Gidin hep beraber,
izleyin Phrygia’yadaki Kybele’nin evini,
korularını tanrıçanın.
Ziller çalar orada, davullar yankılanır.
Romalı
Şair Catullus
Yeryüzünün Herakles sütunlarına kadar bilindiği kadim zamanda, dünya topraklarının tam ortasında Anadolu vardı. Homeros, bir Anadolu destanı olan İlyada’sında ‘Asya’ dedi buraya. Sonraları, büyük kıtadan ayırt etmek için ‘Küçük Asya’ anlamında ‘Asya Minör’ diye tanımlandı.
Bizans’ta, başkent Konstantinopolis’e göre güneşin doğduğu yer olduğundan, Grekçe ‘şafak’ anlamında ‘Anatole’, ‘Anatolia’ diye de anıldı. Uygarlığın beşiği, uygarlıklar mozaiği, Doğu ile Batı arasındaki köprü, kültür ve uygarlıkların vatanı olarak tanımlanması için, 19. yüzyılın sonlarını beklemesi gerekti…
Hititler Anadolulu’ydu. Frigya, Lidya ve Karia Anadolulu. Anadolu’nun verimli topraklarında İonyalılardan, Urartulara, Lykialılara, Helenlere, Romalılara, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılara onlarca uygarlığın fiziksel ve kültürel izi var. Bu yazıda da Anadolu Ana Tanrıçasının gelişimini ve yayılışını inceleyeceğiz.
Resim 1 – Ana Tanrıça Cybele çeşmesi Madrid
1. BEREKET KÜLTÜ
1.1. Tanrı ve Tanrıçalar
Günümüzden 10 milyon yıl önce başlayan Paleolitik Çağ’da insanlar, toplayıcı ve avcıydı. Doğumun gizemi karşısında şaşıran insan, oturduğu mağaranın duvarlarına erkek ve kadın resmi yapmaya başladığında tanrı ve tanrıçalarını da yaratıyordu. Paleolitik çağ toplumu genel olarak erkek gücünün avcılıkta öne çıkmasından dolayı erkek egemen bir toplumdu. Mağaralara çizilen hayvan ve kadın figürleri avdaki bolluğu simgeliyordu. Resim-2’de görüldüğü gibi tombul vücutlu ve iri memeli bu çıplak bedenler zamanla kültlere dönüşecekti.
Resim
2 - Güney Fransa’da bulunan Laussel Venüsü. Sol eli ile karnını tutan tanrıça
kompozisyonu Çatalhöyük ve Hacılar’da da bulunmuştur.
MÖ 10000 yıl önce gerçekleşen bir sıçrama ile insan, önce Mezopotamya’da hayvanları
evcilleştirdi ve toprağı işlemeye başladı. Avcılığa dayalı göçebeliği
bırakarak, tarım ve hayvancılığa dayalı yerleşik bir düzene geçti. Böylece MÖ
8000’lerde Neolitik Çağ başlamış oluyordu. Mağaralardan çıkılıp tarım
arazisindeki sazdan yapılma kulübelere geçilmişti. Bir süre sonra evlerin
yanında Tanrılar için tapınaklar da oluşmaya başladı. Kuraklık riskiyle yaşayan
Kalkolitik(Bakır dönemi MÖ 5000-3000) tarım toplumları ihtiyaçtan fazlasını
üretip depolamak zorundaydı. Bunun aksi, açlık anlamına geliyordu. Böylece nüfus
hızla çoğalmaya başladı.
Artı ürünün elde edilmesi için tarım işçisine; depolanması için binaya;
korunması için askere; dağıtılması için de rahiplere ihtiyaç vardı. Tüm
bunların toplamı ise organize bir iş bölümü yani devlet demektir.
Tarım ve hayvancılığa geçişle birlikte, insan için en önemli olgu, bereket olmuştur.
Mutlu ve tok bir yaşam, ancak bereketli bir doğada gerçekleşebilir. Çevresinde
tekrarlanan döngüleri gözlemleyen insan, baharın yeşermesini doğumla ve soğuk kışı
ölümle özdeşleştirmiştir.
Araştırmalar
tarımın kadının icadı olduğunu kanıtlar niteliktedir. Bedenindeki doğum ve ölüm süreçlerini, bahar ve
kış aylarının mevsimsel döngüsüne benzeten insan, doğa ve kendisi arasında bir
paralellik kurmuştur. Periyodik olarak tekrarlanan doğa olaylarının arkasında
yaratıcı bir güç aramıştır. Paleolitik dönemde daha önde olan erkeklerin, erkek
tanrılarını simgeleyen, ereksiyon halindeki cinsel organı miti, Neolitik Çağ’la
birlikte yerini yavaş yavaş doğurgan ana rahmine bırakır.
Son yıllarda insanlığın avcı toplayıcı döneminde yerleşim ve tarım kavramlarından
çok uzak olduğu bir zamanda Göbeklitepe’de bulunan Resim-3’de görülen MÖ 9600
yılına ait en eski yapıda henüz ana tanrıça kültüne rastlanamadı. Yükseklikleri
3 ile 6 metre arasında değişen 20 adet T şeklindeki herbiri 40-60 ton
ağırlığındaki taşların oluşturduğu yuvarlak yapı muhtemelen bir tapınaktı. İlkel
el aletlerinden başka bir aletin olmadığı bu dönemde sütunların nasıl taşındığı
ve dikildiği arkeologlar tarafından henüz çözülemedi. Görsel betimler
çoğunlukla Animalist (Hayvan kutsama) inanış ve eril figürlerden oluşmaktadır.
Göbeklitepe’nin bulunuşuyla Neolitik çağ öncesinde Anadolu’da ve Yakındoğu’da
Ana tanrıça inanışı yaygındı kabulü sorgulanır hale gelmiştir.
Resim 3 - Göbeklitepe MÖ 9600.
Son araştırmalar, Neolitik dönemin ilk bölümünde hala erkek cinselliğinin egemen olduğunu gösteriyor. Şanlıurfa kent merkezinde Balıklı Göl’ün hemen yanında bulunan ve Göbeklitepe kültürünün bir parçası sayılan bir eser (Resim 4) dünyanın en eski heykeli ünvanını da ele geçirmiş durumdadır. Kireçtaşından yontulan bu heykel, kendine özgü üslubuyla benzersizdir ve günümüzden 11 bin yıl önceye tarihlenmektedir. Bereketi simgelediği düşünülen heykelde erkek cinselliği ön plana çıkarılmaktadır.
Resim 4 - 11 bin yıl önce yapıldığı tespit edilen
erkek cinselliğinin önde olduğu heykel
Çanak-çömlekli Neolitik Çağ’la birlikte bereket sembolü, erkek
cinselliğinden kadın cinselliğine geçer. Kadının doğurganlığı ile doğanın
baharda yeşermesi hep aynı yaratıcı gücün eseridir. Öyleyse doğayı kontrol eden
ve yeşerten güç bir ‘Ana’ olmalıdır.
Resim 5 - Şanlıurfa ilinin Hilvan ilçesine bağlı
Güluşağı mahallesinin hemen kuzeybatısında bulunan Nevali Çori höyüğünden
çıkarılmış bir kap üzerindeki doğum sevinci kabartması.
Anaerkil toplumların yarattığı, üremeyi ve bereketi simgeleyen bu dişil
güç, Anadolu’da oldukça eskilere dayanmaktadır. Şanlıurfa yakınlarındaki MÖ 7
bin tarihli Nevali Çori yerleşmesinde bulunan bir kap parçası üzerindeki figürde
(Resim 5), aralarında bir çocuk bulunan iki kişi ellerini yukarı kaldırarak,
dans edercesine doğum olayını (bereketi) kutlamaktadırlar. Burada Hieros Gamos’un
(Kutsal Evlilik) ilk örneklerinden birini buluruz. Neolitik Çağ bereket kültüne
ait en muhteşem eserler ise Çatalhöyük’te bulunmuştur (Resim 6).
Resim 6 – Çatalhöyük Tanrıça idolü
1.2.Ana
Tanrıça Miti
Akdeniz havzası,
Asya ve kuzey ülkelerinde, anaerkil aile geleneğinin analık, üreme, dişilik
simgesi olarak Ana Tanrıça’nın Anadolu’daki geçmişi MÖ 6500–7000 yıllarına
dayanıyor. Anadolu’da matriyarkal toplumun büyük ana tanrıçasının adı yerine
göre değişiklik gösterir. Hiçbir mitolojide hiçbir tanrı, Ana Tanrıça kadar
çeşitli adlarda anılmamıştır. Bu ad ve sıfat çokluğu Ana Tanrıçanın kaynağı
Anadolu'da olmak üzere uluslarüstü bir nitelik kazandığını kanıtlamaya yeter
(Resim 7).
Resim 7 – Toplumlarda Ana tanrıça isimleri
İlk insanlarda
Tanrılar, insanların kişiselleştirilmiş istekleriydi. İnsanların istekleri ise,
açlıktan ölmemek, toprağın verimli olması, bir de komşu kabileler tarafından
öldürülmemekti. Bunun için de çok çocuk ve savaşçı yetiştirilmesi gerekiyordu.
Belki de erkeğin doğuma katkısı henüz anlaşılamamıştı. Tarıma tam anlamıyla geçilmediği
bu dönemde erkekler av peşinde koşarken mağaraya çoğu kez eli boş dönerdi.
Kadın ise evin önündeki küçük bahçesiyle açlığın sigortasıydı. Kadın ve anne
herşeyi üretendi. İşte bundan dolayı kadın ekonominin direğiydi ve Kybele Anadolu’da
yeryüzü tanrıçasıydı. Doğa olaylarının nedeni tanrılar olarak düşünüldüğünden
herşeyin bir tanrısı vardı ve ana tanrıça da Kybele idi.
Zamanla bereket
olgusunu vurgulamak için Ana tanrıçayı gebe bırakacak bir sevgili bulmak
gerekti. Bu sevgili Anadolu’da Attis ya da Athis idi. Bunların birbirleriyle
evlenmesi (hiero gamos) Boğazköy’deki Yazılıkaya da görülür. Bu birleşmeler
ilkbahar da olurdu. Bu çiftleşme törenine ‘taklit ile sihir’ denirdi.
Yapılmakta olanı görenler aynı şeyi yapmaya kışkırtılırdı. Bu davranışı krallar
ve kıraliçeler de ilkbahar da tekrarlardı. Başkentin dışında da bu iş
hükümdarların temsilcileri tarafından tekrarlanırdı. Bu dinsel birliktelik,
gerçek çiftleşmeye ne kadar benzerse o kadar etkili sayılırdı. Sırf bu yüzden
Suriye ve Filistin tapınaklarında dinsel fuhuş ortaya çıktı. Orada da din
adamları bu işi rahibeler ya da dini inancı kuvvetli kadınlar ile
tekrarlıyordu.
Matriyarkel yani
kadın egemen dönemde hükümdar olan kız veya kadın başka bir erkek ile
evlenince, erkek kral olurdu. Bundan dolayı eski toplumlarda annesiyle evlenen
oğullar, kız kardeşiyle evlenen erkek kardeşler çoktur.
1.3. Neolitik Dönemde Ana Tanrıça’nın Evi –
Çatalhöyük ve Hacılar
Orta Anadolu’da Phrygia’lı Ana Tanrıça kültü örneklerine benzeyen
buluntular veren Çatakhöyük ve Hacılar gibi iki Neolitik yerleşim yeri vardır.
Konya’ya 40 km mesafede Çumra ilçesi yakınlarında kurulmuş Çatalhöyük, MÖ 6200
ile MÖ 5400 yılları arasında sürekli yerleşme görmüş büyük bir Neolitik
höyüktür. MÖ 5400’de bilinmeyen bir sebele terk edilmiştir. Buradaki duvar
resimlerinde, tarımı idare etmeye yönelik kurumsal bir din anlayışı görürüz.
1950’lerde J. Mellart tarafından bulunan Çatalhöyük, ancak 1961’de kazılmaya
başlandı ve kısa sürede Neolitik çiftçi yaşamının ve kültürünün muazzam bir
örneği olduğu anlaşıldı. O zamana kadarki ezberler bozuldu. Karşılaşılan bu
kültür, Mezopotamya ve Yakındoğu dışındaki ilk örnekti.
Resim
8 - Çatalhöyük’de bulunmuş oturan kadın heykeli, MÖ 6 Bin. Neolitik dönemde patriyarkel
düzen yaygınlaşmadan önce yaygın olarak Ana Tanrıça’ya tapıldığını kanıtlayan
heykel.
Buradaki duvar resimleri ve figürin denen kil ya da taştan yapılmış
tanrı/tanrıça heykelcikleri, eşsiz bir sanatın örnekleri olurken dinsel yaşamın
vazgeçilmez objeleri haline gelir. Bu figürinler, tek tip olmayıp farklı
kimlikler sunan, yaşamın içinde belli görevleri simgeleyen kutsal eşyalardır.
Pişmiş topraktan yapılmış olan ve iki aslanın koruduğu bir tahtta oturan çıplak
tanrıça heykeli çok ünlüdür ve neredeyse Çatalhöyük’ün logosu olmuştur (Resim
8). Göğüsleri, kalçaları ve karnı abartılı şekilde iri olarak yapılmış tanrıça,
anaerkil iktidarın tahtında, doğum ve bereketi yönetmektedir. Doğanın yaratıcı
gizemini korumakta ve sürdürmektedir. Aynı zamanda yanında tasvir edilen ve
elleriyle başlarından tuttuğu aslan (ya da leopar) gibi hayvanlar
O’nun doğa üzerindeki egemenliğinin bir göstergesidir. Mellart, Çatalhöyük’teki
kabartma ve heykelciklerin Ana Tanrıça kültünün öncüsü olduğunu söyler.
Burdur kentinin 26 km güneybatısında bulunan Neolitik yerleşim yeri
Hacılar’da MÖ 7000 ile MÖ 5000 yılları arasında yerleşim vardı. Hacılar’daki
konutlar avluların çevresine inşa edilmiş ayrı ayrı evlerden oluşuyordu.
Buradaki kadın heykellerinin Çatalhöyük ile benzerliği iki noktada
belirginleşir (Resim 9).
- Kadınların leopar gibi yırtıcı hayvanlarla ilişkisi. İnsan üremesi ile yırtıcı hayvanlar arasında yakın bir ilişki olduğunu göstermektedir.
- Anne rolündeki kadın heykelcikleri her iki buluntu yerinde de özellikle tahıl ambarlarının içerisine yerleştirilmiştir
Resim 9 - Hacılar’dan oturan kadın heykelciği MÖ 6
bin.
1.4. Tunç ve erken demir çağı
Çatalhöyük ve Hacılar’da bulunan, kadın figürlerinin aslan, kaplan ve
leopar gibi yabani hayvanlarla birlikte betimlendiği heykelcik ve resimler,
Phrygia’lı Ana Tanrıça’nın habercisi gibi görünen bir dinsel eşya ve simge topluluğu
oluşturur. MÖ altı binden birinci bin yıla kadar süren bu uzun zaman içerisinde
bir ana tanrıçanın varlığına işaret eden pek az kanıt vardır.
Tunç ve Erken Demir çağlarında Anadolu’da Ana diye seslenilen tek bir
tanrıça yoktu. Yanlız Anadolu’nun eski kültürleri, Phrygia’lı tanrıçanın
kimliğini ve betimleme biçimini etkilemişti. Orta ve Doğu Anadolu’da
Phrygialılardan önce, Orta ve Geç Tunç çağlarda Hititleri ve Erken Demir
Çağı’nda güneydoğudaki Geç Hititler ile Doğu Anadolu’daki Urartuları sayabiliriz.
Phrygia’lıların Orta Anadolu’daki en yakın öncülleri olan Hitit’lerde
Phrygia kült geleneklerinin bazı özelliklerini Hitit dininde bulmayı
bekleyebiliriz. Hem tanrı hem tanrıçalarla dolu olan geniş Hitit panteonu,
ikonografi ve yazılı metinler yoluyla Ana Tanrıça’nın tek tanrısal varlık
olduğunun doğrulandığı Phrygia dünyasından çok farklıdır. Büyük tapınakların
Phrygia yerleşmelerinde karşılığı yoktur. Buna karşın, Hitit dinsel
simgelerinin bazı özellikleri Phrygia simgelerinde görülür.
Bu dinsel simgelerden en başta geleni kutsal dağdır. Hititlere göre, dağlar
Hitit tanrılarını sırtlarında taşır ve tanrılarla ilişki kurma olanağı
sağlardı.Bu durum Hitit başkenti Hattuşa’da (Boğazköy) açıkca görülmektedir. Hattuşa’daki
asıl yerleşme vadide değil, yukarıdaki yamaçta kurulmuş ve dağlık kesimdeki
yukarı kent, neredeyse tamamen dinsel amaçlara adanmıştı. Orada otuzdan fazla
tapınak bulunmuştur. Orta ve Geç Tunç çağlarından kalan betimlerde, baş tanrı
olan Hitit Hava Tanrısı’nın çoğunlukla bir dağın üzerinde durduğu görülür. Yazılıkaya’da
bulunan kaya kabartmalarında Hava
Tanrısını taşıyan iki dağ tanrısıdır. Dağların kutsal kabul edildiğini gösteren
bu bilgi, Phrygialı Ana’nın dağ tanrıçası niteliğini ortaya koyma yolunda
önemli bir öğe olabilir. Boğazköy’den çıkan bir damga mühür baskısında, yırtıcı
bir kuş ve bir kap tutmuş olarak oturan bir tanrıça betimlenmiştir. Bunlar
Phrygia’lı Ana Tanrıça’nın da atribüleridir.
Tanrıça kompozisyonlarının ayrılmaz parçası ise, onun kutsal hayvanı olan
boğadır. Erkeğin kadını döllemesi gibi boğa da doğurgan toprağı süren eril gücü
simgeleyerek bereketi getirir. Kadının doğurganlığı her ne kadar öne geçmiş
gibi görünse de bu süreçte erkeğin rolü ihmal edilmemiş ve fallik sembollerle
dile getirilmiştir. Çünkü cinsel birleşmeye girmeyen kadının doğurganlığının
bir hükmü yoktur. Bu nedenledir ki Ana Tanrıçalar için hep bir sevgili, bir
tanrı yaratılmıştır. Tıpkı Sümer’de olduğu gibi.
1.5. Sümerlerin Bereket Kültü İnanna
Sümerler, Mezopotamya’da MÖ 3200’lerde yazıyı kullanmaya başlamışlardı.
Dini ritüellerini tabletlere kaydettiklerinden, haklarında kapsamlı bilgilere
sahip olduğumuz ilk uygarlıktır. Sümer dinsel anlayışında da bereket kültü
başta gelir.
Resim 10 - Sümer Tanrıları İnanna ve Dumuzi
Farklı toplumların üyelerini kardeşleştiren evliliğin en güzel örneklerden
biri, İnanna ve Dumuzi’nin, Sümer’in bereket kültünü oluşturan kutsal
evliliğidir (Resim 10). İnanna, Sümerlerin aşk, savaş ve bereket
tanrıçasıydı. İnanna'nın kökeninin Hurri tanrıçası Hannahannah'a dayandığı
da öne sürülmektedir. O, toplumun süsü, Sümer’in neşesiydi. Ay Tanrısı
Nanna ile Gökyüzü Tanrısı Anu’nun kızıydı. Kentli, yerleşik toplumun
temsilcisiydi. Akkad ve Babil’de ona İştar derlerdi. Batı Samilerde Astarte,
Yunan’da Afrodit, Roma’da Venüs adlarını aldı. Ayrıca Lugal Banda, E-anna, Damgal-nuna,
Gest-İnanna, Ninella, Nintur veya Ninhursag gibi adlara sahip
olan tanrıça, güzelliğin, şuhluğun, çekiciliğin, şefkatin, hırsın,
kavganın, önderliğin, kurnazlığın ve en önemlisi bereketin ve çoğalmanın
sembolüydü. Adına yapılan tapınaklarda, onun yerine seks görevi yapmak için
Sümer’in en saygın kadınları yarışırdı. Bu bildiğimiz anlamda bir fahişelik
değil, bereket ve çoğalmayla ilgili dinsel bir olaydı.
Sümer tanrıçası İnanna’nın kardeşi olan Dumuzi bir kraldı ve efsanesine
göre kimi zaman çoban tanrı kimi zaman da bitki tanrısı olmuştur ve mevsimlere
göre ölüp dirilen tanrı motifinin bilinen ilk örneğidir. Yaşayan gerçek
oğul, takip eden döl anlamındaki Dumuzi sözcüğü zamanla Adem’e doğru evrilecektir.
Mezopotamya’da Sümer egemenliği yerini Semitik uluslara bırakınca
İnanna-Dumuzi çiftininin yerine farklı uluslar için farklı adlar almıştır. İnanna,
Marianna’ya (Meryem) dönüşünceye değin birçok değişik adla anılmıştır.
1.6. Mısır Bereket
Tanrıçası İsis
İsis kültüne Mısır’da MÖ 3100 yıllarının öncesinden beri tapılmaktaydı.
İsis aynı zamanda Roma kültüründe de önemli bir yer tutar. Romalılar için İsis
Festivali, önemli bir savaşı kutlamak ve kışın başlangıcını temsil eder. Mısır’daki
kutsal evlilik çifti İsis ve Osiris’tir (Resim 11). Tanrıça İsis, yaşamın ve
bereketin simgesidir. İnsanlara tohum ekmeyi, toprağı işlemeyi, un ve ekmek
yapmayı o öğretmiştir. Kardeşi Osiris, Nil nehri ile özdeştir ki bereket ve
yaşam, toprağın suyla (Nil) kucaklaşması ile olanaklıdır.
Resim 11 - Mısır Tanrıçası İsis ve hem sevgilisi
hem kardeşi Osiris
İsis'le ilgili önemli noktalardan biri ise, oğlu Horus'la olan tasvirinin
Meryem Ana ve bebek İsa tasviriyle çok benzer olmasıdır (Resim 12).
Resim 12 – Mısır ve Hiristiyanlıkta Ana ve çocuk
betimlemesi
Apuleius, Altın Eşek adlı eserinde İsis’ten şöyle bahseder : ‘İnsanların ilki olan Phrygia’lılar bana
Pessinus tanrılarının anası, kendi topraklarından çıkan Atinalılar Kekroplu
Minerva, denizle çevrilmiş olan Kıbrıslılar Pamphilya Venüsü, yay taşıyan
Giritliler Diktynialı Diana, üç dil konuşan Sicilyalılar korkunç Proserpine,
Eleusisliler eski tanrıçaları Ceres (Demeter), bazıları Juno, başkaları
Bellona, başkaları Hecate, Romnus ve doğuda yaşayan ve sabak güneşinin
ışıklarıyla aydınlanan Etiyopyalılar ve her türlü eski öğretinin ustası olan ve
bana doğru dürüst törenlerle tapınan Mısırlılar, beni doğru adımla, Kraliçe
İsis diye adlandırırlar.’
Kızkardeşi İsis ile evlenen Osiris de doğayla birlikte ölüp dirilen tanrılar
sınıfındandır. Kadim Mısır mitolojisinde tanrı Osiris erkek kardeşi tarafından
öldürülüp bedeni parçalanır ve dört bir yana dağıtılır. Ancak tanrıça İsis
kocasının bedeninin parçalarını bulup bir araya getirir. Ne yazık ki tek bir
uzvunu, penisini bulamaz. Tahtadan bir penis yapar ve dirilen kocasından bir
çocuk sahibi olur.
Mısır’ın kural
koyucu ve koruyucu Tanrısı Osiris’in
hikayesi
Yeryüzü Tanrısı Geb ve Gök Tanrıçası Nut'un Osiris, İsis, Set ve Nephthys
adında dört çocuğu olmuştur. Efsaneye göre Osiris kardeşi İsis'e aşıktır. Yani
İsis hem Osiris'in eşi hem kardeşidir. Osiris, kardeşi Set'in tam tersine
iyilik tanrısıdır. Horus ise Osiris'in İsis'ten olma oğludur. Osiris başta
erkeklerin dünyasının kural koyucusu oldu ve Ra gökyüzüne kural koymak için
dünyayı terk ettiğinde, kardeşi Kötülük tanrısı Set’in, Osiris’i öldürdüğü
efsane aşağıdaki gibidir.
Ra’nın firavun olduğu dönemde, bir gün İsis bir plan kurar. Bu plan eşi
Osiris'i kral yapmaktır. Bir gece firavun Ra uyurken, İsis Ra'nın tükürüğünü alır
ve tükürüğü kille karıştırır ve bir yılan yaratır. O gece yılan Ra'yı ısırır,
ısırık Ra'yı mahveder, kimse onu iyileştiremez. İsis'de Ra'ya gizli adını
söylerse onu iyileştirebileceğini söyler. Ra bunu kabul eder ve adını söyler,
İsis Ra'yı iyileştirir ama onun üzerinde büyük bir güce sahip olur. Osiris'in
kral olması için Ra'yı tahtı bırakıp göklere çekilmesi için zorlar, Ra ise bunu
kabul etmek zorunda kalır. Ve taht Osiris'e kalır, artık Osiris Tanrıların,
insanların ve her şeyin kralıdır.
Osiris'in erkek kardeşi Set Osiris'in kral olmasına çok içerler. Çünkü
Set, Ra'nın en vefakâr yardımcısıdır ve Ra yok iken ağabeyinin kral olmasına
kendisinin olamamasına sinirlenir, tahta geçmeyi kafasına koyar. Savaşarak
kazanamazdı. Ordu kurmak istese tüm halk Osiris'in yönetimini çok beğeniyordu
ve ona karşı birleşmezlerdi. Zekice bir plan kurması gerekliydi ve bunu yaptı.
Bu plana göre Set, Osiris’in ölçülerine göre bir uyuma tabutu hazırlar ve
sandığı en değerli taşlarla süsletir, sadece Osiris'in sığabilmesi için
büyüler. Set, bundan sonra kendisine yardım eden yetmiş iki kişiyle birlikte
planını uygulamaya koyulur. Set büyük bir yemek verir ve Osiris’i de çağırır.
Osiris hiçbir şeyden şüphelenmeyerek yemeğe gider. Yemeğin sonunda Set tabutu
çıkarır ve sığacak olan kişiye hediye edeceğini söyler, her Tanrı denemeye
koyulur. Şekil değiştirseler bile sığamazlar. En sona Osiris kalır İsis'in
uyarılarına rağmen gene de dener. Osiris tabuta yatar yatmaz Set kapağı kapatır
üzerine erimiş kurşun döker. Tanrılar engellemeye çalışsada Set onları durdurur
ve tabutu Nil Nehrine atar. Tabutun karaya çıktığı yerde ise süratle büyüyen
bir ağaç sandığı gövdesinin içine almıştır.
İsis, Osiris'in olduğu tabutu bulduktan sonra onu vatanına götürür ve
büyüsüyle hayata döndürmek üzereyken Set, İsis'e ve çocuk Horus'a saldırır. Set
Osiris’in bedenini 14 parçaya ayırır ve bu parçaları Mısır toprakları üzerine
dağıtır. İsis ve Set'in eşi Nephthys bütün Mısır’ı dolaşarak Osiris’in
bedeninin parçalarını toplar ve parçaları her bulduğu yere bir tapınak diker.
Bu yüzden Mısır’ın birçok yerinde, içinde Osiris’in cesedinin bulunduğu
söylenen birçok tapınak vardır. Osiris'in parçalarını topladıktan sonra
Nephthys'in oğlu Anubis mumya bezleriyle Osiris'i sarar ve Osiris hayata döner.
Efsanenin sonunda ise Osiris’in oğlu Horus, Set'i yener. Yeniden canlanan
Osiris artık bu dünyada yaşamak istemez ve hükmetmek için ölüler ülkesine
gitmeyi tercih eder. Burada yine Anubis ile birlikte olacaktır. Anubis ölüleri
yargılanması için Osiris’e getirecektir. Osiris bundan sonra ölüler ülkesinin
yargıcı ve koruyucusu olmuştur.
1.7. Luvi, Hatti ve
Hurrilerde Ana Tanrıça
MÖ 5200-3200 yılları arasına tarihlenen Kalkolitik Çağ ile birlikte ekonomi
merkezileşmiş ve buna bağlı olarak yerleşik toplu yaşam ile birlikte devlet de
doğmuştur. Anadolu’da Hitit öncesi halklardan olan Luviler(MÖ 2300-1400 yılları
arasında Batı Anadolu’da), Hattiler(MÖ 2500-1700 Güney Anadolu’da) ve Hurriler(MÖ
1500-1250 arasında güney Anadolu'da yaşamış bir halk) kültürlerinde de ana
tanrıça tapımı oldukça önemli bir yer tutmaktaydı. Bu toplulukların
tanrı/tanrıça çiftleri sonradan bin tanrılı halk olarak anılacak Hititlerce de
sahiplenilmiştir.
Hititçe’de ‘Işık İnsanı’ anlamındaki Luviler, MÖ 2300’lerde
ortaya çıkmış Anadolu’nun en eski ve bilinmez halklarındandır. Kullandıkları
hiyeroglif yazı Hitit’ler tarafından da kullanılacaktır. 1946 yılında H.Th.
Bossert ve Halet Çambel tarafından keşfedilen Karatepe’de bulunan bir yazıt,
Luvice’nin çözülmesine olanak sağlamıştır. Böylece Yunanca olduğu sanılan
Anadolu’ya ait birçok tanrı, yer, nehir, dağ adının Luvi kökenli olduğu
anlaşılmıştır. Örneğin Yunanca’da anlamı olmayan Apollon adı Luvice su anlamında apa sözcüğünden türemiştir.
Orjinali Luvice, ap(a)-ull(a)-wana’dır.
Bu tanrı, Etrüsklere Aplu, Apulu, ya da Aplum biçiminde geçecektir.
Luvi dilinin ve lehçelerinin çözülmesi kültürel gelişimin Sümer, Sami veya
Yunan yarımadasından Anadolu’ya değil tam tersi şekilde Anadolu’dan daha güneye
ve batıya doğru yayıldığını kanıtlar. O dönemde Yunan yarımadası Avrupa gibi
karanlık çağları yaşıyordu. Örneğin Anadolulu “Palasuit” halkının, Troya’nın
müttefiklerinden biri olarak şehrin düşmesinden sonra batıdan gelen istiladan
kaçarak Doğu Akdeniz tarafına göç ettiği ve buraya yerleşip ‘Palastine’ kentini
kurdukları söylenir.
Hattili Telepinu ile ilgili bir efsaneye göre; Tarım
ve bereket tanrısı olan Hattili Telepinu (Hurri karşılığı Šarruma)
bir gün kızar ve ortadan kaybolarak uyuyakalır. Bunun sonucu kıtlık başlar.
Koyun kuzusunu, inek buzağını bırakır. Sular ve ağaçlar kurur. Bebekler doğmaz
olur. Sonunda bu manzaraya dayanamayan Fırtına Tanrısı, bir arıyı
görevlendirerek Telepinu’yu bulmasını emreder. Arı, tanrıyı bulup sokarak uyandırır
ve geri getirir. Sadece tanrı gelmez bereket de onunla birlikte gelir.
Anatanrıça inancını beraberlerinde götürmeleri sonucu Hurri ve Palasuit
halkının ‘Kupapa/Kybele’si Kepat-Hepat olur. Hattilerin fırtına tanrısı olan
Taru ve eşi güneş tanrıçası Wuruşema tanrıların başıdır. Bu çiftin karşılığı
Hurrilerde Tešup ve Hepat’tır. Hepat olasılıkla Kupaba-Kepat-Hepat
şeklinde bir değişime uğramıştır. Ve zaman ilerledikçe sözcük onu sahiplenen
halkların uyarlamasıyla “Hepat-Hepa-Hebe-Heve-Eve (Havva)” olarak
karşımıza çıkmıştır.
1.8. Hititlerde Ana
Tanrıça Kubaba
Kybele’nin
Anadolu’daki varlığı ‘Kubaba’ adıyla Hititler (MÖ 2000-1900 yıllarında ortaya
çıkmış halk) ve Hurrianlarla (MÖ 3000 yıllarından itibaren bilinen halk)
başlamış. Tartışmalı olsa da, ’Kybele’ adının ‘Kubaba’dan evrimleştiği kabul
ediliyor. Anadolu’da ilk
imparatorluğu kurmuş olan Hititlerde, bereket kültü birçok mite konu olmuştur
ve döllenme olgusu bu öykülere yansımıştır:
Gökyüzünün
sahibi Alalu’nun oğlu Anu’dur. O’nun da Kumarbi adında bir oğlu
vardır. Kumarbi büyüyünce gök krallığını ele geçirmek için babasına karşı
ayaklanır ve savaşa tutuşur. Bu sırada babasının cinsel organını ısırarak yere
tükürür ve böylece toprak hamile kalır. Fırtına tanrısı Tešup, Aranzah
(Dicle nehri) ve Taşmişu bu birleşme sonucu doğar.
Hitit pantheonunda bulunan Kara Tanrıça adlı bir tanrıçanın Kybele ile
ilişkili olduğu ve sonraları Romalılar tarafından alınarak Roma’ya götürülecek
olan Pessinus’taki ana tanrıçanın karataşının da bu kültün bir devamı
olduğu yolunda görüşler vardır.
Resim 13 - Manisa Sipylus dağında Hitit
Kabala(Kybele) rölyefi
Manisa Akpınar Spil dağındaki Akpınar'ın hemen üzerindeki kayalık yamaçta
yer alan 9 metre yüksekliğinde, oldukça aşınmış durumdaki Ana Tanrıça (MAGNA
MATER) kabartmasının MÖ 1500 yıllarında yapıldığını söylemek olasıdır (Resim
13). MÖ 1500 ile 1200 yılları arasında Hitit İmparatorluğu'nun siyasi ve askeri
baskısı altında olduğunu bildiğimiz Assuwa ve daha sonraları Seha nehri ülkesi
sınırları içinde yer alan bu bölge Karabel Anıtının da gösterdiği gibi kültürel
alanda da Hitit etkisi altındaydı. Ana Tanrıça figürünün yanında Luvi hiyeroglifleri
de vardır.
Hititlerde, Dumuzi-Tammuz’un karşılığı olacak bir genç-oğul-tanrı net
olarak öne çıkmasa da Tešup-Hepat'ın oğlu olan Tarım ve Bereket Tanrısı Šarruma belki bir model
oluşturabilir. Hitit devletinin yıkılmasını takiben, Anadolu’da kurulan
Geç-Hitit devletleri, Hitit kültürünü devam ettirmekle birlikte ana tanrıça
kültünün de devamlılığını sağlamışlardır. Bu dönemde tanrıça, Kubaba adıyla anılır.
Kubaba’nın kökeninin Mezopotamya’da ortaya çıkan Gılgamış Destanı’ndaki
Humbaba’ya dayandığını ileri süren tezler de vardır. Hitit tabletlerinde
ku-pa-pa-aš, ku-ba-ba, ku-pa-pa gib adlarla anılan tanrıça zamanla İyonya’da
Kybebe, Phrygia ve Lidya’da Kybele şeklinde devam etmiştir.
1.9. Akad-Asur-Babil’de
Bereket Tanrıçaları
Akkad (MÖ 2334-2150), Asur (MÖ 2025–1750), Babil(MÖ 1894-539) mitolojisinde
İnanna, İştar olur (Resim 14). Dumuzi de Baal ya da Tammuz. İştar, Astarte, Anunit ve Atarsamain olarak
da anılır. Bereket, aşk-seks ve savaş tanrıçası olan İştar, Venüs gezegenini
simgeler. Hint-Avrupa dillerinde yıldız anlamına gelen ‘star’, ‘stern’ gibi
sözcükler İştar sözcüğünden türemiştir ve onu ifade eden beş köşeli yıldız
(pentegram) Tammuz’un güneş çemberinin içinde satanizmin de sembolü olmuştur.
Dikili tahta kazık, Meşe ağacı ve kırmızı gül İştar'ın diğer simgeleridir.
Resim
14 - Akad Tanrıçası İştar
İştar’ın oğlu ve sevgilisi, kocası olan Baal-Tammuz, fırtına tanrısı olarak
yağmur getirdiği için aynı zamanda bereketi tanrısıdır da. Doğa ve bitkilerle
özdeş olan İştar, Tammuz’un yağmurlarıyla canlanıp ürün verdiğinde tanrıça ve
tanrının çiftleştiği kabul edilirdi ve Mart ayında kutlanırdı. Bu kutlamalarda
yemek yenip şarap içilir, sonra da Baal ve İştar tapınaklarındaki kutsal kadın
ve erkek fahişelerle seks yapılırdı. Bundan amaç Baal ve İştar'ı cinsel
birleşmeye teşvik etmekti.
1.10. Fenike ve
Filistin’ de Bereket Tanrıçası Astarte-Anat
Semitik İştar, Suriye’de, Fenike’de(MÖ 1000) karşımıza Astarte, Filistin’de Anat adlarıyla çıkar. Astarte
tıpkı diğer tanrıçalar gibi bereket, verimlilik ve cinsellikle bezelidir (Resim
15). Onun da tapınaklarda kutsal evliliği canlandıran fahişeleri vardır. Anat
ise aynı zamanda savaşçı bir bakire tanrıçadır ve Athena’ya ilham vermiştir.
Astarte ise Afrodit’e evrilmiştir.
Resim 15 - Fenike Tanrıçası Astarte
Astarte’nin kardeşi-sevgilisi Adonis’tir. Aslında Efendi anlamındaki
Adonis, Tammuz’un bir başka çağrılış şeklidir. Adonis, bitkiler dünyasının
tanrısıdır ve çok yakışıklıdır. Doğanın ölüp yeniden canlanışını simgeler.
Adonis, Anadolu’da Attis olacaktır.
1.11. Geç Hitit Dönemi
Dinsel ikonografi ve kült anıtları açısından Phrygia’lılarla en yakın
özellikleri paylaşan Anadolu halkı Geç Hitit’lerdir. Bunlar MÖ 1000 yılı
başlarında Güneydoüğu Anadolu’daki Hitit Krallığı’nın ardılı olan devletlerdir.
MÖ 900-700 arası erken Phrygia malzemesiyle aşağı yukarı çağdaş olmakla
birlikte, Geç Hitit devletleri daha erken bir evrede daha üstün bir düzeye
erişmişlerdir.
Geç Hitit panteonu içerisinde önemli bir tanrıça, Kubaba özel ilgi odağı
olmuştur (Resim 16). Kubaba, Tunç Çağı Anadolu’sunda ikinci derece bir tanrı
olmasına karşın MÖ 1000 yılın başında Geç Hitit toplumunda önem kazanmış ve bir
çok Geç Hitit kentinde ona tapılmıştır. Onun Helenleştirilmiş adı Kybebe olduğu
uzun bir süre önce kabul edilmiştir. Çoğu kimse, Phrygia’lı Ana Tanrıça’nın
Yunanca adları ile Kybebe ve Kybele’nin, Geç Hitit Kubaba’sının ardılı olduğuna
inanmıştır.
Resim 16 - Kargamış’dan Hitit Tanrıçası Kubaba
kabartması MÖ 9. yüzyıl. Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesi
Kubaba kültü, MÖ 2000 yılın ortalarında Anadolu dininde zaten yerleşik
durumdaydı. Geç Tunç Çağı kaynaklarında, Kubaba Güneydoğu Anadolu’daki
yurdunda, özellkikle de Kargamış’ta ikinci derecede bir tanrıçaymış gibi
görünür. Kubaba kültü sadece Geç Hitit merkezleriyle sınırlı değildi.
Kilikia’da Kastabala’da bulunan ve MÖ 5 ya da 4. yüzyıla ait olan Aramca bir
metinde Kubaba adı görülmektedir. Herodotos’un tanıklığına göre, Batı
Anadolu’daki Sardes’te Kubaba’ya tapınılıyordu.
Phrygia’lı Ana Tanrıça’nın görsel imgeleriyle Kubaba’nınkiler arasında
birçok paralellikler vardır. Buradan Phrygia’lıların Geç Hitit örneklerinden
etkilendiği düşünülebilir. Kubaba sözcüğü sadece tanrıçanın adıdır. Bu adın
özel bir anlamı varsa da bilinmemektedir. Bu ad, Geç Hitit yazısında sürekli
‘tanrı’ hiyegrolifi ile yazılmış, ardından ‘kuş’ hiyegrolifiyle ‘Ku’ hecesi ve
‘baba’ hece simgeleri gelmiştir. Phrygia tanrıçasının adıysa tamamen
değişiktir. O Matar yani Ana dır. Kubileya, Matar’a eklenmiş br sıfattır. Bu
sıfat günümüze ulaşan Eski Phrygia yazıtlarında yalnızca iki kez görülür.
Bizanslı sözlük yazarları bunu Phrygia dilinde dağ anlamındaki sözcük olarak
açıklarlar. Tanrıça’nın Yunanca adı olan Kybele, kuşkusuz Phrygia dilindeki bu
sıfattan gelmektedir. Ama Phrygia metinleri tanrıçanın Phrygia’daki adının
Kybele olmadığını açıklığa kavuşturmuştur. Bu durumda Phrygia tanrıçasının
adının Geç Hitit Kubaba’sı adıyla hiçbir ilişkisi yoktur.
Phrygia tanrıçasının dış görünüşü birçok bakımdan Kubaba’ya benzer. Tipik
bir Phrygia betiminde, Phrygia tanrıçası genellikle ayakta ve cepheden
gösterilmiş olup, o da belden kemerli uzun bir elbise giymektedir ve onun da
yüksek başlığından çıkıp sırtına ve bedeninin yan taraflarına dökülen bir
örtüsü vardır. Kubaba ile Phrygialı Ana Tanrıça’nın taktığı başlıklar da çok
benzer.
Geç Hitit tanrıçası hep bir ayna tutar. Bu onun dişilik ve güzellik
simgesidir. Sık görülen bir diğer atribüsü de nardır. Kişiye özel bir simge
sayılmamakta ve dinsel olarak neyi belirttiği bilinmemektedir. Bunun aksine
Phrygialı tanrıçanın farklı bir atribü grubu vardır ve bunların başlıcası alıcı
kuştur (atmaca ya da şahin).
Bir başka av
simgesi olan aslan, Yunan Kybele’sinin tipik bir atribüsüdür. Bu nedenle
çoğunlukla Phrygia ve Geç Hitit tanrıçaları arasında bir bağlantı noktası
olarak anılır. Kargamış ve Malatya’da bulunan kabartmalarda Kubaba bir aslanla
birlikte görülür. Ancak aslan Phrygia dinsel ikonografisinde, esasen Barı
Anadolu’daki anıtlarda görülen, nispeten ender bir simgedir. Güzellik ve dişilik simgesi ayna da Phrygia
tanrıçasının ikonografisinde bulunmaz. Bu durumda kostümlerdeki benzerliğin
aksine, Phrygia tanrıçasıyla Geç Hitit Kubaba’sının atribüleri arasında
benzerlik pek azdır hatta yoktur.
İki tanrıça
arasındaki farklılıkla ilgili önemli bir nokta, tanrıça kabartmalarının
sergilendiği yerdir. Kubaba kabartmalarının neredeyse tamamı saray
heykeltraşlığına ait olup tanrıçayı kentlerin koruyucusu olarak tanıtırlar.
Phrygia kült kabartmaları ise farklı ortamlar içinde sergilenmişlerdir.
Phrygia‘daki kabartmaların hepsinde, tanrıça kentlerin uzağında dağlarda sanki
bir kapı eşiğinde durur gibi betimlenmiştir.
İki tanrıçanın
adları yalnızca Yunanca’da benzer ses verir. Anadolu dillerindeyse bunların
birbirleriyle ilgisi yoktur. Phrygia kabartmalarının biçimleri Geç Hitit yontu
tarzından kuvvetle etkilenmiştir. Ama atribülerle ilgili özel ayrıntılar ve
kabartmaların yerleştiriliş biçimi, iki tanrıçanın karakterlerinin bir hayli
farklı olduğunu düşündürüyor.
İki tanrıça
arasında başka farklar da vardır. Geç Hitit tanrıçasının, kimi zaman birlikte
betimlendiği bir eşi vardı. Phrygia tanrıçası ise tam tersine her zaman yalnız
görülür. Bazen yanında erkekler bulunmakla birlikte hiçbir zaman eşit konumdaki
bir tanrıyla birlikte gösterilmez. Gerçekten de Phrygia Ana Tanrıça betimleri
tanrıçanın dişi yönünü ender olarak vurgulamaktadır. Kubaba, birkaç tanrıçalı
bir panteonun tanrıçalarından biridir ve bazı Geç Hitit kabartmalarında bu
tanrıçaları onun yanında görebiliriz. Oysa Phrygia Kybele Ana, sanatta
betimlenmiş olan ve tarafımızdan bilinen tek Phrygia’lı tanrıçadır.
Bu faktörler göz
önüne alındığında iki tanrıçanın Erken Demir Çağı’nda iki farklı tanrıça
olduğunu düşündürüyor. İkisinin yontusal biçimleri arasındaki benzerlikler,
Orta Anadolu’ya geçen Phrygia’lıların kendi tanrıçalarını betimlemeye yarayacak
yerli bir yontu geleneğine sahip olmadığına, bu nedenle güneydoğudaki komşuları
olan Geç Hitit krallıklarının kabartmalarını taklit ettiklerine yorulabilinir.
1.12. Urartu Krallığı
Phrygia dinsel
anıtları ile dinsel uygulamaları üzerinde güçlü bir etkisi görülen bir başka
unsur, yayılım alanları Van Gölü civarındaki bölgeyi merkez alan ve Doğu
Anadolu, Kuzey Irak, Kuzeybatı İran’I da içeren bir Demir Çağı halkı olan
Urartu’ların anıtlarında bulunur. Urartu’lar MÖ yaklaşık 850-700 arasındaki
dönemde başkentleri Tuşpa’dan (Van şehri) Doğu Anadolu’ya hükmettiler. Hem
tanrı hem de tanrıçalardan oluşan geniş bir panteona tapıyorlardı ve bu
tanrıçaların hiçbiri Ana Tanrıça değildi. Bununla birlikte Urartu kült
anıtlarından bazılarıyla Phrygia anıtları arasında, ikonografik seçimlerde ve
anıtların yerleştirilişinde görülen çarpıcı benzerlikler vardır.
Benzer
noktalardan biri, her iki halkın da dağ tanrılarına seslenme merakıdır. Urartu’lar
da Anadolu’nun dağlık bölgesinde yaşamışlar ve görünüşe göre yurtlarının
dağlarına dinsel bir anlam yüklemişlerdir (Resim 17).
Resim
17 – Yaşilalıç’taki Urartu kült kabartması ve nişi. MÖ 8. yüzyıl.
Urartu ile
Phrygia Kralı Midas arasında yapılan bir anlaşma sayesinde, Erken Demir Çağı’nda
Urartu ile Phrygia’nın resmi ilişki içinde olduğunun saptanması, Phrygialıların
Urartu kült adetlerini bilebileceklerini göstermektedir. Sonuç olarak Anadolu
kültürlerinin Phrygia’lılar üzerinde açıkca görülen etkiler bıraktıkları
görülebiliniyor.
Resim
18 – Urartu baş tanrısı Haldi
Urartu’larda baş
tanrı Haldi, savaş ve bereket tanrısıydı (Resim 18). Bu durum Urartu toplumu
için savaş ve tarımın ne kadar önemli olduğunu gösterir. Uratu’larda kadın
tanrıçalar vardı ama hiçbiri önde değildi. Bu anlamda Phrygia’ları etkilediği
söylenemez.
1.13. Anadolu’da Kavimler arası ilişkileri
Özellikle
Anadolu’da olmak üzere, Helenistik Dünyada, MÖ 13-11. yüzyıllar arasına
rastlayan kuzeyden ya da kuzeydeki denizden gelen Deniz Halklarının büyük göçü
sonrasındaki toplum devinimlerine bir göz atarsak, Kybele’nin ana direklerinden
birini oluşturduğu inanç sistemleri kaynaşmasının nedenlerini daha rahat
görebiliriz. İlk kez Homeros’un Odysseia’sında adlarına rastlanan, Kuzey
Karadeniz halkı Kimmerler MÖ 714’de Doğu Anadolu’daki Urartu’lara saldırıp
onları dize getirdikten sonra Phrygia’ya istikametine dönüp onların son kralı
Midas’ı MÖ 676’da hezimete uğratırlar. Zaten perişan durumda olan Urartuların
sonunu İskitler getirirler. Bu olayla birlikte Tunç Çağlar´ın bittiği ve
Anadolu´nun doğusu hariç tümünde Demir Çağlar´ın başladığı kabul edilir
Orta
Anadolu’daki kargaşa dönemine, Lydia’lılar son verdi. MÖ 14. yüzyıldan beri Mykenai kültürünün
geleneklerini zayıflayarak olsa da taşıyan Lydia, Asurluların yardımı ile Anadolu’ya
bir düzen getirmiş, egemenliğini doğu ve batı yönünde Ege kıyılarına kadar
genişletmiştir. Lydia’lar Kybele kültüne sahip çıkıp yaygınlaşmasını
sağlamıştır.
Ancak
Lydia’lılar sonradan Perslerin yükselen gücü karşısında çökmeye başlarlar. O
arada Bithynia’lılar Trakya’dan Dardanel’i geçerek Çanakkale sahillerine
yerleşirler. Kökenleri bilinmeyen Mysia’lılar ve Kharia’lılar daha iç kısımlara
ve güneye inerler. Lykia’lılar, Pamphylia’lılar, Kilikia’lılar Güneybatı ve
Güneye yerleşirler; yerli halklar üzerinde egemenlik kurarlar. Helenler, bu
bölgesel egemenliklerin bir çoğunu Troya savaşından çıkan kahramanların
kurduklarını iddia etmişlerdir. Troya Savaşını izleyen asırlar içinde de,
Eolyalılar (Aeolia) ve Ionyalılar, Lesbos (Midilli), Samos (Sisam), Khios
(Sakız), Miletos, Ephesos ve Smyrna (İzmir) üzerinde koloniler kurdular. İşte
bu karmaşa arasında, Mısırdaki “Isis’in”, Suriye’deki ‘Atargatis’in, Perslerde
Mithra’nın karşılığı olan Kybele’nin kültü de oradan oraya, kılık, işlev, isim
değişikliğine uğrayarak savruldu.
Kybele, Gaia,
Rea, Demeter gibi Yunanlı, Maia, Ops, Céres gibi Romalı tanrıçalarla bir
tutuldu. Dini, yalın ritüelleri ile Trakya ve Yunanistan’ın daha çok geri
kalmış iç bölgelerine yayıldı. MÖ 5. yüzyıldan itibaren çoğalan tapınaklarına “Metrôon
- Ana’nın Tapınağı” dendi. Yunanlıların Girit’ten alınma ana tanrıçası Rhea ile
eş tutuldu.
2. PHRYGİA’DA ANA TANRIÇA KYBELE
Latince Cybele, Yunanca Kybele, Büyük Ana ya da sadece Ana olarak bilinen
tanrıça, Akdeniz dünyasının dinsel yaşamındaki en ilginç kişiliklerinden
biridir. Akdeniz insanı MÖ 1. Bin yılın erken döneminden Roma İmparatorluğu’nun
yıkılış günlerine MS 5. yüzyıla kadar Ana Tanrıça’ya tapınmayı
sürdürmüştür. Ana Tanrıça’ya en canlı
haliyle antik Yunanistan ve Roma’ya ait şiirlerde, övgülerde ve dinsel anıtlar
rastlarız ama onun asıl yurdu Anadolu idi. En kalıcı özellikleri Phrygia’da
biçimlenmişti (Resim 19). Tanrıçanın adı ilk kez MÖ 7. yüzyılda Phrygia’da
ortaya çıkar. Orada kendisine Phrygia dilinde Matar(Ana) diye sslenilmiştir.
Phrygia dilinde ‘dağın’ anlamına gelen bir sıfat olan kubileya sözcüğünün
geçtiği yazıtlar da vardır.
Resim
19 - Boğazköy’den Phrygia Ana Tanrıçası kabartması. Tanrıça flüt ve harp çalan
iki çocuk ile birlikte tasvir edilmiş. MÖ 6. yüzyıl başı.
Ana Tanrıça, Yunanistan ve Roma’da Phrygia dilindeki sıfatı kubileya’dan
türetilen Yunanca Kybele ya da Latince Cybele olarak anılır. Ana Tanıça’nın
Phrygia’dan Yunanistan’a geçişi, MÖ 7. yüzyılın geç dönemi ile 6. yüzyılda
gerçekleştiği sanılıyor.
Anadolu’nun dinsel geleneğinde Ana Tanrıça’nın öne çıkması, Anadolu’nun
Phrygia öncesi sakinleri arasında anaerkil toplumun geleneğinin yaygın olduğuna
bir işarettir. Mısır’da toprak canlıların anası olmak şöyle dursun, genellikle
erkek olarak kişiselleştirilmişti. Yunanistan ve Girit’te tanrıça Meter’in
insanların çoğalmasıyla pek ilgisi yoktu. Yunanistan’da ise kaygı verici bir
konuktu.
Anadolulu Ana Tanrıça kültünün Demir Çağı’na (MÖ 800) kadar Phrygia’da
adamakıllı yerleşmiş durumda olduğu ve Phrygia’ya özgün biçimiyle Anadolu’nun
batı kıyısına yayıldığı neredeyse kesindir. Phrygia’da yaşayan insanların vahşi karateri dinsellikte aşırıya varan bir
gelenek doğurmuştu. ‘Şiddetli çoşku hali Phrygia’da herzaman görülen bir
hastalıktı.’
Phrygia yazıtlarını tam olarak okuyamamız dağların ve pınarların kutsallığı
hakkında Phrygialıların ne düşündüğünü yeterince bilmediğimiz anlamına
gelmektedir.
2.1. Phrygia’daki Ana Tanrıça Kültü
Antikçağda Akdeniz dünyasında uzun süre varlığını sürdüren ana tanrıça
imgesi Phrygia’nın Ana Tanrıçası’yla başlar. Tanrıçanın adı, dış görünüşü ve
kültünün birçok özelliği Phrygia kültürüne ait olup bunlar Anadolu’nun başka
bölümlerine, Yunanistan’ ve Roma’ya aktarılmıştır. İlerleyen yüzyıllat
içerisinde Ana Tanrıça kültünün bazı yönlerinde önemli değişiklikler olmasına
karşın Yunanistan’da, Roma’da ve Roma İmparatorluğu’nun her yerinde karşımıza
çıkan tanrısal varlık, sonuçta Phrygia tanrıçasından türemiştir. Tanrıça
taşındığı bu kültürlerde Phrygia’daki adının dışında Kybele(Yunanistan) ve
Cybele(Latince) olarak tanınmıştır.
Sardes’de onun Lydialı, Batı Anadolu’daki çeşitli Yunan kentlerinde
Helenleştirilmiş biçimine tapınılıyordu. Bunun dışında Phrygia dışında pek çok
tanrı ve tanrıçadan biri gibi gözükür ve en önemli olanı da değildir. Phrygia
içindeyse tartışmasız en önemli tanrısal varlıktır.
Orta Anadolu’da Phrygia göçünün ilk izlerinin görüldüğü zaman olan MÖ 1.
Bin yıl başından İskenderin fethiyle devam eden Anadolu’nun Yunan egemenliğine
girdiği zaman olan MÖ 4. yüzyılın ikinci yarısına bakarsak yazınsal ve
arkeolojik buluntulardan şunları görürüz.
Yazıtsal Belgeler
Phrygia’da alfabetik bir yazı yaygın olarak kullanılmış olmasına rağmen
günümüze birkaç yüz metin ulaşmıştır. Bu nedenle dil henüz tam anlamıyla
çözülmemiştir. Phrygia dili Hint-Avrupa dillerinden olasılıkla Yunanca ile aynı
koldan gelmedir. Zaten Phrygia’ler Anadolu’ya Balkanlar üzerinden gelmiştir.
Phrygia dilindeki yazıtlardan elde edilen en önemli bilgi tanrıçanın Phrygia
dilindeki adı olan Matar dır. Bu ad eski Phrygia dilindeki yazıtlarda on kez
görülür. Matar sözcüğü ‘Ana’ anlamına geliyor. Bu durumda epigrafik bulgular
Phrygia tanrıçasının bir ana tanrıça olduğunu açıkca belirtmektedir. Ana
Tanrıça metinlerinde iki kez rastlanan bir sıfat ise daha ilginçtir. Ana
Tanrıça için kullanılan bu sıfat Kubileya ya da Kubeleya’dır. Bu sözcük
tanrıçanın Yunanca adının kökeni gibi gözükse de, Kubileya Phrygia’da bir ad
değil büyük olasılıkla tanrısal bir sıfattı.
Romalı coğrafyacı Strabo, Kybele adının Kybelon (Pessinus civarında bir
dağ) dağından gelmesi gibi, tanrıçanın Dindymene sıfatının da Dindymos(Günyüzü)
dağından geldiğini söyler. Ana Tanrıça’nın isimleri genellikle bölgedeki dağ
adlarından türetilmiştir ama Kybebe yer adından türeyen bir sıfat değil, kültü
Phrygia Ana Tanrıçası ile bütünleşmiş
olan Geç Hitit tanrıçası Kubaba’nın adının Yunancalaşmış biçimiydi.
Eski Phrygia yazıtlarında Phrygia dilinde Matar adından başka üç ad daha
görülür: Midas, Baba ve Ates. Midas adına, girifit bir biçimde oyulmuş büyük
bir kaya parçasının tepesine yerleştirilmiş bir yazıtta rastlanmıştır. Midas
anıtı denilen bu kaya anıtı Midas kentindeydi. Midas kentinde bulunan başka
yazıtlarda ise yazının bir tanrısal varlığa değil bir Phrygia kralına adandığı
görülmektedir. Tarihte bilinen tek bağımsız kral Midas, MÖ 8. yüzyıl sonu ile
7. yüzyıl başında güçlü Phrygia hükümdarıydı. Buradan ölümlü bir kral olan Midas’ın
bir şekilde Ana Tanrıça kültüyle ilişkisi olduğu sezilmektedir.
Phrygia’da yaygın olarak kullanılan Ates adı, Midas Anıtı’nın en önemli
yazıtında adayan kişinin adıdır. Midas Anıtı’nın sağ tarafında dikey olarak
yerleştirilmiş bir başka önemli yazıtta, adayan kişinin adı baba’dır. Ana
Tanrıça kültünde bu ad da önmli bir şeyler ima eder, çünkü Baba ya da Yunanca
şekliyle Papa, Greko-Romen kültte Attis için kullanılan bir ad idi.
Arkeolojik kanıtlar
Phrygia’da Ana Tanrıça betimleri neredeyse birbirinin aynıdır. Her zaman
olgun bir kadın olarak betimlenen tanrıça, başı, gövdesi ve bacakları tamamen
önden gösterilmiş biçimde dimdik durur. Kolları, genellikle gövdesi üzerinde
çaprazlama kıvrılmış olup, elinde çeşitkli cisimler tutar. Bedeni yoğun kumaş
kıvrımlarıyla örtülüdür: Boynuna dek kapalı, uzun kollu, uzun ve bol etekli,
belde kemerle toplanan bir elbise giyer. Bol ve epeyce kalın kumaştan yapılmış
bir giysiyi temsil eden yontma kostüm, anatominin sezilmesine izin vermez.
Tanrıça genellikle uzun, kat kat yükselen, polos denilen başlık giyer. Bu
başlıktan çıkan uzun örtü, tanrıçanın etek ucuna dek iner. Çoğunlukla bu
örtünün bir ya da her iki ucu kemere sıkıştırılmıştır. Örtü o bölümde yatay
pliler halinde tanrıçanın eteğinden aşağıya dökülür. Bu kostümün MÖ 9 ve 8. yüzyıl Güneydoğu
Anadolu‘daki Geç Hitit kabartmalarında betimlenmiş olan kadınların
kostümlerinden alındığı açıktır.
Tanrıçanın orta Phrygia’dan çıkan imgeleri en güzel ve en iyi korunmuş
olanlardır. Bunların içerisinden en büyük beş figür: Gordiyon’da, Ankara Bahçelievler
ve Etlik’de, Ayaşta ve Boğazköy’dedir (Resim 20-21).
Resim 20 - Ankara/Bahçelievler’den Phrygia Ana
Tanrıça kabartması, MÖ 7. yüzyıl.
Resim 21 - Salmanköy’den Phrygia Ana Tanrıça başı
MÖ 7-6. yüzyıl
Bu figürlerin büyüklüğü normal insan boyunun üçte biriyle üçte ikisi
arasında değişir. Orta Phrygia’daki kabartmaların bir başka özelliği de, bir
kapıya benzeyen ve tanrıçayı çerçeve içine alan mimari cephedir. Bir başka
enteresan konuda herhangi bir Phrygia yerleşmesinde tanrıçanın tapınağı olarak
saptanabilen hiçbir yapı yoktur. Buna rağmen tanrıçanın kent dışındaki kutsal
yerlerine ait bol kanıt vardır. Ankara ve Gordion kökenli figürlü kabartmalar
kent dışı ortamlarda (mezar anıtlarının yanlarında ya da Sangarios(Sakarya)
ırmağının yakınında) bulunmuştur.
Phrygia’nın dağlık kesimlerinde yoğunlaşan anıtlar, Porsuk ve Sakarya
ırmaklarının denizden uzak kısımlarındaki dağlık arazide, günümüzün Eskişehir,
Kütahya ve Afyon illerinin sınırları içerisindedir. Hepsi doğal kayaya oyulmuş
23 adet anıt saptanmıştır. Her anıt, bir yapının ön kısmı olduğu anlaşılan
mimari bir cepheyi canlandıran bir kabartmadan oluşur. Bu anıtların 16
tanesinin nişi boştur. Ama geriye kalan yedi tanesinde kapda duran tanrıça
figürü hala gözükür.
Aslankaya anıtı diğerlerinden farklıdır (Resim 21-22). Kabartma yüzeyinin
bir bölümü bir yapının cephesini andıran bölümü geometrik bezemelerle kaplıdır.
Bu süslü duvarın ortasında geniş bir kapı, üst kısmındaysa tepesinde boynuzlu
bir akroterin bulunduğu beşik çatının üçgen kısmı betimlenmiştir. Üçgen
alınlığın içinde antitetik yerleştirilmiş iki sfenks, insan başlı, kanatlı
aslanımsı yaratıklar görülür. Bu yaratıkların yüzü izleyiciye dönüktür. Nişin
yani kapının içinde arka plandaki kayaya yüksek kabartma olarak oyulmuş tanrıça
figuru vardır. Dimdik ayakta duran tanrıçanın yüksek bir başlık ve kollarıyla
bedeninin tamamını örten uzun bir elbise giydiği bellidir.
Tanrıçanın iki yanında, kafaları tanrıçanın başlığıyla aynı seviyede olan
iki iri aslan vardır. Arka ayakları üzerinde dikilen aslanların her biri, ön
ayağını tanrışanın başı üzerine koymuştur. Tanrıçanın elinde ise arka
ayaklarından tutarak eteğine doğru baş aşağı sarkıttığı bir aslan yavrusu
vardır. Ayrıca yapının her iki yanında arka ayakları üzerinde duran ve kafaları
alınlığın tepesine erişen iki aslan daha bulunur.
Resim 22 - Aslankaya genel görünüm MÖ 6 . yüzyıl
başı
Resim 23 - Aslankaya nişin içerisindeki kabartma
MÖ 6. yüzyıl başı
Midas kentindeki Midas Anıtı (Resim 24), özellikle geometrik bezeme
bakımından zengindir. Cephenin ana bölümüne
çevrelerinde meander motiflerinin zikzak yaptığı haç ve karelerden oluşan bir
motif etrafında gelişen gösterişli bir bezeme oyulmuştur. Yapının saçak kornişi
ile yan desteklerinin üzerinde birk kare etrafındaki dört baklava motifinden
oluşan aralıksız bir bezeme, kornişin üzerindeki alınlıkta ve meyilli kornişle
simanın üzerindeyse baklava motifleri dizisi bulunur. Girift geometrik motifler
eskiden beri Phrygia’ya sanatının bir parçası olmuştur.
Resim
24 - Midas anıtı MÖ 7. yüzyıl.
Areyastis Anıtı (Resim 24), Yazılıkaya köyünün 1.7
km kuzeyinde, Çatalkaya-Yazılıkaya yolunun batısındadır. Anıta tepe akroterinin
sağında bulunan Frigce yazıtta okunan “Areyastin” kelimesinden dolayı bu isim
verilmiştir. Anıtsal fasadların günümüze en sağlam durumda kalanıdır. 5.50 m
yüksekliğinde, 4.20 m genişliğindedir. Çatısı üçgen alınlıklı olup tepe
akroteri ile taçlandırılmıştır. Alınlıkta çatı orta dikmesinin her iki yanında
kabartma birer pencere yer alır. Kareye yakın dikdörtgen cephe duvarı kabartma
iki çerçeve ile çevrilmiştir. Çerçeveler, düzgün aralıklarla yerleştirilen kare
panolardan oluşan bezeme dizisi ile bezenmiştir. Cephe duvarının alınlığa yakın
üst kısmında küçük bir niş vardır. Anıt üzerinde üç adet Frigce yazıt bulunur.
Yazıtların hepsi iyi okunabilse de anlamı bilinmemektedir.
Resim 25 - Areyastis Anıtı MÖ 7-6. yüzyıl
Kayalara mezar oyma geleneği batı Phrygia’nın dağlık bölgelerinde yaygındı.
Aslantaş adlı kabartmalı mezar önemli bir örnektir (Resim 26). Burada arka
ayakları üzerinde dikilmiş, pençelerini ise mezar odasının kapısı üzerine
koymuş iki aslan gösterilmiştir. Bu tür kaya cephelerinin mimari mezar odaları
olarak kullanılması, Phrygialı Ana Tanrıça kültünün Phrygia’nın bu bölgesinde
de bir mezarlık ortamıyla ilişkili olabileceğini sezdirir.
Resim 26 - Aslantaş kabartması MÖ 7-6. yüzyıl
Bugünkü Elmalı yakınlarındaki Bayındır’da 1986’da kazılan bir grup
tümülüsten duruşu ve giysisiyle Ana Tanrıça’ya benzeyen fildişinden yapılmış
ayakta duran bir kadın heykelciği bulunmuştur (Resim 27). Elmalı heykelciği bir
polos, yani yüksek başlık takmış, uzun kollu, belden kemerli uzun etekli bir
elbise giymiş olan olgun bir kadını göstermektedir. Bu heykel Ephesos’taki
Artemis Tapınağı’nda bulunan özellikle Megabyzos denilen figüre çok benzemesi,
MÖ 7 yüzyıl sonu ya da 6. yüzyıl başı gibi tarihi akla getirir.
Resim 27 - Fildişi kadın heykeli. MÖ 7-6 yüzyıl
Bayındır.
Tümülüste Phrygia’daki Matar kültü açısından büyük önem taşıyan başka bir
parça da bulunmuştur. Belden kemerli uzun bir elbise giymiş, yüksek bir başlık
takmış olarak ayakta duran, gümüşten yapılmış sakalsız bir heykelciktir (Resim
28). Kulakların önünde omuz hizasına inen bukleler vardır, ama kafanın arkası
traş edilmiştir. Figür dua eder pozda, iki elini bel üzerinde birleştirmiştir.
Giysisi tanrıçanınkine çok benzer, ama figürün anatomisi bunun kadın değil
erkek olduğunu gösterir. Giysisi, değişik saç biçimi ve ellerinin duruşu bunun
bir rahip olduğuna işaret edebilir. Hem Yakın Doğu hem de Yunan sanatındaki
olgun erkek figürlerinin değişmez bir özelliği olan sakalsızlık, ayrıca bu
kişinin bir hadım olabileceğini de akla getirir.
Resim 28 - Gümüş rahip heykeli. Bayındır MÖ 8-7. yüzyıl
sonları.
Phrygialıların Ana Tanrıça’larının atribütleri de kişiliği hakkında iyi
ipucu verir. İçki kabı atribüsü yaygın olmasına karşın Anadolu’ya özgü kült
sahnelerinde görülen eski bir gelenektir. İçki kabı, tanrıçanın tapanlarından
alacağı sıvı sunularını simgeleyerek onun tanrısallığını onaylatır. Tanrıçanın
hayvan atribüleri ise tam tersine kişisel ve müstesnadır. Tanrıçanın yanında
alıcı kuşlar, aslanlar ve fantastik yaratıklar bulunur. Bunların hepsi yırtıcı
hayvanlardır. Yırtcı hayvan tanrıçanın güçlü imajını sağlamlaştıran bir
özelliktir. Orta Phrygia’da onun en sık rastlanan hayvan atribüsü olan atmaca
ya da şahin, pratikte işe yarayan yırtıcı bir hayvandır.
Aslan, Phrygia’da her zaman Matar’ın yanında hazır ve nazır olan değişmez
bir yoldaş olmamasına rağmen Orta Phrygia’da kayda değer anıtta gözükmektedir.
Yunan Meter’inde ise aslan vazgeçilmez atribüdür. Her zaman tanrıçaya eşlik
eden yırtıcı hayvanlar, tanrıçaya ürkütücü değil, doğal çevreye egemen bir güç
imajı verirler.
Tanrıçanın önemli atribülerinden olan lir ve flüt yumuşak ezgili müziği
anımsatsada Greko-Romen kaynaklarda Kybele kültüyle bağdaştırılan vahşi
çıldırtıcı müziği bu enstrümanlarla nasıl bağdaştırmak gerekir. Greko-Romen
Kybele’nin en yaygın müzik aleti olan tef tanrıçanın Phrygia tarzındaki
betimlerinde görülmez.
Phrygialı Ana Tanrıça’yla ilgili bir soru işareti de tanrıçanın eşi
konusudur. Phrygia’daki betimlemelerde tanrıça tek başınadır. Boğazköy ve
Gordion kaynaklı heykellerde tanrıçanın yanında bulunan erkek figürleri
tanrıçadan daha küçğük boyutta olduğu için tanrıçanın dengi değil yardımcıları
olduğunu gösterir. Yunan ve Roma kültünde tanrıça Mater ya da Magna Mater’e
çoğunlukla genç bir tanrı Attis eşlik eder. Rahiplerinin hadım edilmesini
gerektiren Attis tapımı, daha sonra Yunan ve Roma toplumundaki Ana Tanrıça
kültünün en tanınan özelliklerinden biri oldu. Ancak Greko-Romen tanrısı
Attis’in Phrygia’da karşılığı yoktur. Bu hadım tanrının başka bir yerden
kaynaklanmış olduğu kesin görünüyor.
Ana Tanrıça’ya en çok Matar yani Ana diye seslenilmişti. Elmalı’da bulunan
fildişi heykelcik dışında, tanrıçanın kucağında çocuk tuttuğu ya da beslediği
hiç görülmemiştir. Boğazköy ve Gordion heykellerindeki gençler çocukları değil
yardımcılarıydı. Onun imajında bir bereket tanrıçasını çağrıştıran hiçbir şey
yok gibi görünüyor. Dış görünüşü kadınsı olmakla birlikte, erotizmi ya da üreme
işlevini vurgulamıyor. Bereketi çağrıştırabilecek tek atribüsü ise Boğazköy
heykelinin elinde tuttuğu nar ama bu nesnenin nar olduğu da kesin değil.
MÖ 1200
yıllarında Trakya üzerinden Ege Göçleri ile Anadolu’ya giren Phrygia’ler, çok
zayıflamış Hitit Devletini ortadan kaldırarak Anadolu’yu egemenlikleri altına
almışlardır. Phrygia’lerin esas yerleşim bölgesi Gordion merkez olmak üzere
Sakarya bölgesi olup Afyon, Kütahya, Eskişehir bu bölgeye bağlıdır. Geride
bıraktıkları çok az sayıdaki yazıtlar onların Hint-Avrupalı bir dil
kullandıklarını göstermektedir. MÖ 750 yıllarında Phrygia Devleti Kral Midas’ın
döneminde büyük güç kazanmış ve zenginlemiş, ancak MÖ 7. yüzyılın başlarında
Kimmer akınları ile zayıflamış; daha sonra Lidya egemenliğine girmiş ve MÖ 550
yıllarında da Pers istilası ile bağımsızlığını tamamen yitirmiştir. Truva
savaşında Yunanistan dan gelen Akhalara karşı savaştıkları biliniyor.
Resim
29 – Anadolu haritası üzerinde Phrygia sınırları ve kentleri
Başkentleri olan Sakarya kıyısındaki Gordion’dan başka Kızılırmak yayı içinde ve güneyindeki Alacahöyük, Boğazköy, Pessinos, Pazarlı, Kültepe, Eskiyapar, Maşathöyük gibi şehirler kurmuşlardır (Resim 28). Dans ve müzikte iyidiler. Flüt bir Phrygia çalgısıdır. Günümüze kalan kaya anıtlarıyla sanat ve kültürde ileri oldukları anlaşılıyor. Phrygia kadınları başlarına turban takarlardı. Çok sayıda ülkeye tunç eserler satıyorlardı. Evlerini ağaç kütüklerden yaparlar, damlarını saz ve toprak ile kaparlardı. İç Anadolu’da hala böyledir. Kakma ağaç tekniğiyle mobilya yapmakta ustaydılar. İğneyle nakış işlemenin Phrygia buluşu olduğuna inanılmaktadır. Hayvan öykülerinin ilk yaratıcılarının Phrygialer olduğu biliniyor. Phrygia dili tam olarak çözülememiştir.
Athena’nın
kırlara attığı flütü bulan Çoban Marsiyas'la tanrı Apollon arasında yapılan
müzik yarışmasında, tanrıdan yana değil haklıdan yana taraf olduğu için,
kulakları eşek kulağı gibi uzatılan kral Midas'ın kulaklarını kapatan sivri Phrygia
başlığı (Resim 30), özgürlük ve onur mücadelelerinin simgesi olur dünyada. Roma
döneminde özgürlüğüne kavuşan köleler Phrygia başlığı giyerler. 1789 Fransız
ihtilalinde devrimcilerin simgesi, başlarına geçirdikleri Phrygia Başlıklarıdır
(Liberty Cap). 18. yüzyılda Amerika'da yapılan bağımsızlık savaşının simgesi
armalara işlenen Phrygia başlıklarıdır. Phrygia başlığı Küba'dan Uruguay'a pek
çok ülkenin armasına işlenir. Ve bir kuşağın idolü, çizgi romandan diziye
uyarlanan, sosyalist imgeler içerdiği için gösterimi yasaklanan, Gargamel'e
karşı sürekli özgürlük mücadelesi veren Şirinler'in başını süsleyen başlık da
tesadüfi seçilmiş bir başlık değil, özgürlük başlığı, yani Phrygia Başlığı'dır.
Resim
30 - Phrygia başlıklı bir genç
Phrygia’da Kral
ailesi öldükten sonra üzeri büyük toprak tümseklerle örtülü tümülüslere
gömülüyorlardı. Ölüler erken dönemlerde yakılmadan, sonraki dönemlerde
yakılarak ve külleri kaplara konularak tümülüslere bırakılmışlardır. Phrygia
yığma mezarlarının en büyüğü Gordion’da MÖ 740 yıllarında yapılmış 50 m.
yüksekliğinde ve 300 m. çapındaki tümülüstür. Mezar odası dünyada halen ayakta
kalan en eski ahşap yapıdır. Günümüzde tümülüsün içine 70 metre uzunluğundaki
bir tünelden geçerek girilir. Odanın bir köşesindeki ağaçtan yapılmış büyük bir
kerevet üzerinde yaşı altmıştan fazla ve boyu 1,59 m. olan bir iskelet
bulunmuştur. Mezarın Kral Midas’ın babasına ait olduğu sanılmaktadır (Resim
30).
Resim
31 – Tümülüs ve girişi
Phrygia’lerin
baş tanrıça olarak kutsadıkları Kybele MÖ 2000’de Hitit panteonunda ‘Kubaba’
olarak yer almıştır. Bereketi, çoğalmayı temsil eden, genellikle yanlarında
aslanla betimlenen anatanrıça daha sonra Phrygialer aracılığıyla Sardes
üzerinden batı dünyasına, Hellenistik ve Roma çağlarına geçmiştir.
Phrygialer çok-tanrılı bir dine sahip olmalarına rağmen ana tanrıça kültü
öylesine ön plana çıkmıştır ki onların nerdeyse tek tanrılı bir Kybele dinine
inandıkları söylenebilir. Phrygia’ya da yeni bir kült
oluşturuyorlar. Kültleri üretken vahşi doğa’yı temsil ediyor, genellikle
dağların doruklarında tapınılıyor.
Kybele, Phrygia’lerde doğanın bizzat kendisidir. Sembolü aslandır. Yunanlı
tarihçi Strabon’a(MÖ 64-MS 24) göre bu tanrıçanın adı Rhea’dır.
Kybele’yi diğer Phrygia tanrılarından öne çıkaran özellik tasvir edilişi ile
ilgilidir. Çünkü sadece Kybele, insan formunda heykelleşmiştir. Matar (ana-anne) olarak
görülen tanrıça, olasılıkla Phrygia’çe dağ anlamına gelen Kubileya sözcüğü ile
adlandırılmıştır. Kybele heykellerinde tanrıça, ayakta ve ileriye doğru bakan,
uzun bir elbise ve Yunanistan’da polos adı verilen silindirik başlık giyen bir
kadın olarak tasvir edilir. Tanrıçanın ululuğu özellikle başındaki yüksek polos
ile ifade edilir. Ellerinde ve yanında tanrısallığının simgesi içki kasesi,
yırtıcı kuş ve aslan gibi semboller bulunur.
2.3. Attis’in Kökeni
Büyük ana
tanrıçanın sevgilisi Attis’in kökenini bulmak için Sümerlere kadar gitmek
gerekiyor. Sümerlerin panteonunda Tammuz adı verilen Tanrı önemli bir yer
tutardı. Bu tanrının Sümerce adı ‘Derin suların gerçek oğlu’ anlamına gelir.
Sümerler o dönemde sonradan Babil adı verilen uygarlığı yaratıyorlardı. Tarım
yapıyor, su kanalları kazıyor, yazıyı icat ediyorlardı. Babil’in dinsel
edebiyatında Tammuz, İştar’ın genç sevgilisi olarak görülüyor. Tabiatın gücünü
temsil eden Tammuz her yıl Temmuz ayında ölüp yeraltı dünyasına gidip Mart
ayında ilkbahar ile birlikte yeniden doğuyordu. Güncel takvimlerimizdeki Temmuz
ayının adı buradan gelir. Tammuz’un
Sümerler de derin suların gerçek oğlu olması, Phrygialer de Attis’in de Sakarya
Nehrinin Nana adındaki kızının oğlu ve dolayısıyla bir nehir evladı olması pek
rastlantı sonucu olmasa gerek.
Anadolu’da alevi
Türkmen olan Tahtacılar ve bazı diğer alevi köylerinde köylüler her ilkbaharda
köyün en yakışıklı gencini giydirip kuşattıktan sonra ev ev gezdirirlerdi.
Damızlık adı verilen bu genç, Tammuz’un doğuşunu ve Kybele ile kavuşmasını
simgelerdi. Damızlık sözcüğü Tammmuz’dan gelmedir.
Resim 32 – Kybele ve kadınımsı tavırlar içinde
rahip ve eş Attis
Ritüellere, Attis tapımları da eşlik ederdi. Attis, Kybele’nin sevgilisi,
çocuğu, rahibidir (Resim 32). Çok yakışıklıdır ve Kybele ona aşıktır. Bu durum,
İnanna-Dumuzi ilişkisinin neredeyse tıpatıp benzeridir. Mit şöyle anlatır: Attis ve Pessinus kralının kızı
evlenecektir. Ancak Attis’e aşık olan Kybele kıskançlıktan deliye döner ve
Attis’i çıldırtır. Deliren Attis, kendi penisini keserek yere atar. (Burada
da Hititlerin Kumarbi mitinin devamlılığı söz konusudur.) Döllenen topraktan
bitkiler fışkırır, bereket gelir, doğa canlanır, kanının değdiği yerde kırmızı taçlı
dağ laleleri biter. Aşığının ölümüne dayanamayan Kybele onu çam ağacına
dönüştürür. Çamın dört mevsim yeşil kalmasının nedeni işte budur.
Anadolu’da tanrıça Kybelenin ideogramı küp, mührü 5 köşeli yıldızdır. Bu
konuda Halikarnas Balıkçısı ilginç bir tez öne sürer:
Kybele luvice kuwawa ku(wa)+aba+ula yani akarsu ve koruların kutsal annesi
demektir. İslamiyet öncesi Arap yarımadasında Mekke’nin kutsal ilahesi Hübel-Übel’in
ve şehrin bir başka koruyucu tanrıçası olan Lat’ın da Lykia kökenli Leto’nun
devamı olduğundan hareketle Halikarnas Balıkçısı islamiyetteki ay sembolizmi ve
5 sayısına verilen önemi daha önceki dönemin anaerkil etkileşimine bağlar.
Kıble ve kabe sözcüklerinin de Kybele sözcüğünden türetildiği, hatta “Abdullah”
özel adının ilk şeklinin “Abdullat”-lat’a tapan olduğu bilinmektedir.
Galatia’daki
kültün başlıca merkezi Pessinos’daydı. Anadolu’da Kybele’ye adanmış pek çok
tapınak yapılmıştır. Bunların arasında en çok bilinenler İda, Sipylos, Kyzikos
ve Sardeis’deydi. Afyon ve Eskişehir’de Phrygia tapınakları önünde, iki yanında
yere uzanmış aslanlarla birlikteki Kybele heykelleri hala ayaktadır. Çocuk
yapamayan kadınların bu heykellerin (gerek Tanrıça, gerek aslanların) üreme
organlarına el sürme geleneği uzun zaman sürdürülmüş.
Phrygia mitolojisinde,
Tanrıça, Sangrion (Sakarya) ırmağına atılmış bebek Attis’i (Atys) buluyor; onu
hem evlat olarak bağrına basıyor, çocuk büyüdükten sonra onu sevgilisi, eşi
yapıyor. Monoteizmdeki Adem’in kaburga kemiğinden kadının yaratılması inancının
tersine, Ana Tanrıça erkeğini kendi buluyor. Üremede erkek etkisinin
keşfedilmediği ilkel dönemlerde doğurma ve anne olma olgusu bir mucize gibi
görülmüş. İlkel toplumlarca doğumun bir simge ile tanrısallaştırılması,
dolayısıyla anaerkil düzenin kurulması akla yakın
2.8.1. Anadolu’daki en
önemli Kybele Kültü: Pessinus
Kybele bir ay ve
aynı zamanda bir dağ tanrıçasıydı. Bir dağ üzerinde durmaktadır. Isimlerinin
üçü aynı zamanda bir dağ ismidir (Ana İdeia (İda dağı), Sipylene (Sipylos ya da
Murat dağı), Dindymene (Murat dağı). Dağların konik şekli nedeniyle Kybele
çoğunlukla konik taşlarla temsil edilirdi. Koni aynı zaman da çam kozalağı
demekti.
Anadolu’da
mermer kaidelerin üzerine konulmuş büyük kozalak heykelleri çoktur. Kybele aynı
zamanda bir orman ve mağara tanrısıdır. Doğumlarını hep mağaralarda yapar.
Anadolu’da Kybele’nin tapıldığı büyük dinsel törenler Pessinus’ta idi. Pessinus
Anadolu’da Galatya’nın eski bir kentidir. Charles Texier’in bulduğu ören yeri,
Sivrihisar Ballıhisar köyü yakınlarındadır. Kısmen sağlam kalmış bir tiyatrosu
vardır. Kent eski bir Phrygiaya kentiydi. Burada bir Kybele ziyaretgahı vardı.
O dönemde Kybele’nin adı Agdistis idi. Bergama kralı MÖ 189’da burada büyük
tanrıçaya heybetli bir tapınak yaptırmıştı. Altıncı yüzyılda Doğu Roma İmparatoru
Justinian, Sivrihisar’ı kurmaya karar verince Pessinus’un kalan taşlarıyla
Justininapolis adı ile Sivrihisar kalesini yaptırmıştı.
Hiristiyanlık
kentte 3. yüzyldan itibaren yaygınlaşmaya başladı. Pessinus MS 715’de
İstanbul’u fethe giden Arapların saldırısıyla yıkılmıştır. Kent 11. yüzyılda
Selçuklular tarafından alıncaya kadar Bizans İmparatorluğunun kontrolünde
kalmıştır. Kenti Fransız tarihçi ve
arkeolog, Félix Marie Charles Texier (1802 – 1871) 1883 yılında bulmuştur.
Texier 1893 yılında da Hititlerin başkenti Hattuşaş’ı araştırmaya başlamıştır.
Resim
33 - Pessinus kent tiyatrosu
Antik Pessinus
kenti, Perslerin Kral Yolu üzerindedir (Resim 33-34). Ticaretin yanı sıra
Kybele ve Attis için yapılan ayinleri ile de ün salmıştır. Pessinus, çok eski
çağlardan beri Kybele Kültünün en önemli merkezidir. Ana Tanrıça Kybele'nin
başında kuleye benzer yüksek bir taç vardır; Bu taç, onun, kentlerin ve
tarımsal ürünlerin tek egemeni sayıldığının simgesidir. Aynı zamanda genç
kızların da koruyucusudur.
Kybele kültünün Phrygia
Krallığının ilk zamanlarına, çok masraflı bir ilk tapınağın yapılmasını hatta
şehrin kuruluşunu Phrygia Kralı Midas'a bağlayan geleneğe rağmen, şehrin
kuruluşu daha eski çağlara dayanır.
Pergamon kralı
I.Attalos tarafından yaptırışlan som mermerden tapınak (Resim 35) etrafında bir
baş rahip tarafından yönetilen bir ‘Rahip Prensliği’ gelişmiştir. MÖ 205'ten
itibaren Pergamon Kralı Birinci Attalos'la Pessinus baş rahibinin arasında
dostluk bağları kurulmuştur.
Resim
34 – Pessinus antik kenti sembollerinden aslan
Helenistik
Çağda, MÖ. 3 yüzyılda Grek hakimiyeti altına giren Pessinus şehrinin yapı ve
planları Yunan anlayışına göre düzenlenir. Mabet tamamen onarılır. Meclis
binası, stoa(üstü kapalı sütunlu galeri), yollar, kanal ve tiyatro kurulur.
Pessinus, MÖ 25 tarihinde Augustus zamanında Roma hakimiyeti altına giren şehir,
bu çağda çok gelişir ve büyür. Şehrin içinden geçmekte olan su kanalı
mermerlerle onarılarak iki yanı heykellerle süslü muhteşem bir duruma getirilir.
Hatta şehrin iç kısmandaki kanal tamamen mermer döşenerek içine merdivenlerle
girilen bir havuz havasına bürünür. Şehir kendi adına para basma imtiyazına
sahip olur. Yerel Kybele dini inanç ve ayinlerine saygı daha da artar. Bizans
çağında şehir çok bakımsız kalır. Yeni bir şey yapılmaktan ziyade, eski yapılar
ve şahane sanat eserleri kırılıp sökülerek yapı malzemesi olarak kullanılır. MS
800 yıllarından sonra ise şehir bütün vasıflarını kaybeder. Bundan faydalanan
Jüstinianapolis (Sivrihisar) daha önemli bir yerleşim haline gelir.
Resim
35 - Pessinus’da Pergamon Kralı I.Attalos’un yaptırdığı tapınağın temsili
çizimi
Antik Pessinus
Kenti'nde ilk kazılar 1967-1973 yılları arasında Prof. Dr. Pierre Lambrechts
başkanlığında Belçika Gent Üniversitesi tarafından gerçekleşmiştir. Ara verilen
arkeolojik araştırma ve kazılara, 1983 yılından bu yana Prof Dr. John Devreker
başkanlığında devam edilmektedir. Kazıdan çıkan buluntuların taşınabilir
olanları Eskişehir Arkeoloji Müzesinde, büyük buluntular, mimari parçalar da
Pessinus Depo ve Açık Hava Teşhirinde yer almaktadır.
İonyalılar ve
Troya yöresinin halkı, Sakarya vadisindeki bu prensliği kutsal sayardı. Pessinus’daki tapınakta Kybele’nin bir
heykeli yoktu ama Kybele adına büyük olmayan siyah bir göktaşına tapılırdı.
Romalı yazarlara göre kara taş aşağıda belirtildiği gibi Roma’ya getirilmişti
(Resim 36). Ama daha sonra Roma bölümünde bunun nasıl farklı bir senaryo ile
gerçekleşmiş olabileceği tartışılacaktır.
2. Pön Savaşında ( MÖ 218-202), MÖ 204 yılında Roma, Kartacalılar tarafından kuşatılmıştır. Savaşın 10. yılında kent düşmek üzeredir. Bunun üzerine kendisine başvuran Romalılara Sibil Kahini, ‘Pessinus’taki ana tanrıçanın karataşını Roma’ya getirin. Kent kötü kaderinden ancak böyle kurtulacaktır’ der. Anadolu’daki Pessinus kentini bir dönem yöneten Phrygia devleti çoktan yıkılmıştır. Bölge, Pergamon Krallığı’nın kontrolü altındadır. Beş senatörden oluşan Roma heyeti, müttefikleri Pergamon Kralı I.Attalos’tan Kybele heykelini ve kutsal kara taşı ister. MÖ 4 Nisan 204 tarihinde Gallos denen hadım rahipler eşliğinde bir insanın taşıyabileceği büyüklükteki kara taş, Dikili üzerinden Roma’ya götürülür. Efsaneye göre taşı taşıyan donanma Tiber ırmağına gelince gemi karaya oturmuş, Claudia Quinta adında saygın bir kadın kuşağı ile gemiyi çekerek çıkarmıştır. Kybele bir dağ tanrıçası olduğu için taş Palatinus tepesindeki Victoria Tapınağı’na konur. Ve Roma, Kartaca kuşatmasından kurtulur. Daha sonra onuruna aynı tepede Tanrıçayı kabul edecek Zafer tapınağı yapılacaktır. Tanrıça anısına her yıl Megalensia denilen festivaller yapılırdı.
Resim
36 - Kybele’nin gemi ile Roma’ya taşınmasını anlatan gravür
Meryem Ana ile
birlikte Efes’i ziyaret eden Aziz Paulus, tapınaklardaki tasvirlere isyanla,
putperestleri kafir olarak suçlamıştır. Aziz Paulus’un kafirlikle suçladığı
tasvirlere örnek olarak, coğrafyacı Pausanias’ın, Phrygiayayı gezerken
öğrendiği aşağıdaki Kybele ve Attis öyküsünü bakabiliriz. Burada bir ana-oğul
yasak ilişkisi, açık yüreklilikle anlatılıyor.
‘Phrygiaya’da, Pessinos kenti Dindymon Dağının
(Günyüzü Dağı) korunaklı tarafında
kurulmuştu. Burada Agdistis adına adanmış bir tapınak mevcuttu. Agdistis, Eski
Anadolu’nun Ana Tanrıçası Kybele’nin Phrygia’lerdeki adıdır. Tanrı Zeus bir
rüya görür ve tohumunu yeryüzüne saçar. Bu tohumlardan kendisinde hem erkeklik,
hem de dişilik özelliği bulunan Agdistis oluşur. Olimypos tanrıları, onun her
iki cinsi de içine alan kapsamlı gücünden ürktükleri için erkeklik organını
kesip atmışlar. Atılan parça toprağı dölleyerek bir badem ağacı olmuş. Sangrion
(Sakarya) Irmağı tanrısı Sangrios’un kızı (Naiad Sagaritis-Sangrion Perisi)
Nana bu ağacın ürünü bir bademi alıp göğsünde saklamış. Nana daha sonra bu
bademin kaybolduğunu, onun yerine göğsünde bir bebeğin uyumakta olduğunu
görmüş.
Attis adı verilen çocuk büyümüş. Tanrısal güzellikte, uzun saçlı bir genç
olmuş. Bir teke ile kırları, tepeleri gezmeye başlamış. Dişil adı ile Kybele
olan Agdistis onu görür görmez aşık olmuş (Pessinos’daki Kybele tapınağını
ziyaret eden Strabo, Coğrafya adlı eserinde, orada Kybele’nin Agdistis diye
anıldığını kaydeder). Fakat genci yetiştirip büyütenler, Kral Midas’ın kızı ile
evlendirmek üzere Attis’i Pessinos’a göndermişler. Bu düğüne engel olmak
isteyen Tanrıça Agdistis(Kybele) Attis’e görünmüş. Attis, bu tanrısal zorlama
karşısında çıldırarak, cinsel organını kökünden kesmiş; akabinde intihar etmiş.
Bu sahneye tanık olan Midas, bundan esinlenerek, erkekliklerini Kybele’ye
kurban eden iğdiş rahip ‘Korybantlar’ törenini ihdas etmiş. Gencin acı ölümüne
sebebiyet verdiğine pişman olan Agdistis, onun bu sonunu kabûl edemiyor.
Attis’i yeniden, her zaman yeşil bir çam ağacı olarak Dünya’ya döndürüyor. İşte
Attis’in ‘Hayat-Ölüm-Yeniden Hayata Dönüş Tanrısı’ olma hikayesi böyle.’
Bu söylencenin
başka bir anlatımı da şöyledir; Zeus,
Tanrıça Kybele’ye aşık olur. Tanrı onunla birleşmeyi başaramayınca tohumunu bir
kayanın üstüne bırakır, bu tohumlardan Agdistis doğar. Dionysos, Agdistis’i
sarhoş edip erkekli organını keser. Bu organdan bir badem ağacı oluşur. Bunun
meyvesini Sangarios Irmağı’nın kızı Nana göğsüne alır, gebe kalıp Attes’i
doğurur. Sangarios, bu bebeği doğaya bırakır. Phrygiaya dilinde Tekke anlamına
gelen Attagus sözcüğü güzel anlamına da gelir. Agdistis ve Kybele bu güzel
delikanlıya aşık olurlar. Agdistis Attes’ i çıldırtır ve delikanlının erkeklik
organını keserek can verir. Tanrıça Kybele onu gömer, Attes’in akan kanından
taçlı dağ laleleri biter. Agdistis, Attes’in bedeninin çürümemesi için Zeus’a
yalvarır. Zeus da onun bu dileğini kabul eder.
Bu
söylencelerde, Agdistis ile Ana Tanrıça Kybele birbirine karışırlar,
Pessinus’taki Kybele kültünde rahipler, belirli zamanlarda ve törenlerde
erkeklik organlarını keserlerdi. Bu söylenceler, toprağın yeniden dirilişini
simgeler.
Kybele papazları Galliler hadım edilmişlerdi. Kybele törenlerinde
flüt, davul, kuddum icra ederlerdi. Vecd halindeyken söyledikleri sözcükler
tanrıçanın vahyi sayılırdı. En erken çağlarda tanrılara insan kurban edilirdi.
İlkçağ sünnetinde penis kökünden kesilirdi sonraki zamanda bu işlem
yumuşatıldı. Günümüzde daha da kabul edilebilir bir sünnet yöntemi
uygulanmaktadır. Sünnet dinsel bir işlemdir. Bir itikada, bir dine giriş
törenidir. İbrani tarihini anlatan Mukaddes Kitabın ilk ciltlerinde sünnetin Hz
İbrahim zamanında da yapılmakta olduğu söylenir. Gene aynı kitapta Hz Yakup,
din önerdiği kavimlere sünneti ilk koşul olarak koşar. Bu dine giriş töreninin
çok eski olduğu, sünnet operasyonun Güneydoğu Anadolu’da keskin çakmak
taşlarıyla yapılmasından bellidir. Günümüzde bile çoğu yerde sünnetten sonra
kesilen deri parçası, çöpe atılmaz, saygıyla toprağa gömülür. Aynen Kybele
törenlerinde olduğu gibi. Kurbanlar ya da hediyeler, kanlı ve kansız diye ikiye
ayrılırdı.
- İlk alınan üründen elde edilen buğday ve başka unlardan yapılan çörekler, tatlılar ve etler, Tanrının önündeki platforma konup yakılırdı. Kürsüye süt ve şarap da akıtılırdı. Tanrıya sunulan yiyeceklerden törene katılanlar da yerlerdi. Bu tip kurbanlara kansız kurban denirdi.
- Kanlı kurbanlar canlı olanlardı. Kurbanlık hayvanlar, çiçek çelenkleriyle ve başka süslerle donatılır, yüzlerine gözlerine kutsal sular sürülür ve platformda papaz ya da yardımcıları tarafından kesilirdi. Hayvanın bir kaba toplanan kanları kürsüye ve inananların üzerine dökülürdü. Günümüzde kurban kesildiğinde çocukların alnına kan sürme geleneği buradan kalmadır. Tanrının gücünün sürülen kanla birlikte sürülene geçtiğine inanılırdı. Kurbanlar ya Tanrıya sunulan bir hediye ya da Tanrıya karşı işlenen bir felaketi, kaza ve belayı önlemek için yapılırdı. Tanrısına göre domuz, sığır, koyun, keçi, beygir ve köpek kurban edilirdi.
Tammuz, Phrygiaya’da Attis, Suriye’de Adonis olduktan sonra, onu her
yıl bir yaban domuzu öldürürdü. Dahası, Tanrıdan akan damlaları dağlara
düşünce, kırmızı kır gelinciği (Mayıs, Haziran aylarında çiçek açan;
tarlalarda, bozkırlarda ve taşlık alanlarda yetişen) olurdu. Onlara Adonis’in
kan damlaları deniyordu. Bu holocaust ile şu efsane birleştirilince domuz
etinin bazı kavimlerde neden yasak olduğu ortaya çıkar. Dişi domuzlar Kybele’ye
adanıyordu, ayrıca Temmuz ayında domuz Tammuz’u ölüme gönderiyordu. Yoksa
dünyanın başka sıcak yerlerinde yenilen domuzun trişin denilen paraziti yok
muydu?
2.8.2. Pessinus’daki
Kybele Festivali
Pessinus’dak
Kybele festivali 22 Mart’ta başlardı. Platformun ortasında kutsal bir çam ağacı
bulundurulurdu. Başka bir çam ağacı parçası da sanki ölü bir ceset gibi kefene
sarılıp, üzerine taçlı dağ lalelerinden çelenkler konurdu. (Attis çam ağacına
dönüştüğünde, kesilen penisinden damlayan kanlardan taçlı dağ laleleri
oluşmuştu). Bu sembolik ceset bir su kıyısına götürülür ve sonra bir mezara
konurdu.
23 Mart’ta
yalnızca borular çalınırdı. 24 Mart’ta Attis’in başpapazı, yani Arkigallos,
damarlarından bir miktar kan çıkartarak tanrıçaya sunardı. Ondan sonra gürleyen
davullar, dümbelekler, çınlayan büyük ziller, çığlıklar salan flütlerle hüzün
verici bir müzik başlardı. İkinci derecedeki rahipler başlarını sallayarak
fırıl fırıl dönerken, uzun saçları, giydikleri uzun etekler etrafa savrulurdu.
Kendinden geçen bu rahipler, bıçaklarla kendilerini yaralar, kutsal ağacı da
platformu da kan içinde bırakırlardı. Dans eden rahipler, Kybele yeryüzü
tanrıçası olduğu için, sık sık da yere dokunurlardı. Bu raksı seyredenlerin
bazıları aşka gelerek, papazların önceden bileyip hazırladıkları bıçaklardan
birini kapınca, kendi erkeklik organlarını kökünden keserlerdi. Kesilen
kısımlar büyük saygıyla sarılıp sarmalanır Kybele’ye ait kutsal bir yeraltı
hücresinde toprağa gömülürdü. Böylece Kybele’ye sunulmuş olurdu. Bu surette
gebe kalan toprak harekete geçirilmiş ve ilkbaharın doğuşu da hızlandırılmış
olurdu. Bunun içindir ki, ilkçağda bereket tanrıçaları, kutsal sevgiliyi yani
Attis’I simgeleyen papazlardan kendilerini gebe bırakacak dualar etmelerini
beklerdi. Bu törende erkeklerini kesip atanlar papaz adayı olurlardı. Pek erken
çağlarda Artemis papazları, Suriye’de Astoret, özellikle Asur’daki Babil’deki
Fenike’deki ve Arabistan’daki rahipler hep böyle dua ederlerdi.
Törenin
gecesinde tapınanların kederi birdenbire bir sevince dönüşürdü. Bir ışık peydah
olur mezar açılır ve içinden Tanrının cesedi çıkartılırdı. Ondan sonra doğan
tanrı kutsal bir nehirde yıkanırdı. Bu bir çeşit vaftiz, bir temizlenme ve bir
gusül aptestiydi.
Kybele’nin
papazların ayrı ayrı adları vardı. Bu papazlara, Kabir, Koribant ve Daktil
denirdi. Telkin, Semivir ve Gallis denildiği de olurdu. Bunların hepsinin
penisleri kökünden kesilmişti. Bu olay gerçekleşmedikçe papaz olamazlardı. Bu ritüel, sonraki yıllarda Semitik halklarda
(Arap ve Yahudiler) penisin tamamını değil ama ucundaki deriyi (erkeklerde
prepusium, kadınlarda klitoris) kesme şeklinde ortaya çıkacaktır.
Ölüp yeniden dirilme motifi, birçok uygarlıkta mevsimsel döngülere göre
hareket eden tarımsal üretime ait doğa-üstü bir metafordur. Kutsal evlilik ve
ölüp dirilen tanrı imajı değişik adlarla sürekli tekrar etmiş bir olgudur ve
birçok toplumda eşleniği görülmüştür.
Tanrı/tanrıça çiftleri bereket ve yaşam verme gücünün birlikteliğini
sunarlar. Bu bütünlüğün eril tarafı genellikle tanrıçanın ya çocuğu ya da
kardeşidir. Dişil öğe kalıcı ve değişmez dünyayı simgelerken dölleyici
pozisyondaki ölüp dirilen tanrılar bahar-kış çelişkisini simgeleyerek yaşam ve
doğanın döngüsel hareketini deşifre ederler.
2.9. Efes Kentinin
Kybele’si Afrodit
Efes Kenti çok
uzun süre Kybele kültünü muhafaza etti. Kybele’nin rolü sonradan Yunan
döneminde Artemis’e, Roma döneminde de Diana’ya yüklendi. Genel olarak Ana
Tanrıça olarak Artemis’e tapıldı. Bahsi
geçen tanrıçaların, bereketi, biyolojik döngüyü temsil etmeleri gibi bir ortak
paydaları vardır.
Artemis onuruna Dünyanın yedi harikası
arasında sayılan (Roma egemenliğinden sonra Diana Mabedi diye anılacak)
Artemision tapınağı inşa edildi (Resim 37). Yapılışı MÖ 650-550. Tapınak 45.7 x
91.4 metre bir platform üzerine inşa edilmişti. Platforma 13 merdiven basamağı
ile çıkılıyordu. Tümüyle mermerden yapılmış tapınağın her biri 20 metre
yüksekliğinde 127 sütunu vardı.
Resim
37 - Dünyanın yedi harikasından biri Artemision tapınağı.
1956 yılında
Efes’ te yapılan kazılarda iki adet Artemis heykeli bulunur. Arkeologlar, bu
heykellerden birini ‘Güzel Artemis Heykeli’ diğerini de ‘Büyük Artemis Heykeli’
olarak isimlendirirler. İki heykel de bugün Efes Müzesinde sergilenmektedir.
Büyük Artemis
heykelinin başının üzerinde üç katlı kule bulunur (Resim 38). Bu onun şehrin
koruyucusu olduğunu sembolize eder. Tanrıçanın ensesinde dolunay biçiminde
büyük bir disk vardır. Artemis bozulmamış aydır ve alnında ki hilal ile Yunanlı
Artemis gibi onun da ay tanrıçası olduğuna vurgudur.
Resim 38 - Artemis Kült
Heykeli (Büyük Artemis) - Efes
Müzesi-Selçuk/İzmir. Heykelin bulunduğu Yer:Efes Prytaneion’u (Belediye
Binası)-1956. Dönemi: MÖ 1. yy Roma
Efes Artemis’i bir doğa tanrıçasıdır; doğurganlığı, verimliliği ve bereketi
simgeler. Boynundaki gerdanlığın altında bulunan dört sıra halindeki onlarca
meme, (Polymastos: çok memeli), bolluk ve bereket anlamına gelir.
Ensesi dolunay biçiminde bir diskle çevrilidir, bu onun bakireliğinin işaretidir.
Alnındaki hilal ise ay tanrıçası olduğunun işaretidir. Diskin iki yanında beşer
grifon, yani kartal başlı aslan vardır. Altı kat halindeki eteği, dörtgen
biçimli plakalara bölünmüştür. Her dörtgenin içinde aslanlar, boğalar, keçiler,
grifonlar, sfenksler ve arılar kabartma olarak gösterilmiştir. Bunlar
Artemis’in doğa üstündeki egemenliğinin simgeleri olarak kabul edilir. Efes
Artemis heykelinin değişmez kutsal simgelerinden biri de üç sayısıdır. Bu sayı
ile Artemis’in üçlü karakteri dile gelmektedir; bakire, kadın ve anne.
Güzel Artemis, Roma
döneminde yapılmış olup doğunun izlerini taşımaktadır (Resim 39). Güzel Artemis
heykelinin boynunun iki yanında 5 adet kartal başlı aslan bulunmaktadır.
Gerdanlığında, burçları, hakimi olduğu güneş-ay-gezegenler döngüsü kozmolojiyi
yansıtır. Göğüs bölgesinde yaklaşık 40 kadar, düzenli bir sırada betimlenmiş
meme tasviri dikkat çekmektedir. Yapılan son çalışmalar, aslında meme olarak
düşünülen bu tasvirin boğa testislerini ifade ettiğini göstermektedir. Bu betimleme,
ana tanrıçanın bereketine yapılmış bir övgüdür. Etek kısmında, dörtgen plakalar
halinde hayvan betimleri göze çarpar. Her dörtgenin içinde boğa, keçi, aslan,
arı, grifon, sfenks bulunmaktadır. Bu betimleme, Artemis’ in doğa ve kozmik
enerji üzerinde ki hükmünü ifade eder ve tamamen Efesli Artemis’ e özgüdür.
Resim 39 - Artemis Kült
Heykeli (Güzel Artemis)-Efes
Müzesi-Selçuk/İzmir-Bulunduğu Yer:Efes Prytaneion (Belediye Binası)-1956. Dönemi:
M.Ö.1. yy Roma
Anadolu’da Efes’te, Artemis, Yay taşımaz, Phrygia Kybele’si ile
özdeştirilir. Tanrıça, ayakta ve tamamen giyinik olarak tasvir edilmiştir.
Başında silindirimsi çemberlerle tutturulmuş bir örtü, gri-fon ve sfenkslerle
süslü üç katlı bir taç vardır. Heykelin yüzünde tatlı bir ciddilik görülür. Kaşlar
sertçe çekilmiş, gözler badem şeklindedir. Şişkin dudaklar birbirine yapışık
şekilde işlenmiştir. Boyun kalın ve gerdanlıkla süslüdür. Göğsünü girlantlar ve
yumurta şeklinde bereket sembolleri doldurur. Etek kısmı bölümlere ayrılmıştır,
her bölüm kutsal hayvanlara ait kabartmalarla doludur. Elbise uçları, ayak
bileklerinden bir bağ ile boğulmuştur. Ayakların yalnız uçları görülür. Bazı
yorumcular gögüs olarak yorumlanan
yumruların aslında boğa testisi olduğunu iddia etmiştir.
2.10.
Giritli Ana
Tanrıça Rhea
Yunan tanrılarının anası olan Rhea Girit kökenlidir (Resim 40). Doğan
her çocuğunu yutan Gök Tanrısı Kronos ile evli olan Rhea, Zeus’u Girit’te bir
mağarada doğurur. Bu olay matriyarkel toplumdan patriyarkel topluma geçiş ile
birlikte olmuştur. Patriyarkel toplumda baştanrının bir erkek olmasına karar
verildikten sonra Baştanrıçaya bir çocuk doğurtularak Zeus yaratılmış ve
baştanrıça tanrılar panteonundan çıkarılarak neredeyse ölümlü insana
dönüştürülmüştür. Bu değişim daha sonra Yunanistan’a da oradan Roma’ya da
geçecek ve yaygınlaşacaktır.
Minos kültüründe Zeus, tıpkı Dumuzi ve Tammuz’da olduğu gibi doğanın
ölüp-dirilmesiyle eşgüdümlü bir yaşam süren bitki tanrısıdır. Zeus, toprağı
simgeleyen annesi Rhea ile birleşecek, onu dölleyerek doğada bereketi
sağlayacaktır.
Resim 40 – Giritli Tanrıça Rhea
Giritli Rhea ile
Anadolulu Kybele’nin hangisinin diğerine esin kaynağı olduğu yanıtlaması zor
bir sorudur ve elde de fazla veri yoktur.
3. KYBELE KÜLTÜ YUNANİSTAN’DA
3.1. Altıncı yüzyılın başında Yunan
toplumların Kybele ile tanışması
Phrygialı Ana Tanrıça, Anadolu’dan MÖ 6. yüzyılın başlarında Yunan
dünyasına geldi ve orada güçlü bir varlık haline gelerek Yunan toplumu üzerinde
kalıcı bir etki oluşturdu. Çeşitli Yunan kentlerinde önemli kült yerleri ve çok
sayıda özel adak edindi. Phrygia’daki kült ünvanı Matar, Yunanistan’da Meter(ana)
adıyla kullanıldı. Yunanlar ona ayrıca Meter Megale (büyük ana), Meter Antropon (insanların anası), Meter Theon
(tanrıların anası) Manga Mater Deum
İdea (İda Dağı tanrılarının büyük anası) da derler. Dağ anlamına gelen kubileya sıfatı da Yunan edebiyatında Kybele adıyla
anılmıştır (Resim 41).
Meter kültünün
Yunanistan’a gelmesiyle birlikte hiçbir zaman Yunan toplumu tarafından kabul
görmeyecek, hadım rahipleri yani Galluslar da geldiler. Ancak onların Yunanlılar
tarafından hoş karşılanmadıkları ‘yıkıcı,
barbar, sorunlu topluluk’ kelimeleriyle açıklanabilecek ‘gallus’ olarak adlandırılmalarından
anlaşılmaktadır.
Kybele, Yunan edebiyatında, özellikle Atina tiyatrosunda ünlü bir kişilik
oldu. Ünü arttıkça adı, görünümü ve geçmişi Helenleştirildi; Rhea ve Demeter
gibi tanrıçalarla bütünleşti. Ama gene de yabancı statüsünü korudu. O Asyalı
Ana, Phrygia’lı Kybele idi.
Resim 41 – Tanrıça Kybele Yunan atribüleri tef ve
aslan ile birlikte
Tanrıça Yunan dünyasında ilk olarak Anadolu’nun batı kıyısında ortaya
çıkar. Miletos, Smyrna ve Kyme’de(Aliağa) kabartmalar bulunmuştur. Tanrıçanın
tapımı oradan kara Yunanistan’a ve daha batıdaki Sicilya, İtalya ve Güney
Fransa’daki Yunan kentlerine yayılmıştır. Atina agorasında tanrıça için Metroon
tapınağının yapılmasıyla tapımı Atina’da resmen tanınmıştır. Olympia, Kolophon
ve diğer Yunan kentlerinde de Meter bilinmekteydi.
Yunanlılar Ana Tanrıça’ya yaygın bir şekilde tapmalarına karşın yine de onu
barbar bir tanrıça sınıfına soktular. MÖ 5. yüzyıl da Yunanlılar Ana Tanrıça
kültü ile ilgili olarak, gizem kültü yoluyla tapınmak ve deliliğe varan
taşkınlıklar ya da esrime (kendinden geçip tanrıyla bir olma hali) ayinleri
yapmak gibi ritüeller geliştirmişlerdir. Birçok Yunan yazar bunlara olumsuz
bakıyordu ve bu özellikleri tanrıçanın Phrygia kökenlerine bağlıyorlardı.
Meter adı metinlerde, ilk olarak MÖ 6. yüzyılın ortasında yazılmış, 14.
Homerik ilahide görülür:
'Ulu Zeus’un
kızı, berrak sesli Musa, tüm tanrıların ve insanların Ana’sını söyle bana; O,
zillerle teflerin çın çın ötmesinden, flütlerin uğultusundan, kurtlarla parlak
gözlü aslanların sesinden, yankılanan dağlardan ve ormanlık vadilerden zevk
alır. Selam sana ve şarkıya katılan tüm tanrıçalara.’
Ana Tanrıça, burada her şeye kadir olan tanrıça, tanrıların ve insanların
atası olarak sunulmuştur. Ona, doğaları onun karakterine uygun olan, yabani
hayvanlar eşlik etmektedir. Tanrıça açık havayı sevmekte ve kentlerden uzak
durmaktadır. Kendisini, kulakları tırmalayacak düzeyde yüksek sesler çıkaran,
ona eşlik eden hayvanların sesini taklit eden, müzik aletleriyle(ziller ve
teflerle) kuşatmıştır. Meter, Yunan panteonunda ikinci dereceden bir tanrıça
olsa da Yunan tanrılar grubunun bir üyesiydi ve diğer tanrılara yapıldığı gibi
ona da Musa’lar aracılığıyla yakarılıyordu. Yunanlılar, Yunanistan’a
Anadolu’dan geldiği bilinen Kybele’ye de, Olymposlu altı esas tanrının anası
olan tanrıça Rhea’ya da, ana tanrıça diye sesleniyorlardı.
Tanrıçayı, Anadolu’da dağ kabartmalarında olduğu gibi, bir yapının
duvarlarını ve beşik çatısını andıran bir çerçeve içinde dururken gösteren
mermer kabartma örnekleri, Miletos’da da bulunmuştur. Bu kabartmalar MÖ 6.
yüzyılın ikinci çeyreğine tarihlenmiştir. Miletos adaklarının ayakta duran
figürleri giysi, poz ve atribüler bakımından tamamen Helenleşmiştir. Kabartmalarda
ayakta duran kadın figürleri İon genç kız heykellerinin khiton, pelerin ve
örtüden oluşan tipik kostümleri içindedir. Bu kadın figürlerin bazıları bir
ellerinde, gögüsleri hizasında nar tutarlar.
İonia’lı Yunanlılarla Anadolu kültlerinin kesiştiği bir başka nokta, İonia’lıların
Sardes’le ilişkileri nedeniyle, Lydia idi. Sardes kazılarında Meter kültüne çok
benzeyen bir tanrıça kültüne ait kanıtlar elde edilmiştir. Sardes tapınak
anıtında aslanların yer alması dikkat çeker. Aslan aynı zamanda Lydia kral
ailesinin güç simgesiydi. Kentleri koruyan bir tanrıça olan Kubaba’ya adanmış
kült eşyaları arasında aslan öne çıkmaktadır. Lydia kültündeki aslan,
Yunanlıları etkilemiş olması bakımından da önemlidir.
Aslankaya tapınma cephesi bir yana bırakılırsa, aslan, Phrygialı Matar’ın
yaygın atribülerinden değilken, Yunan Meter’in standart bir atribüsü haline
gelecekti. Aslanın Yunan Meter’in bir simgesi olarak kolayca kabullenilmesinin
bir nedeni, Yunan kentleriyle yakın temas içerisinde olan Lydia’lıların, kült
eşyalarında çok kullanılması olabilir.
Tanrıçanın görsel biçiminin Phrygia’da ve Lydia’da görülen ayakta duruş
pozundan, Yunan toplumunda neden oturuş pozuna dönüştüğü, tam olarak belli
değildir. Yunan oturan heykel geleneğiyle aşınalık, oturuş pozunu daha cazip
hale getirmiş olabilir. Kyme’de(Aliağa İzmir) gün ışığına çıkarılan parçalar,
khiton giymiş bir oturan tanrıçayı göstermektedir. Bacakları arasından inen üç
kumaş kıvrımı, Diadem’de bulunan oturan figürlerde de görülen bir ayrıntıdır.
Kyme yakınlarındaki Sipylos Dağı’nda bir kayaya oyulmuş olan ve oturan bir
kadını gösteren büyük kabartma, böyle ürkütücü bir figür örneği olabilir. Bu
kabartma Hitit İmparatorluk Dönemine ait
bir yapıt olmasına rağmen, Hellenistik Dönem Yunan yazıtlarında Meter Sipylene
olarak tanımlanmış olup, MÖ 6. yüzyıl Yunanlıları bu figürü tanrıça Meter’le
ilişkilendirmiş de olabilirler.
Yunan dünyasındaki oturan Meter figürlerinin tarihinin, Didyma’da(Didim)
bulunan oturan figürlerle paralellikleri göz önüne alınarak MÖ 6. yüzyıl
ortasına dayandığı ileri sürülür. MÖ 6. yüzyıl sonlarına doğru Yunan Meter
kültünde önemli bir simge haline gelecek yeni bir öğe ortaya çıkar. Bu Meter’in
sol elinde görülen teftir. Tef atribüsünün Anadolu’da örneği yoktur. MÖ 5. yüzyıl
ve sonrasında Meter ikonografisinde oturan tanrıçanın sol elinde bir tef,
kucağında bir aslan ve uzattığı sağ elinde de derin olmayan bir kase vardır.
Tef bu tarihten sonra Geç Roma Dönemine kadar varlığını sürdürecektir. Tefin
kökeni antik Yakın Doğu’dadır. Tef, Asur’da, Güneydoğu Anadolu’daki Geç Hitit
merkezlerinde ve Kıbrıs kült törenlerinde kullanılmıştı. Ama henüz Phrygia’da
kullanıldığına dair bir buluntu yoktur. Yunanlılar kuşkusuz tefin doğu kökenli
bir müzik aleti olduğunu biliyorlardı ve Phrygialı tanrıça da doğudan gelmiş
olduğu için tefi onunla bağdaştırmışlardı.
Tanrısal ana kavramı, Yunan panteonunda yerleşik durumda olan Rhea, Hera ve
Demeter gibi tanrıçalar tarafından zaten temsil ediliyordu. Ayrıca tüm tanrıların
anası olarak Meter Aphrodite’nin alanına da giriyordu. Yunan Meter’i 6. yüzyılın
sonunda vahşi yerlerin ve serbestçe dışa vurulan dinsel heyecanın tanrıçası
olarak Yunan kültüne girmişti. Tüm tanrıların ve insanlığın anası olarak onun
herşeye gücü yeterdi. Ancak bir Yunan topluluğundaki toplumsal bağları ya da
kent kimliğini pekiştiren bir tanrıça değildi. Bu noktalar, tanrıçanın kültünde
MÖ 5. yüzyıl ve sonrasında önem kazanacaktı.
3.2. Yunanistan Klasik Dönemde(Altın
Çağ) Kybele (MÖ 5-4. yüzyıl)
MÖ 5. ve 4. yüzyılda Klasik Dönemde, karşımıza daha da canlı bir Meter
portresi çıkar. Tanrıça, Yunan kült geleneğinde, halka açık kutsal alanlarda
tapınılan ve kendisine yüzlerce kişisel adak sunulan bir figürdür. Giderek
diğer Yunan tanrıçaları Rhea ve Demeter’le kaynaşmış, dinsel törenleri de,
Dionysos ve Pan gibi önemli Yunan tanrılarının dinsel törenleriyle
birleşmiştir.
MÖ 5-4. Yüzyılda Yunanistan’da Kybele’nin önem kazanmaya başladığı dönemde
Anadolu’da İonia kentlerinde Meter kültüne ilgi azalmaya başlamıştı. Bunu
Anadolu’nun Pers işgali nedeniyle kentlerin
giderek güçsüzleşmesine ve doğudan gelen Patriyarkel anlayışın öne çıkmasına bağlanabilir.
Klasik Dönem’de Meter kültü, genellikle bir tahtta oturur durumda
gösterilir. Omuzlarından tutturulmuş bir khiton ve kıvrımları kucağına dökülen
bir khimation(pelerin) giymektedir. Tanrıçanın başında genellikle alçak bir taç
ya da polos bazı örneklerde de sırtına dökülen bir örtü vardır. Tahtın koluna
dayadığı sol elinde bir tef, sağ elinde ise tanrılara sıvı adağı sunmakta
kullanılan standart Yunan kabı olan yayvan bir kase(phiale) tutmaktadır. Birçok
örnekte ya tanrıçanın kucağına kıvrılmış bir aslan ya da tahtın dibine çökmüş
iki aslan görülür. Bazı heykellerde tanrıçanın sağ elinde tuttuğu yayvan kap,
bazı Yunan tanrılarının elinde de bulunabilir. Bu kap, tapınıcıların tanrılara
sunduğu sıvı adakları simgelediği için, figürün tanrısal bir varlık olduğunu
gösterir (Resim 42).
Resim 42 - Pire’den Meter naiskosu, tanrıçaya eşlik eden iki kişiyle birlikte. Tanrıça sol elinde tef sağ elinde kase tutuyor kucağında ise bir aslan yavrusu yatıyor. MÖ 4. yüzyıl.
Eğer aslan bir Yunan uyarlamasıysa, Meter betimine tefi de Yunanlar
eklemiştir. Yunan betimlerinde tanrıça her zaman tefi sol elinde tutarken
gösterilir, sanki sağ eliyle de tefe vurmaya hazırlanmaktadır. Bu müzik aleti
tanrıçanın yaptığı eylemi değil, onuruna düzenlenen dinsel törenleri simgeler,
bu törenlerde tapınıcıların vurmalı çalgılarla yaptığı müziği cisimlendirir.
Meter’in dinsel törenleri, herkesin gözü önünde ve herkesin katılımına açık
olarak yapılmayan, gizli kutlanan, yalnızca külte giren kişilerin, yani
mystai’nin(erenlerin) katılabildiği gizem ayinleriydi. Ayinler belli ki gece
yapılıyordu. Kaynakların meşale kullanımından sık sık söz etmesi bu savı
doğruluyor. Gece ayinlerinin görsel etkisi müzikle güçlendirilmiş olabilir.
Resim 43 - Pire’den adak kabartması. Meter ve
kendisine eşlik eden iki görevli. MÖ 4. yüzyıl ortası
Meter’e yalnızca gizem kültü aracılığıyla değil, bireysel olarak da
tapınılmıştır. Meter kültü birçok kişinin hissettiği bir gereksinimi, yani
devletin resmi dinin debdebesinden ve katı kurallarından sıyrılarak, tanrıyla
doğrudan ilişki kurma arayışını karşılamaktadır (Resim 43).
3.3 Meter’in Yunan Kent Devletindeki
Konumu
Kybele’ye, Meter’e adanmış tapınma yerlerinde, yani Metroon’larda da
tapınılıyordu. Metroon’un varlığı, pek çok insana açık olan, adaklı, dualı,
resmi bir kültün belirtisidir. MÖ 5. yüzyılın sonunda Olympia’da Zeus kutsal
alanına bir Metroon inşa edilmişti. Meter kültünün Olympia’ya getirilmesi,
Meter’in Rhea ile özdeşleştirilmesiyle ilgili görünüyor.
MÖ 6. yüzyıl boyunca Meter, Atinalılardan kişisel kült sunuları almıştı.
Tanrıçanın Yunan kent merkezinde tanınması MÖ 5. yüzyıl başlarında Atina
Agorası’nda inşa edilen bir Meter tapınağı ile olmuştur. Bu ilk kent Metroon’u,
Agora’nın güneybatı kanadında bulunan ve eski yayınlarda Eski Bouleuterion
(Meclis Binası) olarak adı geçen binadır (Resim 44). Zaman içinde döküntü haline gelen yapı MÖ
150’de aynı temeller üzerinde Hellenistik Metroon olarak yeniden yapılmıştır.
İlk yapılan erken Metroon MÖ 480’deki Pers istilası sırasında Agora’daki diğer
yapılar gibi yıkılmış MÖ 460 civarında onarılmış ve 5. yüzyıl sonlarından
itibaren devlet arşivlerinin saklandığı bir depo olarak kullanılmıştır.
Resim 44 - Atina Agora’nın güney batı bölümü.
Soldaki silindirik yapı devlet görevlilerinin yemeklerini yediği bina. Onun
hemen sağındaki kiremit çatılı alçak yapı eski meclis binası (Bouleuteria),
yanındaki daha yüksek olan ise yeni meclis binasıdır. Yeni bina MÖ 425’de
yapılmıştır. Tepede görülen tapınak ise Dor tarzından inşa edilmiş Hephaestus
tapınağıdır.
Anlatıya göre MÖ
5. yüzyıl sonu, 6. yüzyıl başlarında Atina ile Sparta arasındaki Pelopennes
savaşları sırasında, Atina’ya Phyrgia’dan büyük Ana’nın ritlerini tanıtmak
amacıyla bir rahip (metragyrtai) gelmiş. Kendi inanışlarına tehdit oluşturan
rahibi, tutucu Atinalılar, uçurumdan atarak öldürmüşler. Bu olayın hemen
ardından kente bir veba salgını ortaya çıkmış. Herkez başlarına gelen bu
felaketin, rahibin öldürülmesi nedeniyle Kybele’nin lanetiyle gerçekleştiğine
inanmış. Delphoi kahininin, Atinalılara veba salgınından kurtulmak için ana tanrıçaya
bir tapınak inşa etmelerini önermesi üzerine MÖ 430’da Atinalılar Metroon’u
(Meter Tapınağı) inşa etmişler.
Bu olay,
matriyarkel bir tanrıça olduğu için Zeus’u doğurmuş olmasına karşın, devletçe
resmen Panteon’a kabul edilmemiş olan Kybele’ye, Atina’da bağlı olanların çok
olduğunu gösteriyor. Sinoplu Diogenes’in (Sinoplu Diyojen) içinde yaşadığı
fıçı, Kybele’nin bu tapınağının önündeydi (Resim 45).
Resim
45 - Metroon önünde fıçısının içinde yaşayan filozof Diogenes, Büyük İskender
ile konuşurken.
Metroon’un kuruluşuyla ilgili ‘O Phrygialı adamın‘ öyküsü ilk kez MS 4. yüzyılda, Roma İmparatorluk tahtında iki
yıl kalmış, Hiristiyanlıktan Pagan dinine dönmüş, Roma İmparatuarı Flavius
Claudius Iulianus’un (Julianus Apostata (Dönme Julianus) MÖ 331-363) söylevlerinde
bulunur. Bu konudaki en zengin anlatımı ise MÖ 9. yüzyılda Photios yazmıştır. Photios’un
anlattıklarıyla Iulianus’un anlattıkları bağdaşmaktadır.
‘Kimileri der ki, adamın biri
Attika’ya geldi ve kadınları Tanrılar Anası’nın gizemlerine soktu. Atinalılar
onu baş aşağı bir çukura atarak öldürdüler. Veba salgını baş gösterdiğinde, bir
bilici öldüren adamın ruhunu yatıştırmalarını söyledi. Bu yüzden metragyrtes’i
öldürdükleri yerde Bouleuterion’u inşa ettiler. Çevresini bir çitle çevirerek
onu Tanrılar Anası’na adadılar ve metragyrtes’in heykelini diktiler. Metroon’u
arşiv ve yasal belge deposu olarak kullandılar, çukuruda doldurdular.’-
Photios.
Metragyrtes kimdi? Bu sözcük Yunanca ana ve toplamak sözcüklerinden
türetilmiştir. Metragyrtes ‘Ana için
toplayan’dır. Sözcük, çevrede dolaşarak kült için (kendisi içinde) sadaka
toplayan bir Meter rahibini ifade ediyordu.
Yaygın bilinen söylenceye göre, kente bir yabancı gelir. Halkın bir
bölümünü, kadınları yeni bir tanrının dinine döndürür. Toplum buna sert tepki
göstererek yabancıyı öldürür, bunun üzerine tanrı salgın bir hastalık
yayarakintikam alır. O zaman toplum tanrının gücünü kabul ederek ona büyük
saygı gösterir.
İnsanları yeni bir tanrının dinine döndüren metragyrtes öyküsü, Hiristiyanlık
dahil birçok dinde rastlanan bir öyküdür. Yeni dine direniş, Yunan paganizminin
değişken yapısından çok, Kuzey Asya’yı dolaşarak kadınlar arasında kazandığı
taraftarlara din değiştirten ve bu yüzden zindana atılan Aziz Paulus’u
anımsatır. Ayrıca tanrının rahibine saygı göstermeyen insanların
cezalandırılması için veba salgınının kullanılması, Homeros’un İlyada’sı (MÖ
800) kadar eski bir öykü motifidir.
MÖ 412’de yazılmış olan Euripides’in Helene’sinde Phrygialı Ana Tanrıça,
Demeter ile iyice bütünleştirilmiştir. MÖ 4. yüzyılın başında Meter kültüne
gösterilen tepkiler büyüyor. Bu dönemde Metragyrtes, doğulu aşağılık
barbarların simgesi haline gelmişti.
Euripides’in Bakkha’ların tüyler ürpeten sonu, Meter’in teflerinin
katkısıyla taşkın duyguların serbestçe dışa vurulduğu, esriklik içeren dinsel
törenlerden duyulan huzursuzluğu canlı bir biçimde anlatır.
Bu olumsuz yargılar, Yunanlıların sadece Doğulu kültlerle değil, genel
olarak Doğululara, özellikle de Phrygia’lılara karşı olumsuz bir tutum içinde
olduklarını yansıtmaktadır. Pek çok Yunanlı öteden beri Phrygia’lıları hor
görmüş ve onlara köle gözüyle bakmıştı ama bu kişisel tutum MÖ 5. yüzyılın
ikinci yarısında neredeyse kamu ideolojisi durumuna erişti. Yunanların en az MÖ
8. yüzyıldan beri sürekli ilişkide olduğu tarihsel bir halk olan Phrygia’lılar,
efsanevi Troialılar ile karıştırılır hale geldi ve Aiskhylos tragedya
sahnesinde iki halkı eşdeğer olarak tanıttı. Böylece Phrygia’lılar Yunanlıların
ezeli düşmanlarıyla özdeşleştirmiş oldular. MÖ 5. yüzyılda Troialılar doğulu
barbarların simgesi haline geldi.
Resim 46 - Solda Demeter, sağda Afrodit- Milo
Venüsü
Anadolu’nun Anası, Yunan topraklarına geldiğinde kişiliği parçalanmış ve
bereket, cinsellik, doğurganlık gibi özellikleri başka tanrıçalar arasında
paylaştırılmıştır. Giritli Rhea, Kybele ile özdeş sayılmıştır. Tarım ve bereket
tanrıçası Demeter (Roma’da
Ceres), ana tanrıçanın kişiliğinin bir parçasıdır. Üstelik
ad olarak da ( De-meter) “ana” sözcüğünü içerir. Güzellik ve aşk
tanrıçası Afrodit (Roma’da Venüs), Fenikelilerin Astarte’sinden evrilerek
Yunan tanrıçası olmuştur ve ana tanrıçanın aşk yetisini simgeler (Resim 46).
Av ve vahşi doğa tanrıçası Artemis (Roma’da Diana) Yunanistan
ve Roma’da bekareti simgelese de anayurdu Anadolu’da Kybele’nin devamı olmayı
sürdürür. Efes Artemis’i (İyon Kybele’si) bereket, üreme ve doğurganlığın
sembolü olarak Ana Tanrıça’nın görkemli bir görünüşüdür. Onun da tıpkı Kybele’ninki
gibi, Megabyzos denen
hadım rahipleri vardı.
3.4. Eski Yunanistan Orfik
Anlatımına Göre Kybele
Kybele’nin Orfik (Eski Yunanistan’ın gizemli dini)
anlatımına göre bir zamanlar gökler, denizler, ve kayalar birbirinden ayırt
edilmeyecek halde iç içe geçmişti. Ama bir gün birdenbire bir esrarengiz ses
duyulmuş, gökler ve denizler birlikte bir evren doğurarak birbirlerinden
ayrılmışlar. O esrarengiz melodi Urinom’un (Kybele’nin) doğduğunu ilan
ediyormuş. Kybele’nin sembolü de ay imiş. Bütün evrenin yüce tanrıçası Kybele
ıssız bir dünyada, boş sular, çıplak çorak topraklar ve gökte dönen yıldızlar
altında yapayalnız kalmış. Avuçlarını birbirine sürtünce, aralarında büyük
yılan Ofiyon kayıp çıkmış. Kybele onunla flört etmiş. Bu sevgi ve kavuşmanın
yuvarlanış sarsıntılarıyla topraklar devrilip dağlar oluşmuş, sular fışkırıp
nehirler akmış, göller toplanmış, birçok sürüngen yaratık oluşmuş.
Yaptığına pişman olan Kybele yılanı öldürüp gölgesini
yani ruhunu yer altına göndermiş. Kybele kendine de bir ceza vererek Hekat
adıyla bir kısmını da yer altına göndermiş. Ölü yılanın ortalığa savrulan
dişlerinden çoban ve sığırtmaç insanlar peydah olmuş. Bunlar ceviz, incir, üzüm
gibi ağaç yemişleriyle geçiniyorlarmış. Henüz daha madenleri tanımıyor taş
devrini yaşıyorlarmış.
Kybele gökde, denizde, karada yaşamaya devam etmiş.
Karada adı Rhea olmuş. Soluğu taze çalı ve çiçek kokuyormuş. Gözleri ela imiş
(glaukopis-Yunan mitolojisinde Athena’nın göz rengini belirtmek için de
kullanılmış.). Rhea olarak Girit adasını ziyaret etmiş. Yalnızlığına çare olsun
diye güneş ve buhardan sevgilisi Kronos’u yaratmış. Analık duygusunu ve
özleyişini doyurmak üzere, her yıl İda dağında Dikte mağarasında bir güneş oğlu
doğururmuş. Kronos ise çocukları kıskandığı için onları öldürüyormuş. Kybele
sonunda bu işe öfkelenmiş, Kronos’un sol elinin beş parmağını keserek onlardan
Daktil’ler yani beş parmak tanrılarını (parmak büyüklüğündeki cüceler)
yaratmış. Kybele altıncı olarak doğurduğu Tanrıya Zagreus (Zeus değil Frigya
dilinde bir isim) adını vermis.
Zagreus Yunan
mitolojisinin ikincil tanrıları arasındadır. Genellikle şarap tanrısı Dionysus
ile ilişkilendirilir. Orpheus tarikatına bağlı kişiler tarafından tapılırdı.
İnançlarına göre Zeus ile Persephone’nin oğluydu. Yunan efsanesinde Zeus ile
Kronos birbirine karışmış.
Zeus'un isteği
Zagreus’un kendisinden sonra tahta oturmasıydı ama kocasının sadakatsizliğinden
nefret eden Hera, Titanlardan Zagreus’u öldürmelerini ister. Zagreus
oyuncaklarıyla oynarken Titanlar çocuğu kaçırmak isteyince tehlikeyi sezen
çocuk kendini değişik hayvanların formuna sokarak Titanlardan kurtulmak
istemiş. Zagreus en son bir boğa kılığındayken Titanlar tarafından yakalanıp,
öldürülmüş ve yenmiş.
Sonunda Zeus, Titanları gökten gönderdiği şimşekler
ile yok eder. Titanlar küle dönüşür. Titanların kötülük dolu külleri ile
Zagreus’un kutsal vücudunun birleşiminden insanlar oluşur. Bundan dolayıdır ki
insanlar hem şeytan kadar kötü, melek kadar iyidir. İki özelliği de
bünyelerinde taşırlar. Onun için insanlarda
tanrısal bir özellik var sayılır. Persephone
(yerine göre Athena’da olabiliyor), Zagreus’un hala canlı atan kalbini bulmayı
başarır Zeus’da bu kalbi Semele adlı ölü bir kadının vücuduna yerleştirir.
Böylece Semele Zagreus’a yeniden can verir.
Yukarıda
anlatılan mitin birde başka bir biçimi vardır. Nehir tanrısı, Sangarios’un (Sakarya nehri) Nana adlı bir kızı vardır.
Bu kız Agdistis’in yani Kybele’nin kanından yetişen bir badem ağacının beyaz
çiçeklerinden gebe kalır (Badem ağacı ilkbaharda yapraklarından önce çiçek açan
ağaçtır).
Başka bir anlatıma göre kız, nardan gebe kalır (nar
bereket sembolüdür) ve Attis’i doğurur. Kybele/Adistis kızı o kadar kıskanır
ki, Attis’i çıldırtır. Attis erkeklik organını keser, kendini öldürür. Kybele
ettiğine pişman olur ve Attis’i çam ağacına dönüştürür. (Bakkhaların taşıdığı çam dallarının uçundaki çam kozalağı
önemlidir. Çünkü hem bir fallosu(penis biçiminde objeler) hem de Attis’I temsil
eder).
3.5. Klasik mitolojiye
göre Kybele
Klasik ve formel
mitolojiye göre Kybele, gök ve toprağın kızı idi. Sonradan Kronos’un karısı
olur. Kybele’nin çocukları Zeus, Hera, Poseidon ve Hades idi. Kybele doğar
doğmaz bir ormana bırakılır. Kendisine yabani hayvanlar bakarlar. Kybele Phrygia’lı
genç ve güzel Attis’e aşık olur. Kendisine tamamıyla sadık kalması şartı ile
sevgilisini inancını yaymasıyla görevlendirir. Attis, Kybele’ye ettiği yemini
unutarak Sangarid adlı peri kızıyla evlenir. (Sangarid Sakarya nehrinin kızı
demektir) Kybele kıskançlıktan peri kızını hastalandırarak öldürtür. Attis o
kadar üzülür ki kendi erkekliğine kıyar, kendini öldürmeye kalkışır. Kybele
Attis’e acır ve yaptığına pişman olarak Attis’i çam ağacına dönüştürür.
3.6. Yunan Panteonunda Meter’in yeri
Klasik Çağ tanrıças Kybele, Phrygia’daki kült adından aktarılmış olarak
Meter(Ana), hem de Olympos panteonundaki Tanrıların Anası idi. Bu çifte kimlik,
Anadolu’nun Ana Tanrıçası’nın Yunan yazını ve kült geleneğinde Yunanlıların
diğer ana tanrıçalarıyla birleştirilmesine neden oldu. Tanrıların Anası olarak
Gaia(Toprak) ile daha çok da Kronos’un karısı ve ilk altı Plympos tanrısının
anası olan Rhea ile özdeşleştirilmişti. Meter, yani Ana Tanrıça olarak, fedakar
analığın simgesi olan Yunan tanrıçası Demeter’le birleştirilmişti.
Meter ile Gaia arasındaki bu özdeşliği, MÖ 4. yüzyılda, Meter’i Yunan kült
geleneğindeki bütün ana tanrıçalarla eşit olarak tanımlayan Derveni Papirüsü
açıklığa kavuşturur, kutsal metinlere göre: ‘Toprak
ve Meter ve Rhea ve Hera aynı şeydir’.
Titan Kronos’un karısı Rhea mitolojide daha somut bir figür olup,
Hesiodos’un anlattığı, Rhea’nın altı tanrısal çocuğunun doğumu, Yunan
mitolojisinin klasik öykülerinden biri olmuştur: Kronos her çocuğunu doğar doğmaz yutmaktadır. Onun bu davranışına
öfkelenen Rhea sonuncu çocuğu Zeus’u Girit adasına kaçırır ve yutması için
kocasına bir taş verir. Bu öykünün daha geç tarihli versiyonlarında, Girit’te
çocuk Zeus’a Krutes(Kureta’lar) denilen bir grup gencin baktığı kaydedilmiştir.
Kureta’lar, babası Zeus’un varlığından haberdar olmasın diye, kalkanlarını
birbirine vurarak çıkardıkları gürültüyle bebeğin çığlıklarını bastırırlarmış.(Resim
47).
Resim 47 – Curetes, kalkanlarını birbirine vurarak
çıkardıkları sesl ie, peri Amalthea’nın kucağındaki yeni doğmuş bebek Zeus’un ağlama
sesini Kronos’un duymasını engelliyorlar.
MÖ 6. yüzyılın ortasında Yunan ozan Hipponaks Anadolulu Ana Tanrıça
Kybele’yi tanrıların anası Rhea ile birleştirdi. Bu birleşme, MÖ 5. yüzyılda
Meter kült figürüne hem Kybele hem Rhea diye seslenme noktasına vardı.Tragedya
da Kybele ile Rhea’nın her ikiside tef kullanıyordu ve meskenleri dağlardı.
Rhea’da Phrygialı Ana Tanrıça gibi bir ana tanrıça olduğuna göre, yabancı
tanrıçayı yerli Tanrılar Anası ile özdeşleştirmek, yabancı tanrıçayı Yunan
panteonunun içinde eritmenin bir yoluydu. Bu yeniden tanımlama Phrygialı
tanrıçaya daha net bir tanım kazandırdı. O her zaman Meter yani Ana idi, ama
kimin anası olduğuna dair fazla bir ipucu yoktu. Rhea ile özdeşleştirilmesi onu
kesin olarak Tanrıların Anası yaptı. Rhea ile Asyalı Kybele başlangıçta iki
ayrı figür olabilir, ama sonunda aynı dinsel fenomeni esinleyen iki simge
oldular.
Sicilya’nın Gela kentinde MÖ 6. yüzyıldan kalma bir kutsal alanda bulunan
ve tanrıçayı kucağında bir aslanla tahtta oturur durumda gösteren Demeter adak
heykelciği 6. yüzyılın sonlarından beri Meter’in Demeter’le kaynaştığını ortaya
koyar.
Phrygialı Ana Tanrıça’dan başka hiçbir yabancı tanrı, bir Yunan tanrısı ya
da tanrıçası ile özdeşleştirilmemiş ve Yunan panteonunun göbeğine sokulmamıştır.
Yunan tanrılarının kült kimliğini Phrygia’lı Ana Tanrıça gibi değiştiren başka
bir yabancı tanrı ya da tanrıça olmamıştır. Meter’in doğrudan Yunan ana
tanrıçaları Rhea ve Demeter’le birleştirilmesinin yanısıra, Meter kültü da
Hermes, Dionysos ve Pan gibi bazı Yunan tanrılarının kültleriyle birleşmiştir.
3.7. Kybele ve Attis
Ana Tanrıça’nın tapınakları, kült heykelleri, adak sunuları, övgüler ve
adak yazıları güncel kült uygulamalarının kalıntılarını oluşturmaktadır.
Tanrıça ile öykü çemberinde ise oldukça farklı bir görüntü ortaya çıkar. Bu
öykü Tanrıların Anası Kybele ile genç sevgilisi Attis’in söylencesidir. Öykü
Kybele’nin yaşamındaki temel öğeleri anlatır: Doğumu, tanrıça olarak tanınması,
genç çoban Attis’le ilişkisi, Attis’in hadım oluşu ve ölümü. Öykü tanrıçayı
soyut dünyadan çıkarıp Homores tanrıları gibi canlı ve dramatik bir gerçeklik
kazandırır.
Kybele Ana’nın hadım edilmiş aşığı olarak söylence ve kültte sonradan öne
çıkan ve Meter’le çok yakın bir ilişki içinde olan tek tanrı Attis’tir. MÖ 4. yüzyıl
ortasından önce Meter kültünde Attis’in varlığını gösteren bir kanıt yoktur. Meter
kültünü canlı bir şekilde tanımlayan 5. yüzyıl şairleri ve tragedya yazarları
Attis’ten hiç söz etmez. Yunan dininin ve Yunan mitolojisinin Attis’i büyük
ölçüde bir Yunan yaratışıydı. Phrygia tanrıçası Matar’a dayana Meter’in aksine,
Phrygia sanatında ya da Phrygia kült geleneğinde Attis’in dengi olabilecek bir
tanrıya rastlanmamıştır. Attis adı, Phrygia’da en azından MS 1. yüzyıla kadar
Meter rahiplerinin ünvanı olarak kullanılmıştır.
Attis genellikle betimlerde Doğulu bir çoban ve Meter’in yoldaşı olarak
gösterilmiştir. Ancak ne kostüm ne de atribüler özgün olarak Phrygia’ya aittir.
Kostüm Pers kılığına benzer. Bu kostüm MÖ 5. yüzyıl ortası ve sonrasına ait Troialı
Paris betimlerinde de görülür. Yunanlılar için tüm doğulular aynıydı.
Pire’den bulunan ve şu anda Berlin’de sergilenen bir stelde Attis
söylencedeki gibi genç çoban değil, Meter/Agdistis’e eşlik eden bir tanrıdır.
Tanrı olduğu hem stelin ona adanmış olmasından hem Angdistis’in kendisine adak
sunulan kabı ona uzatmasından bellidir. Böylece Attis, Meter’in yoldaşı ve
hizmetkarı olarak büyük bir olasılıkla MÖ 4. yüzyıl başlarında Yunan sanatı ile
Yunan kültüne girdi.
Bulunan Attis heykelciklerinin çoğunda onu dans eden, hoplayıp zıplarken ya
da bir müzik aleti çalarken bir başka deyişle Meter’e tapan insanların dinsel
törenler sırasında yaptıkları hareketleri sergilerken gösterir. Cinsel organları açıkta olan Phrygialı
teşhirci tipi Attis heykelciği ilk olarak MÖ 2. yüzyılda Roma’da görülür.
Tanrıça Meter’in Yunan toplumunda özellikle kadınlar üzerinde büyük bir
çekim gücü olduğunu belirtmek gerekir. Ferrra krateri üzerindeki sahnede ayine
katılanların çoğu kadındır, grubun arasında sadece bir tek yetişkin erkek
görülmektedir. Atina Metroon’unun kuruluş efsanesinde metragyrtes’e yöneltilen
en ağır suçlamalardan biri, onun Atinalı kadınlara Meter’in gizemlerini
öğretmeye gelmiş olmasıydı.
3.8. Hellenistik Çağ Phrygia ve
Lydia’da Meter
Büyük İskender’in Pers İmparatorluğu’nu fethini takiben yayılan Hellenizm,
Yunan olmayan Anadolu halklarının kent ve kült merkezlerine damga vurmuştur.
Eski Anadolu dilleri ve kültürel tarzları ortadan kalkmış, Gordion, Ankara,
Pessinus ve Sardes gibi merkezler giderek Hellenleşmiştir.
Hellenizmin yayılışının Phrygialı Matar kültü üzerindeki etkisi, sadece
Anadolu tarzının yerini Yunan tarzının alması değil, bu ikisinin karışımından
yeni bir Meter formu yaratması oldu. Bu karışımın en önemli sonuçlarından biri
Meter kültünün MÖ 3. yüzyılda Asya’dan Roma kentine getirilmesiydi.
Phrygia’daki Matar kültünün Yunanlaştığı, tanrıçanın adlarından bellidir.
Artık ona sadece Yunanca olarak, genellikle Ana yani Meter ünvanının arkasına
yer adından türeme bir sıfat eklenerek sesleniliyordu. Kutsal bir dağı belirten
Meter Dindymene adını biliyoruz. Bu dağ, biri Aizanoi, biri Pessinus, diğerleri
de Yunan kentleri civarındaki dağlardan biri olabilir.
Gordion uzun zamandır Phrygia Devleti’nin başkeni olma özelliğini yitirmiş
olmakla birlikte, bir ticaret merkezi olarak önemini koruyordu. Burada
Hellenistik Dönem’e ait çok sayıda heykelcik bulunması Phrygialı Ana Tanrıça
kültünün sürdüğünü gösterir. Bu dönem Merter heykelcikleri üzerindeki Yunan
etkisi açıkca görülür. Tanrıça sol elinde tef tutmakta, sağ elinde ise kutsal
kaseyi taşımaktadır.
Orta Anadolu’nun kült merkezi Pessinus’dan Phrygialı Ana Tanrıça kültüyle
çok az eser bulunmuş olması şaşırtıcıdır. Eski kaynaklar Pessinus’un eskiliği
hem de ünü konusunda ısrarlı olmasına karşın buranın önemli bir yerleşim
merkezi olmadığı aşıkardır. Aksini kanıtlayacak yerleşim kalıntıları
bulunamamıştır. Muhtemelen öne çıkmış bir dini kült merkeziydi.
Pessinus’a en çok ilgiyi Pergamon kralları göstermiştir. Attaloslar burada
beyaz mermerden portikolar ve bir tapınak yaptırmıştır. O dönemde Pessinus
rahiplerin yönettiği bir tapınak devletti. Pergamon kralları II.Eumenes ve
II.Attalos ile Pessinus hükümdarları arasındaki mektuplaşma, MÖ 2. yüzyıl
ortasında Pergamon’un Pessinus’la ilgilendiğini kanıtlamıştır. Mektupların
muhatabı rahiplerin hepsinin adının Attis olması belki de bu adın Phrygia
kralları tarafından kullanıldığını gösterir. Aynen Sezar, Firavun gibi.
Pessinus’un parlak dönemi kısa sürmüş, Augustus çağdaşı Strabo’nun
belirtiği gibi rahiplerin gücü azalmış, kentin zenginliğinden eser kalmamış
buna karşın Meter kültünün önemini hala korumuştur. Eski Phrygia yazıtlarında
bulunmamasına karşın, Angdistis, Hellenistik Çağ’da Ana Tanrıça için giderek
daha sık kullanılan bir ad olmuştur.
Özet olarak, Meter Hellenistik Çağ’da Yunan olmayan Anadolu halklarının
dinsel yaşantısında egemen bir güç olmayı sürdürdü ve kültü daha çok
Anadolu’nun eski merkezlerinde parladı. Sadece Pessinus ve Sardes’te kutsal
alanlarda gösterişli tapınaklar vardı, bunlar da ünlerini Hellenistik Kralların
desteğine borçluydular.
3.9. Batı Anadolu’daki Yunan Meter’i
Yunan Meter’ine, Asya’da hala geleneksel ünvalarıyla, Büyük Ana, Tanrıların Anası ya da Dağ Ana
diye sesleniyordu. Ayrıca tanrıçaya sık sık onun kutsal yeri olan özel bir dağı
belirten topoğrafik sıfatlarla seslenilmiştir. Sipylos eteğindeki Magnesia
Kenti’nde Meter Sipylene ya da Meter
Plastene olmuştu. Erythai’da Meter Kybeleie idi. Tanrıça Kolophon’da Meter Antaia
idi. Smyrna’da ise ona hem Meter Sipylene, hem de yöreye özgü Meter Smyrnaike
sıfatıyla sesleniyordu. Batı Anadolu’nun diğer bölgelerinde de tablo aynıdır. Kyzikos’ta
Dindymos dağının tanrıçası Meter Dindymene idi.
Tanrıçanın Anadolu’daki Yunan tapınaklarından birçoğunun yerleşim merkezlerinden
uzak olan ıssız dağlık bölgelerde yer alması, tanrıçanın doğal çevreyle
bağdaştırıldığını destelemektedir.
Sipylos Dağı’nın Anası olan ve Meter Plastene olarak da bilinen Meter
Sipylene’nin tapınağıdır. Bugün de görülebilen yontu, uzun elbiseli oturan bir
figürü tarif eder. Bu yontu Phrygia değil Hitit betimidir. Ancak yazıtlar ve
Meter adakları Hellenistik dönemdendir. Bu da bu yontuya çok eskiden beri
tapınılmakta olduğu gösterir.
Yeniden kurulan Ilion Kenti’ndeki İdalı Ana kültü, burası Homeros Troiası’nın
yeri olarak yüceltildiği için, özellikle ilgi odağıydı. İki tapınağı vardı.
Kutsal alanda çok sayıda Meter ve iki Attis heykeli bulunmuştur.
MÖ 205/204 yılında Romalılar tanrıçayı Mater Deum Magna Idaea, Roma’nın
İdalı Büyük Anası olarak Roma’ya getirdiklerinde, Troia’daki Meter kültü iyice ünlenecekti.
Bunun sonucunda Ilion kenti bazı ayrıcalıklar kazandı: MÖ 188’de Roma Senatosu
tarafından resmen Romalıların ana kenti kabul edildi, toprakları genişletildi
ve vergiden muaf tutuldu.
Resim 48 - Pergamon’dan mermer Meter heykeli, MÖ
2. yüzyıl. Berlin
Pergamon’da Attalos hanedanının tanrıçaya gösterdiği büyük ilginin sonucu
çok sayıda yazıt ve heykelcik bulunmuştur. Bunlar arasında belki de antik
dünyadan kalma en etkileyici Meter betimi olan insan boyutundaki oturan mermer
Merter heykeli bugün Berlin’de
sergilenmektedir (Resim 48). Tanrıça ayak koyma yeri bulunan özenle işlenmiş
büyük bir tahta oturmaktadır. Gögüs altından kemerli bir khtion ve dizlerine
sarkan dökümlü bir pelerin giymiştir. Pelerinin yatay kıvrımları, khitonun
düşey kıvrımlarıyla kontrast oluşturmaktadır. Heykel klasik çağdaki Meter
betimlerine özgü modeli korumaktadır.
Pergamon ve civarında Meter önemli bir kült ve tanrıça olmasına karşın yine
de kent için bir Athena ya da Zeus değildir. Meter’in kült yerleri de Pergamon
kent merkezinde değildir. Pergamon’da da Meter’e açık hava tapınaklarında, ev
kültünde ve dağlardaki kutsal alanlarda tapınılmıştır.
Tanrı Attis, Anadolu’da değil kara Yunanistan’ınında külte ait bir gelişmedir.
MÖ 4. yüzyılda önce Atina ve Attika’da ortaya çıktı, oradan Ege adalarında ve
Yunanistan’ın kuzeyinde bulunan Yunan kentlerine yayıldı. Yani Meter’in
izlediği yolu tersden aldı. Attis özgün Meter kültünün bir parçası olmadığı
için Küçük Asyanın batısında heykellerinin çok az bulunması şaşırtıcı değil.
Yine de Attis, en çok Meter’in Pergamon’daki kent kültüründe kendine yer
buldu. Pergamon’da bulunan doğal ölçülerin üzerindeki mermer Attis heykeli
şimdi Berlin’dedir (Resim 49).
Resim 49 - Pergamon’dan mermer Attis heykeli. MÖ
2. yüzyıl. Berlin
Pergamonlu Attis’in atribüleri yoktur ama tipik Doğulu çoban kostümünden
Attis olduğu saptanabilir. Heykelin boyutu ve kalitesi de Meter kültünün önemli
bir parçası olduğunu gösteriyor. O dönemde Meter’in kent kültü tamamen
Hellenleşmişti. O nedenle belki de Attis, Meter’in kültünün temel parçasıydı.
Kent dışındaki dağ tapınaklarında Attis’e rastlanılmaması, dağ tapınaklarının
eski Anadolu kült adetlerine bağlı kaldığını düşündürüyor (Resim 50).
Resim 50 - Meter ve Attis kabartması. MÖ 2. yüzyıl
sonları.
3.7. Yunanistan’da Meter
Eski Atina Metroon’unun bulunduğu yere, MÖ 2. yüzyılın ortasında yeni bir
yapı inşa edildi. Bouleuterion’a bitişik olan bu yapı, önde bir revakla
birleşen birbirinden bağımsız dört paralel odadan oluşuyordu. Güneydeki ikinci
oda Meter kültünün hizmetindeydi. Yeni yapı, Metroon’un kült ve evrak saklama
işlevleri için ayrı ayrı mekanlar sağlıyordu.
Hellenistik Metroon’la Pergamon kralı II.Attalos’un armağanı olan
Attalos Stoa’sının yapımı aynı döneme rastlar.
Ayrıca Tanrıların Anası onuruna düzenlenen Galaksia(Galaxia) adlı bir Atina
bayramı kutlanıyordu. Bu bayram adını şenlikler sırasında tüketilen arpa ve süt
karşımı lapadan alıyordu. Meter’e kurban kesmek, rüştünü ispatlamış erkeklerin
dinsel yükümlülüklerinden biriydi.
Hellenistik
Dönem’deki kült uygulamaları ile ilgili olarak birkaç resmi yazıttan bilgi
sahibi oluyoruz. Bunlardan Meter adına iki özel tören bulunduğunu öğreniyoruz:
“Strosis” (döşeme) ve Agermos (toplama).
- Strosis, Meter ve Attis için iki tahtın mükemmel bir biçimde bezenme törenidir.
- Agermos (toplama) Meter’in rahipleri tarafından tanrıça adına toplanan armağanlarla ilgilidir. Bu törende kadınlara gümüş süsler takılır.
Yunan söylencesi çerçevesinde Attis Kybele’nin genç yaşta ölen sevgilisidir
ve edebiyatta ele alınan öykülerinde sürekli Attis’in ölümünden ve Attis
bayramının birinci bölümünü oluşturan yas törenlerinden söz edilmektedir. Bu söylence, Attis adlı ömüş bir Phrygia
kralının onuruna yapılan ve Attideia törenleri, özellikle de Attideia’daki
sedir döşeme işi, yani strosis yoluyla Yunan mitolojisinde ve Yunan kültünde
yaşayan gerçek bir Phrygia törenini yansıtıyor olabilir. Söylence ve kült,
strosis’in, yas töreni için üzerine Attis heykeli yatırılan bir cenaze sediri
döşemek olduğunu düşündürüyor. Bu törenin çok benzerine Theokritos’un anlattığı
Adonia’da rastlamıştır. Her yıl Adonia sırasında ölü Asonis’in heykeli cömertçe
donatılmış bir sedirin üzerinde sergilenirmiş.
Hellenistik dönem edebi metinlerde tanrıça korkutucu biri değil daha çok
anlatımına egzotik ve eksantrik öğeler katması amaçlanan bir figürdür. Metinlerde
küçük farklılıklarda olsa hep aynı öyküdür.
‘Meter’in hadım rahibi ya bir
mağaraya sığınır ya da ıssız kırlarda dolaşır. Orada ona bir aslan saldırır,
ama rahip tef çalıp dağınık saçlarını sallayarak hayvanı korkutup kaçırmayı
başarır. Onu kurtaran tanrıçaya duyduğu minnettarlığın bir işareti olarak,
giysileriyle saçını, tefini ya da saldıran hayvanın bir imgesini sunarak,
tanrıçaya (hem Kybele hem Rhea denmiş) adak yapar.’
Bu epigramlar, Gallos sözcüğünün bir Meter rahibi anlamında görüldüğü ve bu
rahiplerin hadım olduğunu kesinleştiren en eski belgeler. Daha sonraları Roma
ve Yunan edebiyatında bu rahipler giderek daha kötü bir ün kazanacaktır.
MÖ 280’lerde Anadolu’ya giren bir Kelt grubunu belirten Galatos, Galat
sözcüğünün kısaltılmış biçimiydi. Galatlar Orta Anadolu’daki eski Phrygia
merkezine yerleşmişler, orada etkili bir güç haline gelmişler ve bölge Galatia
adıyla anılır olmuştu. Galat rahiplerin Pessinus’taki Meter tapınağında etkin
olduklarını daha önce görmüştük.
MÖ 190’da Romalılar Küçük Asya’nın batısındaki Sestos kentini kuşattıkları
sırada Gallos’lar, Roma ordusuna yanaşıp, orduyu kente dokunmamaya ikna etmiş,
MÖ 189’da ise Roma ordusu Pessinus yakınlarındayken Galloslar orduyu karşılamış
ve zafer kazanacaklarını kehanet ederek Roma ordusunu yüreklendirmişlerdi.
Livius onların garip görünüşlerinden ve çoşkulu şarkılarından söz etmiş, buna
karşın Galloslar anlatılan her iki olayda da saygıyla karşılanmışlar.
Bu epigramlarda bir yandan da dış görünüşü, hareketleri ve cinsiyet
durumuyla sapkın damgası vurulan bir kişi görüyoruz. Bu o kadar şaşırtıcı
değil, çünkü Gallos yerine metragyrtes sözcüğünün kullanıldığı bir epigramda
açıkca görülür. Gallos, 4. yüzyıl kaynaklarındaki metragyrtes’in soyundandı ve
Eski Yunan edebiyatındaki metragyrtes aşağılanan bir kişiydi. Metragyrtes’in
dış görünüşü nadiren eleştri nedeni olmuş, cinsiyetinden hiç söz edilmemiştir.
Gallos’ların cinsiyet durumu ise tam tersine, epigramlarda açıkca
vurgulanmıştır. Bunlar hadım ve kadınsı idiler. Dış görünüşleri ve karakterleri
de kadın gibiydi. Serbestçe salıverilmiş uzun saçlarına bazen kokular sürer ve
kadın elbiseleri giyerlerdi. Ayinler sırasında çığlıklar atar, saçlarını
çılgınca savurur, müzik aletlerini gümbürdetirlerdi.
Gallos’ların etkinlik alanı Küçük Asya ile sınırlı grünüyor. Kült
yönetmeliklerinin hiçbirinde Galloslara rastlanmıyor. Eksantrik görünümleri ve
davranışları yüzünden küçümsenerek saygın toplumun dışına itilen hadımların
davranışları Hellenistik yapıtlarda abartılmış gibi gözüküyor.
Meter, aydınların gözünde uygar olmayan (aynı zamanda Yunan olmayan)
davranış tarzının simgesi olmuştu. Gallos sözcüğüne dinsel etkinlikleri anlatan
metinlerin hiçbirinde rastlanmadığı halde edebiyatta kullanılması, tanrıçanın
rahiplerinin Yunanlılar tarafından en iyi olasılıkla rahatsız edici, en kötü
olasılıkla zararlı barbarlar olarak görülen etnik bir grubun üyeleri olan
Galatialı yabancılar olarak tanımlanarak, Meter taraftarlarını aşağılamanın bir
yolu olabilir.
Hellenistik toplumda Meter’in kent kültündeki etkisi azalmış, daha çok
bireysel kültlerin tanrıçası haline gelmiştir. MÖ 3. ya da 2. yüzyıla ait olan
Pythagorasçı bir metinde ilginç iafedelere rastlıyoruz. ’Kadının namusunun işlendiği metinde, kadınlar için uygun olan davranış
örnekleri verilerek, kadınların devlet kültlerine katılmak üzere evden
ayrılmalarına izin verileceği, ama cümbüşlü ayinlere ve Meter’in dinsel
törenlerine katılmalarının yasak olduğu, çünkü bunların bir ev kadınına
yakışmayan davranışlara, sarhoşluğa ve ruhsal esrimeye yol açacağı bildiriliyor’.
4. ROMALI MAGNA MATER
Cybele kültü,
Kartaca tehlikesine karşı uğur getirmesinden olacak, Romalılarda daha çok
itibar görmüştür. İnsanların kaderlerini belirleyen, onları kötülüklerden uzak
tutan göklerin, yeryüzünün, denizlerin egemeni, madenlerin koruyucusu
nitelikleri olduğuna inanılmıştır. Bacchus (Dionysos olarak da bilinir) kültü
ile benzer özellikler gösterir (Resim 51).
Resim
51 - Kybele ve Attis aslanların çektiği arabada etrafında dans eden
corybantes’ler – Parabaigo tabağından detay gümüş MS 200-400 Milan’da bulunmuş
4.1. Magna Mater’in Anadolu’dan
Roma’ya getirilişi
MÖ 205 yılında, gökten sık sık taş yağması nedeniyle körüklenen bir
dindarlık dalgası, Romalıları Sibylla Kitapları’na başvurmaya yöneltir. Sibylla
kitapları antik dönemden beri Yunanlılar ve Romalıların başları sıkıştığında
başvurdukları kehanet metinleridir. Hiristiyanlık yaygınlaşınca MS 5. yüzyılda
yakılarak yok edilmiştir. Ayrıca İkinci Kartaca Savaşı’nın yarattığı baskılar
bu dinsel heyecanı kızıştırmıştı. Bazı antik yazarlar bu işi doğrudan
Hannibal’ın İtalya’daki varlığına bağlamışlarsa da, bu bağlantı olaydan çok
sonra kurulmuş olabilir. Livius’un kaydettiğine göre, Sybilla’nın cevabı, Magna
Mater Roma’ya getirildiği takdirde yabancı bir düşmanın İtalya’dan
çıkartılacağını bildirmek olmuş.
Resim 52 - Claudia Quinta
Sibylla Kitapları, tanrıçanın Roma’da nasıl karşılanması gerektiğini de
bildirmişti. Romalıların, kentin en mükemmel adamını, tanrıçayı karşılamakla
görevlendirmeleri gerekiyordu. Seçilen kişi, MÖ 211’de İspanya’da öldürülen Cornelius
Scipio Calvus’un oğlu ve ve Romalı General Scipio Africanus’un kuzeni Pablius
Cornelius Scipio Nasica oldu. Kendisi o zaman henüz politik kariyerine
başlamamış genç bir adamdı. Bu ev sahibinin yanında, Ana Tanrıça, Roma’nın
ileri gelen kadınlarından oluşan bir grup, ya da antik belgelerin çoğuna göre,
kentin en iffetli kadını tarafından karşılanarak kente götürülecekti. Kaynakların
çoğu bu kadının Claudia Quinta (Resim 52) olduğunu kaydeder. Bazen olgun bir
kadın, bazen de bir Vesta Bakiresi olarak gösterilen bu kadın da önde gelen bir
aileye mensuptu. Arnobius, taşın tek elle tutulabilecek kadar küçük olduğunu
belirtir. Bu taş, Magna Mater’in Palatinus’daki tapınağındaki kült heykelinde
tanrıçanın yüzü olarak kullanılmış.
Livius’un anlattığına göre, tanrıçanın naklini sağlamak için Pergamon’a
elçi olarak yollanan Marcus Valerius Falto, Magna Mater’i Roma’ya getiren
geminin Ostia’ya vardığını Senato’da ilan ettiği zaman, Scipio Nasica
önderliğindeki halk tanrıçayı karşılamak için Ostia limanına akın etmiş.
Livius’un versiyonunda, Scipio gemiye çıkıp siyah taşı alır, sonra onu Romalı
kadınlara devreder, kadınlar da tanrıçayı(taşı) Roma’ya, Palatinus’taki Zafer
Tapınağı’na götürürler.
Ovidius ise, olayın daha sonraki anlatımların çoğunda rastlanan daha
sansasyonel bir öykü aktarır. Ovidius’a göre, Magna Mater’in imgesini taşıyan
geminin doğruca Roma’ya getirilmesi kararlaştırılmıştı. Fakat gemi Tiber
ırmağı’ndan yukarı çekilirken karaya oturmuş ve bir türlü yerinden
oynatılamamış. O anda Claudia Quinta ortaya çıkmış ve ünlü mucize gerçeşleşmiş.
Ahlaksızlıkla suçlanmış olan Claudia, adına sürülen lekeyi temizlemek ve bakire
olduğunu kanıtlamak için Ana Tanrıça’ya yakarmış. Sonra kemerini belinden
çözerek, gemiyi çeken halata bağlamış, halata hafifçe asılarak gemiyi yerinden
oynatmış ve Roma’ya kadar çekmeyi başarmış. Böylece Sibylla’nın kehanetindeki casta manus’un yani temiz ellerin
sahibininin Claudia olduğu kanıtlanmış.
Ovidius’un versiyonunda da Romalılar Ana Tanrıça’yı sevinçle karşılar,
kutsal taşı Palatinus tepesindeki Zafer Tapınağı’na yerleştirirler. Bunun hemen
ardından tanrıçanın gelişine şölenler ve oyunlar düzenlenerek muhteşem bir
kutlama yapılmış. Palatinus’ta Magna Mater için yapılmaya başlanan tapınak
Scipio Nasica’nın konsüllüğü sırasında, MÖ 191’de Marcus Iunius Brutus
tarafından tamamlanıp hizmete açılmış.
Romalılar Magna Mater’i neden Roma’ya getirmek istediler? Antik yazarların çoğu Magna Mater’in gelişini Romalıların Kartaca’yla savaşmasına ve Hannibal’ın MÖ 218’den MÖ 203’e kadar süren seferlerle İtalya’yı istila etmesine bağlarlar. Cicero, Livius ve Appianus gibi bazı yazarlar, Hannibal’ın İtalya’da bulunuşunun yarattığı korkuyla halkın paniğe kapıldığını canlı bir şekilde anlatmış ve tanrıçanın gelişinin verdiği rahatlama duygusunu açıkca belirtmişlerdir. Gerçekci olmak gerekirse Magna Mater’in gelişinin Kartaca Savaşları’yla pek fazla ilgisi yoktur.
Resim 53 - Aslanların çektiği arabasında oturan
Magna Mater’i gösteren tunç heykel grubu. MS 2. Yüzyıl New York Metropolitan
Sanat Müzesi.
Romalıların aldığı kült gerçekte nereden gelmişti?(Resim 53) Kaynaklara göre
burası Pessinus’tur. Ne var ki MÖ 3. yüzyılda Pessinus’un bulunduğu bölge
Galatların kontrolündeydi. Livius’a göre Roma heyeti Pergamon kralı
I.Attalos’tan yardım istemiş, o da Romalıları Pessinus’a yönlendirerek
tanrıçanın nakil işini çözümlemişti. Ancak o dönemde Attalos’un yetki alanının
Phrygia içlerine dek uzanması mümkün değil. Bu nedenle Romalıların MÖ 204’te
Pessinus’a varıp, oradaki yüksek rahiplerle anlaşmış olması uzak bir ihtimal.
Anadolu’nun kuzeybatısında İda dağı civarındaki Troia yöresi, Romalılar
için önemliydi, çünkü burası efsanevi ataları Aeneas’ın doğum yeriydi. İda aynı
zamanda Troia’nın düşmesinden sonra Aeneas ve beraberindekilerin İtalya
yolculuğuna başlamadan önce sığındıkları yerdi ve İda Dağı’nın tanrıçası Magna
Mater onlara yol göstermişti. Augustus çağı ve sonrasında öne çıkan bu temaya
diğer yazarların eserlerinde de rastlanır. Herodianos’da, Romalıların Aeneas
soyundan gelmelerine ve akrabalık bağlarına dayanarak Magna Mater’i
Phrygialılardan aldıklarını söyleyerek yine bu temayı işler. Aeneas, Troia ve
Roma bağlantısı, MÖ 3. yüzyıl sonunda bile bilinen bir bağlantıydı.
Livius ve Ovidius’un ifadeleri, Romalıların Ana Tanrıça’yı gelişigüzel
aradığı, Attalos’un bundan yararlanarak onlara kutsal taşı vermiş olabileceği
hissini uyandırıyor. Romalılar, soylarının kökeni nedeniyle Troia ile ilişki
kurdularsa, yerel Ana Tanrıça’nın aynı zamanda kendi efsanevi atalarının
tanrıçası olduğunu keşfettiklerinde, araştırmalarını Pergamon’da noktalamış
olabilir.
Eğer Romalılar Pessinus’a gitmedilerse tanrıçanın kültünün Pergamon’da
gelme olsalığı yüksektir. Diğer yandan Pergamon topraklarına ilginin artışı ve
bu toprakların Roma’nın efsanevi geçmişiyle bağlantısı, Pergamon’un İda
Dağı’ndaki tapınağının Romalı Magna Mater’in çıkış yeri olma ihtimalini
yükseltiyor. Phrygia’nın merkezindeki ve Yunan dünyasındaki Ana Tanrıça kültü
birbirinden farklıydı. Eğer Romalılar kültü Pergamon gibi bir Yunan Kenti’nden
aldılarsa, Phrygia kökleriyle pek az ilgisi kalmış, fazlasıyla Yunanlaşmış bir
kült ile karşılamayı bekleriz. Roma’daki kanıtlar gerçekten de durumun böyle
olduğunu gösteriyor.
Magna Mater’in Roma’daki en önemli tapınağının yeri uzun zamandır
biliniyordu. Bu tapınak Palatinus’un güneybatı tarafında, Erken Cumhuriyet
dönemine ait Scalae Caci’nin, Zafer Tapınağı’nın yakınındaydı.
Palatinus’daki Attis heykelciklerinin sayısı Ana Tanrıça betimlemelerinden
fazla olması başlangıçtan beri Attis’in bu kültün önemli bir parçası olduğunu
gösterir. Roma’nın Anadolu’yu fethine kadar bir Phrygia yerleşmesinde epigrafik
ya da ikonografik olarak Attis adlı bir tanrı saptanmamış olduğundan, Roma’daki
Attis kültünün Phrygia’daki bir tapınaktan getirilmiş olması mantıklı değildir.
Palatinus terrakottaları arasındaki simgelerden biri olan kozalak, Roma ile
İda Dağı arasındaki bağlantıyı ve Magna Mater’in Aeneas efsanesiyle
kaynaştırıldığını gösteriyor. Kozalak, Attis bir çam ağacının altında kendini
hadım ettiği için çam ağacının mitolojik gelenekte Attis’in özel simgesi haline
geldiğini hatırlatmakla birlikte, bu durum bu simgenin Roma kültündeki
varlığını açıklamak için uydurulmuş bir nedene benziyor. Hiçbir yerde çamın bir
Phrygia kült simgesi olduğu saptanmadığı gibi, Yunan dünyasında tanrıçayla ya
da Attis’le ilgili imgeler arasında çam kozalaklarına rastlanmamıştır.
Şair Ovidius, Fasti adlı eserinde, Magna Mater’i Roma’ya taşıyan geminin,
Aeneas’ın Troia’dan kaçtığı gemileri yapmak için kullandığı ağaçlardan, İda
Dağı’nın kutsal çamlarından yapıldığını söyler.Ovidius’a göre çam ağacı bu
yüzden Aeneas’ın koruyucusu olan Ana Tanrıça’nın kutsal simgesi haline
gelmiştir.
Romalılar Magna Mater’e başka özellikler de yüklediler. Cinsellik ve
bereket temaları bunlar arasındadır. Üreme ve bereketin vurgulanması sadece
insanla değil, tarımla da ilgilidir. Plinius, Magna Mater’in Roma’ya gelişinin
ertesi yılında ürünün her zamankinden daha fazla olduğunu söyler. Ovidius’da
Claudia efsanesini anlatırken, toprağın Ana Tanrıça’nın gelişinden önceki
kısırlığının, onun varlığı sayesinde düzelmiş olabileceğini iddia eder. Bu
özellik, hem Phrygia hem de Yunan Ana Meter’in durumuyla çelişiyor. Anadolu’da ve
Yunanistan’da bereket dağıtmakla fazla ilgileri olmayan bu tanrıçalar, vahşi ve
ıssız dağlarla bütünleşmiş oldukları için, tarımla ve yerleşim bölgeleriyle
doğrudan bağdaşmıyorlardı.
Magna Mater, Cumhuriyet çağında Romalıların kentteki ciddi bir kriz
sırasında dışarıdan getirdikleri tanrılardan sadece birisiydi. Romalılar MÖ 3. yüzyıl
başında bir veba salgınından kurtulmalarına yardım etmesi için Yunan sağlık tanrısı,
Asklepios’u da getirmişlerdi. MÖ 215’te aşk,
güzellik, ve bereket tanrıçası Venus Erycina’nın Sicilya’dan Roma’ya
aktarılışıyla kente yeni bir tanrı daha gelmiş oldu.
4.2. Roma’da Mater Deum Manga İdea Tapınağı
Ana Tanrıça
Roma’da, Latince ‘Mater Deum Manga Idea-Tanrı Anası Büyük Fikir’ diye
tanımlanan Cybele ‘İda’ kısaltması ile de anılıyor. Romalılar, onu, ayrıca
kendi ilkel tanrıçaları Maia (Yunanlılarda Zeus’un aynı isimde sevgilisi var),
verimlilik tanrıçası Ops, tahıl tanrıçası Céres ile özdeşleştirdiler.
Ana Tanrıça tapınağının Roma’nın göbeğindeki önemli bir yerde olması ve
Cumhuriyet Dönemi’ne ait kutsal yapıların çok yakınında bulunması, Romalıların
bu külte büyük saygı gösterdiğini açıkca ifade eder. Magna Mater’in onuruna
inşa edilen ilk tapınak, cella ile pronaos’tan oluşan standart bir Roma
tapınağı tipindedir. Yüksek bir podyum üzerine inşa edilen yapının ön tarafında
büyük olasılıkla Korinth düzeninde olan altı sütun bulunur. Kült heykelinin
durduğu platform günümüze kalmıştır. MÖ 204 yılında Ana Tanrıça’nın gelişinden
kısa bir süre sonra yapımına başlanan ve MÖ 191’de hizmete açılan tapınak budur
(Resim 54-55-56). Tapınğın üst yapısı MÖ 111’deki bir yangın sonucunda ciddi
biçimde hasar görmüş ama ikinci tapınak yapılırken mevcut podyumu ve temelleri
kullandıkları için ikinci tapınak eski yapının planını izlemiş. Podyumdan
meydana inilen merdivenlerin bittiği meydanda kült törenlerinin ayrılmaz bir
parçası olan yalaklı büyük bir çeşme bulunuyordu. Basamaklar doğal anfi tiyatro
düzeninde oluşturulmuştu ve halk bu merdivenlerden ayakta törenleri, oyunları
izliyordu.
Meydandaki yalaklı çeşme, tanrıça heykelinin yıkandığını yansıtabilir.
Lavatio denilen bu yıkanma töreni İmparatorluk çağında Almo nehrinde
yapılıyordu.
Resim
54 - Magna Mater tapınağının inşaası MÖ 204’de başladı ve ancak MÖ 191’de
bitirildi. Tapınak Palatine tepesinin güney batı bölümündeydi ve MÖ Nisan
191’de tanrıçaya adandı. Tapınak iki kez yandı, yeniden yapıldı.
Resim 55 - İmparator
Augustus dönemindeki restorasyonda tapınak merdivenlerle çıkılan yüksek bir
platformun üzerine inşa edildi. Ön
tarafı Corinthian tarzında alınlık ile birlikte sütunlar üzerinde yükselen bir
tapınaktı. Augustus Cybele’ye bağlılığını göstermiş ve eşi Livia’da Cybele ile
özdeşleştirilmiştir. Roma’da Cybele kültüne, paganizmin yasaklandığı, Batı Roma
İmparatorluğunun çöküş yıllarına kadar tapıldı.
Resim
56 - Palatine tepesinde Cybele tapınağından günümüze kalanlar. Üzerinde
ağaçların olduğu yükseltili alan tapınağın içi.
Cybele kültünün
en son ve en gelişmiş biçimine Roma’da rastlanır (Resim 57). Oysa o dönemde Anadolu’da patriyarkel topluma
geçiş olduğu için Kybele iyice gözden düşmüştü. Cybele’nin taşı Pessinus’dan
alınıp Roma’ya götürüldükten sonra, Cybele’ye Romalılarca Mater Deum Magna yani
Tanrıların Büyük Anası denildi. Kendisine, başında taç yerine bir kule taşıdığı
için Mater Turitta yani Kuleli Ana derlerdi. Bu nedenle bugün İtalya, tepesi
kuleli bir kadın olarak simgelenir. Çoğu heykelde Cybele’nin vahşi doğasını ve
gücünü temsil etmek için tanrıça iki aslan ile gösterilmiştir.
Resim
57 - MÖ 1. yüzyıl mermer Magna Mater heykeli, Roma (Carlsberg Glyptotek,
Copenhagen).
4.3. Romalıların rahip Galluslar(Gallos)
hakkındaki görüşleri
Roma’da Magna
Mater için ‘Gallos’ adı verilen kadın kılığındaki süslü, takılı hadım rahiplerin
yönetiminde, Frigya kökenli müzik araçları (flüt, zil, davul) ile danslı şenlik
yapılırdı. Bu şenliklerde galeyana gelip, Şiilerin Muharrem törenlerinde
yaptıkları gibi dövünüp kendilerini yaralayanlar olurdu (Resim 58-59).
MÖ 2. yüzyılın sonuna doğru Magna Mater uğruna hadım olan Galloslara karşı,
toplumda bir nefret dalgası uyanmaya başlıyor. MÖ 101’de Mater İdaea’nın
ayininde kendini hadım eden Servilius Caepio adındaki bir köle Roma’dan
sürülmüş ve ömür boyu dönmesi yasaklanmış. İkinci bir olay ise daha ilginç. MÖ
77’de, Genucius adlı bir köleye, Naevius Anius adlı bir azatlıdan bir miras
kalmış. Magna Mater rahibi olan Genucius bir hadım imiş ve ne kadın ne erkek
olduğu gerekçesiyle mirastan mahrum olmuş. Üstelik iğrenç varlığı ve çirkin
sesiyle kutsal mahkemeyi kirletmesin diye, Genucius’un kendi davasında savunma
yapmasına bile izin verilmemiş. Romalılar tanrıçaya verdikleri onay, tanrıçanın
rahiplerini kapsamıyordu.Bu da toplumda bir çelişki yumağı oluşturmaya
başlamıştı.
MÖ 23 yıllarında Halikarnassoslu Dionysios yazısı ilginç: ‘Dinsel törenler, İdalı tanrıçanın törenleri
misali, bilicilerin önerisiyle getirilmiş bile olsa, kent bunları kendi
geleneklerine göre değerlendirerek bütün safsataları reddetmiştir. Valiler
tanrıça için her yıl Roma kanunlarına göre kurban törenleri ve oyunlar düzenler.
Törende tanrıçanın rahipleri olarak Phrygialı bir erkek ile bir kadın görev
yapar. Bu rahipler gögüslerine betimler takar, taraftarları için flütle Ana
Tanrıça ilahileri çalıp, teflerine vura vura tanrıçayı kentte dolaştırarak
kendi geleneklerine göre tanrıça adına sadaka dilenirler. Oysa kanuna ve
Senato’nun kararına göre, hiçbir Romalı allı pullu giysiler içinde flüt çalıp
sadaka dilenerek kentte dolaşamaz, tanrıçanın Phrygia usulündeki cümbüşlü
ayinlerine katılamaz. Bu kent kendininkiler dışındaki dinsel gelenekler
konusunda çok dikkatlidir; uygunsuz davranışların tümünü uğursuz sayar.
Roma’da Phrygialı Gallusların rengarek motiflerle bezenmiş giysisinin
Romalıların genellikle tek renkli olan sade tunik ve togalarıyla ne kadar
çarpıcı bir zıtlık oluşturabileceğini düşünebiliriz. Ayrıca göğüse takılan
tanrı betimlerinin Küçük Asya’da da kullanıldığı arkeolojik kalıntılardan
tespit edilmiştir.
Tanrıçanın Phrygialı kökenli sanılan özelliklerinin Yunan kökenli olma
olasılığı daha yüksektir. Anadolu’da ne tanrıçanın heykelini taşıyan tören
alaylarına ne de sadaka toplama geleneğine ilişkin bir kanıt vardır, buna
karşın bunların her ikisi de tanrıçanın Yunan kültünde mevcuttur.
Resim 58 - Roma’daki bir Gallos heykeli. MS 2. yüzyıl.
Roma Capitoline Müzesi.
Dionysios’a göre Magna Mater törenlerinin sakin ve kontrollü tarafı Roma
kültürünün ürünüydü, gürültülü ve renkli yönleriyse ise uygunsuz ve bayağı idi,
dolayısıyla Roma’ya ait değildi.
Ana Tanrıça nasıl yeryüzünde duramazsa, Magna Mater de toprakta
duramayacağı için el üstünde yüksekte taşınır. Kent sokaklarında yapılan bir
resmi geçit olan bu törende, aslanlar koşulu arabasında oturan tanrıça heykeli
Ana Tanrıça’nın hadım rahipleri Galloslar tarafından yüksekte taşınırmış.
Tanrıçanın arabasını çeken vahşi aslanlar, asi çocukların ana-baba
terbiyesiyle yatışabileceğini simgeler. Hadım edilmiş Galloslar, ana-babalarına
nankörlük edenlerin çocuk sahibi olmayı hak etmediğine ilişkin bir uyarıdır. Bu
yüzden Ana Tanrıça kültü aile bağlarını ve evlatların bağlılık duygularını
güçlendirir.
Resim 59 - Roma’da Gallusların başı Archiggallus
Magna Mater, Aeneis efsanesinde baştan sona önemli bir karakterdir.
Troia’nın yağmalanışı sırasında tanrıçanın İda Dağı’ndaki ışığı, abluka
altındaki Troialılar için umutlu yarınların ilk işareti olur. Aeneis’ın karısı
Kreusa’ya Troia’da kalıp, ölümün eliyle Yunanlılara köle olmaktan kurtulmasını
buyuran odur.
Vergilius’un şiirinde, Magna Mater eskiden beri sürdürdüğü devletin
koruyucusu rolünün ötesine geçer. O, asıl yurdu İda olan bir tanrıça olarak,
Roma’nın İda Dağı’nda doğmuş yüce kahramanının doğal destekçisidir.
Augustus çağı ideolojisindeyse tanrıça ile kahraman Aeneis’in izledikleri
yollar birbirine daha yakın çizgiye gelir. Her ikisinin de asıl yurdu Asya idi,
o çevrede belli ölçüde tanınmışlar, ama güçlerini ortaya koyup Roma’yı büyük
bir kent yapmak için İtalya’ya gelmişlerdi.
Magna Mater sadece Roma’nın soylu geçmişi ile şanlı geleceğinin temsilcisi
değildi, aynı zamanda erkekleri yoldan çıkaran ve mahveden bir tanrıçaydı.
Çevresinde kadınsı hadımlar bulunan bir tanrıça olarak, erkeğin kendi
cinselliği hakkında kuşkularını, hatta korkusunu temsil ediyordu. Bu cinsel imajı tanrıçanın kendisi değil,
Galluslar sergiler. Alaycı bir biçimde yarı-adam, hadım diye tanımlanmalarına
karşın, Galluslar, Geç Cumhuriyet ve İmparatorluk Roma’sında giderek göze
çarpar hale gelmiş gibi görünüyor. Ne varki haklarında çok az şey biliyoruz.
Kökenleri, geçmişleri ya da aile ilişkilerine dair güvenilir bir bilgimiz yok. Yanlız
Gallusların Roma yurttaşı olmadığını biliyoruz.
Romalıların, Gallusları aşağıladığı açıkca görülüyor. Galluslar kendilerini
hadım etmekle kalmayıp kadınsı tavırlar ve giysileriyle yapay kadınlıklarını
vurguladıkları için, tiz sesleri, uzun ve dağınık saçları, allı pullu
giysileriyle toplum içerisinde hemen seçiliyorlardı. Bu kadınsı görünüm, bunların ahlaksız
davranışlar içinde olduğunu kanısını güçlendiriyordu. Hadım edildikleri için
çocuk yapma olanakları yoktu, ama bu durumları cinsel arzularını dizginlemiş ya
da onları hem kadınlarla hemde erkeklerle erotik ilişkiler kurmaktan alıkoymuş
gibi görünmüyor. Galluslar birçok kaynakta, saygın insanları telaşa düşüren,
alışılmamış cinsel eylemler yapan kişiler olarak tanımlanırlar.
Galluslar çekingen bir evli kadın için evlilik dışı ilişki kurmaya uygun
kişilerdi; gerçek bir erkek gizlisi saklısı olmayan bir fahişeyi tercih ederdi.
Gerçekten özellikle kadınlar Gallusların cazibesine kapılmaya yatkın
sayılmışlar; Gallusların kısır oluşu belki de evlilik dışı ilişkiler için
onları kadınların gözde seçeneği haline getirmişti.
Şiir ve tragedyalarda nasıl Magna Mater Roma’ya gelerek kaderini
gerçekleştirdiyse, Aeneas da Phrygialı (yani Troialı) geçmişine ait giyim
kuşamı bir kenara bırakıp, Latin olacaktır. Kaderini gerçekleştirip Roma’nın
atası olmak için Doğu’ya özgü kadınsılıktan arınacaktır. Hem Dionysios’a hem de
Vergilius’a göre iyi bir Romalı kendini Roma devletinin İdalı Büyük Anasına
adamalı, ama yabancı Galluslardan kaçınmalıdır.
Magna Mater kültünün, resmi kabule göre devlet kültleri grubunun içinde yer
almakla birlikte, toplumca uygun sayılan davranış ölçülerinin dışında kalması,
insanlara yasak ve heyecan verici erotik bir deneyim yaşama şansı veriyordu.
Külte katılan erkek, Roma’nın en kutsal tapınma yerlerinden birinde travestilik
ve biseksülükle oyalanabiliyor, duygularını özgür bırakabiliyordu.
4.4. Geç Cumhuriyet ve Erken İmparatorluk dönemi anıtlar
ve dinsel törenler
MÖ ve MS 1. yüzyıllara ait yazınsal kaynaklar çok fazla olmasına karşın
arkeolojik anıtlar o kadar zengin değildir. Magna Mater’in Roma’daki
betimlerinin çoğu, tanrıçanın sol elinde tef, yanında bir aslanla birlikte
tahtta oturan olgun bir kadın olarak gösterildiği standart Yunan ikonorafisini
izler. Dönemin en tanınanı Palatinus tepesindeki üçüncü Magna Mater
tapınağıdır. Augustus, tapınağın yeniden yapım işini bizzat üstlenerek bu
tapınağı MS 3’te yanan ikinci tapınaktan daha özenli bir biçimde inşa
ettirmiştir. Tapınak, Augustus ile Livia’nın evine bitişikti. İmparatorun
Roma’nın en önemli tapınaklarından birine bu kadar yakın olması, kuşkusuz külte
duyduğu ilgiyi güçlendirirdi. İmparatorun tanrıçayla özel ilişkisinin daha
çarpıcı bir kanıtı ise J.Paul Getty müzesindeki bir portre heykelinde
görüyoruz. Standart bir Magna Mater pozundaki bu oturan heykelin başı
İmparatoriçe Livia’nın başıdır.
Bir başka önemli buluntu, Capitolini Müzesi’nde saklanan mermer bir adak
kabartmasıdır (Resim 60). Bu kabartmada Claudia Quinta figürü görülür. Sağ
tarafta görülen Claudia’nın Vesta Bakiresi kostümü giyer ve sağ elinde ucu
gemiye bağlı bir halat vardır. Gemide oturan figür ise hiç kuşkusuz Magna
Mater’in heykelidir. Aştar’ın ön yüzünde Tanrıça
Cybele’nin Roma’ya gemi ile getirilişi işlenmişti. Arka yüzünde 2 flüt, sağ
tarafta Tanrıların alameti olan asa ve zil, sol tarafta Frig başlığı
resmedilmişti. Tüm kabartmalar Cybele’nin Frig geçmişini ve Attis ile olan
ilişkisini gösteriyordu.
Resim
60 - Roma’da Cybele anısına yapılan tapınaktaki adak.
Cumhuriyet
döneminde bir süre sonra bu inanç Romalılara yasaklandı. Halka çok çekici gelen
bu inanç’a İmparatorluk zamanında yeniden izin verildi. Rahipleri itibar
kazandı ve örgütlendi. Büyük kentlerde “Archigallicus-Başrahiplik” makamları
kuruldu. Bunların temsilcisi “quindecemvir’ler denilen onbeş kişilik din
büyükleri konseyi içinde yer aldı; İmparator da en yüksek din temsilcisi olarak
bu konseye başkanlık etti.
Augustus, kendi azatlıları olan liberti arasından seçilen rahipleri kült
yöneticisi atayarak kültü daha yakından denetledi. Böylece Magna Mater
şenliklerine sadece özgür doğmuş olan Roma yurtaşlarının katılabildiği eski
uygulamanın dışına çıkılmış oldu. İmparator Claudius kültü desteklemiş ve
iffetli atası Claudia’nın dindarlığıyla gurur duymuştu. Claudius’un saltanatı
sırasında Attis resmen Roma panteonuna kabul edilmiş, Roma yurtaşlarının onun
rahiplerine katılmalarına izin verilmiş. Attis için Hilaria denilen bir bayram
düzenlendi. Bu şenlikler 15-27 Mart tarihleri arasında kutlanırdı.
4.5. Roma’da Cybele
Festivali
İmparator
Claudius döneminde Cybele kültü resmi din haline gelmişti. Cybele’nin
festivali, her yıl 15-27 Mart tarihleri arasında yapılırdı. Bu bayrama
Megalesia ya da Megalensia denirdi. Kutlamak için atletik oyunlar yapılırdı.
- Megalesia bayramının birinci bölümüne yani Mart ayının on beşinci gününe Canna intrat denirdi. Altı yaşında bir boğa dağda başrahip tarafından tanrıya kurban edilirdi. Alaydakiler tören yerine kamışlar ya da bataklık sazları taşırdı. Çünkü Attis, Frigya’da Gallus (Sakarya ırmağı) ırmağının kıyısına sazlık bataklık alana bırakılmıştı. Bu ritüelde Attis'i Cybele'nin bulmasını sembolize ediyor. 22 Mart’taki törene Arbor intrat deniyordu. Bu günde, efsanelere göre Attis'in kendisini altında sakatladığı kutsal çam ağacının bir örneği Dendrophori (ağaç taşıyıcılar) alayı tarafından tanrıçanın Palatinus'daki tapınağına taşınırdı. Aslında ölü Attis'i sembolize eden çam ağacının gövdesi ise yün bantlarla sarılır ve dallarına taçlı dağ laleleri asılırdı. Bu da, efsanelerde Attis'in vücudunun kendisini seven İa tarafından yünlerle örtülmesini ve Büyük Ana Tanrıçanın çam ağacını Attis'in toprağa düşen kanından çıkmış olan taçlı dağ laleleri süslemesini anımsatıyordu.
- Festivalin üçüncü günü 24 Mart'taki Dies Sanguinis veya Sanguem denilen yas ve perhiz günü idi. Bu gün esnasında, inananlar tanrıçanın Attis'in kaybından duyduğu acısını taklit ederek acı acı ağlar ve oruç tutarlardı. Bu arada başrahip (Archigallos) ve rahipler(Gallos) de Frigya çalgıları eşliğinde çılgınca danslar ve etki edici bağırışlar ile kendilerinden geçerek vücutlarını döver, etlerini keserlerdi. Bazen coşkunun en yoğun olduğu anda, bir adam ortaya çıkar taş bıçakla kendini Attis gibi hadım eder Gallos olurdu. Bu günde ayrıca Taurobolium töreni yapılırdı. Demirden yapılmış büyük bir ızgaranın üzerinde bir boğa kesilirken, kanları ızgaranın altında duran bir adamın üzerine dökülürdü. O adam Roma devletini simgelerdi.
- Ertesi gün, yani 25 Mart sevinç ve şenlik günü idi. Hilaria diye isimlendirilen bu günde, Attis'in ilkbahar ile birlikte ölüm uykusundan uyanmış ve dirilmiş olmasından duyulan genel sevinç, aşırıya kaçan eğlenceler ve lükse varan ziyafetlerle kutlanırdı. Gece ve gündüz eşit olduktan sonra günler uzamaya başlardı.
- Ertesi günkü dinlenmeden sonra (Requietio) 27 Mart’ta tanrıçanın heykeli, başında Quindecemvir'lerin bulunduğu bir alay içinde Roma dışındaki Tiber'e dökülen Almo deresine götürülür ve orada yıkanırdı. O gün Lavatio diye adlandırılmıştı.
Resim 61 - Taurobolium töreni
Bunlardan başka,
senelik festivalin parçası olmayan ve fakat büyük önemi olan bir ayin de
Taurobolium (Boğa kurbanı Resim 61) ve bunun değişik biçimi olan Criobolium
(Koç kurbanı) idi. Seremoninin ortaya çıkışı, MS 105 senesine ait Pergamum'dan
ele geçen bir yazıtta ilk kez görünür.
Roma çağı
yapıtlarında geçen tanrıça ile ilgili kayıtlar, gerek tanrıçanın özellikleri gerekse
tapınımının Frigya kökenine açıkça işaret etmektedirler. Çünkü, herşeyden önce,
Sangarios (Sakarya) nehrine katılan Gallos (Göksu / Gökçesu) deresinin adını Cybele
rahiplerinin adı ile aynı kökten olması, tanrıça Cybele'nin kökeninin Frigyalı
olduğuna şüphe bırakmamaktadır
4.6. Magna Mater’in Roma toplumu içerisindeki
durumu
Magna Mater’in hoşa gitmeyen yabancı öğeleri özellikle Attis efsanesi ve
Galluslar zamanla daha şiddetli bir biçimde eleştirilirken, Roma öğeleri,
özellikle Claudia Quinta öyküsü gittikçe abartılarak fantastik bir hale
sokuldu. Roma ile tanrıça arasındaki bağlar zayıflamadı. Magna Mater
yurtseverlikle ilgili bir tanrıçaydı. O devletin Ana’sıydı ve devletin en önemli
tanrısı Jupiter’in annesiydi (Resim 62).
Yunan politikasının belli başlı kişiliklerinin hiçbirinin Meter’le yakın bir ilişkisi yoktu. Metroon’un Agora’da merkezi bir yer işgal ettiği Atina’da bile Perikles, Lykurgos ve Phaleronlu Demetrios gibi adamlar Meter’e pek ilgi göstermemişlerdi. Roma’daki durum sa bunun tam tersidir: Tanınmış kişilerin tümü Magna Mater’le ilişkilerinin reklamını yapmışlardır.
Yunan politikasının belli başlı kişiliklerinin hiçbirinin Meter’le yakın bir ilişkisi yoktu. Metroon’un Agora’da merkezi bir yer işgal ettiği Atina’da bile Perikles, Lykurgos ve Phaleronlu Demetrios gibi adamlar Meter’e pek ilgi göstermemişlerdi. Roma’daki durum sa bunun tam tersidir: Tanınmış kişilerin tümü Magna Mater’le ilişkilerinin reklamını yapmışlardır.
Resim
62 - Magna Mater, Museo Palatino Roma. Sağ ayağı inananları tarafından çok
fazla öpülmekten birkaç kez değiştirilmek zorunda kalınmış. Sağ ayak öpme
ritüeli daha sonra Katoliklere geçmiştir. Bazı Hiristiyan aziz heykellerinin
sağ ayaklarının üstü öpülmekten aşınmasın diye bakır metal ile kapatılmıştır.
Roma’da bir devlet tanrıçası durumunda olsa da Yunan dünyasında Ana Tanrıça
aslında bireysel kült tanrıçasıydı. Atina’da ve İonia’daki bazı Yunan
kentlerinde yasaların koruyucusu konumunda olmasına rağmen kent devletini
belirleyen ve koruyan bir tanrıça değildi. Tanrıçanın esrime ayinleri ve hadım
rahipler gibi, Anadolu ve Yunanistan’da gizemli kalmış olan birçok yön, Roma’da
halka açık törenler haline geldi ve bir bakıma kamu denetimine tabi tutularak
nitelikleri değişti.
Yunan dünyasında, özellikle yüksek tempolu, çoşkulu müzik ve dansla
yaratılan esrimeyle, tanrıyla iletişim kurmaya açık bir ruh haline girilmesi amaçlanırdı.
Bu besbelli bireysel bir etkinlikti ve seyirci için değil, katılımcı için
tasarlanmıştı.Bu tür etkinlikler gizliydi ve halkın önünde nadiren
gerçekleştirilirdi.Roma’da ise herşey açıkta gerçekleşiyordu. Bu ayinler,
sadece izleyici konumunda olan Roma halkına şaşırtıcı bir gösteri gibi görünmüş
olmalı. Hadım rahiplerin durumu da ilginçtir. Bu rahiplerin Doğu kökenli olduğu
iddia edilmesine karşın, hadım olma adedi eski Akdeniz dünyasının diğer
bölgelerinden ziyade Roma’da saptanmıştır.
Ana Tanrıça kültünün sadece Roma’ya özgü olan bir yönü, bereketin şiddetle
vurgulanmasıdır. Ne Anadolu’nun ne de Yunanlıların Ana Tanrıçası bir bereket
tanrıçasıydı ama Romalılara göre hu özellik Magna Mater’in karakterinin
ayrılmaz bir parçasıydı.
Anadolu’da hadım etme adetiyle ilgili bulgular seyrek ve belirsizdir.
Anlaşılan bu adet sadece rahip sınıfı içindeki seçkin bir tabaka tarafından
uygulanıyordu ve belki de bir cinsel namusluluk yöntemi olarak doğmuştu.
Gallusların Küçük Asya’daki birkaç yerde görüldüğü Hellenistik Dönem’e dek,
Yunan dünyasında hadım etme adetine ilişkin bir kanıta rastlanmaz. Roma’daki
kanıtlar ise tam tersine hadım rahiplerin Roma’da alışılmış bir görüntü
olduğunu gösteriyor. Kültün korunması altında olmaları bunların sayısının artmasına
yol açmış olabilir, çünkü rahiplik müessesesi transseksüelleri, travestileri ve
toplum dışına itilen başka kişileri bir mıknatıs gibi çekiyordu.
Roma’da hadım kölelerin evlerde ve saraylarda kullanılması yaygındı. Yalnız
hadımlardan oluşan bu özel grubun önemli bir devlet kültünde kutsal bir mevkiye
sahip olması ve bu mevkinin Galluslara dokunulmazlık kazandırarak onları
kölelerden esirgenen sosyal bir konuma ulaştırmış olması Romalıların kolayca
kabul edebileceği birşey değildi. Bu grubun konumu, Romalıların hiyerarşi
anlayışına uymuyordu. Roma’da erkeklerin kadınlardan, özgür doğmuş Roma
yurttaşlarının köleler ve yabancılardan üstün olduğu düşünülürdü.
4.7. Roma Tanrıçası Küçük Asya’da
Romalılar İspanya’da, Galya’da, İngiltere’de, Ren ve Tuna vadilerinde ve
Küzey Afrika’da egemenlik kazandıkça, Magna Mater kültü batı eyaletlerinde de
yaşamın bir parçası haline geldi. Bu bölgelerde Magna Mater kültü Roma’dan
ithal edilmişti ve Phrygialı kökenlerinden pek iz yoktu. Ana Tanrıça kültü
Romalıların yeniden tanımlandığı haliyle sonunda tanrıçanın anayurdu Anadolu’ya
bile yayıldı. Tanrıçanın Romalı kişiliğinin anahtar öğesi olan Attis figürü,
Asya’da daha etkili bir varlık haline geliyor.
MS ilk ve ikinci yüzyıllarda Ana Tanrıça kültünde iki farklı eğilim
görüyoruz: Tanrıçanın kentlerin ve kırsal bölgenin koruyucusu olması.
Resim 63 - Kyzikos’tan, Soterides tarafından
adanan Meter adak kabartması MÖ 1. yüzyıl Paris Louvre Müzesi.
Kyzikos’ta bulunan ve Soterides adında bir tarafından adanmış olan MÖ 46 yılından
kalma yazıtlı bir kabartmada Meter kültünün bir hadım rahibiyle karşılaşıyoruz
(Resim 63). Meter’den bir savaş sırasında korsanlara esir düşmüş arkadaşı
Markos’a yardım etmesini dileyen Soterides yazıtta kendisini Gallos olarak
tanıtır. Kadınsı giysiler de bu durumu destekler.
Aizanoi’daki(Çavdarhisar Kütahya) Zeus kutsal alanında Meter kültü önemli
bir rol oynamıştır.Yerel söylence geleneğine göre, Zeus, yakındaki Steunos
mağarasında doğmuş, çoktan beri Rhea’yla özdeşleşmiş olan Meter de Zeus’un
anası kabul edilmiştir.
Özetle, Meter kültü MS ilk yüzyıllarda Anadolu’daki gelişimini sürdürdü.
Neredeyse her topluluğun kendine ait bir Meter tapınağı vardı, ve genellikle
yöresel adla anılıyordu. Tanrıça bölgedeki kent merkezlerinde de varlığını
sürdürdü, ama asıl meskeni hala dağlar ve kır tapınaklarıydı. Tanrıçanın
kültünün en önemli kült olduğu saptanmış kent çok azdır.
Aizanoi’daki Zeus Tapınağı (Resim 64), ırmağın batı kıyısına yakın, etrafı
sütunlu galerilerle çevrili 130,5x112 m. boyutlarındaki alanın ortasında, bir
podyum üzerine kuruludur. 8X15 ölçülerinde 120 adet İon ve 4 adet Korinti
üslubunda sütunlarla dipteras planlı olarak inşa edilmiştir. Frig tanrıçası
Meter Steunene'ye adanmış olan yer altı cellasına inen ve çatıya ulaşan bir
merdiveni bulunmaktadır. Anadolu'daki en iyi koruna gelmiş İon düzenindeki
tapınaklardan biri olan yapının bezemelerinden özellikle akroterleri ilgi
çekicidir. Batı alınlığında orta akroter akant dalları ve yaprakları arasında
tanrıça Kybele'nin büstüyle bezenmiştir. Doğu alınlık akroterindeyse Zeus büstü
bulunmaktadır. Dor sütunlu avlusu ve agorasıyla MS 117-138 yılları arasında
yapılmış tapınağın ön galeri duvarlarında; Roma İmparatoru Hadrian'i ve Aizanoi
için önemli hizmetler görmüş Apuleius'u öven yazıtlar yer almaktadır.
Resim 64 - Aizanoi(Çavdarhisar Kütahya) Zeus ve Meter
tapınağı MS 2. yüzyıl. Aizanoi kenti,
antik Frigya'ya bağlı olarak yaşayan Aizanitis’lerin ana yerleşim merkeziydi.
5. Hindistan’da Tanrıça Mata
Roma tanrıçası Magna Mater ile tapımı 20. Yüzyılda Hindistan’da hala devam
eden bir başka ana tanrıça kültü arasında ciddi benzerlikler vardır. Mata(Ana)
diye tanınan Hintli tanrıça da Romalı tanrıça gibi ana tanrıçadır. İkisi de
halk arasında hem hayranlık hem de korku uyandırır ve belki de en önemlisi,
ikisine de tanrıçanın hizmetine girerek gönüllü olarak kendilerini hadım eden
rahipler eşlik eder. Aslan da her iki tanrıçanın ortak atribüsüdür. Bu Hintli
ana tanrıçanın kültü ve hadım hizmetkarlarının rolü, Serena Nanda’nın Neither
Man not Woman başlıklı çalışmasına konu olmuştur.
İki tanrıçanın karakterleri birbirine benzemekle birlikte, aynı değildir.
Magna Mater’in aksine, Hindu ana tanrıçası Mata bir devlet tanrıçası değildir.
Onun etki alanı bireysel düzeydedir ve insanın çoğalmasına yöneliktir.
Düğünlerde ve doğumlarda, özellikle erkek çocukların doğumunda tanrıça onuruna
büyük törenler düzenlenir. Bir bereket tanrıçası olarak, onun gücünü insani
düzeyde temsil eden yetkiler, hijra denilen hadım rahiplerdir. Bu rahiplerin en
önemli dinsel etkinliği, düğünlerde ve erkek çocuklara ad koyma törenlerinde
şarkı söyleyip dans ederek kutsama ayinleri yapmaktır.
Saldırgan tanrıça imgesi, özellikle ölümlü kocasını hadım etmesinde öne
çıkar. Ana Tanrıça’yı erkeği hadım eden bir kraliçe olarak tanımlayan ve
tanrıçanın rahiplerinin hadımlığına gerekçe oluşturan geleneksel bir söylence
vardır. Bu söylenceye göre, Mata genç ve yakışıklı bir prensle evlenir, ama
cinsel birleşme bir türlü gerçekleşmez. Sonunda prens iktidarsız olduğunu
itiraf eder; o ne kadın ne erkektir. Buna çok kızan tanrıça prensi hadım eder,
prens de bir kadın görünümü alır. Bu yüzden hijra’lar ‘Tanrıça her zaman
bizimledir ve biz onun gücüyle yaşıyoruz’ derler.
Bu öykünün Kybele ile Attis söylencesi ile ilginç benzerlikleri var. Her
iki masalda da güçlü tanrıça yakışıklı bir genç olan ölümlü sevgilisiyle
evlenir, ama evlilik başarıya ulaşmaz. Bunun nedeni, Hindu geleneğinde
iktidarsızlık, Greko-Romen geleneğinde ise sadakatsızlık olmakla birlikte,
sonuç aynıdır. Bunalım delikanlının hadım etmesiyle sonuçlanır. Ya tanrıça
tarafından hadım edilir(Hindu) ya da kendi kendini hadım eder(Greko-Romen). İki
kültürün söylencesinde de hadım etme adetinin nedeni, iki kültürün de
anlamadığı ama gerekli olduğunu hissettiği hadım rahiplerin varlığına gerekçe
bulmak için sonradan yakıştırılmış, son derece yapay bir açıklamaya benziyor.
Hijralar hayatlarını Mata’nın hizmetinde, tanrıça için düzenlenen
şenliklerde gösteriler yaparak ve din adına sadaka toplayarak kazandıklarını
iddia ederler. Gizli gerçek ise oldukça farklıdır. Çoğu erkek, hijra
topluluğuna dindarlık yüzünden değil, iktidarsız oldukları için girmişlerdir.
Üremede ne erkek ne kadın rolü oynayabilen bu adamlar, kendilerine bir statü ve
içinde ortak bir yaşam sürdürebilecekleri bir topluluk kazandırabildiği için,
kutsal hadımlık yaşamını seçerler. Bunların çoğu erkek bedeninde kadın ruhu
taşıyan transseksüellerdir. Hepsi erkek olarak doğmuş, ama toplum içinde kadın
rolünü benimsemişlerdir. Kadın gibi giyinir, saçlarını kadın gibi tarar, kadın
mücevherleri takar, kadın gibi boyanır, kadın adı alır ve kendilerinden kadın
olarak bahsederler.
Hijra’ların çoğu Hindistan toplumunun orta ya da işçi sınıfından gelir, en
alt sınıftan gelen pek azdır. Katıldıkları düğün ve doğumlarda yaptıkları
dinsel törenlerde saygınlıklarını artırmak için, bedensel zevklerden sakınan
sofu kişiler olduklarını iddia ederler. Ama çoğunun cinsel ilişkilerden vazgeçmediği
bellidir. Birçoğu belki de büyük kısmı fahişedir. Diğerleri ise kocaları
saydıkları erkeklerle uzun süreli ilişkiler kurarak, aile yaşamı görüntüsüyle
saygınlık kazanmaya çalışırlar. Hijraların toplum içerisinde hor görülmelerinin
nedeni törenlerdeki saflıklarıyla tezat oluşturan özel hayatlarının
çarpıklığıdır.
Romalılar da Gallusları kadın gibi görmüş ve onlardan kadın olarak söz
etmişler. Gallusların kadınsı görünümleri ve giysileri hakkında yapılan
yorumlar, erkeklerin bu görünümü onayladığını, hatta cinsel heyecan duyduğunu
gösteriyor. Benzer bir başka nokta da hijraların aynen Galluslar gibi garip
tavırları ve gürültülü etkinlikleridir.
Her iki grubun bir başka ortak noktası da yaptıkları dinsel dilenciliktir.
Galluslar dinsel bayramlarda tanrıçaları ve elbette kendileri için halktan
sadaka toplarlar. Bu yüzden Yunanistan ve Roma’da küçümsenmişler. Yaptıkları
faaliyet dinsel törenlerle ilgili olmasına karşın yine de hor görülmüşlerdir. Dilenmek
Hindi Hijraların da uğraştığı bir iştir.
Bu iki grup arasındaki bir diğer benzerlik bunların hadım edilerek
kısırlaştırılmalarıdır. Hijraların cinsel organları tamamen alınır, Galluslarda
ise sadece testisler alınır. Hindistan’daki Hijra fahişeler sadece erkek
müşterilere hizmet verir. Roma’daki Galluslar ise görünüşe bakılırsa hem
erkeklerin hem de kadınlara cazip gelmiştir. Hindu kültünde, Mata’nın
taraftarları kültte uzun bir çıraklık dönemi geçirdikten sonra, bilinçli olarak
hadım oluyorlardı. Romalı Gallusların ise dinsel törenlerdeki çılgınlığın
sonucunda heyecanlanan kişilerin ansızın yaptıkları bir eylemle oluştuğu
yazılıyor. Ama Hindu geleneği bizi düşündürmeli. Belki de hadımlığa duyulan
nefretin yumuşatılmış bir yansımasıdır. Galluslara yönelik antik kaynaklarda
Romalı yazarların aksine bu insanların Anadolu yaşamında çılgınlıklarına
yönelik bir yazı yoktur.
Patriyarkel toplum artık herkez tarafından kabul edildikten sonra efsane gene şekil değiştirir. Attis kendisine kıydıktan sonra Kybele ettiğine pişman olarak Zeus’a başvurur. Ondan Attis’in ruhunun bir çam ağacına geçmesine izin ister. Zeus izin verir. Yeni dönemde artık Kybele’nin dönüştürücü tanrısal gücü yoktur. Neredeyse evdeki kadına dönüşmüştür, sadece isteyebilir. Attis’in kesilen penisinden dökülen kanlardan taçlı dağ gelincikleri(laleleri) oluşur.
7. KYBELE VE ATTİS’İN DOĞUŞU
Tanrıça Kybele
ve tanrı Attis’in doğuş mitosu hakkındaki bilgileri, Yunanlı ve Romalı
yazarların metinlerinde buluyoruz. Onların doğuşu ile ilgili en detaylı bilgiyi
üç yazar, Yunanlı Diodoros (MÖ
90-30), Lydialı gezgin Pausanias
(ölümü MS 180), Kuzey Afrikalı Hiristiyan rahip Arnobius (MS 255-330) vasıtasıyla öğrenebiliyoruz.
Diodoros’un anlatımında, Kybele’nin babası Phrygia Kralı Maeon(Meion) ve annesi
Dindymene’dir. Doğduğu zaman babasının Kybelon dağında bıraktığı bu çocuk, leoparlar
tarafından beslenerek mucizevi bir şekilde hayatta kalır ve Kybele adını alır.
Arnobius’un anlatımında, Kybele Phrygia’daki Agdos Dağı’nın altında yatmış
uyurken, Zeus (Roma döneminde kahraman Jüpiter olur) onun ırzına geçmek ister. Tanrı
amacına ulaşamaz menisini dışarı akıtmak zorunda kalır. Gebe kalan dağ,
Agdistis adında, hem dişi hem de erkek organlarına ve her iki cinsin cinsel
dürtülerine sahip olan, vahşi ve azgın bir yaratık doğurur. Agdistis’in çift
cinsiyetli oluşu ve bundan kaynaklanan şehvet düşkünlüğü tanrılar için bir
tehdit oluşturduğundan, tanrılar onun erkeklik organını keserler. Bunlar
toprağa düşer ve toprakta bir badem ağacı türer. Daha sonra Sangarios’un
(Sakarya ırmağı) kızı ağaçtan badem toplar ve badem den hamile kalıp, çok güzel
bir çocuk olan Attis’i doğurur.
Pausanias ise Agdistis ve
Attis’in doğuşunu şöyle anlatmıştır:‘Zeus bir gece bir
rüya görür ve bunun etkisi ile toprağa boşalır. Bunun sonucunda Agdistis adında
bir hermaphrodite (çift cinsiyetli insan) dünyaya gelir. Yaptığı azgınlıklar
ile tanrıları sinirlendiren Agdistis’i durdurmak için tanrı Dionysos
görevlendirilir. Dionysos, Agdistis’in her gün serinlemek için gittiği suya
şarap karıştırarak onu sarhoş etmeyi başarır. Sızan Agdistis’in erkeklik organını
da bir çam ağacına bağlar. Agdistis ayılıp kendine gelince, birden zıplar ve
böylece kendi kendini hadım etmiş olur. Agdistis’in kesilen organından akan
kanlardan bir badem ağacı ve meyveler oluşur. Irmak tanrısı Sangarios’un kızı
bu badem ağacından bir meyve alıp koynuna koyar ve hamile kalır. Kızın babası
bu durumu öğrendikten sonra kızını ölüme terk eder ama tanrılar kıza yardım
ederler ve onun beslerler. Tanrıça Kybele’ye dönüşen kız, Attis’i doğurur.
Babası Sangarios çocuğun doğduğunu duyduğunda bebek Attis’i sokağa atar.
Tanrıça Attis’i alır ve onun himayesi altında çobanlar Attis’i keçi sütü ile
besleyerek büyütürler.’ Attis tasvirlerde hep çoban kılığındadır.
Pausanias’ın diğer
anlatımında, Agdistis’in doğması ile ilgili bazı kısımlar farklı anlatılmıştır: ‘Phrygia bölgesinde
Agdos adlı ıssız bir dağ varmış, orada Kybele tanrıçaya bir taş kültü
aracılığıyla tapınılırmış. Zeus tanrıçaya tutkulu bir şekilde aşık olmuş. Ana
Tanrıça, Zeus’a yüz vermemiş; Zeus onunla birleşmeyi başaramayınca spermlerini
dağın üzerine bırakmış. Zeus’un bıraktığı menilerden bir kısmı tanrıçanın
rahminden içeri girmiş ve Kybele, Agdistis olarak adlandırılan çift cinsiyetli korkunç
bir yaratık dünyaya getirmiş.
Tanrılar bu yaratığın ortadan kaldırılması gerektiğini düşünürler ve onu
yok etme görevini Dionysos’a verirler. Agdistis, Dionysos’un yardımı ile hadım
edilir. Agdistis’in cinsel organından akan kandan bir nar ağacı meydana gelir.
Sangarios’un kızı Nana ağaçtan bir nar alır ve göğsüne koyar, hamile kalır.
Sangarios kızını evden atar, fakat tanrılar Nana’ya yardım ederler ve onu aç
kalmaması için nar ile beslerler. Nana, Attis’i dünyaya getirdikten sonra
ortadan kaybolur. Attis tanımadığı insanlar tarafından keçi sütü ve bal ile
beslenir.’
Pausanias’ın her
iki anlatımında da farklılıklar görülmesine rağmen, doğuş mitosu ile ilgili en
önemli ayrıntıları onun vasıtası ile öğrenebilmekteyiz.
Kybele-Attis
doğuş mitosunun Anadolu kaynaklı olması muhtemeldir, çünkü olayların geçtiği
yerler, Anadolu’dadır. Mitosta adı geçen ırmak tanrısı Sangarios, Phrygia bölgesinden
geçen Sakarya ırmağının adıdır. Olaylar, Agdistis, Attis, Sangarios üzerinde
yoğunlaşmaktadır. Agdistis’in ve Attis’in doğuş mitosunun kökleri MÖ 3. yüzyıl
Tunç Çağı’nda, özellikle Hitit destan geleneğinde yatar. Hititler’e ait
Ullikummi Şarkısı, Kumarbi söylencesi ve Yunan mitolojisinde Thegonia
(Tanrılar’ın Doğuşu) mitosu ile benzer yönler sergilemektedir. Bu mitosların
benzer bölümlerini şöyle sıralayabiliriz:
Agdistis ve
Attis’in doğuş mitosunda görülen Agdistis’in hadım edilmesi olayı Yunan
mitolojinde Hesiodos’un Theogonia (Tanrıların Doğuşu) adlı eserinde, Kronos ile
Uranos arasında geçen mitos ile de benzerlik göstermektedir. Mitosla ilgili
kısım şöyledir: Kronos ile annesi Gaia anlaşır. Gaia, Kronos’u saklar ve onu pusuya
yatırır, eline tırpan verir. Kronos ile annesi Uranos’u ortadan kaldırma
planları kurarlar. Uranos geceyle birlikte yeryüzüne iner. Ama pusuda bekleyen
Kronos, babası Uranos’un cinsel organını tırpanla keser ve onları fırlatır.
Atılan organdan çıkan kanlarla toprak ana hamile kalır; Erinysler’i, öç
tanrılarını, parlak zırhlı, uzun kargılı devleri, Orman perilerini doğurur.
Atılan hayalar denize düşmüştür. Hayalardan çıkan ak köpüklerden (spermler)
tanrıların en güzeli Aphrodite dünyaya gelir. Agdistis’in kesilen erkeklik
organından çıkan tohumlar ile güzel bir bebek olan Attis doğar; Theogonia
(Tanrılar Doğuşu) efsanesinde de Uranos’un tohumlarından dünyalar güzeli
Aphrodite doğmuştur.
Attis’in doğuşu
ile Aphrodite’nin doğuşu birbirine benzemektedir. Ayrıca güçlü bir kral olan
Uranos’un ortadan kaldırılmak istenmesi ile tanrıların Agdistis’i ortadan
kaldırmak istemeleri de benzer yönlerdendir.
Theogonia’dan
başka, Yunan mitolojisinde Agdistis’in hadım edilişi ile benzer anlatımlar
vardır. Hephaistos’un Athena’ya tecavüz girişimi buna iyi bir örnektir (Resim
66). Bu mitos anlatımında; Tanrıça Athena Troya savaşında kullanmak üzere Hephaistos’tan kendisine
silah yapmasını ister. Hephaistos şaka ile karışık ona birlikte olma
karşılığında bu istediklerini yapacağını söyler. Athena bu sözleri ciddiye
almaz, Hephaistos’un demirci atölyesine gider. Tanrı Hephaistos, tanrıça
Athena’ya tecavüz etmeye kalkışır. Athena Hephaistos’tan kendisini
kurtardığında, tanrının bacağını ıslattığını görür; bacağındaki ıslaklığı bir
yün parçası ile siler ve tiksinerek Atina yakınlarındaki bir yere atar. Yere
düşen bu tohumlar, Toprak Ana’yı şans eseri döller.
Resim
66 - Hephaistos’un Athena’ya tecavüz girişimi - Paris Bordone (1500–1571)
8. KYBELE ATTİS BİRLİKTELİĞİ ve ATTİS’İN ÖLÜMÜ
Kybele ve
Attis’in birliktelik efsaneleri, Roma ve Yunan yazarlarına ait anlatımlardır.
Bu anlatımların Lydia ve Phrygia versiyonları birbirlerinden biraz farklıdır.
8.1. Efsanenin Lydia’daki anlatımı
Lydia versiyonu
olarak adlandırılan anlatımda, mitos Lydia’da geçmektedir ve Attis ile
yabandomuzu arasında yakın bir ilişki vardır. Yabandomuzu Atys ya da Attis’i
öldürür ya da bu hayvanın avlanması sırasında Attis istenmeyen yazgısına yenik
düşerek ölür. Bu anlatım şeklinde Attis, Kybele’nin aşığı ya da hadım rahibi
değil, kral soyundan gelen yaşayan bir kişi olarak görülür.
Herodotos (MÖ 5.
yüzyıl), Hermesianax (MÖ 3. yüzyıl başı) ve Pausanias’ın (MS 2. yüzyıl sonu)
anlatımına dayanan Lydia versiyonu, bir kralın oğlu ya da rahip olan Attes ya
da Atys isimli kişinin kaza sonucu yabandomuzu avı sırasında bir kişi
tarafından öldürülmesine ya da arada hiçbir aracı olmadan yabandomuzu
tarafından öldürülmesine dayanır.
8.1.1. Halikarnaslı tarihçi Herodotos anlatımı
Lydia versiyonu
anlatımlar içerisinde en erkeni MÖ 5. yüzyıl Herodotos’a aittir. Ancak bu
yazar, Kybele (Angdistis)- Attis ilişkisinden bahsetmez; sadece o, Lydia kralı
Kroisos’un oğlu olan Atys’in bir yabandomuzu avı sırasında Kroisos’un sarayına
sığınmış Adrastos tarafından öldürülmesinden bahseder. Bu burada Attis yerine
Atys adını görürüz.
‘Lydia kralı Kroisos’un iki oğlu vardır. Bunlardan biri dilsizdir; diğeri
ise Atys adında tüm yaşıtlarından her yönden daha önde olan bir gençtir.
Kroisos bir gün rüyasında oğlu Atys’in demir uçlu bir kargı ile öldürüleceğini
görür ve uyandığında ilk iş olarak onu evlendirmeye karar verir. Rüyasından
esinlenerek, oğlunun kargı, mızrak gibi silahların tehdidinden korumak için, ordu
komutanlığı görevinden alır. Atys’i
evlendirme hazırlıklarının devam ettiği bir zamanda Phrygia’dan bir misafir Lydia’ya
gelir. Bu kişi Phrygia kralı Gordios’ın oğlu, Midas’ın torunu Adrastos’tur.
Kardeşlerinden birini öldürdüğü için ülkesinden uzaklaştırılmıştır. Kroisos ona
sahip çıkar ve kendi ülkesinde dilediği gibi yaşayabileceğini söyler. Adrastos,
Lydia kralının sarayına yerleşir. O sıralarda Mysia yöresinin Olympos
dağlarının olduğu kısımda, Mysialı çiftçilerin tarlalarını silip süpüren,
ekinlere zarar veren bir yabandomuzu türemiştir. Çiftçiler bir türlü yabandomuzunu
yok edemezler; bunun üzerine çiftçiler kral Kroisos’a elçi yollarlar ve onun
oğlunun, adamlarının köpeklerini alarak bu yabandomuzunu öldürmek için
gelmelerini isterler. Kral, oğlu dışında tüm istedikleri kişilerin ve
köpeklerin yollanacağını onlara söyler. Atys babasının Mysialı elçiler ile
konuştuklarını duyar ve kendisinin de bu avda bulunması gerektiğini babasına
bildirir. Kroisos oğluna rüyasında gördüklerini anlatır ama oğlu Atys’i bu ava
gitmemesi için ikna edemez; çünkü Atys, babasına bu avda savaş gibi bir durumun
olmadığını, yabandomuzunun da kargı kullanamayacak olduğundan başına bir olay
gelmeyeceği söyler ve ava katılır. Bunun üzerine kral, Phrygia’dan gelen
Adrastos’u oğluna göz kulak olması için av partisine dahil eder. Andrastos’da
kralı kırmayarak av partisine katılmayı sevmediği halde ava Atys’i korumak için
katılır. Tüm görevlendirilenler ve köpekler yola çıkarlar Olympos’a
ulaştıkların da yabandomuzunu bulmak için bir sürek avı başlatılır. Domuzu bir
köşeye sıkıştırırlar ve kargılarını onun üzerine fırlatırlar. Kroisos’un görevlendirdiği
Adrastos’un fırlattığı mızrağı domuzu ıskalayıp kazayla Atys’i vurur ve Atys
ölür. Böylece de Kroisos’un rüyasında gördüğü kehanet doğru çıkar. Ama üzücü
olan bu cinayeti ülkeye misafir olarak gelen kişinin işlemesidir. Adrastos,
kardeşini öldürdüğü gibi birini daha öldürmüştür.
Avcı grubundan biri koşarak Lydia Devleti’nin başkenti Sardes’e varır ve
krala oğlunun Adrastos tarafından öldürüldüğünü bildirir. Bu ölüm onu altüst
eder ama onu asıl üzen oğlunun katilinin onu korumakla görevli olan kişinin
olmasıdır. Kroisos bu yaşananlardan dolayı, Zeus’a isyan eder. Ava gidenler
Atys’in ölüsünü Lydia’ya getirirler; katil onların arkasından gelmektedir.
Ölünün arkasında duran Adrastos bu yaptıklarının cezası olarak kendisinin
öldürülmesinin gerektiğini söyler ve kurban edilmek ister. Ancak kral, ona
‘konuğum’ diye hitap ederek ocağını söndüren Adrastos’a acır ve onu bağışlar. Lydia
kralının oğlu törelere uygun olarak gömülür. Gece olunca yaptıklarına
dayanamayan Adrastos, Atys’in mezarı üzerinde kendi canına kıyar.’
Bu anlatımda
Atys, avcılıkla uğraşan, savaşlarda başarılı olan bir kişi olarak
anlatılmıştır. Açıkçası bu kişinin Phrygia dışında, Lydia’da yaşayan bir kişi
olarak bu adı alması oldukça ilginçtir. Ayrıca, Atys’in mezarının Lydia’da,
başkent Sardes yakınlarında bulunduğunun da burada belirtildiği görülür. O
halde bu kişi bir tanrı olmaktan ziyade yaşayan bir kişidir ve onun mezarı
yapılacak kazılarla belki de bulunabilinir. L.E.Roller, bu anlatımdaki Atys’in
Anadolu’da yaşayan erkeklere verilen bir isim olduğunu ve bundan dolayı bu
kişinin tanrı ya da rahip kral olan Attis olamayacağını belirtir.
Attis’in bir
yabandomuzu avı sırasında öldürülmesi, Aphrodite’in genç sevgilisi Adonis’in
ölümünü hatırlatır. Aslında bu hikayelerdeki öykünün çekirdeği vahşi
yabandomuzu sahnesi değildir. Bu sadece mitosun bir yüzüdür; ama genelde
avlanma motifi öykünün çekirdeğidir. Hermesianax’ın anlatımında, Attis, Phrygialı
Kalaos’un doğuştan hadım olan oğludur. Büyüdükten sonra Lydia’ya göç eder ve
orada Ana’nın ayin şenliklerini kutlar.
8.1.2. Lydialı gezgin Pausanias’ın anlatımı
L.E.Roller,
Pausanias’ın anlatımlarını, Pausanias A ve B şeklinde ayırmıştır. Pausanias’ın
anlatımlarındaki bu ayrım dışında, mitosun geçtiği yerler ve içeriği konusunda
da bazı farklılıklar bulunmaktadır. Bunun içinde Pausanias’ın anlatımlarının
ilkini Lydia versiyonu olarak adlandırılan anlatımlara; ikincisini de Phrygia
(Pessinus) versiyonu olan anlatımların arasına yerleştirmemiz gerekir.
Pausanias
(Pausanias, VII.17.9–12.): ‘Phrygialı
Kalaos’un oğlu olan Attes üreme iktidarı olmaksızın doğmuştur. Büyüyünce Lydia’ya
gider ve onlara Ana Tanrıça kültünü kabul ettirir. Attes, Ana Tanrıça tarafından
o kadar hürmet ve takdir görür ki Zeus bu olaya sinirinden ve öfkesinden
Attes’in arkasından ülkeye bir domuz gönderir. Bu domuz birçok Lydialı ile
birlikte Attes’i de öldürür. Bu yüzden Pessinus’taki Galatyalılar domuza
dokunmazlar ve yemezler.’
Pausanias,
Kybele ve Attis mitosunu anlatırken iki farklı Attis tiplemesi ortaya çıkarır
ve ayrıca bu anlatımlarda olayın geçtiği yerlerin de farklılığı göze çarpar:
- Lydia kralının ülkesine giden ve Kybele kültünü Lydialılara tanıtan Attis’in görüldüğü anlatım, Lydia versiyonudur.
- Tanrıçaya sadık kalacağına söz veren ama sözünü tutamayarak Pessinus kralının kızına aşık olan Attis’in başından geçenlerin anlatıldığı, olayların Pessinus’ta geçtiği, anlatımda Pessinus versiyonudur.
Pausanias’ın Lydia
anlatımında Attis, Phrygia’da ölümlü bir babadan doğan, kısır olan,
yetişkinliğinde Lydia’ya taşınan, orada Ana Tanrıça ayinlerini Lydialılar’a
tanıtan, Zeus kültünü gölgede bırakmasından dolayı Zeus tarafından kıskanılan
önemli bir şahsiyettir. Bu anlatımda, Kybele ve Attis’in birlikteliğine ve
aşkına değinilmemesi dikkati çeker. Buradaki Attis, tanrıçaya kendisini
adamasından sonra tanrısal konuma ulaşmış bir insan ya da rahiptir. Attis’in
normal bir insandan sonra tanrıya dönüşmesi, onun tanrıçayla aşk yaşamasından
değil; ona olan bağlılığından dolayı olmalıdır.
Ankara Eskişehir
ekseninde bir dönem yaşayan Galatlar’ın bu külte girenlerinin yabandomuzu eti
tüketmemeleri muhtemelen buradaki anlatımlarda tanrılarını ya da prenslerini
öldürdüğü için lanetledikleri bu hayvanın etini yememek için olmalıdır. Ayrıca,
bu tanrı ve tanrıçanın toprak ve tahıl ürünleri ile ilişkisini düşündüğümüzde;
Attis, tarladaki topraktan çıkan ekinleri, tanrıça da toprak ana olarak Attis’i
kucaklayan anneyi, Attis’i öldüren yabandomuzu da tahıl başına gelecek
kötülükleri simgelemektedir. Bundan dolayı da domuz bazı toplumlarda verimsizlik
ve bereketsizlik getireceğine inanıldığından istenmeyen bir canlı olmuştur.
8.2. Phrygia Versiyonu
Phrygia
(Pessinus) versiyonu olarak adlandırılan anlatımlar da genellikle Attis,
Angdistis’i ya da Kybele’yi aldatan bir sevgili olarak görülür ve onun
Kybele’nin hadım rahibi olarak ölmesi teması ana konudur. Phrygia (Pessinus)
versiyonu, Diodoros (MS 1. yüzyıl), Ovidius (MS 1. yüzyıl), Pausanias (MS 2.
yüzyıl), Arnobius (MS 3. yüzyıl) ve Servius’un (MS 4. yüzyıl) anlatımlarına
dayanır.
Mitosun Lydia
versiyonunda bir kralın oğlu olarak görülen Attis tiplemesi, Phrygia (Pessinus)
versiyonunda Kybele’nin iradesine sahip olamayan sevgilisi olan bir tanrı
olarak karşımıza çıkar.
6.2.1. Yunanlı tarihçi Diodoros anlatımı
‘Çobanlar tarafından büyütülen Kybele büyüyünce ilk önce Attis ardından da
Papas adında bir genci sevdi, onunla yakın ilişkiye girdi, Papas’ın anne ve
babasını Kral ve Kraliçe olarak tanıdığında hamileydi. Kralın sarayına
götürüldü, bakire olmasına karşın hamile olduğu anlaşıldı ve Kral onu büyüten
çobanları ve Attis’i öldürttü. Ve bedenleri mezarsız bıraktı. Attis’e karşı
olan sevgisi ve kendisini büyütenlerin başına gelenlerden dolayı çıldıran
Kybele, dağınık saçlarıyla, inleyerek ve tef çalarak ülkeden ülkeye dolaştı
durdu.’
Bu anlatımda
Kybele ve sevgilisi Attis arasındaki ilişki diğer anlatımlara göre biraz daha
farklıdır. Burada, Attis ve Kybele uygunsuz bir ilişki yaşamışlar ve sonucunda
da cezalandırılmışlardır. Diğer anlatımlarda, Attis kusur işleyen, Kybele ise
öç alan kişi olarak; ahlaksal uygunsuzluğa karşıydı. Ayrıca buradan Attis’in
annesi Nana’da görülen bakire Ana Tanrıça olmanın kutsallığı burada da devam
etmiş gibi görülüyor. Anlatımda Attis’in Kybele tarafından değil de babası
tarafından öldürülmesi ve hadım edilmemesi diğer anlatımlardan farklı olan
başka bir noktadır.
8.2.2. Romalı şair Ovidius anlatımı (Ovidius,
IV.181–244.)
'Phrygialı genç, güzel yüzlü Attis
ormanlarda kule taşıyan tanrıçayı lekesiz aşkla yendi. Attis itaat sözü verdi
ama yeminini bozdu ve Nympha Sangaritis ile kendisi olmaktan çıktı. Bunun için
öfkeli tanrıça onu cezalanırdı, Attis çıldırdı, evi yıkılıyordu sanki, kaçtı
koşarak Dindymus Dağı’nın tepesine, kah ‘Meşaleleri kaldırın’ kah ‘Kamçıları
kaldırın diye bağırır’; yemin eder Palaestine tanrıçalarının orada olduğuna, keskin
bir taşla kendini hadım edip uzun saçlarını peşinden sürükledi, kir toz içinde.
Şöyleydi çığlığı: ’hak ettim, kanla ettiğim cezaları, ödüyorum, bana zarar
veren o organlar yok olsun’’... kasıklarının ağırlığını kaldırıp attı...
çılgınca kendinden geçmesi örnek oldu ve kadınsı rahipleri saçlarını sallayarak
aşağılık uzuvlarını kestiler.’ Tanrı Attis’in hadım
edilmesi temasının ilk defa bu anlatımda işlendiğini görüyoruz.
8.2.3. Lydialı gezgin Pausanias anlatımı (Pausanias,
VII.17.9–12.)
‘Attis’e Ana Tanrıça (Kybele) aşık olur. Attis ona sadık kalacağına söz
verir ama Pessinus kralının kızına aşık olur. Attis kralın kızı ile evleneceği
sırada düğün konukları arasından Agdistis (Kybele) görünür ve kıskançlığından
Attis’i çıldırtır. Dağa kaçan Attis, bir çam ağacının altında kendini hadım
eder ve ölür. Kanından taçlı dağ laleleri meydana gelir. Bu yaptığından pişman
olan Agdistis(Kybele), Zeus’a yalvarır ve Attis’in yeniden dirilmesini ister.
Ancak Zeus, Attis’in bedeninin hiç çürümeyeceğini, saçının hep uzayacağını,
yalnızca sağ elinin küçük parmağının hareket edeceğine söz verir. Tanrıça,
Attis’i Pessinus’ta gömer ve o her yıl yapılan törenlerde tanrı olarak anılır.’
8.2.4. Kuzey Afrikalı rahip Arnobius anlatımı (Arnobius
V.5–8)
‘Genç Attis’e Agdistis ve Magna Mater aşıktır ve Agdistis gizlice Attis’e
birçok kez av hediyesi vermiştir. Attis bir gün sarhoşluğu sırasında onların aşkına
ihanet eder ve Midas’ın kızı İa(İo) ile evlenir. Kral Midas düğününden
Agdistis’in haberi olmasın diye şehir kapılarının kapanmasını emreder. Ama
Magna Mater şehir duvarlarının başı ile kaldırarak içeriye girer. Agdistis
çılgınlık içinde tüm topluluğa saldırır ve bunun sonucunda Attis kendini bir
çam ağacının altında hadım eder ve kestiği genital organını Agdistis’e
fırlatır.
Magna Mater bunları gömer ve bunlardan taçlı dağ laleleri meydana gelir.
İa(İo) ise Attis’in bedenini yüne sarar ve Agdistis ile birlikte o da ağlar.
Daha sonra İa(İo) kendini öldürür ve bedeni Magna Mater tarafından gömülür. İa(İo)
kanından taçlı dağ laleleri, mezarından da badem ağacı meydana gelir. Magna
Mater çam ağacını mağarasına taşır ve Agdistis ile birlikte Attis için ağıt
yakar. Tanrıçanın isteğine rağmen Zeus, Attis’in tekrar dirilmesine izin
vermez. Ancak bedeninin çürümemesine, saçlarının uzamasına ve küçük parmağının
hareket etmesine izin vermiştir. Bunun üzerine Agdistis, Attis’in bedenini
Pessinus’ta kutsar ve her yıl rahipsel kutlamalar ile onurlandırılmasına izin
verir.’
Bu anlatımda
tanrıça, Kybele adı görülmez. Agdistis adı ile ön plana çıkar. Zaten Agdistis,
gök tanrısı ile toprak tanrıçasının çift cinsiyetli kızıdır. Sonradan erkeklik
uzvu tanrılar tarafından yok edilecek ve Kybele’ye dönüşecektir. Bu anlatımda,
Tanrı Attis’in ölümü de diğer anlatımlara göre biraz daha farklıdır. Onun
ölümü, tanrının kendisini bir çam ağacının altında hadım etmesi ile
gerçekleşir. Buradaki Attis’in bedeninin yüne sarılması, Mart törenlerindeki
bir uygulamanın temeli olmalıdır. Demek ki Kybele’nin hadım rahipleri, bu
mitostaki Attis karakterini fazla önemsiyorlardı.
Ayrıca,
Agdistis’in (Kybele), tanrı Attis’in cinsel organını toprak içerisine gömmesi,
bu tanrının üremedeki gücünün göstergesidir. F. Maternum, Kybele-Attis
mitosunda geçen ayrıntıların anlamını yorumlarken Kybele’yi toprağa Attis’i de
topraktan çıkan ekine benzetir. Kybele’nin Attis’e olan sevgisini de toprağın
ekini sevmesine, tanrının hadım edilmesi cezasını da çiftçinin orakla olgun
ekinleri kesmesiyle; tanrının ölümünü de kesilen ekinlerden düşen tohumların
toprağa saklanması şeklinde niteler ve her yıl toprağa serpilen tohumların
yıllık sürelerle yeşermesini de Attis’in yaşama dönmesi ile ilişkilendirir.
Attis’in cinsel
organının toprağa gömülmesi sonucu taçlı dağ laleleri ortaya çıkması nedeniyle
Adonis’in kanından taçlı dağ laleleri oluşması arasında bir bağlantı kurulmuş
olunabilinir. Yazarlar, Kybele’nin eşi olan Attis’in hadım edilmesini, maddi
dünyanın sonsuzluklarına doğru hızlı düşen Attis’in isteklerine gem vurulması
olduğunu belirterek insanoğlunun da Attis gibi içindeki taşkınlığa gem
vurmasıyla, bir olana erişebileceğini vurgular.
8.2.5. Romalı Servius
‘Güzel çocuk Attis, Mater Magna’nın üst rahibidir. Şehrin
kralı tarafından seviliyormuş ama onun bir zorbalık yapacağını anladığı zaman
ormanlara kaçmış. Ancak kral tarafından bulunmuş ve kralın kendisine tecavüz
etmesinden önce kralın cinsel organını kesmiş. Aynı şeyi ölmekte olan kralda
Attis’e yapmış. Mater Magna’nın rahipleri bir çam ağacının altında ölmekte olan
Attis’i bulurlar ve onu tanrıçanın tapınağına götürürler. Onu hayatta
tutabilmek için her şeyi yaparlar ancak sonuç alamazlar. Attis’in cesedini
gömerler, tanrıça da her yıl ona tören düzenler.’
7. YUNAN MİTOLOJİSİNE GÖRE DÜNYANIN OLUŞUMU
Yunan Mitolojisi
herşey bir kaos ile başlar. Efsane "Başlangıçta kaos vardı" der. Belki de bu belirsizlik ona kaos ismini
vermiştir.
9.1. Önce Toprak Ana Gaea vardı
Yunan yaratılış
efsanesine göre önce kaos vardı. Bir süre sonra bu kaos'tan bir anda Gaea
oluşmuştur, yani toprak, başka bir deyişle "Toprak Ana" (Resim 67).
Resim
67 - MÖ 750-650 yılları arasında yaşamış Yunan didaktif şiirin babası sayılan
Hesiod der ki, "Gaea'dan gökyüzü
yükseldi", Gökyüzü, yani Uranus; toprağın, yani Gaea'nın hem oğlu hem
eşi oldu. O zamanlarda, gökyüzü ve yeryüzü birbirine o kadar yakındı ki,
birbirlerine öyle büyük bir aşkla sarılmışlardı ki, aralarındaki sınır ayırt
edilemezdi. Bereketli, yeşil Gaea, Uranus'un yağmurlarıyla ıslanınca, Eros
ortaya çıktı; yaratıcı aşkın ruhu. Eros, bir varlıktan çok, Gaea'nın ruhu
olarak tanımlanır; yeryüzü ve gökyüzünü birlikte kılan bir güç.
9.2. Erkek Egemen Tanrı Başlıyor - Uranus
Gaea ve
Uranus'un kucaklaşmasıyla ilk varlıklar oluşmaya başladı. Gaea, Uranus'un
kolları arasında mutlulukla kıpırdandığında, narin, yeşil, yumuşak tepeler
oluştu ve Gaea bu tepelerden düşünme yeteneğine sahip ilk varlıkları Titanları
doğurdu (Resim 68).
Titanlardan
sonra Gaea, yüz kollu, dev canavarlar doğurdu. Babaları Uranus onları görür
görmez nefret etti, iğrendi ve toprağın içine geri itti. Gaea acıyla
kıvranıyordu, bu kıvranmalardan yeryüzündeki büyük taşlık dağlar oluştu. Ancak
Uranus Gaea'ya eziyet etmekten vazgeçmiyordu.
Uranus, Cyclopes
ve Hecatonchires gibi bazı çocuklarını Tartarus yeraltı zindanlarında tutsak
edince anneleri ve eşi Gaea’ın gazabına uğradı. Gaea, acı içinde ilk çocukları
olan Titanlar'a seslendi. Babaları ve yarı kardeşleri olan Uranus'a karşı
kendisiyle birlik olmalarını istedi. Ancak Titanların hemen hepsi Uranus'tan
ölesiye korkuyorlardı, yardım çağrısına karşılık vermediler Gaea'nın.
Resim
68 – Gaea ve Uranus
Ancak içlerinden
biri, Cronus, annesine yardım edeceğini belirtti. Titanların en cesuru olan
Cronus, annesine yardım edip babasını saf dışı bıraktıklarında evrenin
idaresinin kendisine geçeceğini sezinliyor olmalıydı. Bunun üzerine Gaea,
Cronus'un pençeye benzeyen güçlü elleri için demiri yarattı. Yerden biten bu
demiri çakıl taşıyla biledi, bir orak haline getirdi ve Cronus'a verdi. ‘Bununla babanı hadım edeceksin!’ dedi.
Cronus orağı aldı ve gece olduğunda uykuya çekilen babasının üzerine atıldı ve
onu hadım etti. Böylece gökyüzü sonsuza dek yeryüzünden ayrılmış oldu, artık
dünyaya hükmedecek hükümdarların, toprağa ayak basmaları gerekecekti,
gökyüzünden yeryüzüne hükmetmek olanaksızlaşmıştı.
Babasının
erkeklik organını kesen Cronus, ardına bile bakmadan ordan uzaklaştı. Kesilmiş
erkeklik organından toprağa damlayan kanlarından yeni varlıklar doğdu. İlkin,
doğa yasalarının ve evrenin koruyucuları Erinys’ler. Bu tanrıçalar birçok
söylemde yer almış olan korkunç yaratıklardır. ‘Suçluları kovalayıp duran bir nevi mitolojik polistirler’ diye
anlatılır. Ardından, Uranus'un kesilmiş erkeklik organından damlayan ikinci kan
damlalarından Gigantlar doğdular. Yeryüzü görünümündeki Gaea, gökyüzü görünümündeki
Uranus, fiziksel özellikleri pek bilinmeyen ancak insan görünümünde olduklarını
düşündüğümüz Titanlar ve yüz kollu devlerden sonra; Gigantların dış görünüşleri
pek garipti. İnsanlara benzer bir yapıları vardı ancak vücutlarının alt
kısmında yılan biçimli bir kuyruk bulunuyordu. İki ayakları üzerinde duruyorlar
ancak sürüngen özellikleri de gösteriyorlardı. Üçüncü damladan da Dışbudak
ağacının perileri Meliae’lar doğdular.
Resim
69 - Yunan Tanrılar Panteonu
Organ sonunda
suya düştü... Üzerinde bulunan spermler tuzlu deniz suyu ile birleşti ve bir
köpük oluşturdu. Bu köpük Kıbrıs kıyılarında karaya vurdu ve içinden güzeller
güzelli Aşk Tanrıçası Aphrodite çıktı. Aphrodite göğün kızıdır ve ilk
tanrıçalardan biridir. Roman mitinde kendisine Venüs ismi verilmiştir, sabah ve
akşam yıldızı olarak görünmüştür.
9.3. Ve Tanrılar tahtı Cronus’un (Roma’da Saturn)
Böylece Cronus
tahta geçmiş oldu. Ancak Cronus'un babasından daha da zalim bir tanrı olacağını
kimse bilemezdi. Yüz kollu dev kardeşlerini kurtaracağı yerde, ona umut
bağlamış olan zavallıcıkları daha da gerilere, Tartaros'a itti. Tartaros,
Yeraltı Dünyası'nın en derin, en korkunç, en karanlık yeridir ve Homeros
tarafından ‘Tartaros'un yeraltı dünyasına
olan uzaklığı, dünyanın gökyüzüne uzaklığı kadardır.’ diye tanımlanır.
Oraya düşmek, bir varlığın başına gelebilecek en kötü şeydir.
Cronus,
kendisine ayak bağı olacaklarını düşündüğü kardeşlerini Tartaros'a hapsettikten
sonra keyfine baktı ve kardeşi Rhea'yı kendisine eş olarak aldı. Fakat hayal
kırıklığına uğramış olan Gaea, Cronus'un ihanetine bir kehanetle yanıt verdi ve
Cronus'un keyfini kaçırdı... ‘Babana
yaptıklarının aynısını günün birinde çocuklarından biri de sana yapacak.’
Rhea, Cronus'a
bir sürü çocuk doğurdu... Böylece eski Yunan Tanrıçaları ve Tanrıları birer
birer ortaya çıktılar.
Resim
70 – Roma’da Saturn olan Cronus doğan çocuklarını yutuyor.
Cronus,
annesinin kehanetinden korkuyor, Rhea doğurdukça bebeği yutuyordu (Resim 70).
Rhea bu durumdan elbette hoşnut değildi ancak, günün birinde doğacak çocuğunu
sever de kıyamaz yutamaz umuduyla doğurmaya devam ediyordu. Ancak Cronus
akıllanacağa benzemiyordu. Oysa Rhea'nın sabrı tükenmişti, yine hamileydi ve bu
sefer doğacak çocuğunu Cronus'un midesine göndermeye hiç niyeti yoktu!
Rhea annesi Gaea'dan
akıl aldı, ve onun öğüdüne uyarak çocuğunu dağlık bir yere gidip doğurdu ve
oğlunu keçi sütü ile besledi. Sonra da onu ne idüğü belirsiz Kuretler'e verdi.
Kuretler o dağlık bölgede yaşayan küçük tanrıcıklardı. Kuretler eğer Cronus
oralara yaklaşacak olursa korkunç sesler çıkarıp bebeğin sesini duymamasını
sağlayacaklarına söz verdiler.
Sonra Rhea,
yerden bir kaya parçası aldı, onu battaniyelere sardı sarmaladı ve yutması için
Cronus'a sundu. Cronus'un gözü öylesine dönmüştü ki, battaniyeyle beraber
kayayı yuttu, Rhea'nın bir sonraki doğumuna kadar rahatladı. Ancak Rhea bir
daha doğurmadı.
Aradan yıllar
geçti, Zeus büyüdü, genç ve kuvvetli bir tanrı oldu. Günün birinde akıllı ve bilge
peri Metis’e rastladı. Zeus hemen ona aşık oldu. Metis'e hayatını anlattı.
Babasının çılgınlıklarından, yeraltına hapsedilmiş kardeşlerinden bahsetti.
Metis öğrendikleri karşısında kayıtsız kalamadı ve Zeus'a yardım etmeye karar
verdi. Hemen büyülü bir iksir hazırladı ve babasına içirmesini tembihleyerek
bunu Zeus'a verdi.
Zeus, babasının
sarayına saki olarak bir şekilde kendisini kabul ettirdi ve şarabına büyülü
iksiri karıştırıp içirmeyi başardı. İksir hemen etkisini gösterdi, Cronus birer
birer yuttuğu çocuklarını kusmaya başladı. Bebekler babalarının karnından
büyümüş, gelişmiş bir şekilde çıktılar. Ölmemiş olmaları çok doğal aslında,
çünkü onlar tanrı ve tanrıçalardır.
Çocukları,
Cronus'un midesinden çıktıktan sonra babalarının karşısına dikildiler. İlerde
Olympos'ta bir nevi ev kadını olan ocak ve ev düzeni Tanrıçası Hestia, kolunda
bir demet başak ile tasvir edilen bereket tanrıçası Demeter, evliliğin
koruyucusu Hera, sonradan yeraltı dünyası'nın tanrısı olan Hades ve sonradan denizler
tanrısı olan Poseidon...
9.4. Zeus Tanrılar Panteon’unun Başı oluyor.
Hepsi de Zeus'un
önderliğinde babalarına karşı birleştiler ve şiddetli bir savaş başladı. Zeus,
Tartaros'tan yüz kolluları çıkardı. Onlar da kendilerini esaretten kurtaran
Zeus'a minnettarlıklarını bildirmek için onun yanında savaştılar. Hatta Zeus'a
şimşekli silahlar armağan ettiler. Böylece savaş Zeus ve kardeşlerinin
üstünlüğü ile sona erdi.
Bu savaşın 10
yıl kadar sürdüğü söylenir. Bildiğimiz savaşlara benzemez bu. Kimse kimseyi
öldürüp yaralayamaz, zaten ölümsüzlerdir. Amaç salt iktidar ve koltuk kavgası
olduğundan, bunca süre Zeus, Cronus'u artık iktidarı kendisine teslim etmesi
için ikna etmeye zorlamıştır. 10 yıl sonra da Cronus yorgun düşmüş olmalı ki,
Zeus ile anlaşmaya razı olmuş, iktidarı devredip Mutlular Adası'na, kader ve
kısmete yön vermek üzere atanmıştır (Resim 71).
Resim
71 - Ubaldo Gandolfi'nin Rhea (Kybele) ile Zeus’un Cronus’u kovması tasviri - 1770
Cronus alt
edilince, Zeus önderliğinde yepyeni bir düzen kurulmuştur (Resim 72). Zaten
Zeus'un önderliği herkes tarafından kabul edildiği için, bu pek de zor olmasa
gerek. Zeus, kendisini ‘Gökyüzünün ve Yeryüzü'nün Tanrısı’, Poseidon'u ‘Denizler
ve Irmakların Tanrısı’, Hades'i ‘Yeraltı Dünyası'nın Tanrısı’ ilan edip,
zirvesi devamlı bulutlarla kaplı olan Olympos Dağı'na yerleşti.
Resim
72 - Baştanrı Zeus
Zeus kendisine
karşı gelen Titanları Tartaros'a kapatarak cezalandırdı. Ancak birer Titan
oldukları halde kendisine başkaldırmayan Prometheus ve Epimetheus kardeşleri insanın
Yaratılışında görevlendirdi. Savaşta diğer Titanların başında bulunan Atlas ise
en büyük cezayı, yerküreyi omuzlarında taşıma cezasını aldı...
Yunan
mitolojisinde Titanomachy, Eski Yunan tanrıları Titanlar ile Zeus
önderliğindeki Olympus’lu tanrılar arasından gerçekleşen ve 10 yıl kadar süren
büyük savaşıdır. Savaşın bitimiyle Othrys
dağına yerleşik eski pantheon, Olympus dağına yerleşik yeni pantheon oluşumuna
yenilmiş oldu.
10. SONUÇ
10.1. Matriyarkel dönemden
Patriyarkel döneme geçiş ile Kybele’ye ne oldu?
Patriyarkel toplum artık herkez tarafından kabul edildikten sonra efsane gene şekil değiştirir. Attis kendisine kıydıktan sonra Kybele ettiğine pişman olarak Zeus’a başvurur. Ondan Attis’in ruhunun bir çam ağacına geçmesine izin ister. Zeus izin verir. Yeni dönemde artık Kybele’nin dönüştürücü tanrısal gücü yoktur. Neredeyse evdeki kadına dönüşmüştür, sadece isteyebilir. Attis’in kesilen penisinden dökülen kanlardan taçlı dağ gelincikleri(laleleri) oluşur.
Resim
73 – Şubat ile Mayıs ayları arasında çiçek açan taçlı dağ laleler (Anemone
coronaria)
10.2. Birbirlerinden etkilen inançlar ve Kybele
Romalıların M.Ö.
204 tarihinde Phrygia'daki Pessinus (Ballıhisar)'dan ya da Pergamon’dan alıp
Roma'ya götürdükleri tanrıça Kybele aslen Anadolulu bir varlık idi. Romalılar
gibi Hellenler de tanrıçayı benimseyerek çeşitli kentlerde, özünü değiştirmeden
başka isimler, başka görünümler altında ona saygıyla tapınmışlardır. Balkanlardan
Anadoluya gelen Phrygia’lılar da bu tanrıçayı yeni vatanları Anadolu'da bulmuş
ve belki de ona kendi Ana Tanrıçalarının özelliklerini de katarak tapmaya devam
etmişlerdi. Bunun en açık kanıtı, Phryglerden önce Anadolu toprakları üzerinde
yaşamış olan Hititler'de bu tanrıçaya tapınıldığını gösteren yazılı ve
arkeolojik delillerin varlığıdır. Hatta Hititler öncesi Anadolu'da, yani
Kültepe çağında bile Kubaba'lı kişi adlarının var olduğunu tespit edilmiştir.
Kuzey Suriye
belgelerinde, özellikle de Karkamış belgelerinde tanrıça Kubaba'nın çok sık
olarak zikredildiğini, buna karşın Mezopotamya'nın binlerce tabletlik arşivlerinde
Kubaba adının pek az göründüğünü, ancak MÖ 3. bin yıl ortalarına ait bir
belgede Kubaba isminin geçtiği bilinmektedir.
Prehistorik
devir Anadolu'sunun önemli kazı yerlerinde özellikle Çatalhöyük ve Hacılar (MÖ
6500-5650) Neolitik kültürlerinde ortaya çıkan tanrıçanın tasvir biçimleri, aslanları,
tahtı, doğuruculuk niteliği kendisinden sonraki devirlerin tanrıça düşüncesinde
ve tasvirlerinde de sadık bir biçimde korunmuş ve sevilmiştir. Bundan dolayı
Kubaba’nın Anadolu'da, özellikle Çatalhöyük ve Hacılar neolitik kültürlerinde
doğduğu fakat önemini 2. bin yılda Karkamış'da kazanmış olduğu hatta buranın en
önemli tapınma yeri olduğu söylenebilir. MÖ 1000 yılında da tanrıça aynı kentte
önemini sürdürmüştür. Dolayısıyla tanrıçanın asıl vatanı Anadoludur. Aksi halde
Çatalhöyük ve Hacılar'daki tasvir biçimleri olan, iki parsın veya kaplanın
koruduğu tahtına oturmuş Ana Tanrıça heykelcikleri, geç devirdeki benzerleri
göz önüne alındığında başka hangi anlama gelebilir? Bu tasvir biçimi onun
tarihsel gelişim süreci içinde değişmeyen niteliğinin, yani Vahşi Hayvanların
Egemeni (Potnia Theron) gücünün sembolüdür.
Şu halde, Roma
çağının Magna Mater'i, Hellen kültürünün Kybele'si aslında Hititler devrinin
Kubaba'sı idi. Ve Kubaba'nın da vatanı Anadolu idi. Ancak bu sonuca Çatalhöyük
ve Hacılar gibi neolitik kültür yerleşmelerinden elde edilen arkeolojik
kıyaslamalara dayanılarak yapıldığını unutmamak gerekir. Neolitik çağda yazı
olmadığından bu tanrıçanın adının Kubaba olup olmadığını bilemiyoruz.
Bildiğimiz, Çatalhöyük ve Hacılar tanrıçasının, göze çarpar şekilde belirtilmiş
üreme organları ve vahşi hayvanlarla tahtta oturmuş olması gibi tasvir
biçimleri kendisinin bir "Ana Tanrıça" ve evrensel "Doğa
Tanrıçası" olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Doğadaki bereketi ve yaşamı, sevgilisi genellikle oğlu veya kardeşi olan
bir bitki tanrısı ile aşk yaparak (kutsal evlilik) sağlayan Ana Tanrıça motifi
ilk kez nerede ortaya çıkmıştı ? Çok yanıtlı bir sorudur bu. Batı düşüncesinin
uygarlığı Mezopotamya’da başlatan ve Yunanistan-Anadolu-Roma rotalarıyla
ilerleten tarih anlayışı yaygın olarak kabul görse de doğa olaylarına, dünyanın
farklı bölgelerindeki farklı toplumlar, aynı tepkiyi vererek birbirlerinden
bağımsız bir şekilde aynı kültürü yaratmış, aynı romanı yazmış olabilirler. Örneğin
bereket getiren Ana Tanrıça soyutlamasının, kabul edilenin aksine
Mezopotamya’da değil Anadolu’da başladığı yönünde heyecan verici bulgular
ortaya çıkmıştır. Tek başına Göbeklitepe bile tarihin yeniden yazılmasını
gerektirecektir belki de.
Paleolitik Çağ’dan başlayarak insan, doğa olayları karşısında bir düzen ve
anlam arayarak bu güçleri tanrılaştırmıştır. Bu soyutlama yoluyla
olgunlaştırdığı ritüeller için yeniden somutlamaya giderek insan formunda
figürin ve heykeller ya da şematik şekilde idoller yaratmıştır. Avcı-toplayıcı
toplum biçiminde eril ilahların fallik(erkeklik organı) sembolleri ön
plandayken tarıma dayalı yerleşik düzene geçildikçe toprakla özdeşleştirilen
dişil öğe ön plana çıkmış ve ana tanrıça inancı doğmuştur. Ancak dölleyici
erkek, arka plana atılmamış ve tanrıçanın sevgilisi olarak bereket kültünün bir
parçası olmuştur.
Resim
74 - Kybele/Artemis heykeli, sanatçı Mihail Chemiakin Mimi Ferzt Gallery-Soho-NY City
10.3. Sonsöz
İnsanoğlu
varoluşundan itibaren, gereksinimlerini karşılayacak, elde etiklerini koruyup
devamlılığını sağlayacak olan ilahi güç ya da güçlere inanmıştır. Çeşitli
ritüeller yoluyla pekiştirilen bu inanç, kimi zaman erkek; kimi zamansa kadın
formunda heykelcikler ya da idollerle insanlaştırılıp somut olarak ifade
edilmiştir.
İnsanın, doğanın
zorlukları karşısında yaşam mücadelesi verdiği Paleolitik (yontma taş devri 2
milyon yıl öncesinden MÖ 8000 yılına kadar) devirde erkeğin gücüne dayalı
avcılık önemli olmuş ve dolayısı ile inanç, erkeğin ön planda olduğu semboller
ile ifade edilmiştir.
Neolitik (cilalı
taş/tarım devri MÖ 8000-5000 yılları arası) devirde tarıma dayalı yerleşik
düzene geçildikçe toprakla özdeşleştirilen kadının doğurganlığı ön plana çıkmış
ve Ana Tanrıça inancı oluşmuştur. Bu, erkeğin dışlanmadığı ancak erkeği doğuran
ana olarak Tanrıça‘nın ön sırada yer aldığı bir süreç olmuştur. Çatalhöyük
buluntuları, Anadolu‘da Neolitik devirde bugün bizim anladığımız anlamda bir
din ya da İsviçreli antropolog Bachofen‘in öne sürdüğü anaerkil bir toplumsal
düzen olmasa da öncül bir Ana Tanrıça tapınımının varlığına işaret etmektedir.
Elde edilen buluntular, o devirdeki inancın, şimdiki ve sonraki yaşamda
bereketin sürekliliğine odaklandığını ve bunun dişi varlık vücudunda
simgelendiğini göstermektedir.
Pers istilasına
rağmen Anadolu‘da varlığını sürdüren Ana Tanrıça, insanlığın nüfus olarak
çoğaldığı, uygarlığın gelişmesi için daha geniş topraklara ihtiyaç duyulan ve
savaşların kazanılmasında erkeğin gücünün ön plana çıktığı Hellenistik Devir‘de
(MÖ 330-MÖ 30), erkek egemen Yunan Panteonu‘nda kişiliği birkaç Tanrıça
arasında paylaşılmış olarak varlığını sürdürmüştür. Bu devirde Anadolu‘da kent
merkezlerinde tapınım gören en önemli Tanrıça olmamakla birlikte yine de dağlık,
kırsal kesimde saygı görmüştür.
Arkeolojik
buluntuların sağladığı kanıtlar, kent merkezinde ya da dağlarda; adı Kybele,
sıfatı Meter ya da başka bir şey olsa da Anadolu‘da çok uzun bir süreçte tüm
atribüleri ve ritüelleri ile aynı Ana Tanrıça‘ya tapınıldığını göstermektedir.
Ancak MÖ 4. ve
3. yüzyıllarda saban tarımına geçildikçe kadın toplum içinde giderek ikincil
role itilmiştir. Böyle Mezopotamya ve Küçük Asya da yavaş yavaş anaerkil
toplumdan ataerkil topluma geçiş gerçekleşmiştir. Tarihsel çizgide kadının bu
geri itilişi önce tanrılar panteonunda erkek tanrıların ön plana çıkışına,
giderek ana tanrıça kültünün yok oluşuna ve devamında tektanrılı dinlerin hayat
bulmasına denk gelir.
Doğurganlık
özelliğiyle yücelen ve bu anlamda yaratıcılara denk görülen kadın cinsinin
elinden yavaş yavaş bu özelliğinin yüceliği alınır ve yücelik erkeğin eline
geçer. Kadın artık yaratıcıyla özdeşleşen erkek sperminin taşıyıcısıdır sadece,
bir araçtır, içi erkek tarafından doldurulan taşıyıcı bir kaptır (Resim 74).
Takvim, Hz İsa’dan
4 bin yıl önce Mezopotamya’da zaten belirlenmişti. Paskalya şenlikleri ve
Hristo Anesti yani İsa’nin dirilişi ve ondan önceki perhizler, Attis’in ölümü
ve yeni baştan dirilmesinden başka bir şey değildir. Aslında Hıdrellez ve
Nevruz’da Attis’in ölümü ve dirilişi az buçuk gün farkı ile aynı şeydir. Hatta
o günler, kadınlar dileklerini kağıtlara yazarak Hızır İlyas’a gönderirler.
Yani yazdıkları mektupları göle nehire ya da denize atarlar. Unutmayalım ki
Tammuz ya da Attis Sümer’de Derin suların oğludur. Attis’de Sakarya ırmağının
torunudur.
Kybele kültü
birçok dini ve gelenekleri etkilemiştir. Kybele matriyarkel bir tanrıça idi.
Toplum patriyarkel olunca öteki matriyarkel topluma karşı bazı fedakarlıklarda
bulunmak zorunda kalmıştır. Bu nedenle matriyarkel toplumun baş tanrıçası
Kybele, patriyarkel toplumun baş tanrısı Zeus’u Girit’te Dikte mağarasında
doğurdu. Bu suretle Kybele, Tanrının anası oldu. Efes kentinin tanrısı
Artemis’de bir çeşit evrimleşmiş Kybele idi. Onun için Tanrı anası sayılırdı.
Efes’te yeni
Hiristiyan olanlar eski inançlarını da tamamen terk etmemişlerdi. Onun için MS
431’de Hiristiyan kilisesinin büyükleri, Meryem Ananın özelliklerini belirlemek
için Efes’te konsil topladığında halkın baskısıyla karşılaştılar. Konsül,
Meryem Ana’yı da Tanrının anası olarak saymak zorunda kaldı. Kilisenin egemenliğinden sonra bile, bereket kültü
halkların anonim belleklerinde korunmuş ve birçok bereket tanrısı Hiristiyan
azizlerinin gizli kimlikleri olmuştur. Tarımsal etkinlikle ilgili şenliklerde
ve köy seyirlik oyunlarında çok-tanrılı dinlerin bereket ritüelleri günümüzde
bile hala kendini göstermektedir. Unutulmamalı ki
Paskalya, yani İsa’nın dirilişi yortusu İlkbahar’ın ilk günü, yani martin
yirmibirinde gece ve gündüzün denkleştiği anda kutlanır.
Luvilerin Kuwawa’sı, Mezopotamya-Anadolu-Mısır-Yunanistan-Avrupa arasında
seyahat eden bir Ana Tanrıçadır. Bu tanrıça Kenan ülkesinde Havva olacaktır ya
da Meryem. Kenan ülkesinde doğan Meryem
Ana, Hz.İsa’nın ölümünden sonra hayatının son döneminde Efes’e gelerek yuvasına
dönmüş olur aslında…
KAYNAKÇA
Halikarnas
Balıkçısı - Anadolu Efsaneleri
Halikarnas
Balıkçısı - Anadolu Tanrıları
Lynn E. Roller –
Ana Tanrıçanın İzinde
Ömer Çapar –
Roma Tarihinde Magna Mater (Kybele) Tapınımı
Seher Selin
ÖZMEN – Anadolu’da Ana Tanrıça Kültü, Humanitas, 2016; 4(7): 381-397
http://arkeokur.tumblr.com/post/26563561294/kibelenin-seyahati
http://www.metinsert.com/?&Bid=778966
http://mitoloji-mithology.blogspot.com.tr/2008/12/kybele-ve-attis.html
http://www.carnaval.com/cybele/
http://www.ancient.eu/Cybele/
http://www.getty.edu/Search/SearchServlet?col=getty&nh=10&qt=cybele
https://ahmetustanindefteri.blogspot.com.tr/2014/03/ana-tanrica-inanisi-venus-heykelleri.html
http://www.sesonline.net/php/genel_sayfa_yazar.php?KartNo=58226&Yazar=Yal%E7%FDn+Yusufo%F0lu
No comments:
Post a Comment