hükümdar değil birkaç soylu aile yönetiyordu. Empedokles bu soylulara düşman olup bütün özgür vatandaşların eşit olmasını istedi. Uzun bir mücadeleden sonra halk yönetim geldi. Empedokles’i yönetici seçtiler.
Empedokles, bilginin doğal güçleri denetlemek için anahtar olduğunu,
bilgiyle insanların rüzgarları durdurabileceğini, yağmur yağdırabileceğini ve
hatta ölüleri Hades ülkesinden geri getirebileceğini ileri sürmüştür. Empodokles
bütün birikimini insanların hizmetine vermeye başladı. Kentte pis suların
karıştığı ırmak nedeniyle çıkan veba salgınını, diğer iki ırmağın suları ile kirli
nehrin sularını temizleyerek son
vermişti. Dağlardan esen kötü kokulu güney rüzgarının bahçelerde yarattığı
olumsuzluğu önlemek için kuzey taraftaki kayaları kırdırarak hava akımı
yaratmış ve sorunu çözmüştür.
Empodokles bir bilgeydi ve kendisinden önce Thales’in,
Anaksimandros’un, Anaksimenes’in Herakleitos’un başladıkları işe devam
ediyordu. Doğa düşünürlerinden biri olan Empedokles, kendinden önceki doğa
düşünürlerinin evreni oluşturan temel öğe olarak belirlediği, su, ateş ve
havaya, toprak öğesini de ekleyerek, hepsini bir arada kullanan ilk düşünür
olmuştur. Bunların birleşmesiyle maddeler meydana gelir, ayrılmasıyla da
maddeler değişirdi. Hiçbirşey yok olmaz. Hiçbirşey yoktan var olmazdı.
Toplumda eski inançlar o kadar kuvvetliydi ki tanrılara isyan eden bu
filozofu halk ölümsüz bir tanrıya dönüştürdü. Filozof Empedokles bir gece
dostlarıyla şölenden sonra sofra başındaki sedire uzanmış konuşurken, birden
gökte bir ışık belirdi ve Empedokles’i çağıran bir ses duyuldu. Bundan sonra
yeniden karanlık ve sessizlik oluştu. Gün ağardığında Empedokles’in yatağında
olmadığı anlaşıldı. Çevrede aranmasına rağmen bulunamadı. Anlaşılan tanrılaşmış
ve göğe yükselmişti. Bir başka söylentiye göre de kendini Etna dağının
tepesindeki yanardağa atmıştı. Gerçek ise başkaydı. Akropol’de iktidarı yine
soylular ele geçirmişti. Şehirden kovulan Empedokles Peloponnesos dağlarında
bir sığınakta yaşıyordu. Bir dönem tanrı gibi tapılmış saygı gösterilmiş, sonrasında
ise kovulup unutulmuştu. Empedokles'in kendisinden sonra gelen düşünürler
arasında özellikle Aristoteles üzerinde etkisi olmuştur.
Persler ve Pers-Yunan Savaşları
MÖ 550-500 yılları arasında Persler, uzun süreler Asurluların ve Babillerin
esareti altında yaşadıktan sonra Pers
İmparatorluğunun kurucusu Keyhüsrev komutasında Babil şehrini ele geçirerek
tutsak yahudileri serbest bırakmış ve onlarda memleketleri olan Kudüs’e
dönmüşlerdi. Persler MÖ 538 yılında Mısır’a yöneldiler, sefer sırasında kralları Keyhüsrev öldü yerine oğlu Kambyses
kral oldu ve Mısır’ı fethederek 3 bin yıldır devam eden Mısır Krallığına son
verdi.
Kambyses’den sonra Pers tahtına Dareios çıktı. Hedefi Anadolu’ydu.
Orduları Batı Anadolu’daki İyonya
şehirleri dahil tüm Anadolu’yu fethettiler. İyon şehirleri Miletos’un
liderliğinde isyan ettiler. Atinalılar bu isyanı donanma göndererek
desteklediler. Dareios direnişi kısa sürede kırdı ve Atinalılara gereken dersi
vermek için büyük bir donanma hazırlattı. Bu donanma Yunanistan açıklarında korkunç
bir fırtınaya tutularak kayalıklara sürüklenerek battı. Sağlam kalan gemiler de
Yunan donanması karşısında başarısız oldu.
Dareios bunun üzerine MÖ 490 yılında yeni bir donanma gönderdi. Pers
filosunun bir bölümü Atina yakınlarında
Marathon denilen yerde karaya çıktı. Artık
100,000 kişilik orduyla Atina’ya yürüyeceklerdi. Atina ordusu ise ancak 10 bin
askerden oluşuyordu. Atinalı askerler sıra sıra dizilerek müthiş bir savunma
hattı oluşturup, düşmanı durdurdular. Sonra Perslere saldırdılar. Atinalılar
sonunda düşmanlarını yendiler. Geri çekilen Pers donanması, hedefini yeniden Atina’ya
yöneltti. Denizden Atina’ya gitmek karadan gitmekten daha fazla zaman alıyordu.
Atina ordusu komutanı seçtiği bir askere koşarak Atina’ya gidip haber vermesini
istedi.Haberci 40 km den daha fazla bir mesafeyi hiç durmadan koştu,
haberi verdikten sonra da öldü. Atina
şehri hemen hazırlıklara girişti. Atina ordusu da Pers donanmasında önce şehre
gelerek hazırlıklara katıldı. Limana gelen Pers ordusu Atinalıları savunmada
görünce saldırmaktan vazgeçerek memleketine geri döndü. Sonrasında Dareios
çıkan bir isyanda öldü. Yerine Kserkses Pers kralı oldu.
Yeni kral Kserkses MÖ 480 yılında 1 milyon fazla kişiden oluşan ordusunun
başında Yunanistan’a sefere çıktı. Ordunun bir bölümü karadan Çanakale
üzerinden Yunanistan üzerine yürürken diğer bölümü gemilerle gönderildi. Yunanistan’ın
kuzeyinde Termopil adlı bir dağ geçidinde Spartalı askerler Persleri durdurmaya
çalıştılar. Spartalılar kahramanca mücadelelerine rağmen bir hainin gösterdiği
patika yoldan geçen Perslerin tuzağına düştüler ve hepsi öldüler. Persler,
zaferin ardından Atina üzerine yürüdüler. Atina yöneticisi, Persleri bir kez
daha yenebileceklerini inanmıyordu bu nedenle savaşmak yerine şehri boşalttı. Tüm
kent halkını bir adaya gönderdi. Askerleriyle birlikte donanma ile açıkta beklemeye
başladı. Persler şehre girdiklerine bomboş bir şehir buldular. Şehri yakıp yıktılar.
Ertesi sabah Atina donanmasına saldırdılar. Daha küçük ve çevik gemilere sahip
olan Atinalılar Persleri bir kez daha deniz savaşında yendiler. Persler de bir
daha Avrupa topraklarına ayak basmayacak şekilde memleketlerine geri döndüler.
Bilim neden başka yerde değil de
Yunan kültürünün egemen olduğu İyonya’da gelişti ?
Bilimin niçin ilk İyonya’da geliştiği noktasında pek çok neden ön plana
çıkmaktadır. Yunanlılar ve İyonyalılar
denize açılan, merkezi olmayan ekonomiye sahip, şehir-devletlerde üst sınıf
vatandaşlarca yönetilen insanlardı. İyon şehir devletleri ticaretten zengin
olmuştu ve önemli ticaret yollarının kesiştiği noktada idiler. Ticaret nedeniyle birçok farklı toplum ile iletişim halindeydiler. Baskı rejimi ile yönetilmiyorlardı. Özgür düşünceye sahiptiler.
Her ne kadar popüler bir din yaygınsa da, katı organizasyona sahip din hiyerarşisi yoktu. Babil ve Mısır’da gerçekte dini liderlerin elinde olan bilim, İyonya’da ve Yunanistan’da sıradan insanların elindeydi. Bütün bunlar insanların düşüncelerin özgürce ifade edilmesini sağladı. Felsefi düşünceler serbestçe tartışılabiliyordu. Yaradılış kuramı Yunan dininde yoktu. Bilim bir anlamda başlangıç hakkında kuramlar üreterek, dinin rolünü oynamaktaydı. Bununla birlikte, var olan dinle filozoflar arasındaki çatışmalar özellikle MÖ 5. yüzyılda keskinleşti. Bu keskinleşme Anaxagoras’ın Atina’dan sürülmesine, Sokrat’ın öldürülmesine, Aristo’ya saldırılmasına kadar vardı.
Her ne kadar popüler bir din yaygınsa da, katı organizasyona sahip din hiyerarşisi yoktu. Babil ve Mısır’da gerçekte dini liderlerin elinde olan bilim, İyonya’da ve Yunanistan’da sıradan insanların elindeydi. Bütün bunlar insanların düşüncelerin özgürce ifade edilmesini sağladı. Felsefi düşünceler serbestçe tartışılabiliyordu. Yaradılış kuramı Yunan dininde yoktu. Bilim bir anlamda başlangıç hakkında kuramlar üreterek, dinin rolünü oynamaktaydı. Bununla birlikte, var olan dinle filozoflar arasındaki çatışmalar özellikle MÖ 5. yüzyılda keskinleşti. Bu keskinleşme Anaxagoras’ın Atina’dan sürülmesine, Sokrat’ın öldürülmesine, Aristo’ya saldırılmasına kadar vardı.
Miletos, Hayali yeniden çizim
Küçük Asya’dan yani İyonya’dan başlayan Yunan kültürü ve bilimsel
düşünme, daha sonra Yunan adalarına ve İtalya’nın güneyindeki Yunan
kolonilerine kadar uzandı. İlk Yunan biliminin materyalist olduğu
görülmektedir. Leucippus ve Democritus gibi atomist düşünceyi geliştirenler,
madde tarafından şekillendirilmeye inandılar. Pluton okulundan etkilenen
Pythagoras’cular, bilimsel düşünceyi daha metafizik yöne çevirdiler.
Bilim İyonya’dan Yunanistan’a kaçırılıyor
İlk filozoflar Ege sahillerindeki İyon şehirlerindendir. Miletos,
tarihçi Heredotos’un memleketi olan Halikarnasos’dan(Bodrum) uzak değildi.
Samos(Sisam), Ephesos hepsi birbirlerine
yakın şehirlerdi. Yunan bilimi işte bu bölgede MÖ 6. yüzyılda doğup gelişmişti.
MÖ 6. yüzyılının sonu ile 5. yüzyılın başında Persler Anadolu’yu işgal etmişti.
İstilacılar şehirleri birer birer ele geçiriyorlardı. Perslerin müttefikleri
Fenikeliler Ege sahillerini kontrolleri altına almışlardı. Ölümlüler arasında
en mutlu insan sayılan Polykrates Persliler tarafından çarmıha gerilerek
öldürülmüştü. Miletos şehri Perslilere
karşı ayaklanma çıkarmasına rağmen Atina destekli deniz filoları Perslerin
müttefiki Fenike donanmasına mağlup oldu.
MÖ 356'da yakılıncaya kadar Dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Ephesus Artemis tapınağı
Pers işgali sonrasında doğudan batıya, Yunanistan’a, Sicilya’ya, Güney
İtalya’ya göç başlamıştı. Göçenler arasında bilim adamları da vardı. Bunlar
beraberlerinde papirus tomarlarını, haritalarını da götürüyorlardı. Bilim
Anadolu’dan Yunanistan’a kaçırılıyordu. Pers zaferinin ardından Yunanistan’a
refah geldi. 5. yüzyılda gemiler artık Miletos’a değil Atina’ya geliyordu. Batı
Anadolu’dan kaçan bilim adamları da yeni vatanlarını bulmuşlardı. Atina’yı
soylu kişiler yönetiyordu. Sonradan bunlar devrilip ikdidardan
uzaklaştırıldılar. Bütün devlet işlerine Halk meclisi bakmaya başlamıştı. Halk
meclisi, tüccar, zaanatkar ve gemi sahiplerinden oluşuyordu. Eski soylu
ailerin, beylerin torunları da artık ticaretle uğraşmaya başlamıştı. Kar hırsı
herkezi sarmıştı. Şehrin merkezi Akropol değil, Agora olmuştu.
Herodotus, çağının gerisinde
kalan tarihçi
Halikanas’lı Herodotus (MÖ 484 - MÖ 425) tarihin babası olarak anılır.
Gezilerinde gördüğü yerleri ve insanları anlattığı, Herodot Tarihi olarak
bilinen eseriyle tanınır. Eserinin esas konusu, MÖ 492-449 yılları arasında Persler
ve Yunanlar arasında gerçekleşen Pers savaşlarıdır.
Uzun süre Atina'da yaşayan Herodot'un Mısır'a gidip Assuan'a kadar
indiği, Mezopotamya'yı, Filistin'i, Güney Rusya'yı gördüğü, Afrika'nın kuzey
kıyılarında bulunduğu sanılmaktadır. Yaşlılığında İtalya'daki Thurii adlı Yunan
kolonisine çekilmiş, kendisine "Tarihin Babası" olma ününü kazandıran
eserini yazmıştır.
Heredotos’un zamanında yaşamış olan birçok bilim adamı ırmaktaki suyun
güneş ışınlarının etkisiyle buharlaştığını bilirdi. Heredotos ise güneşin bir tanrı
olduğuna ve gökte gezinirken susayıp ırmaktan su içtiğine inanırdı.
Anaksimandros, Anaksimenes, Pythagoras yıldızların hareketlerinde bağlı
oldukları yasa ve sayıları incelemişlerdi. Heredotos ise soğuk rüzgarın, güneşi
yolundan saptırabileceğine inanır, bu nedenle de kışın soğuk olduğuna inanırdı.
Empedokles için gök cismi olan yerde, Heredotos bir gök ruhu bir tanrı görürdü.
Herodot, antik çağlar yazarlarından beri, yanlılığı, hataları ve intihalciliği
dolayısıyla eleştirilmiştir.
Perikles, Atina’ya altın çağını
yaşatan lider
Perikles (MÖ 495-429) Atina’lı aristokrat
bir aileye mensuptu. Çocukluğunda Anaksagoras’dan ders alarak iyi bir siyasetçi
olarak yetiştirildi. Demokratlar grubundandı. MÖ 461 yılındaki seçimlerde Arhon
seçildi. Atina'da dikta rejimi kurdu. MÖ 444 yılında muhalefeti yok edip,
diktatör oldu.
Perikles, ülkede, sanat ve mimari eserler yaptırdı. Reformlar gerçekleştirdi,
kanunları düzenledi. Atina'yı, Yunanistan'ın en önemli şehri haline getirdi. En
meşhur bilginleri topladı. Yayılma siyaseti takip ederek, Spartalılar ve
Perslerle mücadele etti. Spartalılarla olan ilişkileri MÖ 431'de tekrar bozuldu
ve Peloponnes savaşları başladı. Perikles, savaşta başarılı olmasına rağmen,
yakalandığı veba hastalığından öldü.
Anaksagoras (MÖ 500-428), Urla yakınlarında Klazomenai şehrinin soylu
ailelerinden birine mensuptur. Bütün servetini, hayatını adadığı bilimsel
araştırmalar uğruna tüketmiş olduğu rivayet edilir. Anaksagoras Atina'ya
yerleşmek için gelen ilk düşünürdür. Atina’da dönemin en güçlü kişisi olan
Perikles'in dostu olmuştur. Devrin başka bir önemli siması olan tragedya yazarı
Evripides'le de dostluk kurmuştur. Gök cisimlerini incelemesi ve gök taşının
düşmesi onu evrensel düzenle ilgili yeni kuramlar geliştirmeye itmiştir. Ay ve
güneş tutulmaları, gök taşları, gök kuşağı ve büyük ışık saçan bir kütle olarak
tanımladığı güneş ile ilgili bilgiler vermeye çalışmıştır. MÖ 468 yılında düşen
bir gök taşını incelemiş ve onun kızgın bir taş kitlesi olduğu kanaatine
varmıştı.
Kuramları halkın inançlarına ters düşmüştür. Zira o dönemde güneş
Yunanlılar için bir tanrıdır ve onu bir taş olarak nitelendirmek büyük
saygısızlıktır. Bu nedenle MÖ 450'de Anaksagoras, Perikles'in siyasi karşıtları
tarafından, yerleşik inanca karşı geldiği gerekçesiyle mahkemeye verilmiştir.
Perikles sayesinde serbest bırakılmışsa da yine de Atina'dan ayrılıp İyonya'da
bulunan Lampsakos'a (Çanakkale-Lapseki) gitmeye zorlanmıştır. Orada okul kurmuş
ve MÖ 428'de ölmüştür.
Atinalı yönetici Perikles evinde organize ettiği ve soyluları çağırdığı
sohbet toplantılarında, hocaları Anaksagoras konuşurdu. Perikles bu filozofa
akıl danışırdı. Şölende büyük heykeltraş, ressam, mimar Phidias’da olurdu.
Atina’daki görsel sanatların piri bu kişiydi. Hareketsiz mermer bloklara can
veren, Tapınakları süsleyen oydu. Şehirdeki inşaatcıların başıydı.
Anaksagoras’ın bir diğer öğrencisi de Euripides’di. Kadere ve tanrılara baş
eğmiyordu. Euripides trajedyalarının sözleri tiyatroda seyirciyi sarsıyordu.
Eserlerinde tek tek tanrılardan hesap sormuştu.
Bütün bu insanlar Anaksagoras’ı
dinlemek için toplanmışlardı. Anaksagoras evreni anlatıyor, dinleyiciler,
evrende başka dünyalar da olduğunu öğreniyorlardı. Anaksagoras maddenin
çekirdeklerinden bahsediyordu. Evreni oluşturan unsurlar dört değil sonsuz
sayıdadır diyordu. Anaksagoras tanrılara inanmıyordu. Ama bir yüksek akılın
evrene ilk itişi vermesi, kendi kendine hareketlenen oyuncağı kurar gibi
kurması gerektiğini düşünüyordu. Anaksagoras yoktan hiçbir şeyin var
olmayacağını ve hiçbir şeyin de yok olmayacağını düşünüyordu. Dolayısıyla ona
göre mutlak anlamda bir oluş ve yok oluş yoktu.
Anaksagoras’ın öğrencileri de ev sahibi Perikles de ileri görüşlü
insanlardı. Atalarının inandıklarına körü körüne inanmazlar, insan aklını
herşeyin üstünde tutarlardı. Perikles hakkında anlatılan bir hikayeye göre; Perikles bir savaşta askerleriyle gemiye
binmeye hazırlanırken güneş tutulması olur ve hava kararır. Herkez bunun kötü
bir belirti olduğunu sanarak korkar. Perikles dümencinin korkudan denize
açılmaya cesaret edemediğini görünce pelerinini dümencinin göz hizasına
kaldırarak pelerinden korkuyor musun diye sorar. Dümenci hayır diye
yanıtlayınca. O zaman şimdi niye korkuyorsun. Hava kararmasının nedeni güneş
tutulması. Ay pelerinin yerine geçmiş durumda. Güneşin ışıklarını engelliyor.
Leukippos: Atomculuk
Leukippos, büyük olasılıkla Miletos’da doğmuş, MÖ 5. yüzyılda yaşamış Yunanlı
filozoftu. Atomculuk ile ilgili çalışma yapmış ve atomculuk teorisini
geliştirmişdi. Ayrıca, maddelerin gözle görülemeyecek kadar küçük bileşenlerden
oluştuğunu savunmuştur. Bu teoriyi, öğrencisi Demokritos daha da ayrıntılı
olarak geliştirecektir.
Aristophanes: Komedyanın büyük
yazarı
Atinalı, Aristophanes (MÖ.456-MÖ.386) eski komedyanın en büyük
yazarıdır. Eserlerini Perikles’in MÖ 429 da ölümünden sonraki dönemde
vermiştir. Atina demokrasisinin en
parlak döneminde yaşamıştır. Perikles'in ölümünden sonra iktidar olan
demokratların çıkarcı, savaş yanlısı ve ikiyüzlü davranışlarını hicveder.
Aristofanes geleneklere bağlı ve her yeniliğe tepki gösteren bir
yazardı. Düşüncelerinde tutucuydu.
Aristofanes’in gözünde Sokrates gibi düşünürler tehlikeli ihtilalcilerdi.
Gelenekleri yıkan, törelere saygı göstermeyen düşünürlerdi. Tutuculuğuna rağmen,
bir oyununda gerçekleşeceğini umduğu barışı tesis etme görevini kadınlara
verir. Bu durum, kadınların yurttaş bile sayılmadıkları Atina toplumu açısından
önemli bir adımdır. Çoğunlukla oyunlarında kadın ile erkek arasındaki aşk
temasını işler.
Demokritos: Atomların dansı
İnsan gün geldi evrendeki sonsuzluğu ve gökteki yıldızları ve yerdeki
kum taneciklerini oluşturan en küçük zerrecikleri yani atomları da gördü. Bunu
ilk anlatan büyük filozof Demokritos
oldu. Adı halkın seçileni anlamına gelir. Demokritos, Selanik yakınlarında
Abdera şehrinde doğdu, MÖ 460-370'lü yıllarda yaşadı. Babası kentin önemli
isimlerindendi. Babasıyla Ortadoğu’ya yaptıkları bir gezi sırasında Pers kralı Keyhüsrev evlerinde misafir oldu.
Pers kralı ayrılırken maiyetindeki büyücü bilim adamlarından birkaçını misafir
olduğu evde bıraktı. Demokritos çocukluğunda işte bu Pers hocalardan ders aldı.
Zerdüşt dinine inanan bu insanlar, tanrılara inananları akılsız sayarlardı.
Onlara göre iki dünya vardır: Büyük Dünya yani evren ve Küçük Dünya yani insan.
Demokritos’un hocası Leukippos’du. Miletos’lu filozofların öğretisini
yani evrenin aslını, maddenin sağladığını Leukippos’tan öğrenmişti. Babası
ölünce Demokritos’a büyük bir servet kaldı.
Yaşadığı kent Arkhon’a başkan seçildi. Demokritos şehir yöneticisi
olarak yurdunda kalmadı, bilgi peşinde o zaman bilinen dünyayı dolaştı. Mısır’a,
Babil’e gitti. Kahinlerle büyücülerle konuştu ama esas öğretmeni doğaydı. Demokritos
uzun gezisinden şehrine servetini tüketmiş olarak döndü. Tüm parasını kiraladığı
gemilere harcamıştı. Abdera halkı yönetiminden memnun değildi. Başkan
seçtikleri kişi servetini ve zamanını dış ülkelerde tüketmişti. Görevi kötüye
kullanmaktan mahkemeye verildi. Demokritos yargıçların önünde savunma yapacak
yerde yazdığı yeni eseri ‘Büyük Dünya
Düzeni’ni okumaya başladı. Yargıçlar evrenin doğuşu ve kuruluşunu anlatan kitabını
ilgiyle dinlediler. Davayla ilişkisini kuramadılar ama sonunda kazandırılan
eserin değerinin harcanan paradan fazla olduğunun anlayıp beraat ettirdiler.
Hatta parasal ödül verilmesine ve heykelinin dikilmesine karar verdiler.
Demokritos bir süre sonra yeniden gezilere başladı. Bu kez Sokrates ve
diğer filozofları tanımak için Atina’ya gitti. Anaksagoras’ı da ziyaret etmek
istedi ama yaşlı Anaksagoras onu kabul etmedi. Çünkü Demokritos, Anaksagoras’ın yüksek akıl diye yorumladığı
itici güce ihtiyacın olmadığını söylemişti. Evreni başsız ve sonsuz kabul ediyordu.
Hareketin bir başlangıcı olmadığı için bir başlangıçtan bahsetmekte anlamsızdı.
Bu düşünceler yaşlı Anaksagoras’a fazla cüretkar gelmişti. Ama Atinalı genç
filozoflardan Demokritos’a ilgi duyanlar oldu. Demokritos şöyle diyordu: Bir cam kaba su koyun, sıkıca kapatın, sonra
da kaynatın, bir süre sonra su kabı patlatacaktır. Nedeni suyun kaynamasıyla suyun
içindeki atomların genişleyip içinde bulunduğu cam kabın duvarlarını
patlatmasıdır ‘ diye açıklıyodu. Atomlar gözle görülemiyecek kadar küçük
parçacıklardır. ‘Bir tapınaktaki altın
elin zamanla neden zayıfladığını yani
aşınıp küçüldüğünü anlamıyoruz. El öperken gözle görünmeyen atomlar parçacıklar
kopuyor’ diyordu.
Demokritos, Dünyanın oluşumu için; Evrenin
merkezinde toplanan ağır atomlar dünyayı meydana getirdiler. Ağır atomların
etrafında daha hafif olan suyun atomları yerleşti. Bunlardan daha hafif olan
hava ise en dışta yer aldı. Dünyanın merkezine doğru yönelen su iki çukuru
doldurdu. Biri etrafında insanların yaşadığı Akdeniz, ikinci çukur da dünyanın diğer
tarafıydı. Denizlerdeki su buharlaşınca denizin dibi açıldı. Bunun için dağlarda
deniz kabukları mağaralarda balık ve yunus izleri buluyoruz.
Demokritos zamanının en akıllı insanı olmasına rağmen gene de özgür
yaşamın özgür insanların hakkı olduğuna
kölelerin köle olarak kalması gerektiğine inanıyordu. Eşitlikten yanaydı
ama egemenliğin toplumun en alt tabakasın geçmesine karşıydı. Ona göre yanlız
atomlar aleminde değil devlette de en üst yer güçlülerin olmalıydı.
Kölelerin yaratığı düzen
bozukluğu
İnsan doğaya egemen olma ve özgrlük konusunda hayli ilerlemişti. Ama
kölelik hayatın içindeydi. Hiçbir Atinalı vatandaş kölesiz yaşayabileceğini
düşünemez olmuştu. Köle efendinin herşeyi idi. Sözden anlayan canlı bir alet,
robot gibi. İş yapmak için nasıl alete gereksinim varsa yaşam içinde köleye
gereksinim vardı. Köle fiyatlarıda bir öküzün fiyatının biraz üstündeydi. Daha
fazla köle için savaşmak gerekiyordu. Savaşlar maliyet demekti. Köleler Atina
nüfusunun %40’ına ulaşmıştı. Köleler artıkça özgür işçiye gereksinim kalmamaya
başladı. Onların işini köleler yapıyordu. Atina’da işsizlik arttı. Özgür
işçiler ancak şehir meclisinin yardımlarıyla hayatlarını devam ettirmeye
başladılar. Sonra buna alışıldı. Önceleri tanrıların boş gezeni, çalışmayanı
sevmediği söylenirdi. Sonradan çalışma hor görülmeye başlandı. Çalışmanın ruhu
ve bedeni sakatladığı düşünülmeye başlandı. Atinalılar tembelleşmişlerdi.
İnsan doğaya egemen olmaya özgürlüğe giderken, çıkmaza düşmüştü. Bu
sorunun çözümü köleliğin kalkmasıydı ama insanlar bunu asla kabul etmediler ve
anlamadılar. Bu durumda mevcut işsiz ve umutsuz gençlik gemilerle yeni
maceralara yeni şehirlere göçmeye başladı. Dış ülkelerde koloniler kurulmaya
başlandı. Atinalı özgür vatandaşlar memleketlerinden olmuşlardı çünkü
memleketlerinde gereğinden fazla köle vardı.
Bir zamanlar hayat daha güzeldi
İnsanlar kölelik öncesi devri özlemeye başlamışlardı. Geçmişte daha
mutlu olduklarını hatırlıyorlardı. O zaman doğruluk adalet gökte değil yerde
yaşıyordu. Yeryüzünde ne kölelik vardı ne zenginler ne de yoksullar. O zaman
doğaya barış egemendi. İnsanlar istediklerini topraktan kolayca alırlardı.
İnsanlık demir çağındaydı ve Atina’da durum endişe vericiydi. Memnun
olmayanların şikayetleri gün geçtikce artıyordu. Hükümdar Perikles’in işi
zorlaşmıştı. Halk meclisinde fırtınalar kopuyordu. Perikles soylu bir aileden
olmasın karşın halk tarafına (Demokratlar) geçtiğinden beri soylular tarafından
sevilmez olmuştu. Soylu kişiler iktidarı yeniden ele geçirmek isteyince halk
bunların şehirden kovulmalarını istedi. Soyluların çoğu Atina’yı terkederek
soyluların yönetiminin hüküm sürdüğü, eski düşüncenin hakim olduğu, Sparta’ya
gittiler. Spartalılar geçimlerini zanaat ve ticaret ile değil köle çiftcilerin
işlediği topraktan sağlarlardı.
Gücün topraktan alan Sparta ile gücünü deniz ticaretinden alan Atina
arasındaki düşmanlık gün geçtikçe artıyordu. Sparta, Atina’ya düşman olanları,
denizdeki gücünü artırmak için Atina ile savaşanları destekliyordu. Atina içinde
de muhalefet mücadeleyi artırmıştı. Perikles’i doğrudan hedef alamayanlar
etrafındakileri hedef seçmişlerdi. Perikles’in dostu mimar heykeltraş Phidias
zindandaydı. Tanrıça Athena’nın elindeki kalkana Perikles ile birlikte kendi
siluetini yansıtmakla suçlamışlardı. Sonunda Phidias zindanda öldü. Sırada
Perikles’in eşi Aspasia vardı. O da eski tanrı ve törelere saygısızlıktan
suçlanıyordu. Perikles kurtarmak için boşuna uğraştı.
Soylular Atina’da yeniden
iktidar oluyor, Anaksagoras’u zincire vuruyorlar
Perikles düşmanları, yeniliklere düşman olan soylular sonunda meclise
egemen oldu. Halk meclisinde, Atina’lıların akil adam adını verdikleri
Anaksagoras, ‘Güneş ona göre tanrı değil
bir taşmış, her şeyin arkasında ulvi nedenler aramak gerekirken o basit
sebebler arıyormuş’ diye günahkarlıkla suçlandı.
Son birkaç yüzyılda herşey değişmişti ama Olimpos’daki tanrılar halkın
gözünde eski zamanlardaki gibi yaşıyorlardı. Sözde tanrı Zeus soyundan
gelenleri Atina halkı çoktan yönetimden atmıştı ama Olimpos Tanrılarına olan
inanç halkta hala devam ediyordu. Anaksagoras zindanda ölümünü beklerken birden
zindan kapısı açıldı ve Perikles’in gönderdiği Anaksagoras’ın öğrencileri,
hocalarını alarak limanda bekleyen yelkenliyle kaçırdılar. Anaksagoras
hayatının son bölümünü yaşayacağı uzaklara gidiyordu.
İnsan kendi felaketini
hazırlıyor
İnsan özgürlüğe kavuştuğunu düşündüğü bir zamanda, kölelik gelmişti.
İnsan gerçeğe yaklaştığında önüne batıl inançlardan, ön yargılardan oluşan, bir
duvar çıkıyordu. İnsan zenginliğiyle övünürken bir adım sonra zenginlik
fakirliği de beraberinde getirmişti. İnsan demiri işlemeyi öğrenince önce saban
yaptı ardından da kılıç. İnsan evrimi süresince hem doğayla hem de hemcinsleriyle
savaşmıştı. Yunanistan’da herkez birbiriyle savaşmaya başladı. Köleler köle
sahipleriyle, soylular halkla, yoksullar zenginlerle, denizciler köylülerle. Komedya
yazarı Aristophanes insan davranışlarını hicveden eserler yazıyordu
Şehirlerde nüfus artmış, yiyecek kıtlığı çekiliyordu. Şehrin üretimi
kendisine artık yetmiyordu. Başka şehirlerden alınan buğday ile birlikte
korkunç bir felakette geldi. Veba. Hastanın hafifce dokunması, nefesi bile
hastalığın bulaşmasına neden oluyordu. Herkez yaşlı, genç, çocuk, zengin fakir
ölüyordu. İnsanlar tapınaklarda günlerce dua ettiler. Ama Tanrılar oralı değildi.
Her yer cesetlerle dolmaya başladı. Kahinler karanlık tablolar çiziyor, eski
güzel günler özleniyordu. Suçlanan yeni kavramlar ve anlayışlardı. Akla tapan
halk yığınları kurtuluşu batıl inançlarda aramaya başladılar.
Tahıl tüccarları elindeki malı depolayıp saklıyor, korsanların
gemilerini yağmaladığı söylentileri çıkarıp fiyat artırıyorlardı. Tarlalar
yıllardır savaşlar nedeniyle doğru dürüst sürülmüyordu. Düşman tarafından kesilmiş zeytin, meyva ağaçları filizler,
ürünler vermiyordu. Tüm bu belaların nedenini bazıları insanın içi kötü olduğu
için bazıları da insanın değil koyduğu yasa ve düzenin kötü olduğu için,
başlarına geldiğine inanıyordu. İnsanlar karşıt gruplara bölünmüş birbiriyle
çatışır haldeydi. İnsan aklı acizliğe inanmış, gerçekleri anlamaktan
vazgeçmişti.
Socrates gençleri nasıl yanıltı ?
Atina’da karmaşanın hüküm sürdüğü, değer yargılarının sorgulandığı,
geçmiş dönemlere özlemin arttığı bir dönemde yalınayak, sırtında eski püskü bir
giysi olan göbekli biri yaşıyordu. Sokrates (MÖ 469-MÖ 399) adlı bu filozofun en
ünlü sözü ‘Bildiğim birşey varsa o da
hiçbirşey bilmediğimdir’. Socrates
doğa bilimine inanmıyordu. Parada malda gözü yoktu, tüm filozoflar ücret
karşılığında ders verdikleri halde Socrates’e herkez ücretsiz soru sorabilirdi.
Bir gün Socrates’in dostlarından biri Delphi’de Apollan tapınağına
gider ve kahin kadın Pitia’ya ‘Dünyada
Sokrates’den daha bilge biri var mı? Diye sorar. Pitia yok der. Dostu bunu
Socrates’e anlatır. Socrates şaşırır ve ‘Bu
Pitia da neler söylemiş, ben hiç de bilge biri değilim‘ der. Dünyayı
dolaşarak gerçek bilgini bulmaya karar verir. Socrates, şairlere, siyasetçilere,
sanatçılara sorular sorar. Anlarki herkez kendi işinin ustası, kendi sanatının
bilgini. Ve gerçek bilgin olmalarına engel olanın da bu olduğuna kanaat
getirir. İnsanlara soru sorarak kendilerinin doğruyu bulmalarını sağlar.
Socrates’e göre her şeyi bilgi yönetmelidir. Sadece zenginlik,
sağlamlık, kuvvet, mertlik yetmez; herşeyden önce bilgiyi hazmetmiş olmak,
bilgin olmak gerekir. Ona göre ticaret insanları bozmuştur. Zanaat ve bilim ise
insanlara mutluluk verir. Atina’da Halk Meclisinde yönetim ve denetim
faaliyetlerini, zanaatçıların, dokumacıların, tabakçıların, çömlekcilerin
yapmasını doğru bulmaz. Bu işi ancak yönetim bilimini öğrenmiş olanların
yapabileceğine inanır.
Atina’lılar o dönemde özgürlükleriyle övünüyorlar ama kendileri
zenginliğe tapıyorlardı. Socrates, acaba çiftci ve asker olan atalarının
vasiyetlerine dönülse daha iyi olmaz mı, diyerek geçmişi över. Soylu ailelerin
çocukları Socrates’in öğrencileridir. Hetereya adı verilen gizli dernek toplantılarında,
soyluların yönetimde olduğu atalarının düzenine dönmeyi, tartışırlar. Atalarının
düzeni ise o dönemde Mora yarımadasında yalnızca Sparta’da korunmaktaydı. Bu
nedenle gençler Sparta’ya hayrandılar.
Socrates soylu bir aileden değil bir heykeltraşın oğludur. Gençliğinde
kendiside heykeltraşlık yapmıştı. Zanaatçılığın ruhu zayıflattığı ve siyasetle
ilgilenmeye vakit bırakmadığı gerekçesiyle mesleğini bırakmışdı.
Socrates, ‘Bilginlerin aralarında
bir birlik yok hepsi başka şeyler söylüyor’ diyerek, bilginlerle alay eder.
‘Bilginler doğayı incelerler, peki
istedikleri zaman yağmur yağdırabilirler mi? İnsanın aklı tanrı işlerine ermez’
diye düşünür. Tanrının işlerini değil insanların işlerini; doğayı değil insanın
ruhunu incelemek gerektiğine inanır. Fikirleri zengin ve soylu sınıf arasında
çok beğenilir. Bir halk sanatçısının oğlu olarak farkında olmadan kibirli ve
çıkar düşkünlerinin öğretmeni olmuştur.
Sonunda Hetereya grubunun istedikleri olur. Sparta, Atina’yı savaşta
yener ve Atina’lıların atadan kalma gelenek ve göreneklerine dönmeleri şartıyla,
barış sağlanır. Sparta’yı destekleyen soylular iktidara gelirler. Şehri artık
tüccar ve zanaatçılar değil tiran adıyla bilinen 30 soylu kişi yönetir. Bu otuzlar
heyetinde Socrates’inde iki eski öğrencisi vardır. Tiranlar rakiplerini
insafsızca ezerler. Socrates’e, Salamis adasına kaçmış Leont’u Atina’ya geri getirme
görevi verilir. Socrates bu görevi yasaya aykırı bulduğunu söyleyerek reddeder
ve yönetimdeki eski iki öğrencisini eleştirir. Bunun üzerine Tiranlar
Socrates’in gençlerle konuşması yasaklarlar, ölümle tehdit ederler.
Bir müddet sonra Tiranlar yönetimden devrilir. Demokratlar iktidara
gelir. Topluma barış getirmek için, Halk Meclisinde bir önceki darbeyi
gerçekleştiren demokrasi düşmanları için af yasası çıkarılır. Ama Meclis, Socrates’i bu affın
dışında tutar. Gençlerin gözünden demokratik
düzeni düşürenin Socrates olduğuna inanılır. Tiranların silahı kılıçtı, Socrates’inki ise
sözleriydi ve daha keskindi. Socrates, Mecliste kabul edilen af yasası gereği
demokrasi düşmanı olarak mahkum edilemeyeceğinden, gençliği kandırmak, yeni
tanrılar getirmekle suçlanır.
MÖ 399’da yargıç huzuruna, mahkemeye çıkarılır. Savunma yapmadan ‘Yaşadıkça ve gücüm yettikçe felsefeyle uğraşmaktan vazgeçmeyeceğim; yaşlıları ve gençleri bedenden ve paradan çok ruhlarını mükemmelleştirmeleri gerektiğine ikna etmekten kendimi alıkoymayacağım’ der. Yargıçlara göre Socrates suçludur, ölümüne karar verilir. Öğrencileri ve dostları kaçmasını önerirler. Hepsini reddeder. Cezaevine atılır. Dostlarıyla son kez konuştuktan sonra bir tas baldıran zehiri içerek ölür.
Socrates adil insanlar yetiştirmek isterken, demokrasi düşmanları ve
vatan hainleri yetiştirmiştir. Demokrasiye karşıydı. İnsan gerçeğe, doğayı
kavramaya ve ona hakim olmaya doğru gidiyordu, Socrates ise doğanın
incelenmesine karşıydı . Doğayı değil içinizi inceleyin derdi. İnsanlığın
ilerlemesine değil, gerilemesini yani ataların düzenine ve inancına dönmesini
isteyenler hep Socrates’in öğretisine dayanmışlardır. Socrates yalnızca Platon
ve öğrencilerini değil kendisinden sonra yaşamış pek çok düşünürü de yanlış
yola sürüklemiştir.
Platon’un Platonik Aşkı, İdealizm
Socrates’in öğrencileri arasında demokrasi ve materyalist bilime karşı
düşmanlıkta hocasını da geçen birisi vardı. Bu hayalci genç Pluton’du
(MÖ.427-MÖ.347). Soylu bir aileden, asıl adı Aristokles olan düşünür, geniş
omuzları ve atletik yapısı nedeniyle, Yunanca Platon (geniş) lakabı ile anıldı
ve tanındı. Filozof ve matematikçiydi. Platon, hocası Sokrates ve öğrencisi
Aristoteles ile birlikte batı felsefesinin temellerini attı. Batı dünyasındaki
ilk yüksek öğretim kurumu olan Atina Akademisinin kurucusudur.
Rafael, freskde Pluton’u Leonardo da Vinci yüzüyle
resmetmiştir.
Socrates hiç yazılı eser bırakmamıştı. Pluton ise hocası Socrates ile
görüşmesinden ayrıldıktan sonra evine gelir ve konuştuklarını hemen yazıya
dökerdi. Bazen de kendi görüşlerini Socrates’in ağzından konuştururdu. Ailesi
de Atina’nın eski hükümdar ailelerindendi. Dışı başka içi başka bir duruşu
vardı. Karşısındaki dinler görünürken içinden bambaşka şeyler düşünürdü. Bütün
dikkati kendi içine dönüktü.
Demokrasiye karşı olduğu bilindiği için Atina’da kalmayı tehlikeli
bulup Megara’ya kaçmıştı. Hayranı olduğu eski düzen, gelenekler yıkılmış
iktidar ona göre ayak takımının, demokratların eline geçmişti. Bunun yanlışı
nerede yapılmıştı ve doğrusu neydi. Bu sorularına yanıt aramak için şehir şehir
ülkeleri dolaştı. Devletlerin düzenlerini ve yönetim biçimlerini inceledi,
halkların yaşamlarını gözledi. Ona göre insan ailesinde hangi iş koluna
doğmuşsa onu yapmalıydı. Çifti çocuğu çiftci olmalı zanaatkar çocuğu zanaatkar
olmalıydı. Mısır ve Hindistan’da gördüğü Kast sisteminin hayranıydı.
Pluton’un Devlet anlayışına göre çiftcilerle zanaatçılar çalışıp
üretmeli, askerler ve filozoflar da halkı koruyup yönetmelidir. Halkın çoğunluğunun köle gibi çalışmaya ve
bilgisizliğe mahkum eden böyle bir kast düzeni Pluton’a halkın egemenliğinden
daha adil görünür. Pluton’a göre önemli olan koruyuculardır. Ama en iyiler en
namuslu ve en doğru olanlar değildir. İdareciler devletin refahı uğruna yalan
söyleyebilir, halkı aldatabilirler. Ama bir zanaatçi yalan söyler yada
aldatırsa başkalarına örnek olsun diye cezalandırılmalıdır. Platon’un adaleti
işte buydu.
Pluton, Tiran Dionysios’un yardımıyla, iktidarın filozofların elinde
bulunduğu örnek bir devlet kurmak için Sicilya’daki Syracuse şehrine gider. Sonradan
Tiran iktidarı filozoflarla paylaşmaya yanaşmaz. Pluton’un hayatı tehlikeye
girer. Güç bela fidye ödeyerek oradan kurtulur, Atina’ya döner.
Bir akademi açıp eğitime başlar. Akademinin kapısında geometriden anlamazsan girme yazılıdır. Matematiğin felsefeyi anlamak için bir altyapı olduğuna inanır. Okulunda öğrencileri olan soylu gençlere matematik, astronomi, müzik ve diyalektik öğretiliyodu. Pluton öğrencilerine, dünyayı yaratmış olan ve içine dünyanın ruhunu doldurmuş olan tanrısal güçten söz eder. Her yıldızın her gezegenin ruhu vardır. Güneş, ay, yıldızlar birer tanrıdır. Gördüğünüz dünya manevi dünyanın sadece bir gölgesidir. Karşısınızda gördükleriniz eşyaların kendisi değil gölgesidir. İşitiğiniz sesi değil yankısıdır. Dürüst yaşayanların ruhları göge çıkarak orada ödüllendirilirler. Görüşleri Hiristiyanlık ve İslam felsefelerini derinden etkilemiştir. Pluton’un anlattıkları doğu ve batı halklarının eski inançlarının bir senteziydi. Bu hikayeleri bir hükümdar torunu, köleliği savunan bir aristokrat anlatıyordu. Ve bu masal ne gariptir ki kölelerin ve yolsulların tesellisi oluyordu. Yeryüzünde kurtuluş umudunu yitirenler bunu gökte aramaya başlamışlardı.
Bir akademi açıp eğitime başlar. Akademinin kapısında geometriden anlamazsan girme yazılıdır. Matematiğin felsefeyi anlamak için bir altyapı olduğuna inanır. Okulunda öğrencileri olan soylu gençlere matematik, astronomi, müzik ve diyalektik öğretiliyodu. Pluton öğrencilerine, dünyayı yaratmış olan ve içine dünyanın ruhunu doldurmuş olan tanrısal güçten söz eder. Her yıldızın her gezegenin ruhu vardır. Güneş, ay, yıldızlar birer tanrıdır. Gördüğünüz dünya manevi dünyanın sadece bir gölgesidir. Karşısınızda gördükleriniz eşyaların kendisi değil gölgesidir. İşitiğiniz sesi değil yankısıdır. Dürüst yaşayanların ruhları göge çıkarak orada ödüllendirilirler. Görüşleri Hiristiyanlık ve İslam felsefelerini derinden etkilemiştir. Pluton’un anlattıkları doğu ve batı halklarının eski inançlarının bir senteziydi. Bu hikayeleri bir hükümdar torunu, köleliği savunan bir aristokrat anlatıyordu. Ve bu masal ne gariptir ki kölelerin ve yolsulların tesellisi oluyordu. Yeryüzünde kurtuluş umudunu yitirenler bunu gökte aramaya başlamışlardı.
Bir zamanlar bilimle din bir bütündü. Sonraları bilim dinden ayrılarak
kendi yolundan yürüdü. Pluton bunları yeniden birleştirmek istedi. Aynı şeyi
Pythagoras da yapmak istemişti. Ama Pluton daha ileri giderek mevcut olan
herşeyin temelinin idealar olduğunu doğanın da idealar dünyasının sadece bir
bölgesi olduğunu savunarak idealizmin temelini atmıştı. Felsefede bugün de
devam eden idealizm ve materyalizm kavgası Pluton zamanında başlamıştı. Engels’in
deyişiyle ruhun tabiattan önce var olduğunu iddia edenler idealizm kampını
meydana getiriyordu. Doğayı ilk unsur sayanlar ise materyalizm kampını.
Atina Okulu freski günümüzde Vatikan Müzeleri içinde yer alan Papalık
Odaları'ndan 'Stanza della Segnatura'nın bir duvarını kaplamaktadır.
Raffaello'nun başyapıtlarındandır.
1) Platon 2) Aristoteles.
3) Sokrates 4) Pisagor
5) Heraklit 6) Diyojen
7) Öklid 9) Batlamyus "Ptolemy"
İdealizm Materyalizm’e karşı
Bir zamanlar insanlık masalsı bir dünyada yaşıyordu. Doğayı inceleyip
kavradıkça aydınlaşma genişlemeye başladı. Filozof Pluton 4. yüzyılda insanları
yeniden geriye, ruhların dünyasına götürdü. Bir öğrenci Pluton’un kitaplarını
okurken muhtemelen bir başkası Demokritos’un kitaplarını okuyordu. Pluton ile Demokritos iki karşıt görüşü temsil
ediyordu. Pluton, gerçek dünya olduğunu söylediği hayali ruhlar dünyasını öne çıkarırken,
Demokritos doğadan başka bir şeyin olmadığını söylüyordu.
Aslında Pluton öbür dünya hakkında masallar anlatan biriydi. İnsanları,
öbür dünyada çektikleri sıkıntının ödülünü alacaklarına inandırmaya
çalışıyordu. Pluton daha da ileri giderek Demokritos’un izinden gidenler idam
edilmeli, vatandaşlıktan çıkarılmalı gibi dünyevi cezaları da uygun buluyordu. İdealizm
ile materyalizmin savaşı başlamıştı. MÖ 4. yüzyıl civarında Atina, Yunan
entellektüel aktivitesinin merkezi durumuna geldi. Antik Yunan döneminin ilk
gerçek bilim filozofu Atina’da Lyceum enstitüsüne önderlik eden Aristoteles’di.
Büyük Düşünür Aristoteles
Aristoteles yada kısaca Aristo (MÖ 384 – MÖ 322) Makedonya kenti olan Stageira'da doğmuştu. Babası Büyük İskender’in dedesi Makedonya kralı II.Amyntas'ın hekimiydi. Pluton’un Atina’daki akademisinin en başarılı öğrencileri arasındaydı. Okuma tutkusuyla tanınan Aristoteles için hocası Pluton ‘Diğer öğrencilere mahmuz gerekiyorsa ona gem gerekir’ derdi. Fizik, gökbilim, felsefe, zooloji, mantık, siyaset ve biyoloji gibi konularda pek çok eser vermiştir.
Platon MÖ 347'de öldüğünde, Akademeia'nın başına Aristoteles
seçilmeyince, okuldan ayrılır. Assos kenti Tiranının siyasî danışmanı olur. Orada
bir okul kurar. Bu okulda yaşam üzerine çalışmalarda bulunur. O dönem ölünün
vücudunun incelenmesi cinayet ile bir tutulduğu için insan vücudu hakkında çok
sınırlı bilgi vardı. Aristoteles, hayvanların iç organlarına bakarak insan
vücudunun yapısı hakkında fikir edinmeye çalıştı. Taş, toprak, bitki, hayvan,
insan türlerinin, en üstte insan, en altta taş olmak üzere bir merdivenin
basamaklarını oluşturduğunu belirtir.
Aristoteles dünyanın bir tepsi gibi yuvarlık değil küre şeklinde
olduğuna inanır. Duvarla lamba arasına konan bir elmanın gölgesinin şekliyle
dünyanın şekli arasında benzerlik kurar. Ay tutulması olayında da Ay’a dünyanın
gölgesinin düştüğünü bu nedenle dünyanın küre olması gerektiği iddia eder. Devlet hakkındaki kitabını yazabilmek için
158 şehir devletin düzenini incelemiştir. MÖ 343'te Makedonyalı Kral Philippos'un sarayına, oğlu
İskender'in eğitimini üstlenmek üzere çağırılır. Sekiz sene Pella’da kalır.
Philippos'un ölümüyle MÖ 335 İskender tahta çıkar. Aristoteles Atina'ya dönüp
Akademeia'ya rakip olarak Lykeion'u kurar ve burada on iki sene ders verir. Öğrencilerinin
de yardımı ve desteğiyle bin civarında kitap yazar.
Büyük İskender’in ordusu Yunanistan’dan Hindistan’a kadar geniş bir
alanı ele geçirmişdi. Büyük İskender bu coğrafya da Helen kültürünü yayarak,
günümüzde Helenistik olarak adlandırılan kültürün doğmasına neden olmuştur. MÖ
323'te Büyük İskender'in Asya seferi esnasında ölmesi üzerine Atina'da Makedon
karşıtı bir tepki oluştuğunda bundan Aristoteles'de nasibini alır. Kendisine
karşı dine saygısızlık davası açılması söz konusu olur. Filozof Hermias anısına
ilâhi yazarak ölümsüzleştirmekle suçlanır. Bunun üzerine Aristoteles, Atina'yı
terk eder. Annesinin memleketi olan Eğriboz (Evboia) adasına sığınır. Ertesi
yıl MÖ 322'de, altmış üç yaşında hayatını kaybeder.
Aristo aynı zamanda bir biyologdu. Onun deniz hayvanları üzerine
gözlemleri 19. yüzyıla değin geçerliliğini korumuştur. Aristo için önemli olan
kendiliğinden ortaya çıkan bütün etkinliklerin doğal oluşuydu. Bu nedenle
araştırmanın uygun yöntemi sadece gözlemdi. Nesnelerin etkinliklerini ve gizli
özelliklerini aydınlatmak amacıyla doğal koşulların değiştirilmesi demek olan
deney, doğal bir yöntem olmadığı için,
nesnelerin özünü açığa çıkarması beklenemezdi. Buna inanıldığı için Yunan
biliminde deney hiç bir zaman önemli bir yer tutmamıştır.
Günümüzde hâlâ bilimsel düşüncede rol oynayan ‘tümevarım-tümdengelim’
yöntemi Aristoteles tarafından geliştirilmiştir. Bu yönteme göre, doğanın
araştırılması önce gözlemlerden genel prensiplerin çıkarılması (tümevarım) ve
daha sonra genel prensiplere dayanarak gözlemlerin açıklanması (tümdengelim)
aşamalarını içermektedir. Aristoteles mantık konusunda da çeşitli kitaplar
yazmıştır. Aristoteles mantığına göre dünyada hiçbirşey değişmez. Diyalektik
mantıkta ise bir şey hem kendisine hem de bir başka şeye eşit olabilir.
Aristoteles’in 19. yüzyıla kadar doğruluğuna inanılan mantık kuramı günümüzde geçerliliğini
yitirmiştir.
O dönem yaşayan enteresan filozoflarda var. Bunlardan biri de Sinoplu Diogenes. Aristoteles’in eski
öğrencisi Büyük İskender, Asya seferine çıkmadan önce Korinthos’da filozof
Diogenes’i evinde ziyaret etmek ister. Diogenes misafirini evine davet
edememiş, çünkü bir fıçının içinde yaşıyormuş. İskender gene de gelip kendisine
ne istediğini sorduğunda ‘Gölge etme
başka ihsan istemem’ demiş. Bir gün Diogenes’i köle pazarında, köle olarak
satılacak insanlar arasında, satılacağı sahibini beklerken müstakbel alıcısına
‘Eğer kendine köle değil de efendi almak
istersen beni al’ demiş.
Egemen sınıf düzeni
10,000 konutlu Atina zamanla büyüdü ve gelişti. Özellikle ticaretin
merkezinin Pers savaşları sonrasında İyonya kıyılarından Atina’ya kayması şehre
hareketlilik, refah getirdi. Köle sayısı arttı ve şehir devlet dar gelmeye
başladı. Tüccarlara faizle para veren tefeciler, büyük atölye ve gemi sahipleri
egemenliklerinin şehirlerinin dışına da taşırıp daha fazla hammadde ve daha fazla
köleye sahip olmak istiyorlardı. Bunun için şehir devlet genişlemeliydi. İlk
akınlar Sicilya adasına yapılır. Oradaki eski Yunan kolonileri Atina’ya bağlanmak
istenir ama başarılı olunamaz. MÖ 330’lu
yıllarda Makedonya kralı Büyük İskender Yunan şehirlerini birleştirir. İskender’in ölümünden sonra ise imparatorluğu
dört parçaya ayrılır. İskender’in komutanları doğu’da, Mısır’da, Suriye’de,
Makedonya’da kral olmuşlardır. Yeni devletler yeni bir yönetim düzenine
gereksinim duyarlar. Baştakilere itaatin en yüksek erdem olduğuna, iktidarın bir
kişinin elinde bulunması gerektiğine halkın inandırılması gerekiyordu. Bilimin
insanlığı çıkmaza soktuğu anlatılmalı, tanrılara olan inanca dönülmeliydi.
Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Anaksagoras, Demokritos ilerleme
yolunda birer adımdılar. Sokrates, Pluton ve onların izlerinden yürüyenler
geriye dönüştür. Geçmiş zamanda insanlar tanrılarının varlığını ispata
kalkışmadan, tanrıya inanırlardı. Pluton ise aynı inanca felsefeyle bilim şekli vermeye çalışmıştır. Geçmişte
insanlar neyin iyi neyin kötü olduğunu düşünmeden Tanrıların emirlerini iyilik,
buna karşı gelmeyi de kötülük sayarlardı. Socrates ise ahlak kurallarını bir
matematik teoremi gibi ispat etmek istemiştir. Socrates yeni tanrılar
getirmekle suçlanmıştı. Ne yeni inanç ne yeni düzen eskilere benziyordu. Eskiden
işleri kabilenin soylu kişileri idare ederdi. Şimdiyse iş adamları, tefeciler,
diğer şehirlerle ticaret yapan tüccarlar yönetiyor.
Theophrastus, botaniğin babası
Theophrastus (MÖ 370 - MÖ 287) Midilli(Lesbos) adasında doğmuş, oradan
Atina'da Lyceum’da okumuş ve çalışmış Aristoteles'in
ölümünden sonra, Lyceum'in başına geçmiştir. Onun gibi sistemci olmaktan ziyade
bir gözlemci ve koleksiyoncu olarak bilinir.
Daha çok botanik dalında önemli saptamalar yapan bir doğabilimci,
felsefeci Theophrastus'un 500'e yakın bitkinin morfolojik özellliklerini
birçoğunu da resimleyerek ortaya koymuş ve Atina'da bir botanik bahçesinde
tıbbi bitkileri yetiştirmiştir. Aristoteles'in hayvanlar dünyasıyla ilgili
sınıflamasını, bitkileri de kapsayacak şekilde genişletmiştir. Theophrastus
botaniğin babası olarak kabul edilir.
Makara ve suyun gücü insanın yanında
Zaman geçtikçe insan beyni gelişmiş ve yapamadığı şeylere çözüm bulmaya
başlamıştı. Büyük taş bloklar el ile kaldırılamaz boyuta gelince manivela
bulunmuş. Yukarıya kaldırmak gerektiğinde makara geliştirilmişti. Daha sonra
makara sayılarını artırılmasıyla daha az güç harcayarak daha ağır cisimlerin
kaldırılabileceği keşfedildi.
Archimedes'in geliştirdiği su burgusu
Tahıl da el ile öğütülüyordu. Nüfus artıp daha fazla un gerekince büyük
değirmen taşlarına ve onu döndürecek mekanizmaya gereksinim oldu. Önce değirmen
taşı atla döndürüldü, sonrasında nehir kıyısına taşınarak su çarkıyla
döndürülmeye başlandı. Aristoteles ‘Eğer
her iş aleti bir emir ile kendi işini yapabilse örneğin dokuma tezgahı kumaşı
dokuabilse o zaman ustaya çırak, efendiye köle gerekmez’ demişti. Syracuse’da
bir matematikçi ve mühendis olan Archimedes yalnız yapı işlerinde ve savaşta
kullanılan araçlar yapmakta kalmamış mekanikteki yasaları da açıklamıştı.
Bilim İyonya ve Yunanistan’da gelişti. Demokritos ve Aristoteles bilimi
o zaman kadar görülmemiş bir seviyeye yükseltiler. Yüzyıllar sonra bilim eski
yurduna, Mısır’a döndü. Atina’da köle kullanımı yaygınlaşınca emek hor
görülmeye köle işi olarak algılanmaya başlandı. Yunan medeniyetinin egemen
olduğu İskenderiye’de ise zanaatçılar hala çocukları ve ücretli işçilerle
çalışıyorlardı. Kimse boş durmazdı. Bilim adamları da çalışıyordu.
İskeriye’deki Muzeum gerçek bir bilim okuluydu. Öğretmeler arasında uzmanlaşma
başlamıştı. Eukleides burada ders vermişti. Archimedes matematiği burada öğrenmişti.
Aristarkhos, Eratosthenes; Herşey
ölçülmeye başlıyor
Samoslu gökbilimci Aristarkhos
(MÖ 310 – MÖ 230), Ay ve Güneşin dünyadan ne kadar uzakta olduklarını ölçmüştü.
Aya olan mesafeyi hemen hemen doğru ölçmüştü fakat güneş kendisine olduğundan
daha yakın görünmüştü. Evrenin merkezine güneşi koyan günmerkezlilik inanışının
bilinen ilk savunucularındandı. Görüşleri, 1,800 yıl boyunca geçerliliğini
sürdüren Aristo ve Batlamyus'un yermerkezli teorileri karşısında rağbet görmedi
ta ki Kopernik, Kepler ve Newton'un buluşlarına kadar.
İskenderiye’li Yunan asıllı bilgin Eratosthenes (MÖ 276 - MÖ 194) matematikçi , coğrafyacı, astronom ve filozofdu. Hiçbir dağa tırmanmadan onların yükseklikleri ölçüyordu. Eratosthenes dünyanın çevresinin de dolaşmadan hesaplanacağını biliyordu. Bunun için İskenderiye’den 1,000 km uzaklıkta Güney Mısır’da Nil kenarında Swenet’e(Aswan) gitmek yeterliydi. Güneş Swenet(Aswan) üzerinde doruktayken, İskenderiye üzerinde güneş doruktan dairenin ellide biri kadar uzaktaydı. Swenet ile İskenderiye arasındaki mesafe beş bin stadiondur. Daireni ellide biri beş bin stadion olduğuna göre demek ki bütün daire, dünyanın çevresi, 250 bin stadiondur. Böylece insan gözle göremediği şeyleri bile ölçmenin yolunu bulmuştu. Erastosthenes Dünya'nın güneşe ve aya olan uzaklığını da hesaplamışdı. Ayın uzaklığını gerçeğe çok yakın olarak 804 milyon stadion olarak belirlemişti.(1 stadion 185 metre).
Eratosthenes, uzun yıllar İskenderiye Kütüphanesi'nde baş kütüphaneci
olarak çalıştı. Geography kelimesini kullanan ilk kişidir. Ayrıca enlem ve
boylam sistemini icat etmiştir. Bunun yanında dünyanın eksen eğikliğini
hesaplayan ilk kişidir.
MS. II yüzyılda İskenderiye’de Klaudius
Ptolemaios adlı bir bilgin kitaplar yazmış, evrenin krokilerini çizmişti.
Ama Aristarkhos’un dünya dönüyor
düşüncesine karşı çıkıyordu. ‘Eğer dünya
dönseydi, bulutlar geride kalır. Yukarıdan bırakılan taş dünya biraz döndüğü
için atıldığı noktadan biraz daha öteye düşerdi’ diyordu. Yeryüzünde herşeyin onunla birlikte döndüğünü
bilmekten çok uzaktaydı. Aristarkhos’un ölümünden yüzyıllar geçmiş olmasına
rağmen hala eski düşüncelere sahiptir. Dünyanın kendi etrafından ekvator
hizasında saatte 1,670 km hızla, güneş etrafında da saate 108,000 km hızla
hareket ettiğini bilmelerine daha epey zaman var.
Eukleides, Geometri bilimcisi
Eukleídes (MÖ 330 – 275)
İskenderiyeli matematikçi. Eukleides gelmiş geçmiş matematikçilerin içinde adı
geometri ile en çok özdeştirilen kişidir.
Eğitimini Atina Akademisinde tamamladıktan sonra İskenderiye’de büyük
bir matematik okulu kuran Eukleides, çağlar boyu matematikle ilgilenen hemen
herkesin gözdesi olmuştur. Kendinden önceki Thales, Pythagoras, Platon,
Aristoteles gibi matematikçi ve geometricilerin çalışmalarını temel alan Eukleides’in
kitabı, iki bin yıl boyunca önemli bir başvuru kaynağı olarak kullanılmıştır. Eukleides
geometrisi 19. yüzyılın başına kadar rakipsiz kaldı. Hatta 20. yüzyılın
ortalarına kadar bile orta öğretimde geometri, Eukleides'in öğelerine bağlı
olarak okutuldu.
Archimedes : Eureka eureka
Archimedes (MÖ 287 - MÖ
212), Syracuse’de doğmuştur. Evrenin büyüklüğüne dair yazdığı eseri ‘Kum Tanelerinin Sayısına Dair’dir. Uzaya
ne kadar kum tanesinin sığacağını hesaplamaya çalışmıştır. Bir hamamda
yıkanırken bulduğu iddia edilen suyun kaldırma kuvveti bilime en çok bilinen
katkısıdır.
Archimedes fizikçi, matematikçi ve filozoftur. Gençliğinde bir süre
İskenderiye'de bulunmuştu. Mısır’da tarlaları sulamakta kullanılan Archimedes burgusunu
geliştirmişti. Archimedes'in mekanik alanında yapmış olduğu buluşlar arasında
bileşik makaralar, hidrolik sistemler sayılabilir. İnşaatçılar için yazdığı
Mesnetler kitabında sütunların taşıyabilecekleri yükün nasıl
hesaplanabileceğini açıklamıştı. Ağırlığından dolayı suya indirilemeyen gemi
için yardım isteyen Syracuse gemi yapımcılarına ‘Bir dayanak noktası verin dünyayı yerinden oynatayım ‘
demişti. Archimedes'in eğri yüzeylerin
alanlarını hesaplamak için geliştirdiği yöntemler, Newton ve Leibniz'in
diferansiyel denklemler ve integral hesap için iyi bir temel oluşturmuştur.
Archimedes, kendi adıyla tanınan sıvıların dengesi kanununu da
bulmuştur. Bir gün Syracuse Kralı Hieronymus yaptırmış olduğu altın tacın içine
kuyumcunun gümüş karıştırdığından kuşkulanmış ve bu sorunun çözümünü Archimedes'e
havale etmiş. Bir hayli düşünmüş olmasına rağmen sorunu bir türlü çözemeyen Archimedes,
yıkanmak için bir hamama gittiğinde, havuzun içindeyken ağırlığının azaldığını
hissetmiş ve "eureka, eureka" (buldum buldum) diye bağırarak hamamdan
çıplak fırlamış. Bulduğu şey; su içine daldırılan bir cismin taşırdığı suyun
ağırlığı kadar ağırlığını kaybetmesi ve taç için verilen altının taşırdığı su
ile tacın taşırdığı su mukayese edilerek sorunun çözülebilmesi idi. Taç suya
batırılınca suyun bir kısmı taşar. Bunun üzerine taç ile aynı ağırlıkta külçe
saf altın bulup taşırdığı suyu bir önceki su ile karşılaştırır. Eğer saf
altının taşırdığı su , tacınkine eşitse taç saf altındandır, eğer değilse tacın
içine başka maden karıştırılmıştır. Gerçekten de tacın altınına gümüş
karıştırıldığı ortaya çıkar.
Roma ile Kartaca arasında gerçekleşen II.Pön savaşları sırasında Roma
donanması Syracuse üzerine yürüdüğünde Syracuse Kralı eski arkadaşı
Archimedes’den yardım ister. Roma generali Marcellus, Syracuse’ı kuşattığında, Archimedes’in
yapmış olduğu silahlar nedeniyle şehri almakta çok zorlanmıştı. Bunların çoğu
mekanik düzeneklerdi. Makaralar yardımıyla çok ağır taşlar burçlara kadar
çıkarılıyor ve mancınıklarla çok uzaklara fırlatılıyordu. Hatta Archimedes'in
aynalar kullanmak suretiyle Roma donanmasını yaktığı da rivayet edilmektedir.
Ancak bütün bunlara karşın M.Ö. 212 yılında Romalılar Syracuse’u zapt ettiler
ve şehrin diğer ileri gelenleriyle birlikte Archimedes'i de öldürdüler
Heron: İnsan su, hava ve buharı
kontrol etmeye başlıyor
İlk dönemlerden beri yangın insanlar için önlenemeyen bir felaketti.
Çatıdaki yangına müdahale edilemiyordu. Suya tazyik verip yangına karşı daha
etkili olunamazmıydı? Bir tulumbanın iki silindirindeki pistonların bir aşağı
bir yukarı gidip gelerek sıkıştırdığı suyun tazyikle uzaklara iletebileceğini
gördüler. Böylece evin çatısındaki yangınlara müdahale edilebilmeye başlandı. İnsan
suyu kontrolü altına almayı öğrenmişti. Onun gücünden yararlanarak sulama
yapıyor, değirmende un öğütüyor, yangını söndürüyordu. Hava zaten yelkenlilerde
çok uzun zamandır insanlarına emrindeydi.
İskenderiyeli bilim adamı Heron
(MS 10-70), kazanda kaynattığı sudan elde ettiği buharın gücüyle borunun
ucundaki küreyi döndürmeyi başarmıştı. Yaptığı bu deney 2,000 sene sonra buhar
makinasının icadına neden olacaktı. Heron, mekanik ve hidroliğin temel
prensiplerini kullanarak tapınağın kapılarını açan bir otomat ile para atılınca
su akan bir çeşme de yapmıştı.
Klaudyos Batlamyus: Hatalı
harita Amerika’nın keşfine yol açtı
Klaudyos Batlamyus (Claudius Ptolemy), İskenderiye şehrinde yaşamış gökbilimci,
matematikçi, coğrafyacı ve astronom idi. Yaklaşık olarak MS 85 ve 165 yılları
arasında yaşadığı kabul edilir.
Batlamyus en çok astronomi çalışmalarıyla tanınır. Zamanına kadar
ulaşan astronomi bilgisinin sentezini yapmış ve bunları Mathematike Syntaxis adlı yapıtında toplamıştır. Aristoteles
fiziğini temel alan bu kuramda, evren küreseldir ve dünya bu evrenin merkezinde
hareketsiz olarak durmaktadır. Gezegenler, Ay ve sabit yıldızlar dünyanın çevresinde,
sabit hızlarla, dairesel hareketler yaparlar. Batlamyus coğrafya çalışmasında başlangıç
meridyenini doğru olarak belirleyemediği için, vermiş olduğu koordinatlar hatalıdır.
Ayrıca, Dünya’nın büyüklüğü hakkındaki tahmini de hatalıdır. Ancak Batlamyus’un
haritasını kullanan Kristof Kolomb bu yanlış tahminden cesaret alarak Batı'ya
doğru gitmiş ve Kuzey Amerika'ya ulaşmıştır.
Yunan uygarlığı ile gelişen
bilim Romalılar ile hız kesiyor
MÖ 146’dan itibaren, her ne kadar Yunan gelenekleri sürdüyse de, Mısır
dışında Akdeniz’in tamamı Roma egemenliğine geçti. Romalılar bilime doğrudan
saldırmadılarsa da, bilim Roma egemenliği altında gelişemedi. Özellikle MS 1.
yüzyıldan sonra İmparatorluk ile birlikte Romalılar da bilim geriledi. Geçmişe
baktığımızda bilimin özgürlüğün ve demokrasinin yerleştiği toplumlarda
geliştiğini görüyoruz. Baskıcı yönetimler ve dinin yönetimde egemen olduğu
toplumlarda bilim gelişmemiş, geriye gitmiş. Archimedes’in cahil bir Roma askeri tarafından
bilinçsizce öldürülmesi, Roma egemenliği altında bilimin nasıl olduğuna çok
açık bir örnektir.
Roma hakimiyetinden sonra Helenistik bilimin gelişmesinin Büyük
İskender’in kurduğu ve Yunan medeniyeti ile yoğrulmuş İskenderiye’de sürdüğü
görülmektedir. MS 3. yüzyıldan sonra Helenistik bilim iyice inişe geçmiştir. Bu
durum, MS 395’te Helenistik dünyanın, Bizans İmparatorluğu’nun parçası haline
gelmesi ile iyice kötüleşti. Hıristiyan kilisesinin yükselişi de bilimin
gelişmesinde olumsuz rol oynamıştır. Kilise öğretisinin deneysel bilgiye karşı
çıkması, bunun önemli nedenlerinden biridir. Platon’cu anlayışdan etkilenen
Hiristiyan din adamı Piskopos Aziz Augustine’nin (MS 354-330), bütün doğal olayların
ruhsal amaç içerdiği yönündeki öğretisi, doğaya bakışı derinden etkilemiştir. Bilimi
dinsel inanışla olumsuz olarak ilişkilendirilmesi, İskenderiye’deki Serapis
Tapınağı kütüphanesinin Ortodoks Patrik Theophilus tarafından MS 390’da yaktırılmasına
ve matematikçi Hypatia’nın MS 415’de İskenderiye piskoposu Aziz Cyril
tarafından öldürülmesine yol açtı. İskenderiye’deki Serapis kütüphanesi, Büyük
İskenderiye Kütüphanesi Roma Diktatörü Julius Caesar tarafından MÖ 48’de yaktırılınca
oluşturulan yeni kütüphaneydi.
Antik Yunan döneminde önemli bilimsel gelişmeler sağlanmışdı. O günkü
birçok buluş, bugün hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Archimedes’in ve Eukleides’in
buluşları buna birer örnektir. Bütün bu bilimsel gelişmeye karşın, teknolojinin,
mühendisliğin aynı paralelliği gösterdiği söylenemez. Bunun en büyük nedeni,
antik çağın büyük çapta köleliğe dayalı olmasıdır. Ucuz iş gücünün varlığı,
yapılan işleri kolaylaştırma yönündeki isteği köreltmiş, teknolojik gelişmeleri,
bilimsel gelişmelerin çok gerisine itmiştir.
MS 529’da Bizans İmparatoru Justinian İstanbul’da yeni bir Akademi kurunca, İstanbul dışındaki denetleyemediği antik çağın büyük öğrenim merkezleri Academy ve Lyceum’ı kapattı. İskenderiye Bilim Enstitüsü (Museum) yıkıldı. Bunların etkisiyle Avrupa’daki bilimsel etkinlikler hemen hemen tümüyle durdu. Hellenistik dönem ile Rönesans arasında kalan boşluğun, MS 700 ile MS 1300 arasında gelişen İslam kültürü tarafından doldurulduğu görülmektedir. Sözü edilen bu dönemde İslam uygarlığı, metamatikten astronomiye kadar bilime pek çok önemli katkılarda bulunmuştur.
MS 529’da Bizans İmparatoru Justinian İstanbul’da yeni bir Akademi kurunca, İstanbul dışındaki denetleyemediği antik çağın büyük öğrenim merkezleri Academy ve Lyceum’ı kapattı. İskenderiye Bilim Enstitüsü (Museum) yıkıldı. Bunların etkisiyle Avrupa’daki bilimsel etkinlikler hemen hemen tümüyle durdu. Hellenistik dönem ile Rönesans arasında kalan boşluğun, MS 700 ile MS 1300 arasında gelişen İslam kültürü tarafından doldurulduğu görülmektedir. Sözü edilen bu dönemde İslam uygarlığı, metamatikten astronomiye kadar bilime pek çok önemli katkılarda bulunmuştur.
Romalılar bilimde kötüydüler ama
mühendislikte mükemmeldiler
2.7 milyon km2 alana yayılmış ilk emperyalist imparatorluk
olan Romalıların askerlerini hızla uzaklara gönderebilecek, kervanların kolayca
mal taşıyabileceği yollara, hanlara gereksinimleri vardı. MS 200’de toplamda
321 bin km bulan yolları geniş ve su drenajı için eğimliydi. Roma lejyonları bu
yollarda günde 40 km yol katedebiliyorlardı.
Özellikle imparatorluğa dönüştükten imparatorluğun azametini göstermek
için saraylar, tanrılara saygı için tapınaklar, halklarını uyutmak için döğüş
ve yarış arenaları yaptılar. Roma dönemlerinde şehirlerdeki nüfuslar oldukça arttığı
için su yollarına gereksinim duydular. Tüm bu gereksinimler, Romalılar
döneminde mühendisliğin mükemmelleşmesine neden oldu. Tabii bu eserleri bunca
yılın etkilerine, doğal afetlerine karşın hala ayakta kalabilmesi betonu
keşfetmiş olmalarına ve mimaride kemeri kullanmalarına
dayanıyordu.
Kaynakça
Adıvar
Abdülhak Adnan - Tarih Boyunca
İlim ve Din
Özçep Ferhat - Bilim ve
Mühendislik: Tarihsel Gelişim ve Felsefesi
Freeman
Charles - Mısır,
Yunan ve Roma Antik Akdeniz Uygarlıkları
Ilin M. –
Segal E. - İnsan
nasıl insan oldu
Yunan Kulturu oncesi, ayrica; Hitit+Asur+Sumer kaynaklari ele alinmali...Ayrica, Efes Kutuphanesi o, Iskenderiye degil; fotodaki...
ReplyDeleteEmeklerinize sağlık
ReplyDelete