Hakkımda

Sunday, April 5, 2015

Dünya’nın İkinci Müze Oteli Antakya’da

Dünya’nın ikinci Müze Otel kompleksi, Atina’nın ardından Antakya’da açılacak. Antakyalı işadamı Necmi Asfuroğlu tarafından 100 milyon dolara mal olan, St.Pierre kilisesini yakınındaki müze otelin projesi mimar Emre Arolat tarafından hazırlandı ve 2015 yılı sonunda ASF Hilton Antakya Müze & Otel adıyla Hilton Oteller zinciri tarafından beş yıldızlı tesis olarak işletime açılacak. Otel, tarihi kalıntıların bulunduğu alandan yedi metre yükseklikte çelik ayaklar üzerine inşa edildi. Arkeologların otel arazisinden çıkardığı tarihi kalıntılar, müze haline getirilecek ve otelin cam zemininden görülebilecek. Ayrıca otelin üst katı olan yaşam alanından dağın eteklerindeki St Pierre Kilisesi’ni görmek mümkün.


St.Pierre Kilisesi

Saint Pierre Kilisesi, Stauris Dağı'nın batısında kayalara oyulmuş 13 metre derinliğinde, 9.5 metre genişliğinde ve 7 metre yüksekliğinde bir mağaradan oluşmaktadır. Antakya'daki ilk Hıristiyanların gizli toplantıları için kullandıkları bu mağara Hıristiyanlığın en eski kiliselerinden biri olarak kabul edilir.

İncil'in Resullerin İşleri bölümünde Barnabas'ın Tarsus'a giderek Pavlos'u Antakya'ya getirdiği, Antakya'da bir yıl birlikte çalışarak Hıristiyanlığı yaydıkları ve bu dine inananlara 'Hıristiyan' adının verilmesinin Antakya'da gerçekleştiği bilinmektedir. Bu bilgilere ek olarak Pavlos'un Galatyalılara yazdığı mektupta Antakya'ya gelen Petrus ile Hıristiyanlığın o günkü durumunu tartıştığını belirtmektedir. Hıristiyan geleneği Petrus'u Antakya Kilisesi'nin kurucusu ve burada oluşan Hıristiyan topluluğun ilk başpapazı olarak kabul etmiştir.

Kilisenin erken döneminden günümüze sadece taban mozağinin parçaları ve sunağın sağında, duvar boyamalarının izleri kalmıştır. Dağa açılan tüneli bir zamanlar burada toplanan Hıristiyanların baskınlar sırasında kaçmak için kullandıkları sanılmaktadır. Kayalardan sızarak yalakta toplanan su vaftiz için kullanılmıştır.

Taş kürsü ve St.Pierre heykeli

Kilisenin ortasındaki taş sunağın üstünde eskiden 21 Şubat tarihinde Antakya'da kutlanan Saint Pierre Kürsüsü Bayramı için yerleştirilen taştan bir kürsü vardır. Sunağın üzerindeki mermer Saint Pierre heykeli 1932 yılında yerleştirilmiştir. 1098 yılında Antakya'yı ele geçiren haçlılar kiliseyi birkaç metre daha uzatıp iki kemerle ön cepheye bağlamışlardır. Bu cephe 1863 yılında, Papa IX. Pius'un isteğiyle restore işlerine girişen Kapuçin rahipleri tarafından yeniden yapılmıştır. Restorasyona III. Napolyon da katkıda bulunmuştur. Kilise girişinin solunda duran kalıntılar bir zamanlar ön cephenin önünde bulunan revaktan geriye kalmıştır.

Arkeolojik Çalışmalar

Hiristiyanların Vatikan ve Kudüs ile birlikte en önemli hac merkezi olan Hatay'daki St. Pierre Kilise'sinin hemen karşısında 250 odalı bir konaklama tesisi inşaat sondajı sırasında bulunan tarihi kalıntılar projenin konsepti değiştirdi. Sondaj çalışmalarında Türkiye'de taşınmaz kültür varlıkları statüsünde Genç Antik Dünya'nın dört önemli şehirlerinden biri olan Antiokheia'ya ait 850 metrekarelik bir alana yayınlan kalıntı, Helenistik döneme ait olduğu düşünülen sur kalıntıları, hamam kompleksi ve cam atölyesi ortaya çıkarıldı. Helenistik, Bizans, 5 ve 6'ncı yüzyıl Roma, İslami ve Osmanlı dönemlerine ait çok sayıda obje bulundu. Küçük objeler şimdilik şehirdeki müzeye taşındı. Proje bittiğinde 200'ün üzerinde eser 600 metrekarelik sergi alanında sergilenip, tanıtılacak. 


Antakya Arkeoloji Müzesi yetkilileri ‘Alanda iki havuz ve dört külhanın bulunduğu hamam kompleksi ile birlikte geç Bizans dönemine ait olduğunu düşünülen cam atölyesi ve Helenistik döneme ait sur duvarı tespit edildiğini ve kazı alanından çıkarılan iki binden fazla taşınabilir kültür varlığının incelenerek envantere kaydedildiğini ve bunların kısa süre içerisinde Antakya Arkeoloji Müzesine teslim edileceğini,  ayrıca bu kazıların Fransızların Hatay’ı işgali sırasında Fransızlarca yapılan kazılardan sonra yapılan ilk kazı olması açısından önem taşıdığını’ belirtiler.

Mimari Tasarım

Kazı alanındaki kalıntıların yerleri, yapının yere bastığı noktaları belirleyen ana faktördür.Yapının ana taşıyıcısı olan kompozit kolonlar, kazı alanının ortasından geçen dere yatağı izinin açtığı boşluk ve alanın çeperlerinde belirlenmiş noktalarda, kalıntılara olabildiğince zarar vermeden konumlanır. Kolonların taşıdığı ana saçak, hem arkeolojik alanı imleyen bir üst örtü, hem de üzerinde balo salonu, toplantı salonu, açık havuz ve sosyal tesislerin bulunduğu, peyzaj ile zenginleşen bir üst platform halini alır. St. Pierre tepesini ve kenti gören bu platform, Antakyalıların açık hava teras kullanım alışkanlıklarını devam ettirir. Platformun geçirgen yüzeyinde yer yer açılan yarıklar, saçak altının ışık almasını sağlarken arkeolojik kalıntılarla görsel bağlantının da otelin hiçbir alanında kopmamasını sağlar. 


Otelin ana gövdesi, konteynır biçiminde tekil kompartımanlar haline getirilmiş prefabrike yatak odası ünitelerinin istiflenmesiyle oluşur. Çelik kirişlerden oluşan ara platformun üzerine yerleştirilen yatak odaları; yatay bağlantı yolları ve köprüler ile ana dolaşıma bağlanır. Saçak altında kalan bu yarı açık mekan; dışarıdaki iklimsel koşullardan soyutlanmayan, zemindeki kalıntılar ile görsel ilişkinin sürdürüldüğü ve yere ait niteliklerin deneyimlendiği bir dünya sunar. Yarı kapalı teraslar ve bahçeler bu deneyimini daha cazip hale getirir. Lobi, restoran, lounge gibi birimler, kalıntıların bulunduğu kottaki kamusal kullanıma açık alanlara yakın noktada konumlanır. Otel yapısı bu özellikleriyle, mekan standartlarından feragat etmeden yere ve duruma özgü hale gelir.

Kazı alanının üzerinde dolaşan köprü ve rampalar ile oluşturulan açık alan parkuru, alanı bir arkeolojik park olarak ziyarete açar ve kalıntıların yakından görülmesine imkan verir. Parkurun başlangıcı olan InfoBox, ziyaretçiyi kazı alanındaki tarihi bulgular hakkında bilgilendirir.

Tasarımı gerçekleştiren EAA Mimarlık şirketinin sahibi Mimar Emre Arolat, ‘Biz 2010'dan itibaren bu proje için çalışıyoruz. Kazılar tamamlanınca gördük ki arazi tamamen kalıntılarla dolu. Küçük bir alan kaldı bize otel olarak kullanabileceğimiz. Yerin çok altına kazıklar çaktık ve üstüne kompozit kolonlar yaptık. Oteli bunların üzerine koyduk. Bizim zeminimiz yukarıda oluştu, normalde zeminde yapmamız gereken her şeyi çatı katına konumlandırdık. Bütün sosyal alanları; Restoranlar, gece kulübü, fitness, açık ve kapalı yüzme havuzlarını çatıya yerleştirdik. Bu projede ayrıca yeni bir kirişleme sistemi yapıp odaları tek tek yapılan konteynırlar şeklinde istifledik. Araziye hiç kazı makinesi sokamadık, binanın temelleri ikibuçuk metre çapında kuyulardan oluşuyor ve elle kazıldı. Otelde dolaşırken aşağıdaki kalıntıları izliyor olacaksınız. Restoranda yemek yerken, odanıza giderken bunları görerek gidiyorsunuz. İlk kat caddeden yedi metre yukarıda. Kalıntılar ise zeminden altı metre aşağıda. Otelin içinde Antakya mimarisine uygun avlular oluşturduk. Müzeyi Kültür Bakanlığı işletecek. Müze alanını, gezen bir parkur sistemi şeklinde öngörüyoruz. Kalıntıların çok yakınından dolaşıp alanı gezebileceksiniz. Ama otelden direkt kamusal alana geçiş yok. Otel müşterisi de gezecekse dışarı çıkıp müzeye girecek.’

Arkeologların otel arazisinden elle çıkardığı tarihi kalıntıların demir kazıkların üzerine oturtularak otelin cam zemininden görülebileceğini belirten Mühendis Asaf Asfuroğlu ve Müdür Ahmet Sarıoğlu, otel projesinin 25 bin 500 metrekare büyüklüğünde bir arazi üzerinde 17 bin 400 metrekarelik imar alanına sahip olduğunu, 66 kuyu temel üzerine oturtulduğunu bildirdi ve şu bilgileri aktardı: “75 günde biter dediğimiz işi 8.5 ayda ancak bitirebildik. 2.5 metre çapında 25-26 metre derinliğe inip elle kazı yapıldı. Küçük objeler taşındı. Zemindeki platformun geçirgen yüzeyinde yer yer açılan yarıklar, saçakların altından avlunun ışık almasını ve arkeolojik kalıntılarla görsel bağın otelin hiçbir alanında kopmamasını sağlıyor. Kazı alanı üzerindeki köprü ve rampalarla mekân bir arkeolojik park olarak tasarlanıyor. Otel daha proje halindeyken Dünya Mimarlık Festivali'nden ödül almış.

Müze Otel Projesinin Gerçekleştirilmesi

Proje 2009 yılında, Necmi Asfuroğlu mülkiyetinde bulunan Antakya Haraparası Mahallesi 5 ada, 4642 no.lu 17,132 m2 lik parsel üzerindeki arsaya yapılması planlanan otel yatırımı için Antakya Belediyesi, Hatay Arkeoloji Müzesi ve Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna müracaat edilmesiyle başlıyor. Koruma kurulundan çıkan karar gereği Hatay Arkeoloji Müzesinin denetiminde 2010 yılı başında 29 adet sondaj kuyusunun kazısına başlanıyor. Yaklaşık iki ay süren sondaj kuyu kazılarından elde edilen verilerin ışığında kazının yatayda tüm sahayı kapsayacak, düşeyde ise sahanın yarısında 8 metre derinliğe varacak şekilde genişletilmesine karar veriliyor. Müze denetiminde Koruma Kurulu onayı ile sekiz buçuk ay süren ve elle yapılan yaklaşık 103.000 m3 kazı için 120 işçi, 35 arkeolog çalışmış. Otel 66 kuyu temel üzerine oturuyor.


Koruma amaçlı alınan önlemler ve özel mimari dolayısı ile inşaatın yaklaşık maliyeti, konvansiyonel bir inşaatın yaklaşık üç misline çıkmış. Müze bölümü otelden tamamen bağımsız olup, kamuya açık bir parkurla ziyaretçilerin, yer altından gözler önüne çıkarılan arkeolojik bulguları görmesine imkan tanımaktadır.

Otel inşaatı devam ederken çelik kolonların yerleştirilmesi sırasında yeni bir mozaik bulunmuş. 50 farklı renkli taştan yapıldığı belirlenen mozaiğin perspektif bakımından üç boyutlu olduğu ve dünyada eşi benzeri bulunmadığı belirtiliyor. Bugüne kadar dünya üzerinde çıkarılan en iyi mozaikte 18 ayrı renk kullanılırken, 50 farklı renkte taşın kullanıldığı mozaiğin 150 metrekare olduğu belirlendi. Çıkarılan eserler ve korunmasının maliyetinin 20 miyon doları bulduğu belirtilmekte ve projede taşınmaz eserlerin otelin altında yapılacak ve Kültür ve Turizm Bakanlı’ğına devir edilecek müzede sergileneceği belirtilmektedir. Böylece buluntular müze aracılığıyla dünya mirasına açılacak. Sadece otel müşterileri değil, Antakya'ya gelecek her ziyaretçi tarihi buradan yakından görebilecek. 



No comments:

Post a Comment