Hakkımda

Tuesday, January 6, 2015

New York ve Miami'de Art Deco

Fransa kaynaklı bir sanat akımı olan Art Deco, I.Dünya Savaşı'nın sıkıntılı günlerinden sonra insanların lükse ve bolluğa, hatta savurganlığa özlem duyduğu, bir ortamda gelişti. 1920’lerde ve 1930’larda oldukça yaygındı. II.Dünya Savaşı'nın karanlık günlerinde tarihten silinip gitti. Altmışlı yıllarda kısa bir süre için yeniden parladıysa da bu ilgi uzun ömürlü olmadı.

Adını 1925 senesinde yapılan Exposition Internationale des ArtDecoratifs et Industriels Modernes (Uluslararası Modern Dekoratif ve Endüstriyel Sanatlar) sergisinden almıştır. Serginin düzenleyicileri sergilenen bütün mimari ve dekoratif eserlerin modern, çağdaş, gelenekten ayrı bir tarzda olmasını istemişlerdi.


Avrupa’da özellikle de Fransa’da Art Nouveau’nun ardından 1920′lerde mimaride, uygulamalı sanatlarda, iç tasarımda, resim ve heykelde, grafik tasarımda etkili olarak gelişen Art Deco akımı kısa bir süre sonra ABD’ye sıçrayarak orada da etkili olmuş, mimarlık ve sanat tarihine renk katacak ürünlere yol açmıştır. Aslında, orijini Avrupa olan bu akımın Avrupa kıtası dışındaki tek başarılı örneği ABD’de, yeni kuşak mimarlarca gökdelenlerde, sinema binalarında ve benzeri yapılarda gerçekleştirilmiştir.


Paris, Exposition internationale des arts décoratifs et industriels de 1925

Fransa’da Art Deco mimarlık uygulamaları 1925′e değin az sayıdaki kimi mağaza cepheleriyle sınırlı kalmıştır. En iyi Art Deco mimarlık örnekleri ise yalnızca altı ay sürüp kapanan 1925 uluslararası sergisi için tasarlanmış olanlardır. Bu sergiye katılacak örnekler, kurallara göre yeni bir esinin yanısıra gerçek özgürlüğü ortaya koymalıydı. Eski kalıpların yinelenmesi, taklit ve eski üslupların, akımların kopyaları sergide kesinlikle yer alamayacaktı.

Paris 1925 Uluslararası Sergisi

Art Deco mimarisinin Avrupa'da yaygınlaşmasını sağlayan Fransız Mimar Robert Mallet-Stevens, Birleşik Devletler'de ise Raymond Hood ile William van Alen oldu. Muhteşem portreleriyle Tamara De Lempicka resim sanatında, Cassandre grafik sanatında, René Jules Lalique cam sanatında ve neredeyse tüm sanat dallarında Erte, Art Deco’yu doruğa çıkaran sanatçılar oldular.

Art Nouveau / Art Deco

Yeni sanat demek olan Art Nouveau, Art Deco’dan önceki sanat akımıdır. 1880’lerin başında yaygınlaşmaya başladı ve I.Dünya Savaşı'na kadar devam etti. Daha önceleri sanatlar ince sanatlar(resim, heykel) ve uygulamalı sanatlar(mobilya, seramik, mimari)  olarak ikiye ayrılıyordu. Art Nouveau mimari, mobilya, tekstil, seramik, resim, heykel, metal işleri ve hatta mücevhercilik gibi tüm sanatları kapsayan bir akım oldu. Geometrik şekilleri böcekler, çiçekler, ağaçlar hatta efsaneler gibi doğadan temalarla birleştirdi. Tasarımlar genellikle organik, akışkan ve asimetrik kıvrımlarıyla karakterize edildi.


Art Nouveau’nın hemen ardından gelen Art Deco, düzgün, akma biçimli, doğrusal, geometrik şekilli ve simetriktir. 


MİMARİ’DE ART DECO

Kimi eleştirmenlerce Art Nouveau’nun karşı tezi sayılan Art Deco’ya aslında Art Nouveau’nun ileri bir aşaması olarak bakmak daha doğrudur. I.Dünya Savaşı iki akım arasında ayırıcı çizgidir. Savaş öncesinde Art Deco’nun işaretleri varsa da asıl gelişme 1920′li yıllarda etkinlik kazanır. Art Deco, geç Art Nouveau’nun dekoratif öğeleri ile, yürürlükteki endüstri tasarımından etkilenen aerodinamik geometrik biçimleri birleştirdi. 1925′ten sonra sanayinin büyüyen gücü, 1930′ların aerodinamik biçimleri Art Deco’nun esin kaynağını ve ürünlerinin biçimsel altyapısını oluşturmuştur. ‘Biçim işlevi izler’ görüşünden yola çıkan Art Deco, ilk görüldüğü Fransa’da renkli, duygusal ve coşkuludur. Avrupa’nın diğer ülkelerinde ve daha sonra ABD’deki yorumu işlevcilik (fonksiyonalizm) ve ekonomi kavramlarına dayalı olarak daha farklıdır.

Art Deco 1910'larda süsleme sanatlarında ve mimaride ortaya çıkan ve 1920'lerde ve 1930'larda Batı Avrupa'da ve Amerika'da başlıca tarz haline gelen bir akımdı. Çeşitli tarihi kaynakların yanısıra, Art Nouveau, Bauhaus akımı ve Kübizm gibi çeşitli avangart kaynaklardan etkilendi. Süslemeye ilişkin fikirler Amerikan Kızılderili, Mısır, Maya ve Aztek kültürlerinden ve antik Roma ve Yunan'dan geldi.

Her şeyin ötesinde yeni bir yüzyıl için tasarlanmış karmaşık bir modernizmi temsil ediyordu. Kullanılan modern unsurlar arasında stilize dişli çarklar ve tekerlekler gibi makine ve otomobil örüntüleri ve şekilleri, güneş ışıkları veya çiçek buketleri gibi doğal unsurlar bulunuyordu. Art Deco’nun iki tarzı vardır: ilk dönemde görülen Zigzag Modern ve daha sonraki dönemde görülen Yuvarlak Hatlı (Streamline) Modern.

Zigzag (Basamaklı) Modern Art Deco

Geometrik süslemelerle işlenmiş oldukça dekoratif cephesi olan binalar bu tarzı yansıtıyordu. Zigzag Modern, geleceği kucaklayan modernizmi ve makine çağını benimsemiş sakinleriyle New York, Los Angeles, Miami gibi büyük şehirlerde gelişmiş şehirli bir tarzdı. Zigzag Modern tarzda tasarlanmış olan binalar az sayıdaydı ve bunlar genellikle büyük kamu binalarında ve ticari binalarda, özellikle de otellerde, sinemalarda, gökdelenlerde ve alışveriş merkezlerinde kullanıldı. Bu tarz, sanatsal bir şekilde tasarlanan ve zanaatkarlar tarafından ustalıkla uygulanan  pahalı ve egzotik malzemeler gerektiriyordu. Büyük ölçüde, düz bina yüzeylerine uygulanan bir süsleme sistemiydi. Dekorasyon, egzotik ahşap kaplamalar, mermer, boyanmış terrakotta ve metaller gibi lüks malzemelerle yapılıyordu.

1920’lerde New York şehrinde inşa edilen gökdelenler yükseldikçe küçülen alanlarıyla zigzaglı ya da basamaklı bir görüntü veriyordu. İlk Art Deco gökdelenler basamaklı bir yapıda yükselen Mısır piramitlerini ve Asur zigguratlarını akla getirir. 1931 yılında inşa edilen New York'taki Empire State Binası sıralı veya basamaklı tasarımın başarılı bir örneğidir.

Yuvarlak Hatlı (Streamline) Modern Art Deco

1930’ların ortalarında Büyük Çöküntü(Great Depression) sonrasında Art Deco'nun Yuvarlak Hatlı (Streamline) Modern, tarzı ortaya çıktı. Gereksiz süslemeleri kaldırarak zor ekonomik şartları yansıtan bu yeni tarz, düz duvarlar, yuvarlatılmış kenarlar ve dairesel pencereler gibi yuvarlak hatlı formlar üzerine odaklandı. Bu tarz 1930'lardaki hızın artışını ve seyahatin gelişimini yansıtan modern ulaşım araçlarının, yani otomobillerin, uçakların, trenlerin, otobüslerin ve gemilerin şekillerinden büyük ölçüde etkilendi. Hava yolculuğunu, telefonu, radyoyu, konuşan resimleri ve gökdelenleri ortaya çıkaran bir teknolojik çağ için kusursuzdu. Makina çağıyla bütünleşik olan bu tarz, seri üretim ve kalitenin birbirini dışlayıcı olmadığı fikri üzerine kuruludur. Bu, aynı zamanda, ışığı mimariye dahil eden ilk mimari tarzdır. Zigzag Modern, modern yaşama övgüler düzerken, Yuvarlak Hatlı Modern daha iyi bir geleceğe gözlerini dikti.

Evler, Yuvarlak Hatlı Modern tarzda inşa edildi, ama ticari yapılar, benzin istasyonları, lokantalar, otobüs terminalleri, dükkanlar Zigzag tarzında olduğundan daha gösterişsizdi. Yuvarlak Hatlı Modern tarzın özellikleri şunlardır:
·         Aerodinamik kavisler ve akıcı formlar
·         Basit uzun yatay hatlar
·         Düz ve kavisli duvarlar, yüzeyler
·         Cam tuğla, krom, vitrolit, paslanmaz çelik ve neon işaretler gibi malzemelerin kullanımı

1930’lar ilerledikçe Amerikan Art Deco, daha fazla teknoloji ve hızla betimlenmeye başladı. Modern, parlak ve pürüssüz yüzeyli malzemelerin, aerodinamik yatay hatlı tasarımların kullanımı arttı.   Akma biçimli yuvarlak hatlı modern (streamlined moderne) olarak bilinen bu yeni tarz detaylı geometrik şekilleri olan erken Art Deco’nun yerini aldı.

Yuvarlak Hatlı Modern, mimarinin yanısıra endüstri tasarımcılarının herşeye uyguladıkları bir tarzdı, arabalara, trenlere, mobilyalara, moda tasarımına ve ev aletlerine uygulandı. Yuvarlak Hatlı Modern, yarının Dünyası’na ait arabalar, mutfaklar ve geleceğin şehirlerinin sergilendiği 1939-1940 New York Dünya Fuarı’nda zirvesindeydi. Ama II.Dünya Savaşı sırasında çok çabuk demode oldu. Buna karşılık, 1960’ların sonlarında Art Deco tasarımına yönelik yeniden bir ilgi oluştu.

Art Deco üzerinde farklı kültürlerin etkileri

Art Deco mimarisindeki yapılar geleceğin binalarıydı. Parıltılı, geometrik ve dramatiktiler. Kübik formları ve zigzag tasarımlarıyla makine çağını kucaklıyordu. Ama bu tarzın bir çok özelliği gelecekten değil, çok uzak bir geçmişten alınmıştı. 1920'li yıllarda ve 1930'lu yılların başlarında gözalıcı Art Deco mimarisi gözdeydi. Diğer bütün tarzlar gibi o da birçok kaynaktan beslenmişti. Bauhaus Okulu'nun sade şekilleri ve modern teknolojinin yuvarlak hatlı tasarımları Uzak Doğu, Antik Yunan, Antik Roma, Afrika, Hindistan,  Maya ve Aztek kültürlerinden alınan örüntüler ve ikonlarla bir araya geldi. Ama her şeyden öte Art Deco Mısır'da bulunan gözalıcı arkeolojik bulgulara yönelik büyük heyecanın ifadesiydi.

1922 yılında arkeolog Howard Carter ve finansal destekçisi Lord Carnarvon, Firavun Tutankamon'un (MÖ 1332-MÖ 1323) mezarını keşfederek dünyada büyük bir heyecan yarattılar. Howard Carter antik Mısır Firavunu Tukankamon'un mezarını açtığında, hazinenin ihtişamı karşısında bütün dünyanın gözleri kamaştı. Çok geçmeden Antik Mısır'a yönelik bir hayranlık giysilerde, takılarda, mobilyalarda, grafik tasarımda ve mimaride ifadesini buldu.

Antik Mısır sanatında kullanılan son derece stilize ikonların sembolik anlamları vardı. Art Deco mimarları bundan esinlenerek binalarını genellikle sembolik imgelerle süslediler. Belki de en ünlü örnek New York'taki, William Van Alen'in tasarladığı Chrysler Binası'dır. Bu gökdelen kartal başı süslemelerle, jant kapaklarıyla ve soyut araba imgeleriyle süslenmiştir. Diğer Art Deco mimarları stilize çiçekler, gün ışığı ışımaları, kuşlar ve makine dişlileri kullandılar.

Gökdelenlerden, sinemalara, benzin istasyonlarından evlere kadar mimaride ikonlar kullanma fikri tam anlamıyla moda oldu. Terrakotta cephe ve güçlü dikey bantlar Art Deco'nun antikiteden ödünç aldığı tipik özellikleridir. Bu tarzın diğer karakteristiği olan zigzag motifler de kral mezarlarında bulunan örüntüleri ve canlı renkleri yansıtır.

Canlı renkler, güçlü çizgiler ve dalgalı yinelenen örüntüler Art Deco tasarımının ve özellikle de 1930'lardaki Modern Deco binalarının ayırt edici özelliğidir. Bazı binalar şelale izlenimi veren süslemelerle, bazılarıda göze çarpan, renkli geometrik bloklarla süslenmişlerdir. Ama Art Deco tasarımı renkten ve süsleme örüntülerinden fazla bir şeydir. Bu binaların şekilleri düzenli formlara ve ilkel mimariye duyulan hayranlığı ifade eder. 1920'lerde ve 1930'ların başlarında inşa edilen gökdelenlerin Art Deco tarzıyla ilişkilendirdiğimiz canlı renkleri veya zigzag motifleri olmayabilir. Ama bu binalar genellikle ayırt edici bir Art Deco şekli olan ziggurat biçimindedirler.

Art Deco zigguratları formunda Louisiana State Capitol Binası.

Ziggurat bir katı bir alt kattan daha küçük olan teraslı bir piramittir. Art Deco gökdelenleri dörtgenler veya yamuklardan oluşan karmaşık kümelenmelere sahip olabilir. Bazen iki birbirine zıt materyal, renk bantları, güçlü bir hat duygusu veya sütun yanılsaması yaratmak üzere kullanılır. Basamakların mantıksal ilerleyişi ve şekillerin ritmik yinelenişi antik mimariyi akla getirir, ama aynı zamanda da yeni bir teknolojik çağı göklere çıkarır.

Fransız Mimar Robert Mallet-Stevens(1886-1945) Art Deco mimarisinin Avrupa'da yaygınlaşmasına yardımcı oldu. Birleşik Devletler'de öne çıkaran kişi ise Raymond Hood oldu. Hood, New York City'deki en özgün binalardan üçünü, Radio City Müzikholü'nü, Rockefeller Center'daki RCA (General Electric) binasını ve The New York Daily News binasını tasarladı. Art Deco, Amerika’nın 20. yüzyılda geleneksel tarzlardan koptuğu ilk mimari tarzdı.

1923-1925 yılları arasında ABD’de gökdelenler birbiri ardına dikilirken, mimaride yeni arayışlar da sürmekteydi. Bu dönemde Amerikan mimarlarının yararlanabilecekleri tek akım o yıllarda Paris’te yeşeren Art Deco oluyordu. Böylece renkli, geometrik ya da çiçekli bezemelerden oluşan Art Deco öğeleri, yapımları 1920′lerde başlayan pek çok gökdelende kendilerine yer bulmaya başladılar. Manhattan’daki ünlü Chrysler gökdeleni bunun en güzel örneklerinden biridir.

Art Nouveau'nun hemen ardından gelen Art Deco, ondan farklı olarak el emeğine değil, sanayiye dayalıdır. Desenleri geometriktir. Art Nouveau'da olduğu gibi gotik süsleme öğelerinden yararlanılır. 1930'lardan sonra mimarların mimariyi süsten ayırmak istemeleri ve süslemeyi değil işlevselliği savunmalarıyla Art Deco dönemi sona ermiştir. 

Art Deco'nun ilk büyük örneğinin Mimar Eliel Saarinen'in Helsinki Garı olduğu öne sürülür. Chrysler Binası, Rockefeller Center, Empire State Binası ve Ankara Tren Garı mimarideki en bilinen ve en görkemli eserleridir. II.Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte bu dönem sona erdi. Maliyeti daha düşük yapılar tercih edilmeye başlandı.

Helsinki Garı, Art Deco tarzında ilk binalardandır (1919).


NEW YORK’TA ART DECO

Şehrin sokaklarını karanlık geçitlere dönüştüren, özensiz yapı alışkanlıklarına tepki olarak, New York Belediyesi 1916 yılında, bina yüksekliklerini parsel büyüklüğü ve sokak genişliğine göre düzenleyen imar yönetmenliğini çıkardı. Yeni yönetmeliğine göre belirli yüksekliği geçen yapıların ardışık artışlarla sokaktan geri çekilmesi gerekiyordu. Arazinin bir alan olarak değil, mevcut bir kübik mekan olarak dikkate alınmasını öngörülmüştü. Şehrin silüetini sonraki kırk yıl boyunca biçimlendirecek olan binalar, yüzeyler olarak değil hacimler olarak tasarlandı. Bir imar yasasının yalnızca bir şehrin silüetini değil bütün bir üslubu nasıl belirleyebildiği şaşırtıcıdır. New York’ta uygulamaya konan yasa gereğince Art Deco gökdelenler erken 20. yüzyılın en güçlü mimari imgelerinden olan zigzag profilleriyle tanımlandı.

Art Deco mimarlık, Afrika, Mısır, Orta ve Güney Amerika estetiğinden, Fütüristlerle Kübistler de dahil çeşitli etkilerin karışımından doğdu. Yeni yapı malzemeleri Art Nouveau’nun akıcı motifleriyle kesinlikle zıtlık içindeki kademeli, ışıyan üslupları yönlendirdi. Amerikan kapitalizminin gücü, şehrin tamamında birbirinin ardısıra gelen gökdelen tasarımlarında azametle boy gösteriyordu. Toplum Fütürist mimarlarca hayal edilmiş, makineleşmiş bir geleceğe taşınıyordu. New York’ta 40, 50 hatta 60 katlı kuleler aylarla hesaplanacak kadar kısa sürelerde inşa edildi.

Chrysler Binası

New York Manhattan’de 1928-1930 yılları arasında inşa edilen 319 metre yüksekliğindeki Chrysler Binası Art Deco tarzının en önemli örneklerindendir. Chrysler firmasının sahibi Walter P. Chrysler binayı şahsi mülkü olarak mimar William van Alen’e tasarlatmış ve inşa ettirmiştir. Bina halen dünyanın en yüksek çelik taşıyıcı sisteme sahip tuğla binasıdır.


Daha önceden denenmemiş bir metod uygulanarak, dış cephe süslemeleri için zamanının Chrysler marka otomobillerinden kullanılan bazı dekoratif öğeler kullanılmıştır. 61. katın köşelerindeki kartallar 1929 yılında üretilmiş Chrysler Plymouth'un motor kapağından esinlenilerek tasarlanmıştır; 31. kattaki köşe süslemeleri ise 1929 yılında üretilmiş Chrysler’in radyatör kapaklarının kopyasıdır. Bina 1920’lerde moda olan makina çağı uygulamalarına örnek teşkil etmektedir. Binanın taşıyıcı sistemi çelik, dış cephe kaplaması metal olup; iç mekanlar tuğla duvarlar ile birbirinden ayrılmıştır.

Solda 61. kat kartalları, sağda 31.kat süslemeleri

Chrysler Binası’nın en önemli mimari özelliği, Art Deco stili ile tasarlanmış taraçlı zirvesidir. Yedi adet halka şeklinde taraç parçalarının çapraz çatkılı kemerler şeklinde içiçe geçmesi ve birbiri üzerinde ötelenmesinden oluşan Chrysler Binası’nın zirvesi, Van Alen’in bu binadaki en dikkat çekici tasarım öğelerinden birisidir. Kabartmalı ve perçinlenmiş paslanmaz çelik ile kaplanmış bu taraçlı zirve, kuvvetli bir güneş ışığını yansıtmayı temsil eden bir şekilde, üçgen kemerli pencerelerden oluşmaktadır. Bu pencereler zirveden aşağı doğru basamak şekilde indikçe daha küçülerek devam etmektedir. 

Chrysler Binasında Art Deco tasarımlı asansör kapıları

Chrysler Binası, bütün yapıda tekrarlanan, hem tasarım hem de inşaat maliyetini düşüren az sayıda tip kat planını gerektirmiştir. Sıralama, tabakalama ve yineleme ekonomik güçlüğü avantaja dönüştüren tasarım araçları olmuştur.

Empire State Building

Empire State Building, Manhattan Beşinci Cadde de 33. ve 34. caddelerin arasında yer alır. Çelik konstrüksiyon ile 18 ay gibi çok kısa bir sürede inşaatı bitirilmiştir. 1 Mayıs 1931 tarihinde, o güne kadar Dünya'nın en yüksek binası olan Chrysler Building'den bu unvanı almıştır. Yapımı 1932 yılında biten bina 102 katlı ve anteni ile birlikte 443,2 metre yüksekliktedir. World Trade Center binasının 1972 tarihindeki açılışına kadar Dünya'nın en yüksek binası olarak kaldı. 30 Nisan 2012’de One World Trade Center, Empire State Binası’ndan daha fazla bir yüksekliğe ulaşmış ve bina o günden itibaren ABD’nin tamamlanmış (One World Trade Center, Şikago’daki Willis Kulesi ve Trump International Hotel and Tower’dan sonra) en yüksek dördüncü gökdeleni konumuna gerilemiştir. 

Açık bir havada binadan, 80 mil mesafedeki beş ABD eyaleti görülebilir. Bunlar, New York, New Jersey, Pensilvanya, Connecticut ve Massachusetts'dir. 1916 yılında bina arsa yerleşim yönetmeliğini yorumladığı ‘The Metropolis of Tomorrow’ isimli kitabında Mimar yazar Hugh Ferriss, kusursuz geri çekilmiş binayı hayal ediyordu. Çizdiği eskizlerdeki ideal gökdelen bir zigguratı hatırlatan ağır ve anıtsal yapıdaydı. Yine de New York’lu mimarlar saf yükseklikle ilgilendi. Verimlilik, çekicilik uğruna feda edildi ve Empire State Binası 1930’ların iyimserliğinin bir anıtı olarak inşa edildi.

Rockefeller Center 

Rockefeller Center, kentsel bir yapı topluluğu olarak, tek tek binalarının her birinden daha önemlidir. Zemine gömülmüş, kamuya açık bir meydanın çevresinde gruplanmış dar kuleler bir kentsel matrise yerleşmişlerdir. İç mekanlar ve girişler geometrik Art Deco’dur.

Rockefeller Center kalbinde General Electric(GE) binası. Binanın ilk adı GE tarafından kurulan RCA şirketinin(Radio Corporation of America) adını taşıyordu, 1988 yılında General Electric Binası olarak değiştirildi.

Rockefeller Center 19 ofis binasından oluşan 89,000 m2 alanı kaplayan Manhattan’da 48. ile 51. cadde ile beşinci ve altıncı cadde arasındadır. Arazi Columbia Üniversitesi’nden 1928’de alınmış ve 1932’dan itibaren binalar Rockefeller ailesi tarafından yaptırılmaya başlanmıştır. Art deco stildeki ilk 14 binanın inşaatı 1939 yılında tamamlanmıştır. Projede baş mimar olarak Raymond Hood çalışmıştır.
GE Binası ilk kat  Art Deco süslemeler

50. cadde ile Americas caddesi köşesindeki Radio City Music Hall Aralık 1932’de tamamlandı. Müzik salonunun içi Dünya’daki en iyi Art Deco örneklerindendir. 


Radio City Müzikholü Büyük Fuaye



DİĞER ART DECO ÖRNEKLER



The American Radiator Building (Bina adı sonradan American Standard Building olarak değiştirildi) 40 West 40. Cadde Midtown Manhattan, New York City. Mimarlar John Howells ve Raymond Hood tarafından 1924’de Gotik Art Deco tarzda inşa edildi.


1932 yılında bitirilen The Niagara Mohawk Binası Syracuse şehrinde Art Deco tarzında inşa edilmiş bir binadır. Niagara Mohawk elektrik dağıtım şirketinin binası olarak yapılmıştır. Mimarları Melvin L. King ve Bley & Lyman’dir.

Louisiana State Capitol, Baton Rouge, binasının üst katlarındaki süslemeler. Bina 1930 -1932 yılları arasında Mimarlar Weiss, Dreyfrouth ve Sierth tarafından tasarlanmıştır.

Art Deco mimaride Carbide and Carbon Building, 1929, Chicago Illinois, Mimarı Burnham Brothers.

Cincinnati Museum Center (eski Union Tren Garı), 1933

Sinema ve Tiyatro salonu Eden, Lizbon’da 1931 yılında mimarlar Cassiano Branco ve Carlo Florencio Dias tarafından Art Deco stilde inşa edilmiş bir yapıdır. Ön yüzündeki süslemeleri ile şehrin önemli meydanlarından birini süsler. 2001’de otele dönüştürülmüştür.

İngiliz Gizli servisi M16 Merkez binası, Vauxhall Cross, Londra (1988-1993) Mimarı Terry Farrell. Art Deco tarzdaki bina kat kat yükselen bir Maya tapınağını andırır.


Paris, The Theatre des Champs-Élysees, 1913, Mimarı Auguste Perret


Kavanagh building, Buenos Aires,1934. Mimarları Gregorio Sánchez, Ernesto Lagos, Luis María de la Torre.


The Bacardi Building, Havana Küba


Art Deco yapı elemanlarına sahip The Mossehaus, Mimarı Erich Mendelsohn,1923, Berlin


Miami Art Deco District ve Tropical Deco

Art Deco’nun ABD’deki en önemli örneklerinden biri, Kıtaya köprülerle bağlanmış küçük adacıklardan oluşmuş Miami Beach'de, 800 binadan oluşan ve ‘Art Deco District’ olarak anılan ünlü bölgedir. Miami Beach’teki Art Deco bölgesi ABD’ce 20. yüzyılda tescil edilerek koruma altına alınmış olan ilk bölgedir. Bölgenin kuruluşu, 1926′da Biscayne Koyu karşısında yer alan yörenin bir tayfun sonucunda bütün yapılarını yitirmesi sonrasına rastlar. Böylece, bölgenin yeniden yapılaşması süreci 1930′lu ve 1940′lı yıllara yayılırken Art Deco akımı da ABD’de gözdedir. Bugün koruma altına alınmış olan 80 nolu yapı adası ve toplam 800 binadan oluşan bölge, güneydeki Latin Amerika kültüründen gelen etkileri de Art Deco ilkeleri içinde kendi yorumuyla yoğurarak değişik karakterli Tropical Deco’nun en özgün ve dikkate değer örneğini oluşturur. Gerçekten de Güney Florida, Orta ve Güney Amerikalıların, özellikle de Kübalıların Kuzey Amerika’ya en kolay ulaştıkları noktalardan biridir. Sanatsal etkiler de bu yoldan Miami Beach mimarlığına yansımıştır. 

Miami, Ocean Drive caddesindeki meşhur Art Deco otelleriyle bilinir.  Bu cadde Miami Art Deco bölgesinin merkezindedir.

 Ocean Drive’da Versace evi. İtalyan modacı Gianni Versace 1997 yılında bu evin girişindeki  merdivenlerde vurularak öldürüldü.

Bilindiği gibi, 1920′lerde ortaya çıkan akımın Art Deco olarak adlandırılması, çıkışından, hatta hızını yitirmesinden yıllar sonra, bir geri dönüşle, 1925 yılında Paris’te açılmış olan uluslararası dekoratif sanatlar sergisinin adından esinlenerek olmuştur. Miami Beach’te, güneydeki Latin Amerika ülkelerinin sanat ve kültür etkileriyle yeşeren özgün Art Deco yorumu da aynı şekilde yıllar sonra Tropical Deco olarak anılmaya başlamıştır. 

Delano Hotel, Art Deco, Miami


Art Deco 1960′lı yılların ortalarında modern mimarinin tekdüze yapılarına bir başkaldırı olarak bu kez “Art Deco Revival” adı altında Batı da yeniden gündeme gelmiştir.  Paris’ten olduğu gibi aktarılan kırık çubuklar, kemerler, güneş kursları, usluplaştırılmış çiçekler bu kez Amerikan binalarının vazgeçilmez süsleme örgeleri olmaya başladılar. Kademeli düşey dekorasyon, gökdelenlerin yüksekliğini olduğundan çok gösterme konusunda görsel katkılar getirdi. Art Deco yalnızca dış cephelerde kalmayarak, bina girişlerini, parmaklıkları, kapıları, asansörleri de süsledi. 


Bu süslemelerde çoğu kez taş, tuğla, pişmiş toprak (terracotta) ve metalden yararlanılıyordu. İçeride ise daha çok, lake, bronz, fildişi, abanoz gibi lüks malzemeler kullanılıyordu. Dekoratif öğeler çoğu kez binaların mimarlarınca çizilmediği için, farklı mimarlarca tasarlanan yapılarda benzer ya da tıpatıp aynı öğeler yineleniyordu. Özellikle de pişmiş toprak ve bronz süsleme öğeleri (frizler, kemer tablaları) fabrikalarda üretilerek getirildikleri şantiyelerde binaların yüzeylerine uygulanıyordu. Bir başka deyişle, pratik Amerikan zekası Art Deco öğelerinde prefabrikasyonu başlatmıştı bile. Duvar panolarını, kornişleri, kemerleri, pencere sövelerini, hatılları kaplayan bezeme öğeleri seri halde üretilmeye ve bu yoldan ayrıca bir yaygınlık kazanmaya başladı. Böylece aynı dekoratif öğeler gökdelenlerin yanısıra fabrikalarda, mağazalarda, bankalarda da görülür oldular.

Art Deco Plymouth Hotel, Miami Beach

Tropical Deco’nun en güzel örneklerini topluca barındıran Miami Beach, palmiyeleri, geniş kumsalı, mavi gökyüzü ve önünde göz alabildiğince uzanan Atlantik Okyanusu ve yumuşak iklimiyle öteden beri özellikle de kuzey yarım küre için iyi bir tatil yöresi olagelmişti. 1915′ten sonra seçkin bir topluluğun kışlık dinlenme yeri olan Miami Beach, Miami’nin kardeş şehri, bir bakıma da tamamlayıcısıdır.

Miami Beach seçkin bir tatil yöresi olma özelliğini uzun yıllar boyunca sürdürmüş, ancak 1970′lerde komşu kent Orlando’da açılan Walt Disney’in ünlü Disneyworld’una ve onun yanı sıra geliştirilen çekici etkinliklere yenik düşmüştür. Miami Beach’in eski çekiciliğini yitirmesi bölgenin ve yapıların uzun bir süre ihmale uğramasına ve bakımsız kalmasına yol açmıştır. Art Deco bölgesi, Miami Beach’te kumsalın bittiği noktadaki caddeden sonra başlamakta ve 1.5 km içeriye doğru yayılmaktadır. 


Bu yöredeki, genellikle iki ya da üç katlı, insani ölçekli yapılar arasındaki gezinti, yürüyenleri, o dönemin cephe düzenlemeleri ile, pembe, krem, açık mavi, açık yeşil gibi pastel renkler ve yine cephelerde yer alan o döneme özgü yazı karakterleri ile neredeyse 1930′lara, 40′lara geri götürmektedir. Plaj ve deniz sahneleri, gemiler, palmiyeler altında pelikanlar çoğu kez camlara işlenmiş olarak girişleri, pencereleri, vitrinleri süslerler. İspanyol dükkanları üzerinde Maya ve İnka frizleri, birbirine dolanmış çıplak insan ve çiçek figürleri her an rastlanabilecek sahnelerdir. Nasıl ki Fransız Art Deco’su 16.Louis ve Ampir tarzlarına Afrika, Aztek, Çin sanatlarından alıntılar katmışsa, Miami Beach Deco’su da Maya, İnka ve Latin Amerika dekoratif öğelerini kendi gamına katarak Tropical Deco’yu yaratmıştır.

Deco tarzı 1930′larda o denli gözdeydi ki Federal Hükümet bile Miami Beach Posta binasını aynı tarzda yaptırmaktan geri kalmadı.

Casa de Julia Tarafa, Havana Küba. Küba özellikle I.Dünya Savaşı sırasında şeker kamışı ticaretinden önemli gelir elde etmişti. 1930’larda komşusu Miami gibi Havana’da da pastel renkler, Tropikal deko popüler sanat hale gelmişti. Bu ev 1933 yılında mimar Angel de Zárraga tarafından tasarlandı.

Türkiye’de Art Deco mimari örnekleri

Art Deco 19. yüzyılın sonunda Osmanlı’da, İstanbul’daki anıtsal binaların çoğunun tasarımcısı olan saray mimarı Raimondo d'Aronco'nun Beşiktaş Serencebey’de yaptığı türbe ile görülmüştür. İstanbul'da Beyoğlu yakasındaki kimi bina cephelerinde, girişlerinde ve asansörlerde hala çok güzel Art Deco örneklerine rastlanır. İş Bankası’nın Levent İstanbul’da 2000’li yılların başında inşa ettiği kulelerde 1930’ların Art Deco mimari tarzını taşır.

Şeyh Zafir Türbesi, Serencebey yokuşu Beşiktaş, Raimondo D'Aronco. II. Abdülhamid tarafından Şazeli şeyhi Muhammed Zafir Efendi için 1902 yılında yaptırıldı. Ortadaki ince uzun pencerenin yanları islam mimarisinde sıkça görülen mukarnes adı verilen geometrik bezeme çeşidi ile süslenmiştir. 

Kurukahveci Mehmet Efendi Binası, Kadıköy. 1930’ların başında Mimar Zühtü Başar’a yaptırılmış.


Ankara Gar Binası 30 Ekim 1937 tarihinde tamamlanmıştır. Art Deco tarzında tasarlanan yapının mimarı Şekip Akalın’dır. Simetrik olan uzun yatay kütlesiyle yapı, öndeki İstasyon Meydanı boyunca kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanmaktadır. 12 metre yükselen ortadaki ferah salon, üstten ve ön arka cephelerinin geniş cam yüzeylerinden aydınlanmaktadır. Betonarme bina 150 metre boyundadır. 1930’ların neo-klasikçiliğinin anıtsal sütun düzeni ile merdiven kulelerinin yuvarlatılmış hatları dönemin önde gelen mimarlık akımlarının birleştirilerek kullanıldığını göstermiştir. Yapı, dıştan Ankara taşıyla kaplanmıştır.

İstanbul'da Art-Deco stilinde iki adet mekan vardı. Bunlardan biri Ayazağa’da Alman Konsolosluğunun bitişiğindeki Park Oteli'dir. Tabağına, çatalına kadar Art-Deco modasını yansıtan ve karakteri olan bir oteldi.


Yeni Park Otel’in yerindeki ilk bina, 19.yüzyılın sonunda İtalya Büyükelçisi Baron Blanc tarafından yaptırılmış olan konaktı. Elçilik konutu olarak tasarlanmış olan bu süslü görünüşlü, güzel konut, elçinin geri çağrılması, İtalya hükümetinin konağın yapım bedelini ödememesi ve güç durumda kalan elçinin başvurusu üzerine II.Abdülhamid(1876-1909) tarafından satın alındı. Sultan Abdülhamid, konağı, önce konağı Hariciye Nazırı Tevfik Paşa’nın kullanımına sonra da mülküyetiyle birlikte verdi. Böylece eski İtalya elçiliği binası Hariciye Nezareti Konağı’na dönüşmüş oldu. II.Meşrutiyet’ten sonra Tevfik Paşa Londra’ya elçi olarak gönderilince konakta bir süre Hariciye Nazırı Rıfat Paşa oturdu. Daha sonra sadrazam olan Tevfik Paşa’nın mülkiyetindeki bu görkemli konak, 1911’de yandı. I.Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul’a dönen Tevfik Paşa ve ailesi konağın ayakta kalmış bölümüne yerleşti. Konağı otele dönüştürme fikri,  Tevfik Paşa’nın İsviçre asıllı eşi Elisabeth Tschumi tarafından ortaya atıldı. 1922’de ilk otel projesi çizildi. 1930’da Tevfik Paşa’nın oğulları tarafından yeniden inşa edilerek otel yapıldı. Başlangıçta otelin adı “Miramare” idi. Tevfik Paşa ve ailesi otel işletmede zorluklarla karşılaşınca kiralama yoluna gitti. Bir çok kez el değiştirdikten sonra Aram Hıdır yönetiminde “Park Otel” adını alarak yenilendi ve Pera Palas ile Tokatlıyan Otellerinin yanısıra İstanbul’un en lüks konaklama mekanlarından biri oldu. 1930’lu yılların en seçkin müşterisi Atatürk idi. O yıllarda İstanbul’a gelen önemli kişiler de burada ağırlanırdı. Örneğin İngiltere Kralı VIII.Edward’ın M.S. Simpson’la bu otelde kaldığı ve burada onuruna görkemli bir yemek verildiği bilinmektedir. Yahya Kemal Beyatlı’da uzun yıllar ve sürekli olarak bu otelde kalmıştı. Park Otel’in birinci katını kendine ayırtan Başbakan Adnan Menderes’de bir başka seçkin konuk olmuştu.

Ne var ki yeni açılan büyük oteller karşısında giderek gözden düşen Park Otel 1979’da kapatıldı. Mali güçlüğe düşen Aram Hıdır, tüm eşyasını satarak 1981’de Mengerler şirketine devretti. Devirden önce Anıtlar Yüksek Kurulu, 1978 de otelin yıkılabilineceğine karar verdi. İtirazlar sonrası 1983’te bu kez otelin korunmasına ve restorasyonuna karar verildi. 1988’de dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’ın imzaladığı bir kararla Park Otel’in 33 katlı bir yapı olarak inşa edilme hakkı verildi.

Park Otel temel hafriyatının içinde olan evini satmamakta direnen Tunç Ailesi, istimlak kararına karşı mahkemeye başvurdu. Semt sakinleri aralarında örgütlendi ve Mimarlar Odası’nın ve diğer meslek kuruluşlarının ve kamuoyunun desteğini aldı. Davalar açıldı. Gökdelen yükselirken bir yandan da kenti koruma adına inatçı, sabırlı, özverili ve neredeyse nefes nefese bir hukuk savaşı verildi. Nurettin Sözen döneminde başarıya ulaşıldı. Yükselen Park Otel yanındaki Alman Konsolosluğu Binası’nın düzeyine kadar yıktırıldı. 22 yıldır enkaz halde duran Taksim Gümüşsuyu'ndaki Park Otel'in inşaatı geçtiğimiz yıllarda tamamlanarak yeni yüzüyle hizmete açıldı.  


İstanbul'daki ikinci Ar Deco bina ise vaktiyle Taksim’de şimdiki Sheraton Oteli’nin yerinde bulunan Taksim Belediye Gazinosu idi. Bütün önemli düğünler orada yapılırdı ve çok tipik bir Ar Deco stili salondu. Taksim Belediye Gazinosu; 1938 yılında, Mimar Rüknettin Güney(1904 -1970) tarafından inşa edildi, 1940 yılında kullanıma açıldı. Amacı, halka ucuz eğlence sağlamaktı. 1965'e dek var olan Gazino, zamanının en güzel yapılarından biriydi. 1940'larda Gazinonun açık mekânlarında dans yarışmaları, kapalı alanlarında Cumhuriyet baloları, resmî yemekli içkili toplantılar, alafranga düğün törenleri düzenlenirdi.

1930'un ikinci yarısında bir imar operasyonuyla dönemin ilk geniş çaplı vizyonlarından biri olarak, Taksim - Maçka -  Dolmabahçe arasındaki geniş vadi, Taksim Gezisi adı altında modern bir şehir parkı olarak düzenlenmiş ve 1938 yılında Taksim Belediye Gazinosu, bu alanın Elmadağ tarafında inşa edilmiştir. 1965 yılında yıkılarak, yerine yapılacak olan Ceylan  Inter-Continental Hotel'in (Sheraton) temeli, 27 Mart 1968'de atılmıştır. 1975 yılında otel olarak hizmete girmiştir.  


ART DECO HEYKEL SANATI

Ar Deco, bir önceki Art Nouveau’dan estetik açıdan daha modern bir sanat akımı olarak, mimaride ve sanatta halk tarafından, karmaşıklığın sukunetinin zarif bir biçimi olarak algılandı. Ev mobilyaları, moda ve mimari tasarımlardaki yaratıcılıklar, I.Dünya Savaşı sonrası, stile, zarafete ve modernizasyona aç Parisliler tarafından çoşkuyla karşılandı. 

Solda Kükreyen 1920’ler, Erte. Sağda Cabaret, Erte.

Heykelciler arasında iki eğilim göze çarpıyordu. Bir yandan ticari heykelcilik, spor ve modanın yarattığı çağdaş havayı dile getirmek için klasikten uzaklaşıyordu. Bu alanda, Demetre Chiparus, altın ve fildişini çeşitli metal alaşımlarıyla birleştiren altınfildişi heykelciliğinin en büyük temsilcisi olarak kendini gösterdi.

Heykeltraş Theo Vos’un tasarımı – Ballerina, 1927, Hutschenreuther porselen - The Museum of Art Nouveau and Art Deco, Salamanca, İspanya

Bunun tam karşısında, kübizmin büyük ölçüde etkisinde kalan öncü heykelcilik, tıpkı resim gibi, mobilyacılıkla uyum göstermesi gereken bir sanat olarak düşünülüyordu. Bu anlayışın temsilcileri, kadın ve kuş başları yapan Macar Gustave Miklos, Macar Joseph Csaky ve Mallet-Stevens ile birlikte çalışan Jean Lambert-Rucki ve Jan ve Joel Martel’dir.


Solda Gustave Miklos kadın başı figürü. Sağda Joseph Csaky anne ve çocuk figürü.


The Aristocrats (1920’ler) Prof Otto Poertzel tasarımı. Art Deco heykel sanatının en iyi örneklerinden biridir. Zayıf, uzun boylu oldukça şık dönemin ideal kadını tazılarıyla.

Prof Otto Poertzel tasarımı - Buttferfly Dancers 1925

Kurtarıcı İsa (Christ the Redeemer) heykeli 1922-1931 yılları arasında, Brezilya'nın Rio de Janeiro şehrinde Corcovado Dağı üzerinde yapılmıştır ve dünyanın en büyük Art Deco heykellerinden biridir.

Solda Boston Avenue Church, Tulsa’da Equestrian Circuit Rider terrakota heykel detayı. Heykeltraş Robert Garrison. Sağda Art Deco köprü Cleveland, ABD.


ART DECO TASARIMLAR

Solda Art Deco sokak lambası New York City. Sağda Masa lambası

1939 model Delahaye 165 V-12, karoser tasarımı Fransız Figoni et Falaschi. İlk kez 1938 yılında Paris Motor Show'da sergilendi. 1939 yılında Ulullararası New York Sergisi Fransa pavyonunda motoru yetişmediği için motorsuz olarak sergilendi, ama büyük ilgi gördü. Tam o sıralarda II.Dünya Savaşı başladığı için Fuar sonrasında araç Fransa'ya dönemeden sekiz sene ABD gümrüğünde sıkışıp kaldı.   

1934 model Bugatti 57SC Atalante. Yaratılmış en iyi Art Deco otomobillerden birisi.  Jean Bugatti tarafından tasarlanmıştı. Atalante adı Yunan mitolojik kahramanı bakire avcı kadın Atalanta'dan esinlenilerek konmuştu. .Ralph Lauren bu araçlardan birine sahipti.Bu araçtan Dünya'da iki adet var, dört yıl önce araçlardan biri 40 milyon $ el değiştirdi.

1929 model L29 Cord Cabriolet ABD’nin ilk önden çekişli lüks arabasıydı. Alan Leamy tarafından tasarlanmıştı. Eski sahibi Mimar Mr.Frank Lyold Wright tarafından da yanık portakal rengine boyanmıştı. Bu tasarım dehası lüks araç talihsiz bir dönemde, New York Stock Echange çöktüğü zaman piyasa sunulmuştu. 

1930 Henderson motosiklet. 1,200 cc motor hacmi, 40 beygir gücü , dört silindir motor. 

İç dekorasyonda Art Deco stilinde desenli karolar, çizgili kumaş ve duvar kağıtları, Fransız country havası taşıyan mobilya formları, kristal avizeler, geometrik desenler, gotik süslemeler sık kullanılan öğelerdi. 


Renk: Popüler renkler parlak siyah, krom, gümüş, sarı ve kırmızı. Yardımcı renkler kirli beyaz, gümüşü beyaz(istridye beyazı), krem, bej, yeşil tonları.
Duvarlar: Art Deco, muhteşem duvar kağıtlarıyla duvarlarda izlenebilecek tamamen bir simetri ve denge  sanatıdır. Fantastik Art Deco posterleri de  duvarları süsleyebilir. Büyük ya da küçük aynalarda bu dönemin önemli figürleriydi.
Zemin: Zeminde cilalanmış tahta parkeler sıkça kullanıldı. Bir diğer zemin kaplaması da siyah ve beyaz vinil ya da seramik karolardı.  
Şömine: Art Deco şömineler genellikle betondan yapılmıştı. Mermer olanlarında moda geometrik formları görmek mümkündür.


Art Deco sehpa. Paul Iribe (Paul Iribarnegaray) (1883 – 1935) Fransız poster tasarımcısı, yazar ve dekoratör. Paul Iribe, Art Deco’nun öncülerinden biri olarak kabul edilir.

Art Deco, The Great Gatsby, mobilya



ÖNEMLİ ART DECO SANATÇILARI

Art Deco'ya çoğunlukla, resmin büyük tatili denmiştir. Gerçekten de Art Deco resmi, çağdaşı o bütün büyük akımların (kübizm, fütürizm, dadacılık, Rus konstrüktivizmi, Bauhaus) dışında kalmış ve dekoratif olmaktan öte bir tutkusu yokmuş gibi görünmüştür. Jean Dupas, Tamara de Lempicka ve Gustave Jaulmes, resim çalışmalarını dekorasyonun bir parçası olarak görmüşlerdi. Jean-Gabriel Doumergue, Kes van Dongen, Bernard Boutet de Montvel ve André Dunoyer de Segonzac’ın en fazla tercih ettikleri konu, kadındı. Öte yandan Vogue ve Harper’s Bazaar gibi ünlü dergilerde, Georges Lepape, Romain de Tirtoff (Erté diye tanınır) ve André Edouard Marty gibi illüstrasyon ressamları çalışıyordu.

Art Deco hareketinin tanınmış sanatçıları olarak resim alanında Tamara de Lempicka, cam sanatlarında Rene Lalique, grafik tasarımda Adolphe Mouron (Cassandre) öne çıkmaktadır. Art Deco tarzıyla ilişkili mimarlar arasında Fransa’da Eliel Saarinen, Amerika’da Raymond Hood, William Van Alen, Henry Hohauser, L. Murray Dixon ve T. L. Pflueger gibi isimler bulunuyor.

Art Deco İkonu, Gizemli ve Çekici Tamara Lempicka (1898 – 1980)

Yaygın bilinen adıyla Tamara de Lempicka, Polonya’lı Art Deco sanatçısı ve göz kamaştıran güzellikte  ilk kadın yıldızdır.  Kübizm’den etkilenen Lempicka iki kıtada Art Deco’nun önde gelen temsilcisi oldu. Çok sayıda Hollywood yıldızının favori sanatçısıydı ve kendisine ‘Fırçalı Barones’ denmekteydi. Kendi jenerasyonunun en moda portre ressamıydı. Çevresi sayesinde resimlerini en elit salonlarda sergileme şansına sahip oldu.  

Tamara de Lempicka portresi, fotoğraf sanatçısı Dora Kallmus of d'Ora Studio, Paris, 1929

Tamara de Lempicka 1898’de Varşova'da doğdu. 12 yaşında resme başladı. Annesinin tanınmış bir ressama yaptırdığı kendi portresini beğenmeyip daha iyisini yapabileceğine inanarak resim sanatında kendisine çok başarılı bir kariyer çizdi.

Anne ve babası ayrıldıktan sonra zengin büyükannesi tarafından seyahatler ve giysilerle şımartılarak büyütüldü. 14 yaşında Lausanne’da okula gidiyordu. Tamara, bir yaz tatilinde St.Petersburg’daki teyzesini ziyareti sırasında, teyzesinin zengin bankacı kocasının, evlerini çok tanınmış Fransız iç dekorasyon şirketine dekore ettirdiğini gördükten sonra kendisi de böyle zengin ve gösterişli bir hayat yaşamak istediğine karar verdi. Kısa bir süre sonra 1914’de I.Dünya Savaşı başladı ve Rusya’da savaşa katıldı. Tam bu dönemde Tamara, Varşova’nın en yakışıklı genci olan avukat Taduesz Lempicki’ye aşık oldu. İki yıl sonra rüya başkent St.Petersburg’da, henüz 16 yaşındayken, bankacı eniştesinin yardımıyla evlendiler. Kizette adlı bir kız çocuğu sahibi oldu. Bir yıl sonra eşi avukat Taduesz, Bolşevik’lerce tutuklandı. Tamara, cesaretini ve güzelliğini kullanarak, Sovyet yetkilileri ikna etti ve çift Paris’e gitti. Ve Tamara De Lempicka'nın fantastik hayatı işte bu büyülü şehirde başladı.

Sovyet Devrimi sırasında sığınmacı olarak ülkesini terk edip gittiği Paris’te geçinmek için resim yapmayı, sergi açmayı ve eserlerini satmayı öğrendi. İki savaş arasında yazarların, artistlerin, bilim adamlarının, sanayicilerin ve Doğu Avrupa’nın sürgündeki birçok soylu kişisinin portrelerini yaptı. Kızı Kizette yazdığı biyoğrafisinde ‘Annem, zenginler, başarılılar ve şöhretlilerin hepsinin muhteşem resimlerini yaptı. Hatta bazılarıyla birlikte de oldu. Eserleri  çoşkuyla karşılandı, ona şöhret ve hatırı sayılır bir zenginlik  sağladı’ diye yazdı.

Tamara de Lempicka, Saint-Moritz, 1929

De Lempicka, ilk düzenli sanat eğitimini Acadamie de la Grande Chaumiere’de post-sembolik Fransız Nabi(Yahudi dilinde peygamber demek) ressam Maurice Denis’den aldı. Resimde grafik sanatın ve tasarımın önemini vurgulayan Parisli Post-Emprestyonist sanatçılara, kısaca Les Nabis diye anılan  topluluğa katılarak bu akımın esaslarını öğrendi.

De Lempicka’ya Art Deco sitili benimseterek en önemli etkiyi yapan diğer hocası ve mentörü ise Andree Lhote’dur. Lhote, Kübizmi yeniden yorumlayarak daha kolay kabul edilebilir bir tarza dönüştüren,  bir Fransız Kübist ressamdı. Lhote, güçlü kentsoylu renkleri kullanarak Sergi salonlarının ikonagrafisi ile Pablo Picasso ve Georges Braque’nin avant-garde kübist denemelerini cesurca uzlaştırdı. Yeni bir kübizm yaratıp, onu seçkin kentsoylu beğenileriyle birleştirerek, çekici ve cezbedici sanat eserleri yarattı ama bunu yaparken Picasso ve Braque’nın yaptığı gibi izleyicileri de dehşete düşürmedi.

Solda, ‘The Musician’ (1929), yağlıboya. Sağda ‘Adem ve Havva' (1932)  Tamara de Lempicka

Resim çalışmalarının çoğunluğunu çıplaklar ve portreler oluşturur. Portrelerinde çoğunlukla zengin kadın ve erkek figürleri, zamanının moda giysileri içerisinde ve muhteşem bir film yıldızı havasında yansıtır. Sıkı sıkıya Art Deco sitiline bağlı kalmayan De Lempicka portre sanatını tamamıyla değiştirdi.   Daha belirgin olarak resimdeki öznenin rolünü özgür ve bağımsız kadın haline dönüştürdü. Geleneksel Art Deco’dan aldığı çıplak kadın vücutları, Kübizm ve diğer erken 20. yüzyıl hareketlerinden ödünç aldığı parçalar nedeniyle çalışmalarını belirli bir sınıfa sokmak zordur. The New York Times, onu makine çağının çelik bakışlı tanrıçası olarak tanıttı. Gerçekten de tutkuları ve motivasyonu zaman içerisinde giderek artan teknoloji ile uyumluydu. 1920’ler ve sonrası hem sosyal hem de ekonomik açıdan Paris için bir geçiş dönemiydi. Ve bu geçiş De Lempicka ve çağdaşlarının eserlerinde görülür.

De Lempicka, özellikle gençliğinde İtalya’ya yaptığı seyahatler nedeniyle Rönesans resmine fazlasıyla hayran bir klasikçiydi.  Geleneksel portreciliği tanıtıcı teknikler, fotoğrafik ışıklandırma ve büyük şehirlerin mimari manzaraları ile zekice birleştirmişti. Yüksek sosyeteyi, çökmüş yaşantıları, ihtiraslı aşk ilişkilerini yorumladı. Gerçekte sanatı ve ismi, 1920’lerin şatafatlı hayat tarzı ve Art Deco hareketiyle eş anlamlı hale geldi. Tamara de Lempicka, karşılaşdığı ve bir şekilde ilişkide olduğu zengin, elit ve ünlü kişilerin portrelerini yaptı. 1920 ile 1930 yılları arasında kritiklerden en fazla övgü aldığı, popülerlik kazanan eserlerini üretti. Bu yıllar ayrıca birçok sanat ödülünü aldığı yıllar oldu.


Çizim stili grafik ile heykel formu arasındadır. Gölgeler ile resimlerini iki boyutlu hale getirmiştir. Genellikle parlak düz satıhlar ve karanlık gölgeler oluşturan dominant bir ışık kaynağını kullanmayı tercih etmiştir. 

Tamara de Lempicka, Kadın ve Güvercin, 1929-1930 

II.Dünya Savaşı’nın tehdidi altındayken 1939'da Paris’i terkederek Amerika’ya gitti. Holywood yıldızlarının en önde gelen sanatçısı olabilmek için, ikinci eşi Baron Raoul Kuffner ile birlikte, eski patronu zengin Amerikalı film yönetmeni King Vidor’un Holywood Beverly Hill’deki eski evine yerleşti. Kabul görmüş beğenilen resim yeteneğine rağmen, Amerika’da hobi olarak resim yapan bir sanat meraklısı olarak tanındı. Amerikalıların ünvanlara ilgisi nedeniyle, De Lempicka’nın sosyal statüsü, üst sınıf için çok daha fazla merak uyandırıcıydı; böylece bir sanatçı olarak kredibiletesi giderek azaldı.

Tamara de Lempicka, Madame Boucard, 1931

1943’de Tamara ve eşi New York şehrine taşındılar. Tamara iki katlı evinde bir iki sene daha resim yaptı. Evlerini Baronun Macaristan’daki mülklerinden kurtarabildiği antik eşyalar ile dekore ettiler. Savaş sona erince Paris’te Mechain caddesindeki meşhur stüdyosunu, Rococo tarzında dekore ederek yeniden açtı. Evinin ve stüdyosunun dekorasyonuna hayran kalan Amerikalılar, New York’ta ev dekore etmesini istediler. Etti de.

1962 yılında kocası Baron ansızın öldü. Tamara’da kızının yakınında olmak için Houston’a yerleşti. Bu dönemde oldukça popüler olan palet bıçağıyla resim yapmaya başladı. The Lolas Galeri 1962 yılında eserlerini sergiledi fakat kritikler iyi değildi. Bir daha sergi açmadı. Beğenilerin değişmesi, soyut ekspressiyonizmin ortaya çıkması ve ilerleyen yaşı nedeniyle 1950’ler ve 1960’larda kariyeri bitme noktasına geldi. Bir bakıma unutulmuş, çalışmaları görmezden gelinmiş de olsa Tamara resim yapmaya devam etti.

Tamara de Lempicka, Le Bretonne, 1934 

1966 yılında Paris Dekoratif Sanatlar Müzesi, ‘Altmışlı yıllarda 1925’ler’ adıyla bir anma sergisi düzenledi. Serginin müthiş başarısı Art Deco’ya olan ilginin yeniden doğmasına neden oldu. Bunun üzerine Alan Blondel, Galerie du  Luxembourg’u açarak Tamara De Lempicka’nın retrospektif eserlerini sergilemeye başladı. Bu sanat dünyasında yeniden doğuş demekti ve New York’ta Knoedler Galeri’de bu serginin devam etmesi planlanmıştı. Ama Tamara, serginin düzeni için o kadar fazla talepte ve girişimde bulundu ki kreötör Knoedler sergiden vazgeçti. Art Deco ve figüratif resim yavaş yavaş yeniden beğeni toplamaya başladıkça, De Lempicka sanat dünyası tarafından yeniden keşfedildi.

1978’de Japon bir mimar tarafından yapılmış Cuernavaca’nun en güzel yerinde Tres Bambus adı verilen çok hoş bir ev satın alarak, bundan sonra yaşamak üzere Meksika’yı gitti.  Yaşlı günlerinde genç sanatçılara destek olmayı sürdürdü. Tamara De Lempicka 18 Mart 1980’de öldü, külleri vasiyeti üzerine Popocatepetl volkanının ağzına serpildi.

Tamara de Lempicka, Yaz

Bir Art Deco, Neoklasik ya da Post-Kübik sanatçı olarak kabul edilse de aslında De Lempicka, kozmopolitik toplum ile bütünleşmiş ve kendi imajını çalışmalarına yansıtmıştır. Sanatçı, toplumun feminizme ve erkeksiliğe(masculınity) bakışını değiştirerek, yeni ve özgüvenli kadına saygı duyulmasını sağlayan, yeni hayat vizyonuna öncülük etmiştir. Sadece modern kadınların portrelerini yapmamış, aynı zamanda onlar gibi yaşamıştır. De Lempicka, eserleri çoğu kez kendi hayatıyla özdeşleşmiş bir kişidir. 

O, Art Deco döneminde, sanatsal tekniği ve formu, gösterimde devrimsel yöntemlere dönüştüren bir sanatçı olarak hatırlanacaktır. Çağdaşları Coco Chanel ve Simone de Beauvoir ile birlikte, bir kadın ve sanatçı olmanın ne anlama geldiğini yeniden tanımlamıştır. Mirası ve anısı kendi ruhuyla birlikte orijinal resimlerinde yaşayacaktır.

Tamara de Lempicka, Otoportre, 1925. Gerçekte arabası yeşil değil sarı renkteydi ve aracıda Bugatti değil Renault’du. Ama sanatçının herşeyi olduğunda daha değerli gösterme becerisi vardı.

Art Deco’nun Babası Erte

Ad ve soyadının ilk harflerinin Fransızca’daki okunuşundan dolayı kısaca Erte olarak tanınan Romain de Tirtoff (1892 - 1990) Rusya doğumlu Fransız sanatçı ve tasarımcıdır. Birden çok alanda yetenekleri olan, özellikle moda, mücevher, grafik sanatları, film tiyatro opera için kostüm ve sahne tasarımı ve iç dekor alanlarında başarılı çalışmalar yapmış bir 20. yüzyıl sanaçısı ve tasarımcısıdır. 


Romain de Tirtoff,  1892 yılında Rusya’da Saint Petersburg’da doğdu. Köklü bir aileden olan Erte’nin babası Rusya Donanmasında amiraldi. Ailesinin subay olmasını istemesine rağmen Paris’e giderek kostüm tasarım hayatına atıldı. 

Şişelerini Erte’nin tasarladığı Courvoisier Koleksiyonu 1988


Erte'nin en bilinen tasarımı Symphony in Black.

Erte kendi otobiyoğrafisinde ‘Art Deco 20. yüzyılın büyük bir bölümünü etkiledi. Art Deco, Kübizmin geometrik formlarıyla birlikte Art Nouveau’nun gelişmiş bir biçimiydi’ diye yazar. 1925 yılında moda tasarımcısı, tiyatro kostüm tasarımcısı, film set tasarımcısı olarak sanat hayatının zirvesindeyken Holywood’a gitti. Sanat, moda ve endüstriyel tasarımları o denli etkilemişti ki çoğu zaman kendisinden  ‘Art Deco’nun Babası’ olarak bahsedildi.

Erte, Art Deco döneminde özellikle elegant moda tasarımlarıyla meşhur olmuş bir sanatçıdır. 

Erte mücevher tasarımları da yapmıştı. The Nile isimli kolyesi.

Yıllar sonra 1967’de çoğu kişi artık emekli olması gerektiğini düşündüğü bir zamanda hala çalışarak 179 adet grafik çalışması yaptı (Hepsi Metropolitan Museum of Art’ta sergileniyor). Grafiklerin umulmadik başarısı üzerine 90 yaşlarına yaklaşırken bu kez bronz heykel çalışmalarına başladı. Grafik ve heykel çalışmalarının çoğu moda ya da tiyatral tasarımlardı. 

Solda Soleil d 6 e Nuit, Erte. Sağda Chinchilla, Erte.

Rene Jules Lalique

René Jules Lalique (1860 - 1945) yarattığı cam sanatı, parfüm şişeleri, vazolar, mücevher, kandiller, saatler ve otomobil kaporta süslemeleri ile tanınmış bir Fransız cam tasarımcısıydı. 

René Jules Lalique

Sanat hayatı boyunca Art Nouveau ve Art Deco tasarımlar yapmış olan Rene Lalique, 1890’da  Fransa’nın en ileri gitmiş Art Nouveau mücevher tasarımcısıydı. Sonraki yıllarda Art Deco üzerine yoğunlaşacaktı.

Solda Rüzgarın ruhu cam heykel. Sağda uğur getirdiğine inanılan etkileyici ve ikonik Art Deco cam atbaşı. Soylu bir aygırın  kafasını yorumlandığı eserine Longchamps adı vermişti.


1900 yılında, 40 yaşındayken dünyanın en değer verilen mücevher ve Art Nouveau sanatçısıyken, 1925’de Art Deco’nun altın çağında bu kez dünyanın en gözde cam sanatçısıydı. Lalique, bu yıllar arasında kendini tekil mücevher sanatçılığından, yaratıcı cam objeleri kütlesel üretim ile kitlelerle buluşturan sanatçıya dönüştürerek, çağdaşı sanatçıları gerisinde bıraktı. 
   
Lalique, mücevherleri ve cam objeleriyle tanındı. En büyük başarısı yaşadığı dünyanın değişimini yaşarken fart etmiş olmasıdır. Hayatının önemli bölümü Fransa’da iç savaş(1871) ile II.Dünya Savaşı arasında geçti. Dünya değiştikçe Lalique’da değişti. En büyük başarısı yeteneklerini birleştirerek ürünlerini pazarlarda satmaktan çok, pazarlar yaratan dünya çapında bir endüstriciye dönüşmesi oldu. 



Cassandre

Cassandre olarak tanınan Adolphe Jean-Marie Mouron (1901-1968) Ukraynalı-Fransız ressam, ticari poster sanatçısı ve punto, font tasarımcısıydı.


Cassandre, bir punto ve font tasarımcısı olarak, 1929’da Bifur, 1935’de sans serif Acier Noir ve 1937’de çok amaçlı font olarak bilinen Peignot’u tasarladı.Son yılları depresyonla geçti, 1968’da intihar etti.

Normandiya posteri en çok bilinen posterlerinden birisidir.

Cassandre yaptığı işi 'Poster tasarımı, bir teknik ve iş problemini sıradan bir insanın anlayabileceği bir dilde çözme sanatıdır' diye tanımlar. Cassandre tasarımlarını yalınlaştırarak hızlı hareket halindeki araçlardan da okunabilmesini sağlayan ilk grafik sanatçıdır. Ayrıca tasarımlarında daha kolay okunabildiği için yalnızca büyük harfleri kullanmıştır.


Yaratıcı grafik teknikleri Sürrealism, Kubizm ve Art Deco etkileri taşır. 1930’larda Avrupa’da ve ABD’de çok popülerdi. Hem sanat öğretmeni hem de sanatçı olarak 1934-1935 yılları arasında École des Arts Décoratifs ve École d'Art Graphique’de dersler verdi.



On Önemli Art Deco Etkinliği

  • 1919 28 Haziran Versailles antlaşmasıyla I.Dünya Savaşı sona erer; Mimar Walter Gropius tarafından Weimar’da Bauhaus Okulunun kuruluşu.
  • 1922 Arkeolog Howard Carter Mısır Firavunu Tutankhamun’un anıt mezarını keşfeder. Cartier Mısır temalı mücevherlerini sergiler.
  • 1924 Nisan-Ekim ayları arasında Wembley’de 'İngiliz İmparatorluk Sergisi' açılır.
  • 1924-1925 Afrika'yı motorlu araçlarla tanıştırmak için Andre Citroen’in liderliğinde ‘La Croisiere Noire’ organizasyonu gerçekleştirilir. Amacı 20 günden daha kısa sürede geçilemeyen Büyük Sahra çölünü motorlu araçlar ile aşarak Kuzey ve Batı Afrika’yı bağlamaktı.
  • 1925 ‘Exposition des Arts Decoratifs et Industriels Modernes’ sergisi Paris’te açılır. Josephine Baker ve Sydney Bechet başrolünü oynadığı ‘La Revue Negre’ müzikhali   Champs Elysees’de gösterime girer. Bu oyun, jaz müziğinin ve Siyah kültürün Avrupa’ya ilk ciddi tanıtımıdır. 
  • 1926 Paris 1925 sergisinin seçme eserleri Kuzey Amerika turuna çıkar.
  • 1929 Sidney’de modern sanatların sergilendiği ‘Burdekin House Sergisi’ açılır.
  • 1931-1932 Citroen’in Asya çapında ‘La Croisiere Jaune Sergisi’ gerçekleştirilir.
  • 1935 SS Normandie transatlantiği St Nazaire Fransa’da hizmete girer.
  • 1939 3 Eylül’de II.Dünya Savaşı başlar; San Francisco’da 'Golden Gate Sergisi' açılır; New York’da 'Dünya Fuarı' açılır.





Kaynakça



Duncan, Alastair - Art Deco, Thames and Hudson. London 1988

Highlife, British Airways Magazine, January 199

Mimarlık - NTV Yayınları

Gültaş, Didem - Raimondo D'Aroncp: İstanbul'daki Yapılarında Cephe Biçimlenişi ve Detayları. Yıldız Üniversitesi

Turkel, Daniel - Art Deco in New York City

http://www.doganhasol.net/art-deco-ve-tropical-deco-2.html

http://www.bilimvetarih.com/cagdas-sanat/ar-deko-art-deco.html






No comments:

Post a Comment