Dünya’nın ikinci Müze Otel
kompleksi, Atina’nın ardından Antakya’da açılacak. Antakyalı işadamı Necmi
Asfuroğlu tarafından 100 milyon dolara mal olan, St.Pierre kilisesini
yakınındaki müze otelin projesi mimar Emre Arolat tarafından hazırlandı ve 2015
yılı sonunda ASF Hilton Antakya Müze & Otel adıyla Hilton Oteller zinciri
tarafından beş yıldızlı tesis olarak işletime açılacak. Otel, tarihi
kalıntıların bulunduğu alandan yedi metre yükseklikte çelik ayaklar üzerine
inşa edildi. Arkeologların otel arazisinden çıkardığı tarihi kalıntılar, müze
haline getirilecek ve otelin cam zemininden görülebilecek. Ayrıca otelin üst
katı olan yaşam alanından dağın eteklerindeki St Pierre Kilisesi’ni görmek
mümkün.
St.Pierre Kilisesi
Saint Pierre Kilisesi, Stauris
Dağı'nın batısında kayalara oyulmuş 13 metre derinliğinde, 9.5 metre
genişliğinde ve 7 metre yüksekliğinde bir mağaradan oluşmaktadır. Antakya'daki
ilk Hıristiyanların gizli toplantıları için kullandıkları bu mağara
Hıristiyanlığın en eski kiliselerinden biri olarak kabul edilir.
İncil'in Resullerin İşleri
bölümünde Barnabas'ın Tarsus'a giderek Pavlos'u Antakya'ya getirdiği, Antakya'da
bir yıl birlikte çalışarak Hıristiyanlığı yaydıkları ve bu dine inananlara 'Hıristiyan' adının verilmesinin
Antakya'da gerçekleştiği bilinmektedir. Bu bilgilere ek olarak Pavlos'un
Galatyalılara yazdığı mektupta Antakya'ya gelen Petrus ile Hıristiyanlığın o
günkü durumunu tartıştığını belirtmektedir. Hıristiyan geleneği Petrus'u
Antakya Kilisesi'nin kurucusu ve burada oluşan Hıristiyan topluluğun ilk
başpapazı olarak kabul etmiştir.
Kilisenin erken döneminden
günümüze sadece taban mozağinin parçaları ve sunağın sağında, duvar
boyamalarının izleri kalmıştır. Dağa açılan tüneli bir zamanlar burada toplanan
Hıristiyanların baskınlar sırasında kaçmak için kullandıkları sanılmaktadır.
Kayalardan sızarak yalakta toplanan su vaftiz için kullanılmıştır.
Taş kürsü ve St.Pierre heykeli
Kilisenin ortasındaki taş sunağın
üstünde eskiden 21 Şubat tarihinde Antakya'da kutlanan Saint Pierre Kürsüsü
Bayramı için yerleştirilen taştan bir kürsü vardır. Sunağın üzerindeki mermer
Saint Pierre heykeli 1932 yılında yerleştirilmiştir. 1098 yılında Antakya'yı
ele geçiren haçlılar kiliseyi birkaç metre daha uzatıp iki kemerle ön cepheye
bağlamışlardır. Bu cephe 1863 yılında, Papa IX. Pius'un isteğiyle restore
işlerine girişen Kapuçin rahipleri tarafından yeniden yapılmıştır. Restorasyona
III. Napolyon da katkıda bulunmuştur. Kilise girişinin solunda duran kalıntılar
bir zamanlar ön cephenin önünde bulunan revaktan geriye kalmıştır.
Arkeolojik Çalışmalar
Hiristiyanların Vatikan ve Kudüs
ile birlikte en önemli hac merkezi olan Hatay'daki St. Pierre Kilise'sinin
hemen karşısında 250 odalı bir konaklama tesisi inşaat sondajı sırasında
bulunan tarihi kalıntılar projenin konsepti değiştirdi. Sondaj çalışmalarında
Türkiye'de taşınmaz kültür varlıkları statüsünde Genç Antik Dünya'nın dört
önemli şehirlerinden biri olan Antiokheia'ya ait 850 metrekarelik bir alana
yayınlan kalıntı, Helenistik döneme ait olduğu düşünülen sur kalıntıları, hamam
kompleksi ve cam atölyesi ortaya çıkarıldı. Helenistik, Bizans, 5 ve 6'ncı
yüzyıl Roma, İslami ve Osmanlı dönemlerine ait çok sayıda obje bulundu. Küçük
objeler şimdilik şehirdeki müzeye taşındı. Proje bittiğinde 200'ün üzerinde
eser 600 metrekarelik sergi alanında sergilenip, tanıtılacak.
Antakya Arkeoloji Müzesi yetkilileri
‘Alanda iki havuz ve dört külhanın
bulunduğu hamam kompleksi ile birlikte geç Bizans dönemine ait olduğunu düşünülen
cam atölyesi ve Helenistik döneme ait sur duvarı tespit edildiğini ve kazı
alanından çıkarılan iki binden fazla taşınabilir kültür varlığının incelenerek envantere
kaydedildiğini ve bunların kısa süre içerisinde Antakya Arkeoloji Müzesine
teslim edileceğini, ayrıca bu kazıların Fransızların Hatay’ı
işgali sırasında Fransızlarca yapılan kazılardan sonra yapılan ilk kazı olması
açısından önem taşıdığını’ belirtiler.
Mimari Tasarım
Kazı alanındaki kalıntıların
yerleri, yapının yere bastığı noktaları belirleyen ana faktördür.Yapının ana
taşıyıcısı olan kompozit kolonlar, kazı alanının ortasından geçen dere yatağı
izinin açtığı boşluk ve alanın çeperlerinde belirlenmiş noktalarda, kalıntılara
olabildiğince zarar vermeden konumlanır. Kolonların taşıdığı ana saçak, hem
arkeolojik alanı imleyen bir üst örtü, hem de üzerinde balo salonu, toplantı
salonu, açık havuz ve sosyal tesislerin bulunduğu, peyzaj ile zenginleşen bir
üst platform halini alır. St. Pierre tepesini ve kenti gören bu platform,
Antakyalıların açık hava teras kullanım alışkanlıklarını devam ettirir. Platformun
geçirgen yüzeyinde yer yer açılan yarıklar, saçak altının ışık almasını
sağlarken arkeolojik kalıntılarla görsel bağlantının da otelin hiçbir alanında
kopmamasını sağlar.
Otelin ana gövdesi, konteynır
biçiminde tekil kompartımanlar haline getirilmiş prefabrike yatak odası
ünitelerinin istiflenmesiyle oluşur. Çelik kirişlerden oluşan ara platformun
üzerine yerleştirilen yatak odaları; yatay bağlantı yolları ve köprüler ile ana
dolaşıma bağlanır. Saçak altında kalan bu yarı açık mekan; dışarıdaki iklimsel
koşullardan soyutlanmayan, zemindeki kalıntılar ile görsel ilişkinin
sürdürüldüğü ve yere ait niteliklerin deneyimlendiği bir dünya sunar. Yarı
kapalı teraslar ve bahçeler bu deneyimini daha cazip hale getirir. Lobi,
restoran, lounge gibi birimler, kalıntıların bulunduğu kottaki kamusal
kullanıma açık alanlara yakın noktada konumlanır. Otel yapısı bu
özellikleriyle, mekan standartlarından feragat etmeden yere ve duruma özgü hale
gelir.
Kazı alanının üzerinde dolaşan
köprü ve rampalar ile oluşturulan açık alan parkuru, alanı bir arkeolojik park
olarak ziyarete açar ve kalıntıların yakından görülmesine imkan verir. Parkurun
başlangıcı olan InfoBox, ziyaretçiyi kazı alanındaki tarihi bulgular hakkında
bilgilendirir.
Tasarımı gerçekleştiren EAA
Mimarlık şirketinin sahibi Mimar Emre Arolat, ‘Biz 2010'dan itibaren bu proje için çalışıyoruz. Kazılar tamamlanınca
gördük ki arazi tamamen kalıntılarla dolu. Küçük bir alan kaldı bize otel
olarak kullanabileceğimiz. Yerin çok altına kazıklar çaktık ve üstüne kompozit
kolonlar yaptık. Oteli bunların üzerine koyduk. Bizim zeminimiz yukarıda oluştu,
normalde zeminde yapmamız gereken her şeyi çatı katına konumlandırdık. Bütün
sosyal alanları; Restoranlar, gece kulübü, fitness, açık ve kapalı yüzme
havuzlarını çatıya yerleştirdik. Bu projede ayrıca yeni bir kirişleme sistemi
yapıp odaları tek tek yapılan konteynırlar şeklinde istifledik. Araziye hiç
kazı makinesi sokamadık, binanın temelleri ikibuçuk metre çapında kuyulardan
oluşuyor ve elle kazıldı. Otelde dolaşırken aşağıdaki kalıntıları izliyor
olacaksınız. Restoranda yemek yerken, odanıza giderken bunları görerek
gidiyorsunuz. İlk kat caddeden yedi metre yukarıda. Kalıntılar ise zeminden altı
metre aşağıda. Otelin içinde Antakya mimarisine uygun avlular oluşturduk. Müzeyi
Kültür Bakanlığı işletecek. Müze alanını, gezen bir parkur sistemi şeklinde
öngörüyoruz. Kalıntıların çok yakınından dolaşıp alanı gezebileceksiniz. Ama
otelden direkt kamusal alana geçiş yok. Otel müşterisi de gezecekse dışarı
çıkıp müzeye girecek.’
Arkeologların otel arazisinden
elle çıkardığı tarihi kalıntıların demir kazıkların üzerine oturtularak otelin
cam zemininden görülebileceğini belirten Mühendis Asaf Asfuroğlu ve Müdür Ahmet
Sarıoğlu, otel projesinin 25 bin 500 metrekare büyüklüğünde bir arazi üzerinde
17 bin 400 metrekarelik imar alanına sahip olduğunu, 66 kuyu temel üzerine
oturtulduğunu bildirdi ve şu bilgileri aktardı: “75 günde biter dediğimiz işi 8.5 ayda ancak bitirebildik. 2.5 metre
çapında 25-26 metre derinliğe inip elle kazı yapıldı. Küçük objeler taşındı.
Zemindeki platformun geçirgen yüzeyinde yer yer açılan yarıklar, saçakların
altından avlunun ışık almasını ve arkeolojik kalıntılarla görsel bağın otelin
hiçbir alanında kopmamasını sağlıyor. Kazı alanı üzerindeki köprü ve rampalarla
mekân bir arkeolojik park olarak tasarlanıyor. Otel daha proje halindeyken
Dünya Mimarlık Festivali'nden ödül almış.
Müze Otel Projesinin Gerçekleştirilmesi
Proje 2009 yılında, Necmi
Asfuroğlu mülkiyetinde bulunan Antakya Haraparası Mahallesi 5 ada, 4642 no.lu
17,132 m2 lik parsel üzerindeki arsaya yapılması planlanan otel yatırımı için
Antakya Belediyesi, Hatay Arkeoloji Müzesi ve Adana Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kuruluna müracaat edilmesiyle başlıyor. Koruma kurulundan
çıkan karar gereği Hatay Arkeoloji Müzesinin denetiminde 2010 yılı başında 29 adet
sondaj kuyusunun kazısına başlanıyor. Yaklaşık iki ay süren sondaj kuyu
kazılarından elde edilen verilerin ışığında kazının yatayda tüm sahayı
kapsayacak, düşeyde ise sahanın yarısında 8 metre derinliğe varacak şekilde
genişletilmesine karar veriliyor. Müze denetiminde Koruma Kurulu onayı ile sekiz
buçuk ay süren ve elle yapılan yaklaşık 103.000 m3 kazı için 120
işçi, 35 arkeolog çalışmış. Otel 66 kuyu temel üzerine oturuyor.
Koruma amaçlı alınan önlemler ve
özel mimari dolayısı ile inşaatın yaklaşık maliyeti, konvansiyonel bir inşaatın
yaklaşık üç misline çıkmış. Müze bölümü otelden tamamen bağımsız olup, kamuya
açık bir parkurla ziyaretçilerin, yer altından gözler önüne çıkarılan
arkeolojik bulguları görmesine imkan tanımaktadır.
Otel inşaatı devam ederken çelik
kolonların yerleştirilmesi sırasında yeni bir mozaik bulunmuş. 50 farklı renkli
taştan yapıldığı belirlenen mozaiğin perspektif bakımından üç boyutlu olduğu ve
dünyada eşi benzeri bulunmadığı belirtiliyor. Bugüne kadar dünya üzerinde
çıkarılan en iyi mozaikte 18 ayrı renk kullanılırken, 50 farklı renkte taşın
kullanıldığı mozaiğin 150 metrekare olduğu belirlendi. Çıkarılan eserler ve
korunmasının maliyetinin 20 miyon doları bulduğu belirtilmekte ve projede
taşınmaz eserlerin otelin altında yapılacak ve Kültür ve Turizm Bakanlı’ğına
devir edilecek müzede sergileneceği belirtilmektedir. Böylece buluntular müze
aracılığıyla dünya mirasına açılacak. Sadece otel müşterileri değil, Antakya'ya
gelecek her ziyaretçi tarihi buradan yakından görebilecek.
No comments:
Post a Comment