Chanel ve Yves Saint Laurent’in
modaların geçici, değişken olduğu, zamanla sönüp gittiği ama asıl olan stillerin, ebedi ve kalıcı olduğuna ilişkin sözleri vardır. Dior’da bir kadının
parfümünün, el yazısından daha fazla ipucu verdiğini söyleyerek kişisel seçimin
önemine değinir. Oscar Wilde, hayatta hiçbir zaman aşırı şık giyimli ya da
fazla eğitimli olamazsınız diyerek modanın ve eğitimin sınırlarının olmadığına
vurgu yapar.
Moda stil ikonu Monaco Prensesi Grace Kelly (1929 – 1982)
Güzel giysiler yapmak en eski
sanatlardan biridir. Bunların içinde en eskisi olan vücut boyama idi. Vücut
boyamanın tarihi, mağaralar içerisindeki 40,000 yıllık resim sanatının
asırlarca öncesine dayanır. Bunlardan günümüze hiçbirşey kalmamıştır. En eski
atalarımızın giydikleri giysilerden bize kalansa yalnızca küçük parçalardır.
Modern zamanlara kadar müzeler, tarihi giyim eşyalarından oluşan koleksiyonlar
toplayamadılar. Tarihçiler ve arşivciler bu konudan uzak durmaya çalışırken,
insanoğlunun en önemli gereksinimlerinden ve ilgi alanlarından birinin kaydı
düzgün tutulamıyordu.
ÖRTÜNMEKTEN GİYİNMEYE MODA
Barınma, beslenme ve giyim
insanların temel gereksinimidir. Giyinmeye duyulan gereksinim eski çağlarda
insanların vücutlarını doğanın etkilerinden koruma düşüncesinden doğmuştur.
İnsanların güzel görünme ve dikkatleri üzerine çekme arzu ve istekleri daha iyi
ve daha güzeli arama çabaları ile iyi giyim ortaya çıkmıştır. Daha iyi ve
güzeli arama duygusu, yıpranan, eskiyen giysinin yerine aynısını değil de
farklısını edinme isteği ile de moda başlamıştır.
İnsanoğlu örtünmek değil de
giyinmek istediği anda belki de bilinçsizce de olsa moda kavramını yaratmış
oluyordu. Aslında moda da amaç, giysinin ille de yararlı ve gerekli olması
değil, farklı olmasıdır. Moda, bizim eski şapkamızdır ya da yeni
kıyafetimizdir. Sonbaharda düşen yapraklar kadar eski, ilkbaharda açan çiçekler
kadar yenidir. Toplumun sosyal, politik ve kültürel durumunun aynasıdır. Moda
Fransız imparatoriçesi Eugenie’yi 1869 yılında Süveyş kanalının açılışına
yanında 250 kıyafetle gitmesine neden olan şeydir. Moda 19. yüzyılda yirmiyedi Paris
terzisini 100 metrelik kumaştan onbir gün balo kıyafeti dikmeye zorlayan şeydir.
Modanın mihenk taşları
Şimdiki anlamında moda ilk kez
19. yüzyılda ortaya çıktı. Erkek modasını başlatan Beau Brummel, kadın modasını
başlatan ise Charles Frederick Worth oldu.
Solda Paul Poiret
tasarımı 1912, sağda Poiret bir prova sırasında
1904 yılında modern yüzyılın
terzilerinden, modanın babası sayılan, Charles Worth’un yanında çalışan Paul Poiret Paris’te kendi atölyesini
açtı. Yarattığı elbiseler terzilik açısından yeni buluş olarak
değerlendiriliyor. Doğu’dan esintilerini elbiselerine yansıtan Poiret, kemeri
yukarı taşıyarak kadın göğüslerinin dolgunluğunu açığa çıkardı. Tasarladığı gece
elbiseleriyle de özgür kadın ortaya çıktı. 1902 yılında Thomas Burbery ilk kez
olarak markasını gabardin üzerine yazdırdı. 1905’de gazetelerde moda ekleri
yayınlanmaya başladı.
Solda Gucci’nin ilk kumaş deri
karışık çanta modelleri, Sağda John Wayne, Gucci marka mokasen ayakkabı
giyerken
1906 yılında Guccio Gucci aksesuar üzerine çalışan şirketini İtalya’nın Floransa
kentinde kurdu. Gucci kalın kaban kumaşından ilk ünlü çantasını 1925′te yaptı.
1932 yılında da John Wayne’den saray soylularına herkesin ayağına birer mokasen
loafer giydirdi. Hala kaliteli, lüks ve klasik sevenlerin çanta ve ayakkabıdaki
ilk tercihi.
Coco Chanel
1913 yılında Gabriel Coco Chanel şapka tasarımı yaparak moda dünyasına girdi.
1914′te biri Paris diğeri Deauville’de olmak üzere iki butik açtı. Erkek
kıyafetlerinde kullanılan bir çok aksesuar ve modeli, kadın kıyafetlerine
uygulayarak, kravatlı, ekose ceketli, şapkalı özgür kadın imajını yarattı.
1915 yılında Jeanne Lanvin, çiçekli giysilerle ve özellikle gece kıyafetleriyle
büyük ün kazandı. 1916’da devam eden I.Dünya Savaşı’nın insanlar üzerindeki
etkisi modaya da yansıdı ve modeller askeri tarza yakınlaşmaya başladı.
Chanel 5 parfümünün reklam
yüzü Catherine Deneuve
1919 yılında Chanel, Paris Rue
Cambon’da mağazasını açtı. Ardından da 1921 yılında, kimyasal formulü Rus
kökenli Fransız kimyacı Ernest Beaux tarafından geliştirilen ünlü parfümü
No.5′i piyasaya çıkardı.
1927 yılında Salvatore Ferragamo Amerika dönüşünde İtalya’da ayakkabı üretimine
başladı. Her zaman kusursuz ayakkabılar üretmeyi kendine ilke edindi. Üne,
modern sandaletler, patent hakkı 1936′da alınmış mantardan yapılmış topuklar ve
platform ayakkabıları ile kavuştu.
Rene Lacoste
1929’da Charleston akımı tüm
dünyayı sardı. 1932 İtalyan Nina Ricci,
Paris’te butik açtı. Ve kısa sürede ürettiği muhteşem kozmetikleriyle ün
kazandı. Tenis kortlarına adeta yapışarak tenis oynadığı için
sevenleri tarafından timsah adı verilen Rene
Lacoste, 1933 yılında dünyaca meşhur timsahlı tişörtü yarattı. Lacoste, spor ama fazla
klasik modellerde ısrar etti. Orta yaşlı, üst düzey yöneticilerin yat
gezintilerinde, golf oynarken ve özellikle de tenis oynarken vazgeçemedikleri
bir marka oldu.
1937 yılında Marie Claire moda dergisi ilk adımlarını attı. 12 Şubat 1947’de Christian Dior Paris Avenue
Montaigne’de ilk koleksiyonunu sundu. Korseyle sıkılmış beller, ortaya
çıkarılan dekolte, aşağıya doğru genişleyerek inen etekler. Dior her şeyin
ortasında küçük bir bürokrata benziyordu, ama o savaştan sonra ortaya çıkan bir
şatafatın prensiydi. Gazeteciler haberi verebilmek için telefonlara koşuştular.
Yeni kadın, yeni imaj işte o defileden sonra doğdu. 50’li yıllar Christian
Dior’un lanse ettiği ‘New Look’ yani yeni görünüm, kadın silüetini eski
dönemlere geri götürerek isminden en çok söz edilen moda akımlarından biri
oldu.
60’lı yılların sonu 70’li
yılların başlarında moda da yeni romantik stil doğdu. Bu romantizm Dior
salonlarından gelen bir akımdan farklı idi. Halk giysilerinden gelen bir esinti
modaya yün kumaşlar, meksikan pançoları, hint şalları, çingene giysileri
kazandırmıştı.
Solda Paco Rabanne metal elbisesi, sağda Kenzo Takado tasarımı
1965 yılında Paco Rabanne, metal elbiseler üreterek modada tam bir sansasyon yarattı. 70’li yıllarda ünlü Japon modacıları Kenzo Takado, Mitsuhiro Matsuda, Yohji Yamomoto, Issey Miyake sayesinde Avrupa giysilerinde doğu rüzgarları esmeye başladı. Bu modacılar bir taraftan orijinal Avrupa giysileri üretirken, diğer taraftan da geleneksel doğu kıyafetlerinin detayları üzerine çalıştılar. Hatta Kenzo Takado Avrupa modasına doğu köylü kıyafetlerinden alıntılar bile eklemeyi bile ihmal etmemişti.
Solda Armani, sağda
Versace giysileri
Bazılarına göre 80’li yılların
estetiği Georgio Armani ile
gelmiştir. Diğerlerine göre ise Versace
1972 yılında Milano’da çalışmaya başlayarak ve 1978 yılında ilk hazır giyim
koleksiyonunu yaratarak, 80’li yılların havasını tamamen değiştirmişti. Versace
çalışmalarının reklamına çok önem verir, reklama büyük bütçe ayırırdı. Dünya
çapında ün kazanan Versace, Super Star sistemini moda ile birleştirmeyi
başarmıştı.
Son dönemde yaşamış insanlar
arasında güzel şeyler yapma işine kendini en çok adayan kişi Balenciaga
modaevinin kurucusu Bask’lı moda tasarımcısı Cristobal Balenciaga Eizaguirre’dır(1895-1972). Felaket yılları
olan 1960’lardaki kültür devrimi onun yüksek kaliteli işler üretmesini
olanaksız kıldığını hissedince emekliye ayrılıp, kahrından ölmüştü.
Erkek giyimini şekillendiren kişi Beau Brummel
20. yüzyıla kadar yalnızca
zenginler modaya uygun ve güzel giyinebiliyordu. Çok eski zamanlardan bu yana
yün ve diğer tekstil ürünlerinin uluslararası ticareti yapılmaktaydı ama hazır
giysilerin ülke sınırlarının dışına çıkması 18. yüzyıla kadar çok ender görülen
bir şey olarak kaldı. 18. yüzyıldan
sonra Amerika sömürgelerindeki varlıklı insanlar, Londra’daki terzilere
elbiseler ısmarlamaya başladılar.
Gerek Worth, gerekse oğlu Gaston, Paris moda endüstrisi ile tekstil ticareti arasında yakın ilişki kurulmasına, özellikle Lyon’daki ipekçilerin en yüksek kalitede ipekli kumaş üretmelerine öncülük etmişti. 1910 yılına gelindiğinde, tekstil dünyasındaki paydaşların görev ve sorumlulukları belirlenmişti. Bu yıldan itibaren modaevlerinin sayısı savaşlardan dolayı kesintiye uğrasa da giderek artarak, 1946 ve 1956 yılları arasında 110’a kadar çıktı. Bu modaevlerinin başlıca amacı kumaş, tasarım, kesim, dikim, prova ve nihai ürün açısından en yüksek kalitenin sağlandığı kadın elbiseleri üretmekti. 1960’ların sonuna gelindiğinde bu amaca artık ulaşmışlardı.
Solda Beau Brummell’in
yağlıboya resmi, sağda Londra Jermyn caddesi’nde Beau Brummell heykeli
1790’larda Beau Brummell terzi yada modacı olmamasına karşın şık giyime olan
tutkusuyla erkek giysilerine standartlar getirdi. Orta sınıfa ait bir
politikacının oğlu olarak Londra’da doğan Brummell, eğitiminden sonra kariyerine
asker olarak başladı. Sonradan IV.George adıyla İngiltere Kralı olacak George
prens iken onun koruma birliğindeydi. Davranışları ve şık giyimiyle prensin
dikkatini çekti ve yakın arkadaşı oldu. Brummel kendine özgü tarzı olan
Londra’nın en şık giyinen kişilerindendi. Saraydan başka bir kente tayini
çıkınca askerlikten ayrıldı ve Londra’da sosyetik hayata katıldı. Aristokrat
kişilerin çoğunun rutin hayatı gibi sabah geç kalkar, kahvaltısını yapıp,
gazetesini okuyup, traşını olduktan sonra alışverişe çıkar, öğleden sonra ya
Hyde Park’ta ata biner ya da Centilmenler Klubünde vakit geçirir. Akşam tiyatro
sonrası bir özel kulüpte kumar oynar, günü genellikle gece kulübünde
sonlandırırdı. Giyindiği tarz, erkek giyim stili olarak toplumun en yüksek
tabakasında kabul gördükten sonra uluslararası standartlara dönüştü ve
Mayfair’deki Saville Row’da toplanan Londra terzilerini, dünya ticaretinin
odağı haline getirdi.
Bugünkü anlamda ilk pantolonun, kravatın
ve takım elbisenin yaratıcısı olan Beau Brummell, aynı zamanda erkeğe beyaz
gömlek, pantolon ve siyah ceketi giydirmesiyle de günümüzde halen devam eden
klasik giyim anlayışının 19.yüzyıl başlarındaki ilk uygulayıcısı sayılıyor.
Modanın babası Charles F. Worth, Kraliçe Victoria ve İmparatoriçe Eugenie
Worth(1825-1895), 1825’te Bourne,
Lincolnshire’da doğdu. 1846’da Paris’e gitmeden önce Londra’da birkaç önemli
kumaşçı da çalıştı. Ardından Paris’in tanınmış bir kumaş mağazasında, küçük
ortak olarak çalışmaya başladı. Worth 1858
yılında ortaklarını giysi üretme işine
girmeyi kabul ettiremeyince çalıştığı yerden ayrıldı ve zengin İsveçli Otto
Bobergh ile birlikte giysi üretimi için Paris’te Worth & Bobergh adlı ortak
şirketi kurdu.
Charles Frederick
Worth
İmparator III.Napolyon’un eşi
İmparatoriçe Eugenie'nin arkadaşı, Avusturya elçisinin karısı ve zamanının
modayı en yakından takip eden bayanı olan Pauline Metternich, Worth'un eşinin
giydiği bir elbiseyi çok beğenince, Worth’dan kendisine de giysi hazırlamasını
rica etti. Böylece Bayan Metternich özel
günlerde Worth’un diktiği giysileri giymeye başladı. Yeni ve değişik
giysileriyle Metternich, yakın arkadaşı İmparatoriçe Eugenie’nin dikkatini çekince,
Worth’da Eugenie’nin patronajına girdi ve 19. yüzyılda modern couture
sisteminin babası oldu.
Paris, yavaş yavaş, kadın
modasında dikkati çeker bir üstünlük kurmaya başlamıştı ama 1850’lere değin bu
konumunu tehdit eden bir büyük şehir vardı. İngiliz Worth, Paris’te zenginleri
giydiren bir mağaza açmıştı ama eğer mağazasını kendi vatanına taşırsa Paris’in
moda üstünlüğü de Londra’ya geçebilirdi.
Avusturya’lı Elisabeth
için Charles Frederick Worth’un tasarladığı giysi.
Worth, eteklerin büyüklüğünü
şaşırtıcı ölçüde artırmak için kullanılan ve adına çember etek denilen askılı
hafif çelik kasnağı ilk kullandığı söylenen ve Picadilly Circus’taki
Svan&Edgars’da eğitim görmüş bir İngiliz’di. Büyük mağazaları kuran ilk
ülke olan Britanya ipek hariç tekstil ticaretinin merkeziydi. Bu yüzden son
derece yaratıcı, yöntemli ve işletmeciliğe yatkın bir insan olan Worth’ün zenginleri
giydirmek için oluşturduğu modaevini
neden Londra’da açmadığı merak edilebilinir.
Solda Kraliçe
Victoria (1819 – 1901), Sağda Karliçe Victoria 1900 yılında
Sorunun yanıtı 64 yıl saltanat
süren Kraliçe Victoria’dır. 150 cm
boyuyla oldukça kısa ve çirkin bir kadın olan Kraliçe Victoria, Prens eşi
Albert’in 1861’deki ölümüyle yaslı dul kıyafetlerine girmeden önce bile kaba ve
sade giyinen, giysilerle ilgilenmeyen, deyim yerindeyse yalnızca örtünen
biriydi.
Kraliçe Victoria
giysileri. Solda kırmızı kadife saltanat giysisiyle 1838. Ortada hobilerinden
olan binicilik giysisiyle 1840. Sağda Resmi Fransa ziyareti sırasında giydiği
giysi 1855.
Buna karşın Fransa İmparatoriçesi
Eugenie elbiselere çok meraklıydı ve sarayını defile ortamına çevirmişti.
İmparatoriçe Eugenie 1860 yılında Worth’ü resmi terzisi yaptı ve dünyada ilk
kez Worth, imparatoriçenin tüm giyim kuşamını düzenlemeye, Ocak ayında bahar ve
yaz takımlarını, Temmuz ayında sonbahar ve kış giysilerini yaratmaya başladı.
Böylece Parislilerin yıllık giyim kuşam döngüleri belirlenmiş oluyordu.
İmparatoriçe aynı elbiseyi ikinci kez pek giymediği ve bir yıl önceki elbiseyi hiç
kullanmadığı, zengin Parisliler de onu örnek aldığı için, Worth haute couture
diye anılan özel giysi pazarının hacmini büyük ölçüde genişletmişti.
İmparatoriçe Eugenie de
Montijo (1826 – 1920)
Moda sisteminde, geçen sezonun
giysilerini demode gösterebilmek ve dolayısıyla giyilemez kılmak için her
mevsim değişiklik yapmak gerekiyordu. Worth bu işe şaşırtıcı bir deha ve
acımasızlıkla girişmişti. Planlı demodelik onun icadıydı ve o bunu demodelik
terimi yaratılmadan bir yüzyıl önce yapmıştı. Getirdiği yenilikler arasında
şunlar vardı:
- Elbise üzerine giyilen uzun tunikler (1860)
- Ayak bileğinde yürüyüş etekleri (1862)
- Önü düz etek kasnakları (1864)
- Açık renk puanlı ve çizgili yazlık giysiler (1865)
- Kürk aksesuarlar (1867)
1868 yılında etek kasnaklarını ve
beraberinde uzun yıllardır kullanılan çember etekleri tamamen ortadan kaldıran
Worth, moda tarihinde ilk gerçek devrimi yapan sarsıcı bir adım atmıştı.
1869’da cüretkar bir adım daha atarak, arkası kabarık elbise eteklerini geri
getirmiş ve cesaretinin karşılığını almıştı.
İmparatoriçe Eugenie de
Montijo
Worth, Fransa ile Prusya arasındaki
savaştan (1870-1871) ve Paris kuşatmasından zarar görmeden sıyrılmayı
başarmıştı. Bir süre moda evini kapatmış olsa da, 1871 sonbaharında yeniden
açmış ve giysi için artık Paris’e gelen yeni Amerikalı müşterilerin
ihtiyaçlarını karşılamıştır. 1874 yılında geç Viktoryen dönem kadınlarının çok
sevdiği, bedenin üst kısmına kılıf geçirilmiş gibi şekil veren Cuirass
çizgisini ve 1881 yılında Galler prensesi Alexandra’ya ithafen Prenses
çizgisini yaratmıştır. Daha sonra başka tasarımcılarla anılsa da 1890’da verev
kesim(kumaşın doğal çizgisine ters kesim) denilen kesimi ilk kullanan kişi de
Worth olmuştur. 1893 ve 1895’te ise Worth siluetini tanımlayan koyun bacağı
modelinde giysi kolları yaptı.
Worth emekli olup da işlerini
oğlu Gaston’a devredene değin bir tasarımcının yaratabileceği her şekil
üzerinde çalışmış ve elbise tasarımcıların ancak zamanla öğrenebilecekleri bir
şeyi kanıtlamıştı. Bir elbise yaratmanın birkaç yolu vardır; etek uzunluğunu, beli, göğsü, yakayı ve
kolları kullanmak. Modayı düzenli olarak değiştirmek gerekiyorsa, bazı şeyleri
tekrarlamak kaçınılmaz olacaktır. Worth arkası kabarık etekleri üç kez, koyun
budu kolları iki kez tekrarlamıştı ve usta bir tasarımcının sanatı, bu
tekrarları iyi saklamayı bilmekti.
Gaston Worth zamanında ise Paris
moda dünyasının, klasik organizasyonlarının şekli belirlenmişti. Moda dünyası,
Avenue Montaigne civarında yoğunlaşıyordu. Defileler Ocak ayının ilk iki
haftasında ve Temmuz ayının son iki
haftasında olmak üzere yılda iki kez düzenleniyor ve Chambre de la Haute
Couture’e üye olunması gerekiyordu. Üyelik esnasında kaçak üyelere izin
verilmiyor, moda basını belli bir disiplin kazanıyor ve standartlar
yükseliyordu. Bu standartlara orijinal tasarımların İngiltere ve Amerika’daki
büyük hazır giyim mağazalarına satılma koşulları da dahildi. Üye olabilmek
için, bir modaevinin atölyesinde en az 20 kişi çalıştırması ve her koleksiyon
için minimum 50 yeni tasarım çıkarması gerekiyordu.
Solda Danimarkalı
Prenses Alexandra yağlıboya, 1864. Sağda Prenses Alexandra, 1889.
Birleşik Krallık Kraliçesi
Victoria’nın büyük oğlu Galler Prensi Edward, 1860 yılında Danimarkalı Alexandra
ile evlendi. Ve Alexandra onlarca yıl modayı etkileyen kişi oldu. Genelde Kraliçe
Victoria gelini Prenses Alexandra ile iyi anlaşamazdı. Prenses, Kraliçe
Victoria’ya nazaran daha genç, güzel, eğlenceli ve hareketli bir kişiydi. Kraliçenin
kısa boyuna ve kilolu vücudunun aksine Prenses düzgün vücuduyla her giysinin
yakıştığı bir bayandı. Yüksek yaka ile
birlikte kısa kolye onun tarzıydı.
Yüksek kaliteli kadın modasının
Londra değil de Paris olması şaşılacak bir şey değildir. Paris’in moda merkezi
olmasının altında yatan neden İmparatoriçe Eugenie’nin öncü müşteri olma
özelliğidir. Worth’da bu özelliğe önder tasarımcı olarak karşılık vermiştir. Kraliçelik
eğer 1870 yılında bir şekilde Victoria’dan ender olarak rastlanan düzgün vücut
hatlarına sahip gelini Alexandra’ya (Kraliçe Victoria’nın büyük oğlu VII
Edward’ın eşi) geçmiş olsa ve Alexandra önder müşteri rolünü üstlenseydi, Worth
modaevinin yönünü Mayfair Londra olarak değiştirir ve böylece tüm hikaye farklı
yazılırdı.
İmparatoriçe Eugenie ve Osmanlı Sultanı
Abdülaziz Han
İmparatoriçe Eugenie Mısır’a gitmeden önce, belki daha önceki seyahatin
anısına belki de Mısır’ın hala Osmanlı toprağı olmasından, ya da her iki
nedenden dolayı Fransız emperyal yatı L’Aigle ile İstanbul’a uğradı. Padişah
Abdülaziz, İmparatoriçe’yi boğazda saltanat kayığında karşılamış, onu güzel
hediyelere boğmuştu. Bir hafta sürecek ziyaretinde İmparatoriçe Eugenie kendisi
için hazırlanmış Beylerbeyi sarayında kaldı. İlk gecesinde Dolmabahçe sarayında
onuruna verilen yemekte Padişah Abdülaziz, İmparatoriçe’yi saray kapısında karşılayarak
koluna girmiş ve Dolmabahçe Sarayı’nda refakat etmiştir. Muhteşem ziyafette
Türk yemekleri altın sofra takımlarında sunulmuştur. Davete Padişahın annesi de
dahil olmak üzere 100 kadar bayan da katılmıştır. Ziyaret sonrasında
İstanbul’un çeşitli yerlerini gezen, hamamlarına bayılan İmparatoriçe ile
Padişahın yakınlaştıklarına dair söylentiler de çıkmıştır.
Mısır Hidivi İsmail Paşa, Avusturya İmparatoru Franz Josef ve Fransız
İmparatoriçesi Eugenie
İmparatoriçe İstanbul seyahatinin ardından Mısır’a gitmiş ve Süveyş
Kanalının açılışını diğer konuklar ile birlikte 17 Kasım 1869’da
gerçekleştirmiştir. Ertesi yıl Fransa-Prusya savaşında, Fransızların
yenilip Fransız İmparatoru
III.Napolyon’un, Almanlara esir düşmesi üzerine, Eugenie’de ülkeyi terk edip
İngiltere’ye sığınmıştır. Bir süre sonra esirlikten kurtulan kocasıyla artık
bir daha Fransa’ya dönemeyen Eugenie’nin sürgün hayatı başlamıştır. Eşini de
kaybettikten sonra, 85 yaşındayken Haziran 1911’de İstanbul’u yeniden ziyaret
eden bayan Eugenie, dönemin Padişahı Sultan Reşad huzuruna çıkmış ve 42 yıl
önce tanıdığı merhum Padişah Abdülaziz’in oğlu şehzade Yusuf İzzettin Efendi’yi
görmek istediğini iletmiştir. Bayan Eugenie, şehzade ile görüşmesinden sonra
İspanya’ya dönmüştür.
Birleşik Krallık Kraliçe ve Düşeşlerinin modaya etkisi
Kral VIII.Edward’ın kalbini çalan
Amerikan sosyetesinden Wallis Simpson,
Birleşik Krallık kraliçesi olsaydı neler olabileceğini düşünmek de hayli ilginç
olabilir. Geleneklere göre Edward’ın uğruna krallıktan vazgeçtiği Amerikalı
kadındı. Windsor düşeşi olarak bile 20. yüzyılın en güzel ve önder müşterisi
olmuştu.
Solda Windsor düşeşi Amerika’lı
Wallis Simpson. Sağda Cartier kolyesiyle Düşeş Simspon eşi Prens Edward ile Paris
Versailles sarayında baloda, 17 Haziran 1953.
Windstor düşesinin olağanüstü
ince vücudu ve güzel kemikli hatları tasarımcıların çalışmaya, giydirmeye ve
süslemeye bayıldığı hatlardı. Düşeş güzel giysilerle çok yakından ilgilenirdi
ve işe yarayacak yeni modaları seçebilen mükemmel gözlere sahipti. 1937-1938
yıllarında kendisini Paris endüstrisinin en büyük dayanağı yapmıştı. İngiltere
kraliçesi olsaydı, gerçekten sınırsız bir bütçeyle ve kendisini doğal olarak
izleyen çok büyük sayıda yüksek sosyeteden hanımlarla Londra’yı moda merkezi
yapması işten bile değildi. En azından modacı Molyneux ve Amies buna
inanıyordu.
Windsor dükü Prens
Edward ile Wallis Simpson 3 Haziran 1937’de Chateau de Cande, Fransa’da evlendiler.
Simpson, Mainbocher tarafından hazırlanmış, mavi gözlerinin renginde bir giysi
giyiyordu. Simpson, giysiyi 1950’lerde New York Metropolitan Müzesine
bağışladı.
Edward, Kral V.George ve Kraliçe
Mary’nin en büyük oğluydu.16 yaşında Galler Prensi olmuştu. Babasının 20 Ocak
1936’da ölmesinden sonra VIII.Edward adıyla Kral oldu. Birkaç ay sonra Amerikan sosyetesinden Wallis
Simspon ile evlenme isteğini kamuoyuna açıklayınca, bir krize neden oldu. Bayan
Simspon bir kez boşanmıştı ve ikinci eşinden de boşanmak üzereydi. İngiltere
Başbakanı, evlenmiş ayrılmış bir kadınla Kralın evliliğine karşı çıktı.
İngiltere’de Kralların aynı zamanda İngiliz Kilisesinin de başkanı olması başka
bir sıkıntı da yaratmıştı. Geleneklere göre İngiliz Kilisesinin başkanı, eski
eşi yaşayan dul bir kadınla evlenemiyordu.
Birleşik Krallık
Kralı VIII.Edward Türkiye gezisi sırasında Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte
İstanbul′da, 4 Eylül 1936
Edward eğer Kral olarak
evlenirse, Başbakan Stanley Baldwin’in istifa edeceğini, bu durumda ülkenin
genel seçime gitmek zorunda kalacağını, bu durumunda politik olarak tarafsız
olması gereken İngiliz Monarşisinin saygınlığını zedeleyeceğini biliyordu. Hiç
tereddüt etmeden saltanatının 326. gününde tahtı kardeşi Albert’e bıraktı (George
VI adıyla tahta çıktı). Edward’a Windsor dükü ünvanı verildi. 3 Haziran 1937 tarihinde
de Fransa’da Simpson ile evlendi. Hayatının büyük bölümünü güney Fransa’da
geçirdi.
VIII.Henry ve Anne Boleyn
Oysa İngiltere’nin eski krallarından VIII.Henry (1491-1547) farklı
davranmıştı. O dönemde İngiltere kiliseleri, Roma Katolik Kilisesine ve
Papa’lığa bağlıydı. Henry ölen abisinin eşi Aragonlu Catherine ile evliydi.
Henry, Anne Boleyn'e olan aşkının da etkisiyle Catherine'in erkek çocuk
doğuramamasını evliliklerinin lanetli olduğuna bağlayarak, boşanmak istedi. Fakat,
Catherine'nin yeğeni İspanya İmparatoru V.Karl ve Vatikan’da Papa, Henry'nin bu
isteğine şiddetle karşı çıktılar. Yaklaşık altı yıl boyunca boşanmak için
uğraşan Henry, sonunda İngiliz Din Reformu ile Roma Katolik Kilisesinden
İngiltere’yi ayırdı ve Anglikanizm kilisesini kurdu ve ruhani liderliğine de
kendisini atadı. İlk evliliğinin geçersiz olduğunu ilan ederek 1533 yılında
Anne ile evlendi. Henry daha sonra beş kez daha evlenecek sayısız sevgilisi
olacaktır.
Ana Kraliçe I.Elizabeth
(1900 - 2002), Kral VI.George’un eşi ve kraliçe II.Elizabeth’in annesi
Edward’ın krallıktan vaz
geçmesiyle yeni kral olan VI.George’un eşi aslen İskoçyalı olan Elizabeth idi.
Ana kraliçe olarak bilinir ve Kraliçe II.Elizabeth’in de annesidir. Elizabeth
eltisi Simspon’un aksine tüvit ve ekoseli giysilerle, doğal eğilimi olan bir
kraliçeydi ve uzun yaşamı boyunca kızı kraliçe II.Elizabeth gibi yerel, sade ve
üst tabakaya özgü rüküş bir giyim tarzını benimsemişti. Kendisini giydiren de
yine yerel bir modacı olan Norman Hartnell’di. Hartnell’in saray mensuplarını
giydirme konusundaki felsefesi, müsterilerinin neden asla şık olarak
tanımlanamayacağının da göstergesiydi: ‘Görkemli
bir giysi dolabının en önemli özelliklerinden biri, giysilerin dikkat çekici
kılınmasıdır. Kural olarak, kraliyet ailesinin hanımefendileri açık renk elbise
giyerler, çünkü ancak açık renk elbiselerle, çoğu koyu renk giysiler giyen
büyük kalabıklar önünde daha kolay seçilebilirler’. Windsor düşesi
Simspon’un böyle bir prensibi kabul edebileceğini düşünmek çok zor.
1960-1975 yılları arasında Ana
kraliçe I.Elizabeth
İngiltere hanedanın birinci
hanımlarının modaya olan mesafeli duruşları nedeniyle Londra, bir kez Victoria
döneminde, ikinci kez de I.Elizabeth döneminde kadın modasına hükmetme şansını
kullanamadı. Bütün bu fırsatlar kaçınca zaten doğal lider durumundaki Paris
modanın merkezi olmayı perçinledi.
Paris’teki diğer modacılar
Tasarım, uluslararası bir alandı,
halen de öyledir. Bu yüzden iyi bir elbise tasarımcısı piyasa elverişli olduğu
takdirde her yerde çalışabilir. Bu alandaki tek İngiliz Worth’de değildi. John
Redfern’de vardı. İngiltere sahilinde Manş denizindeki bir adadan gelen kumaş
tüccarı Redfern 1880’lerde kroket oynayan ve zamanın yeni çılgınlığı bisiklete
meraklı, modayı izleyen kadınların giyebileceği hafif, rahat ve spor gisileri
ilk tasarlayan kişiydi.
Solda Coco Chanel,
sağda Mainbocher
İki savaş arası dönemde
Paris’teki en iyi tasarımcılar arasında yine yabancılar vardı. Örneğin, İngiliz
Captain Molyneux önce 1920’lerde ve
sonra yine 1946 yılında modaevini Paris’te kurmuştu. Molyneux’nün esas tercihi
Londra’ydı, zaten bir süre tıpkı en yetenekli takipcisi Hardy Amies gibi orada çalışmıştı ama o da geleneği takip etmek
zorunda kaldı. Fransızlar da hep özgün tasarımlar çıkarmayı başarmışlardı.
Örneğin, çok parlak bir tasarımcı olan ve neredeyse yarım asır boyunca küçük
çeşitlemelerle zarif ve sade bir üslubu yaratan ateşli Gabrielle (Coco) Chanel bunlardan biriydi. Fakat iki savaş
arasındaki yıllarda ortaya çıkan en büyük tasarımcılardan Mainbocher bir Amerikalı, Elsa
Schiaparelli bir İtalyandı. Mainbocher 1930’da, Schiaparelli ise 1929’da
Paris’te birer işyeri açmışlardı.
CRISTOBEL BALENCIAGA EIZAGUIRRE (1895-1972)
Paris’te ilk modaevini açtığında 40 yaşın üstündeydi.
Balenciaga, İspanya doğumlu olmasına rağmen, Chanel ve Dior ile aynı dönemde
Paris’te haute couture modaevi sahibiydi. II.Dünya savaşı sonrası Paris’te
haute couture en popüler olduğu dönemde, Dior modaevi çalıştırdığı eleman
sayısına göre Balenciaga’nın altı misli daha büyük olmasına rağmen, Balenciaga
tüm modaevleri arasında en karlı olanıydı.
Çoğu tasarımcılar tasarımlarını kağıt üzerinde çizip, dikilmesi için terzilere verirken, Balenciaga sadece birkaç haute couture tasarımcının sahip olduğu iyi dikiş dikme becerisine sahipti. Balenciaga tasarım yaparken, dönemin moda eğilimlerini dikkate almak yerine, giysiyi giyecek kişinin en güzel yanlarını öne çıkarmaya çalışırdı.
1895-1914 Guetavia ve San
Sebastian’da geçen çocukluk ve ilk gençlik yılları
Balenciaga, 21 Ocak 1895’te
Bask’ta küçük bir balıkçı kasabası olan Guetavia’da doğdu. Denizci olan babası
kasabanın belediye başkanıydı ama erken ölmüş, ardında karısı Eisa’yı kötü bir
durumda bırakmıştı. Üç çocuğu vardı: Augustina, Juan Martin ve en küçüğü
Cristobal.
Guetavia kenti ve
Balenciaga’nın doğduğu ev
Ekonomik açıdan zor bir durumda
kalan bayan Eisa bir terzi dükkanı açıp, kasabalı kadınlara dikiş dikmeyi öğretmeye
başladı. Onların arasına katılan üç buçuk yaşındaki Cristobal, iğne kullanma
konusunda şaşırtıcı bir beceriye sahip olduğunu göstermişti. Henüz 6 yaşındayken kedisi için bir
örtü dikti. Balenciaga, bundan sonraki yetmişdört yıl boyunca muhteşem
giysiler yarattı ve yaşamı boyunca her gün bir elbise dikerek ya da onararak
elini hiç soğutmadı.
1907 yılında 12 yaşındayken San
Sebastian’da Casa Gomez’de bir terzinin yanında çırak olarak çalışmaya başladı.
Burada edineceği ustalık ile çok az tasarımcının sahip olduğu bir beceriye
sahip oldu. İlk özgün çalışması 13
yaşındayken kendisi için diktiği inci ile süslenmiş bir yaka takımıydı. Yörede
yaşayan soylu bir bayan, Marquesa de Casa Torres (Belçika kralı Baudouin’in eşi
kraliçe Fabiola’nın büyük büyük annesi) bu yakayı fark etmiş ve onun ilk
velinimeti olarak, en güzel elbiselerinden birinini kopyasını çıkartmıştı. Böylece
bayan Marquesa için giysi tasarlamaya başladı.
Balenciaga her ne kadar küçük bir balıkçı köyünde orta sınıflı bir aileye doğduysa da İspanya Kraliyet ailesiyle çok zaman geçirdi. İspanya Kraliyet ailesi San Sebastian’da yaz tatillerini geçirirken Balenciaga’nın babası Kraliyet ailesi fertlerine ata binmeyi öğretiyor, annesi de Kraliyet ailesinin giysilerinin tadilatını yapıyordu. Kraliyet ailesinin giysilerindeki kaliteyi ve zanaatkarlığın seviyesini görmemiş olsa, muhtemelen Balenciaga bu düzeyde bir modacı olamazdı.
Solda siyah yün takım, 1912.
Sağda çiçekli desenli ipek gelinlik, 1933
17 yaşında Fransızca öğrenmek
için sınırın öteki tarafına, Fransa’nın Biarritz şehrine gitti. 1911
yılında San Sebastian’da Grandes
Almacenes Au Louvre’de çalışmaya başladı ve iki yıl sonunda 1913’de kadın
kıyafetleri bölümünün baş terzisi oldu. Kadın giysilerinin provalarında ve
kişisel ihtiyaçlara göre elbiseler yaratma konularında ustalaşmıştı. Sık sık
Paris’i ve önde gelen moda evlerini ziyaret etti. 1914’de Bordeaux’de
arkadaşlarının sahibi olduğu ünlü bir terzi için çalışmaya başladı.
Ustalar ve müşteriler Balenciaga’nın
işinde elinin ne kadar çabuk olduğunu şaşkınlıkla fark etti. Özellikle bir
koleksiyon hazırlamadan önce inanılmaz sayıda giysiyi modellere giydirme gibi
zor bir görevde çok hızlıydı, günde 180 giysi giydirebiliyordu. Bunun
açıklaması şuydu: üç yaşından yirmili yaşlarına kadar bu işi her yönüyle
öğrenmiş, muazzam doğal yeteneklerini geliştirmişti. Güçlü ve yetenekliydi,
elleri çok nazikti ve her ki elini de aynı ustalıkta kullanabiliyordu. İki
eliyle kesip dikebiliyordu. Tek eksiği patron çıkarma konusundaydı. Çizebiliyor
ve fikirlerini kağıda geçirebiliyordu ama yorumlama ve tasarımların
güzelleştirilmesi konusunda uzman sanatçılar kullanırdı.
1917-1930 San Sebastian yılları
1917 yılında C. Balenciaga markasıyla San Sebastian’da ilk işyerini açtı. Ertesi yıl San Sebastian tüccarlarından Benita ve Daniela Lizaso, Balenciaga’ya ortak olarak şirketin sermayesini artırdılar. Dükkanının bulunduğu yer o zamanlar yüksek sosyete tarafından şimdilere nazaran daha sık uğranan bir kıyıdaydı. Chanel ise 1915’ten bu yana Biarritz’de çalışıyordu. İlk büyük para kazandığı çalışma bir gelinlik oldu. 1972’de emekliye ayrılıp depresyona girdiğinde Cadiz düşesi için yaptığı son çalışmada bir gelinlik olacaktı. Çok geçmeden saraydan talepler gelmeye başlamıştı. Sarayın 1931’de yürürlükten kaldırılmasından önceki son dönemde Balenciaga, Kraliçe Victoria Eugenie ve Ana Kraliçe Maria Cristina için çalışmıştı.
1924 yılında ortaklarından
ayrılıp Cristóbal Balenciaga adıyla kendi modaevini kurdu. Kraliçe María
Cristina ve Infanta Isabel Alfonsa müşterisi oldu; Kraliyet ailesinin diğer
kadınları ve onların yakınlarıda onları izledi. 1927’de San Sebastian’da
geleneksel moda tasarımı için annesinin adına ithafen Eisa Costura modaevini
kurdu.
1931 – 1945 Madrid, Barcelona ve Paris’de moda evleri açıyor
İspanya’da 1931’de
II.Cumhuriyetin ilanıyla Balenciaga’nın önde gelen müşterileri ülkeyi terk
ederek sürgüne gittiler. Haute Couture de dramatik bir gerileme oldu. Balenciaga
geleceğini yeniden düşünmek zorunda kaldı. Kararı, işini büyüterek devam etmek
oldu.
San Sebastian’dan sonra ikinci
dükkanını 1932’de Madrid’de, üçüncüsünü ise 1935’de Barcelona’da açtı. Dükkanlarının
üçüne de annesinin adını vermişti: Eisa. İspanya’daki işinde ona kız kardeşi,
erkek kardeşi ve diğer akrabaları yardımcı oluyordu ve kurulduğu ilk günden
beri tam bir aile firmasıydı. Fakat oldukça büyük çaplı bir firmaydı: Yalnızca
Madrid’deki modaevinde 250 kişi, Barcelona’dakinde ise 100 kişi çalışıyordu. Bu
üç modaevinde kendi yarattığı elbiseleri satıyor ama sık sık gittiği Paris’te
Worth, Molyneux, Cherait, Paquin ve Lanvin’den seçtiği elbiseleri de İspanya’ya
ithal ediyordu. En sevilen tasarımcı olan Madamme Vionnet ona ilham kaynağı
olmuştu.
George V caddesi 10
numara, Paris
1936 yılında İspanya’da iç savaş
patladığında, İspanya’daki modaevlerini kapatıp kendisi de 1937 yılında evini
Paris’te V.George caddesi, 10 numara, üçüncü kata taşıdı. Artık Paris’te
yaşayacaktı. 1939 yılında İspanya’daki iç savaş sona erdiğinde, İspanya’daki
moda evlerini yeniden açtı; artık Faşist General Franco’nun karısını
giydiriyordu. O yıldan itibaren merkez üssü Paris olmuştu ama mali desteğini
İspanya’dan alıyordu. Anlaşılan Fransa’dan elde ettiği kar asla İspanya’dan
elde ettiği kadar olmuyordu.
Balenciaga ilk koleksiyonunu 1937 Ağustos’unda sunmuş ve elbise başına 3,500 frank almış, bir ayda 193,200 frank kazanmıştı. Bu iyi bir başlangıçtı. İkinci koleksiyonunu 1938’in Ocak ayında yapmış, Windsor Düşeşini müşterisi yapmayı garantilemişti. Üçüncüsünü sunduğu 1938 Ağustos’unda ise Saks Fifth Avenue’den büyük miktarda sipariş almıştı. Artık piyasaya girmişti ve 1969’da emekli olana kadar Balenciaga’nın modaevi Paris’teki en büyük modaevlerinden biri olmuş, bu alandaki uzmanlar onu en büyük kadın terzisi ilan etmişlerdi.
1938 yılında Kral VI.George ve
Kraliçe Elizabeth, Paris’i ziyaret ettiğinde Paris’teki tüm moda endüstrisinin
sevinerek gördüğü gerçek, İngiltere’nin sevimli ama rüküş bir kraliçesi olduğu
ve çıkarlarına asla bir tehdit oluşturamayacağıydı. Bu sevinçle iki prensese,
yani Elizabeth ve Margaret Rose’a bir bebek koleksiyonu ve Paton, Lanvin,
Paquin, Vionnet ve Worth tarafından tasarlanmış 300 parçadan oluşan bir gardrop
verdiler; şapkaları Agnes, kürkleri Weil, mücevherleri Cartier tasarlamıştı.
Balenciaga’nın katkıda bulunmaya çağrılması onun Paris seçkinlerinin arasında
olduğu gerçeğinin altını çizmişti. Fakat Balenciaga bunu reddetti; bir reklam
kampanyasının içinde yer almak istemiyordu. Bu, onun ciddiyetinin tipik bir
örneğiydi.
1939 yılında tarihten derin izler taşıyan, 17 yüzyıl modasından ve II.Fransız İmparatorluğundan ilham alan ‘Infanta’ koleksiyonunu büyük beğeni topladı. 140 parçadan oluşan koleksiyon geleneksel ve tarihsel İspanyol modasından da izler taşıyordu.
Solda Rita María
Fernández-Rivera y Gómez için hazırlanmış, siyah ve fildişi satenden gece
elbisesi, 1939. Sağda Monterron Kontesi Rosario de Aranguren y Palacio için
hazırlanmış fildişi renginde saten gelinlik 1945
Balenciaga çok geçmeden yeni bir savaşla II.Dünya Savaşı’yla yüz yüze gelecekti. 1939 yılının Eylül ayında bir süre Paris’teki modaevini kapattı. Fransa Nazilere teslim olup Paris işgal edildiğinde moda endüstrisi bir çıkmaza girmişti: Durmalı mı, devam mı etmeliydi? İşbirlikçilikle suçlanma riski mi, yoksa tüm işçileri kovmak mı? Fransa için moda endüstrisi, en hayati ihracat demekti. 1938-1939 yıllarında ihraç edilen bir modaevi elbisesi, ithal edilen on ton kömürü; bir litre parfüm ihracatı, iki ton benzin ithalatını karşılıyordu. Almanlar Fransız moda endüstrisini çekemiyorlardı. Gerek Hitler gerekse Goebbels, Nazilerin Avrupa’ya getireceği yeni düzen altında Paris’in elindeki dünya moda ve sanat merkezi rolünü Berlin’in üstleneceğine inanıyorlardı. Naziler Paris’i işgal ettiğinde, Alman ajanlar Chambre Syndicale’deki Haute Couture mağazalarını yağmalayarak, arşivlerinde buldukları herşeyi Berlin’e taşımıştı. Nazilerin planları kesim, dikim ve tasarım yapan bütün önemli isimleri zorla çalıştırıp Berlin’de modaevleri kurmaktı.
Moda endüstrisinde buna
direnenler vardı. Paris Vogue’un başındaki Michel de Brunhoff, Nazi kontrolü
altında çalışmaktansa modaevini kapatmıştı. Direnmeyenler de vardı. Fransa’nın
Almanya’ya savaş ilan ettiği 1939 yılında Coco Chanel önce bir çok modacı gibi
atölyesinin kepenklerini indirerek, tasarım yapmaya ara verdi. Bir yıllığına
Paris’i terk etti. Ancak çapkın bir Nazi subayıyla ilişkiye başlayınca ülkesine
dönerek, Ritz Hotel’deki odasına yeniden yerleşti. Moda efsanesine kol kanat
geren isim ise Hans Gunter von Dincklage adlı bir Nazi subayıydı. Chanel,
Nazilere dalkavukluk ediyor, Paris’teki Ritz’de açık açık genç Nazi aşığıyla
birlikte yaşıyordu. Muazzam paralar kazanıyor, işini inanılmaz boyutlarda
büyütüyordu. Müttefikler Paris’i geri kazandıklarında, o kazandığı paralarla,
Nazilerle ilişkisinin sorgulanmaması için İsviçre’ye kaçmış ve 15 yılı
ülkesinden ayrı geçirmişti. Ülkesindeki vatanseverlerden büyük tepkiler
almasına rağmen rüşvet vererek saygınlığını zamanla geri alacak ve 1954 yılında
Fransa’ya dönecekti.
Chambre Syndicale’nin başkanı Lucien Lelong ise orta bir yol izlemişti. Nazilerle müzakerelere oturmuş, Paris modasını Berlin’e transfer etme girişimlerini bertaraf etmiş, işgal altında olmayan Fransa’da iki kentli bir merkezi yönetmiş, böylece endüstrisinin %97’sini ve 112,000 işçiyi kurtarmıştı. Paris’le birlikte Lyon’u merkez olarak kullanmıştı. Bunun bedeli moda endüstrisindeki Yahudileri SS’lere teslim etmekti ve bu Yahudiler SS’ler tarafından ölüm kamplarına gönderilmişti. Bu bedelle, moda endüstrisi savaş sırasında gelişti.
Solda Francisco De
Zurbaran’ın ‘Saint Francis Standing in Ecstasy’ tablosu, sağda Balenciaga
tasarımı yün şal, 1950. Şalın kıvrımları
keşişin cübbesinin kıvrımlarından esinlenilmiş.
Balenciaga’da Hitler’in müttefiki
Franco ile bağlantısı sayesinde iyi iş çıkarmıştı. 1940 yılının Eylül ayında yeniden
açılan Balenciaga modaevi, Nazilerin çalışmasına izin verdiği altmış işletmeden
biriydi. Balenciaga savaş koşullarına uygun dahiyane giysiler üretti: örneğin,
kısa etekler, jarse jimnastik pantolonları, rüzgarlık ve kalın kırmızı kısa
çoraplardan oluşan şık bisiklet giysileri. Kendisine ait üç İspanyol modaevinin
üçü de başarılıydı, Fransa’da bulunamayan kumaş ve malzemeye Balenciaga ulaşabiliyor,
Paris ticaret hacmini artırıyordu. Böylece savaş sona erdiğinde Balenciaga
güçlü bir konumdaydı.
Balenciaga gece
tuvaleti, 1956
O sıralarda Fransa perişan
olmuştu, acımasızca parçalanmış ve yoksullaşmıştı. Andre Malraux’nun dediği
gibi, elimizde kalan tek şey, ‘beynimiz
ve sahip olduğumuz sanat becerileriydi’ yani aydınlar ve tasarımcılar. 29
Ekim 1945’te Jean Paul Sartre, aydınlar adına 8 Rue Jean Goujon’daki Sales de
Centraux’da halka seslenerek, yeni felsefesi olan varoluşçuluğu anlatmıştı. Varoluşçuluk
o anda bütün dünyada duyuldu. Bir süre içinde olsa Paris avangard aydınların
merkezi oldu.
Moda endüstrisi bu saygın
gelişmenin avantajından faydalanarak 10 Aralık 1946’da Theatre de la Mode’da
kendi programını yaptı. Sanat alanında elinden her iş gelen ve tekstil
endüstrisiyle yakından ilgili iki zeki insan, Jean Cocteau ile Christian Berard
tarafından tasarlanan 237 parça gösterildi. Patou, Ricci, Desses ve Balenciaga
ile birlikte Balmain gibi ihtiraslı yeni modaevlerinin de katıldığı muhteşem
gösteride ‘Les Robes Blanches’ adı
verilen gece elbiseleri tanıtıldı. Bu sergideki haute couture tasarımlar Avrupa
ve Amerika şehirlerini gezdi ve Paris’in uluslararası bir moda merkezi olduğunu
bir kez daha tüm dünyaya kabul ettirdi.
1946-1958 Yılları Balenciaga
için sıkıntılı günler başlıyor
Balenciaga’nın Paris’te bir de ortağı vardı: kadın şapka tasarımcısı Rus asıllı Fransız Vladzio d’Attainville-Gaborowski. Bir de modaevinin idari ve mali işlerinin yönetimiyle ve Balenciaga’nın cinsel ihtiyaçlarıyla ilgilenen Nicholas Biscarondo. Aralık 1948’de ortağı Vladzio 49 yaşında öldüğünde üstat o kadar üzülmüştü ki ondan sonra iş hayatına devam etmek anlamsızlaşmıştı. Ciddi ciddi emekliye ayrılmayı ve İspanya’ya dönmeyi düşünmeye başladı.
Solda Balenciaga’nun 1946
kış tasarımı bordo renkte ipek kadife bolero. Sağda fotoğraf sanatçısı William
Klein’in eşi model Janine Klein, Balenciaga tarafından hazırlanmış gece
kıyafetiyle, Paris’te Balenciaga’nın evinde, 1948.
Bu düşüncesi çevrede yayılmıştı.
Dior, V.George Bulvarı’na giderek Balenciaga’yı ziyaret etti ve kalması için
ona yalvardı: ‘Bu işte en iyi olanı
yakalamamız için sizin örneklerinize ihtiyacımız var.’ Dior, Balenciaga’ya
gitmek yerine hemen bitişiğindeki satılacak olan ve büyüyeceği kesin görünen
Mainbocher’nin eski işyerini satın almasını önerdi. Balenciaga etkilenmişti,
Dior’un dediğini yaptı. Vladzio’nun ölümünden sonra Balenciaga genellikle
yalnızdı.
1951’de dar belli, geniş yakalı,
açık boyunlu ve geniş omuzlu tasarımlarıyla Balenciaga devrimini
gerçekleştirdi. 1955’de Cristobal iki parçalı tunik giysiler tasarladı ve yeni
parfümü Quadrille’i tanıttı. 1957 yılında tunik giysilerin yerini 1947’deki Barrel
Line’ın bir farklı evrimi olan bol giysiler aldı.
Balenciaga tasarımlarının,
özellikle Dior olmak üzere diğer tasarımcılar tarafından kopyalanmasından çok
rahatsız olduğu için, 1957 yılında koleksiyonunu gösteri gününe kadar basından
saklaması büyük sansasyon yarattı. Bundan sonra da Balenciaga basından hep uzak
durdu.
Balenciaga en iyi günlerini 1960’lardaki kültür devriminden önce 1950’li yıllarda yaşadı. Elbise yapma işini rahiplik gibi bir meslek, bir kendini adama işi olarak görüyordu. Tanrı’nın güzel yarattığı kadın bedenini, güzel giydirerek ona hizmet ettiğini düşünüyordu. İşine adeta kutsalmışcasına saygıyla yaklaşıyordu. Mağazaları da bu mesleki tonu hissettiriyordu. O günlerde haute couture mağazalarında çeşit çeşit atmosfer vardı.
Balenciaga 1950
tasarımları
Paris’te modaevi işleten İngiliz modacı Edward Molyneux kendi mağazasına aristokratik bir Londra evinin havasını vermeye çalışmıştı. Kapıyı çaldığınızda sizi bir İngiliz uşak karşılayıp, içeri alıyordu. Dior’un mağazaları ise çok şaşaalıydı ve vızır vızır işliyordu; davetlere düşkün bir ev sahibesinin balo günleri gibi sürekli gelip gidenlerle doluydu. Dior’un kendisi ise çok cana yakın ve dost canlısıydı; güzel biçilmiş İngiliz Saville Row marka takımının üzerine geçirdiği beyaz önlükle ortalıkta dolaşıp dururdu. Onu görmeye bayılan kadın işçiler ‘Bonjour, patron’ diye neşeyle şakırlardı.
Balenciaga 1950
yılında
Oysa Balenciaga modaevi bir kilise, hatta bir manastır gibiydi. Marie-Louise Bosquet bir keresinde, ‘Oraya girmek, aristokrasiden rahibeliğe geçenlerin kaldığı bir manastıra girmek gibiydi’ demişti. Çalışanlardan Courrege, ‘gerek mimari, gerekse ruhani açıdan manastırvari’ diyerek tarif etmişti moda evinin atmosferini. Emanuel Ungaro ise şunu hatırlıyordu: ‘Kimse konuşmazdı’. Mutlaka birşey söylemek gerekiyorsa sesiniz iyice kısıp fısıldamak zorundaydınız. Çok yoğun bir güvenlik vardı. Bırakın etrafta gezinmeyi, bir odadan diğerine geçmek bile zordu, her kapıda ürkütücü görünümlü bir kadın muhafız vardı. Modaevinin mavi giysili bir kapıcısı vardı ama asıl kapı görevlisi Vera adındaki bir ejderhaydı. İspanya’da çok görülen, sessizlik yemini etmiş rahibelerin toplandığı bir manastıra benzese de burası kadınlar için kurulan bir yerdi ama manken ya da terzi olmayan bütün kadınlar ejderha gibiydi. Madame Renee ejderhanın başıydı ve yalnızca randevulu müşterileri kabul ediyordu. Hep şöyle derdi: Meraklı kadınlar burada hoş karşılanmaz’. Bir başka deyişle randevusuz gelenler hoş karşılanmıyordu.
Film sanatçısı Greta
Garbo
Vera ve Renee’yi geçebilen tek
meraklı bayan Greta Garbo idi. Garbo’yu dikkate alınmayan bir Hollywood MGM
stüdyolarının moda tasarımcısı Adrian giydiriyordu. Ancak Balenciaga modaevinin
sıkıcı bir izlenim de bırakmaması gerekiyordu. Onun için Paris’teki en iyi
vitrin dekorasyonu, Janine Janet tarafından burada yapılmıştı. Gerçi tek
boynuzlu atları, yarı insan yarı keçi canlıların (faun) huş ağacı heykellerinin
ve benzeri parçaların kadın modasıyla pek ilgisi yoktu. İçerisi İspanyol tarzı
karo taşlar, oryantal halılar, kakmalı perdeler, demir takımlar ve çoğunlukla
kırmızı, odalarda kahverengi, siyah ve beyaz renklerde Cordoba derisiyle
döşenmişti. Asansör de deri döşenmişti.
Balenciaga tasarımı
gece elbisesi, 1950. Nakışlı beyaz saten elbise üzerine sarılmış bronz renkte
tafta kuşak.
Balenciaga sınırlı sayıda da olsa
atkı, eldiven ve çorap da satardı ama yalnızca iki çeşit çok pahalı parfüm
satışa çıkarmıştı: Le Dix, La Fuite des Heures. Bu tür şeyleri anlamsız ve
işiyle ilgisiz buluyor gibiydi ama oldukça karlı oldukları için istemeden de
olsa üretimlerine izin veriyordu. Hiçbir zaman popüler olmaya çalışmadı. Emekli
olmaya karar verdiğinde, bir kez görüştüğü London Times dışında, gazetecilerle
hiç röportaj yapmadı. İnsanlar arasına hiç karışmadı. Ama siyah pantolon ve
kazak giydiğini ve üzerinde cetveller ve gönyeler yardımıyla dikiş diktiği,
kumaş kestiği, kenarları eğri, ilginç bir masa kullandığını biliyoruz. Atölyesindeki
bütün odalar çok sıkı korunuyordu. Özellikle kendi odası yüksek kademedeki
personel dışında hiç kimsenin giremediği bir yerdi. Bir aralar Balenciaga diye
birinin aslında yaşamadığını, bunun yalnızca bir takma isim olduğuna
inanılmıştı.
Balenciaga’nın böylesine uzak
duruşu bir tavır değil, sanatına adanmışlığıyla ilgili bir şeydi. Paris’teyken
kendisini çılgınca işine vermişti. Her koleksiyonda 200-250 tasarım vardı ve
güvendiği yardımcı sayısı çok az olduğu için çoğu işi kendisi yapıyordu. Papa
XII.Pius (papalık yılları 1939-1958) zamanındaki eski moda bir kardinal tarzı
vardı onda. Bazen sinirlenirdi ama kızgınlığını ayak hareketleriyle belli eder,
asla herhangi bir şiddet belirtisi göstermezdi. Sesini asla yükseltmezdi. Zaten
sessizlik onun kuralıydı. Modacı Emanuel Ungaro şöyle demiştir: ‘Onda soylu kanı vardı’. Tasarımlar
hoşuna gittiği ve elbiseler yapıldığı zaman, her giysi için dört prova yapardı.
Mankenleri kullandığı provalardan biri kumaşlar, diğer üçü ise biçim için
yapılırdı. Yalnızca bir gün içinde 180 giysinin provasını yapabiliyordu. Bunu
yapabilmesini yoğun bir şekilde işine odaklanmasına ve çok az konuşulduğu için
Balenciaga’nın her hareketinin anlamını bilen ekibine borçluydu. Kadınlardan
hiç hoşlanmadığı söylenirdi ama erkeklerden daha çok hoşlandığını gösteren bir
işaret de yoktu. Kadınları yarış atlarına benzetirdi: ‘Yalnızca safkanları giydirmeliyiz’ derdi. Salvador Dali’nin bir
cümlesini tekrarlardı: ‘Hakiki manada
seçkin bir kadın genelde huysuz olur’.
Solda Balenciaga
tasarımı gece kıyafeti, 1958. Sağda model Sophie Malgat, Balenciaga tasarımı
siyah kadife ve tafta gece kıyafeti ile,
1950.
Eski dünya daha Balenciaga’nın
zamanında bile sahneden silinmeye başlamıştı. Son ölümcül darbeyi vuran ise
Dior’un 1957’deki ölümüydü. Dior zengin sofralara bayılan bir adamdı; aşırı
kilolarına karşı sürekli bir savaş vermişti, ama yenik düştü. Sonunda kalbi
buna yetmedi. Cenazesi moda dünyası için tarihi bir topluluğa sahne oldu:
Saygıda kusur eden tek kişi, İsviçre’deki sürgününden dönüp, dört yıl önce
arsızca yeni bir mağaza açan Coco Chanel’di.
Cenazeye katılan grupların en önünde, diz çöküp dua eden iki çarpıcı isim de
geçmekte olan bir devri simgeliyordu: Jean Cocteau ve Windsor düşeşi.
Solda Sevilla’dan
boğa güreşi fotoğrafı. Sağda Balenciaga tasarımı döpiyes 1960. Siyah ipek tulum
ve pembe ipek boleronun renkleri ve süslemeleri boğa güreşinden ilham alınmış.
Dior’un ölümünden sonra Balenciaga daha da yalnız bir insan olup, öne çıkacağına iyice kendi içine kapandı. Zengindi; Paris’te, Orleans yakınlarında La Reynerie’de, Barcelona’da ve kendi Bask toprakları olan Iguelda’da evleri, apartman daireleri vardı. Iguelda’daki evi onun doğduğu yere en çok yaklaşabildiği yerdeydi. Hizmetçileri için güzel elbise tasarımları hazırladı, bazılarını da kendi dikti. Evinin en önemli eşyası, ürkütücü bir gerçekçiliğe sahip, devasa ölçülerdeki Çarmıhta İsa’nın hemen altında, annesinin eski Singer dikiş makinesinin üstüne yerleştirdiği, antika duvar masasıydı. Marceau caddesindeki dairesinde gönülsüzce topladığı koleksiyonlar görülebilirdi: bronz yaldızlı İspanyol anahtarları, fildişi kupalar ve toplar. Saten kumaş kaplı 18. yüzyıldan kalma iskemleleri üstadın kendisi kopkoyu bir yeşile boyamıştı.
1958 yılında Fransız Hükümeti
Balenciaga’yı moda dünyasına katkılarından dolayı Chevalier de la Légion
d'honneur ünvanıyla onurlandırdı. Uluslararası basın, aldığı ödülü ‘the Master’
ve ‘King of Haute Couture’ olarak alkışladı.
1959 yılı yukarıdaki resimde görüldüğü gibi kısa ceketler ve
yüksek belli giysiler yılıydı. Balenciaga
1960’da Belçika Kraliçesi Fabiola için gelinlik tasarladı. Sadece Kraliyet
aileleri değil diğer meşhur bayanlarda Balenciaga’dan giyiniyordu.
Solda Alman Birliğini
sağlayan Prusya Devlet Başkanı Otto von Bismarck’ın torunu ile evli Amerikan
moda ikonu Mona Bismarck için Balenciaga tarafından tasarlanmış ipek saten
döpiyes, 1959. Sağda Balenciaga tasarımı elbise ve ceket, 1940’lar.
1963’de bir dizi şık ve zarif günlük
giysiler tasarladı ve aynı zamanda bir süpriz yaparak Mancini tarafından
tasarlanmış ilk haute couture çizme serisini tanıttı. 1967 yılında Balenciaga
daha rafine, soyut ve sade formlara yöneldi. Tanıttığı koleksiyonu moda
eleştirmenleri ve alıcılar tarafından olağanüstü işçilik ve orijinallik
nedeniyle çoşkuyla karşılandı.
Solda Francisco De
Goya’nın ‘Cardinal Luis Maria De Borbon Y Vallabriga’ tablosu, sağda Balenciaga
tasarımı kızıl Osmanlı ipeği manto 1954. Mantonun üst kısmının, Kardinalin kıyafetinin
üst parçasından ilham alınılarak tasarlandığı görülüyor
Balenciaga kızıl Osmanlı ipeği manto, Life magazine, Eylül 1954.
1965 yılında Balenciaga yetmiş yaşındaydı ve korkunç tavır ve tuhaf zevklerin kendisini gösterdiği 1960’lı yılları giderek daha da sevimsiz buluyordu. 1950’lerde dünyanın en büyük elbise tasarımcısı olarak kabul ediliyordu. Ama o moda işinde çalışıyordu, kendisi moda olmuştu ve er ya da geç kendi kahramanlarını bir müze parçasına dönüştürmek de moda işinin doğasında vardı. 1960’lı yıllarda sürekli eleştiriliyordu. Tasarladığı elbiselerin kadınları ezecek kadar fazla geldiği ve kadını cüceleştirdiği söyleniyordu. Gençlere göre biri değildi. Hazır giyim ticaretine girmeyi reddetmiş, ‘Ben yeteneğime fahişelik yaptırmam’ demişti. Mini eteklerden nefret etmişti. ‘Gençlerin ulvi nitelikteki elbise tasarımlarına ve bunların dayandığı el işine, hünere zamanları olmadığı’ yorumunu yapmıştı.
Balenciaga tasarımı
ile Monaco Prensesi Grace Kelly eşi Monaco Prensiyle birlikte, Paris 1959
Balenciaga, Yves Saint Laurent
gibi, Dior’un yerini alan ve modaya uyan tasarımcıları küçümser ama onlar
hakkında hiç yorum yapmazdı. 1966 yılında, popüler beğeninin tersine giderek,
elbise boylarını uzattı ama New York’lu büyük alıcılar onun mallarını
almadılar. 1967 yılında modaya teslim olmuş görünerek, kısa tütü etek (balerin
etekleri) ve pantolon takımları yaptı ve çok iyi sattı.
Fakat 1968 yılında yine uzlaşmaz
kimliğine bürünmüştü. Önce Air France hosteslerinin giysilerini tasarladı
ardından ilkbaharda son koleksiyonunu sergiledi ama hiçbir şey satamadı.
Bireysel müşterileri her zaman çok sayıdaydı ama Balenciaga’nın düş kırıklığı
ve melankolisi giderek artıyordu. Paris 1968 öğrenci olayları, ona göre
medeniyete bir saldırı ve vahşet gösterisiydi. Balenciaga bir süre daha elbise
tasarlamaya devam etti.
Balenciaga’nun flamenko
dansından ilham alınmış gece elbisesi, 1951. Sağda Balenciaga tasarımı elbise. Karanfil
İspanya’nın milli çiçeğidir ve boğa güreçilerinin ayaklarına atılır.
Önemli olan nokta, 1960’lı
yılların sonunda kendi tarzının tersine, kendi deyişiyle kumaş yönünün tersine
giderek yaptığı elbiseler, bugün de en çok beğeni toplayan, koleksiyonlara
konan ve kopyası çıkartılan elbiseler olmasıdır. Fakat bu oyunu oynamaya yüreği
daha fazla dayanamadı, yeni vergi kuralları ve iş kanunları işini yapmasını
giderek daha çok engelliyordu. 1969’da Fransız Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün
yaptığı gibi aniden emekliliğini duyurarak Paris, Madrid, Barcelona ve San
Sebastian’daki modaevlerini kapattı. Paris’ten ayrılarak İspanya’ya yurduna döndü.
10 Ocak 1971’de Coco Chanel 87
yaşındayken, 30 yıldan fazla süredir kaldığı Paris Ritz Otelinde öldü. Cenaze merasimi Paris’te Eglise de la
Madeleine kilisesinde düzenlendi. Balenciaga’da son kez bu törende toplum
içerisinde gözüktü.
1972 yılında İspanyol Diktatör Francisco Franco’nun kız torunu ve ilerinin Cadiz Düşeşi María del Carmen Martínez-Bordiu için gelinlik tasarladı.
24 Mart 1972’de, yılların
yıprattığı büyük sanatçı üzgün ve yalnız olarak Alicante şehrine bağlı Javea
kasabasında öldü ve doğduğu yer olan Getaria’da toprağa verildi. Öldüğünde sosyete kadınları
kendilerini karanlık odalara hapsedip, modanın da artık öldüğünü söylediler. 1960’lı
yılların çılgınlığı içinde, eski tarz araştırmacılar ve beyefendilerle, cinsel ahlaka
dair geleneksel kurallarla, sanatsal ketumluk ve diğer pek çok şeyle birlikte o
da yitip gitti.
BALENCİAGA’NIN ÜÇ İLKESİ
Kadınları mutlu etmek
Balenciaga bir kadın giysileri
tasarımcısıydı. Hem de her yönüyle. Bir giysi yapımcısı olarak en temel
prensibi kadınları mutlu etmekti. 65 yaşındaki bir düşeşi 40 yaşında
göstermekten, milyoner bir tüccarın karısını düşeşe çevirmekten hoşlanırdı. Her
şeyden önemlisi, Balenciaga’nın elbiseleri rahat giysilerdi.
Solda Balenciaga’nın
Infanta tablosundan esinlendiği gece elbisesi, 1939. Sağda Balenciaga tasarımı gece
elbisesi ve etöl, 1952.
Margarita Velazquez’in
Infanta tablosu, 1654
Elbiselerinin ihtişamını, karmaşıklığını
ve kumaşlarının görkemini düşününce, insan buna şaşırıp kalıyor. Tasarımları
kalın bellere, kısa boyunlara ve aşırı tombul kollara da uyuyor, inci
gerdanlıklara ve bileziklere yer kalıyordu. Balenciaga’ya göre bir kadın
giydiği elbiseyle kendini rahat hissediyorsa, özgüvenli olurdu ve kendisine
güvendiğinde de güzel görünür, elbisesine bir tarz kazandırırdı. Dior gibi bazı
tasarımcıların müşterilerine aşırı rahatsızlık veren giysiler giydirdiğini,
müşterinin ancak akşam kıyafetini çıkardığında, rahat bir nefes aldığını
söylerdi. O ise müşterilerinin giysilerinden ayrılmak istememesini arzu ederdi;
elbise vücudun ayrılmaz bir parçası olmalı, ikinci bir cilt gibi
hissedilmeliydi.
Dayanıklılık
İkinci ilkesi dayanıklılıktı. Dior yılda iki kez değişiklik yaparken Balenciaga, özellikle uzmanlık alanı olan gece kıyafetlerinde, temelde hep aynı kalırdı. Kadınlar, Balenciaga’nın elbiselerini bir yatırım olarak alabilirlerdi çünkü iyi bakıldığı takdirde onlarca yıl yepyeni kalırdı. Balenciaga, tıpkı İspanya’nın imparatorluk zamanında olduğu gibi, elbiselerinin sonraki nesillere miras kalmasını isterdi. Bu açıdan moda karşıtı sayılırdı.
İkinci ilkesi dayanıklılıktı. Dior yılda iki kez değişiklik yaparken Balenciaga, özellikle uzmanlık alanı olan gece kıyafetlerinde, temelde hep aynı kalırdı. Kadınlar, Balenciaga’nın elbiselerini bir yatırım olarak alabilirlerdi çünkü iyi bakıldığı takdirde onlarca yıl yepyeni kalırdı. Balenciaga, tıpkı İspanya’nın imparatorluk zamanında olduğu gibi, elbiselerinin sonraki nesillere miras kalmasını isterdi. Bu açıdan moda karşıtı sayılırdı.
Solda Goya’nın ‘Mourning
Portrait of the Duchess of Alba’ tablosu,1797. Sağda Balenciaga’nın esinlenerek
tasarladığı giysi.
Francisco de Zurbaran
‘Santa Casilda de Burgos’ tablosu,1642. Balenciaga’nın ilham aldığı resim
sanatçılarındandı.
Eski üstadlara ait elbiselerin,
şapkaların, hatta takıların yüzlerce yıl sonra bile zarefetini koruyabilmesi
onu çok etkilerdi; fikirleri de sürekli onlardan alırdı. Velazquez’in Avusturya
Kraliçesi Marianna’dan (Louvre Müzesi) eteğin dışına kayan sıkı korse fikrini
çalmıştı.
Carpio Kontesi
Marquesa de la Solana, Francisco Goya, 1793
Bir başka Louvre tablosu olan
Goya’nın ‘Marquesa de la Solana’ ona bir giysinin tümüne dair ilham vermişti:
siyah elbise, beyaz dantel şal, içine ve üzerine kocaman pembe saten güller
yerleştirilmiş koyu renk tüyler.
Francisco de
Zurbaran’ın ‘Brother Pedro Machado’ tablosu ve Balenciaga’nın esinlenerek
tasarladığı ipek saten gelinlik 1968
En sevdiği kaynak ise Zurbaran’ın
azizleriydi. Strasbourg’daki Santa Ursula’yı, Prado’daki Santa Casilda’yı ve
ressamın zengin bir burjuva olarak boyadığı özellikle büyüleyici Santa Maria’yı
kullanmıştı. Resimde Santa Maria elinde harikulade bir hasır alışveriş
çantasıyla, şapkası ve elbisesini gururla taşıyordu. O çanta ve geri kalanı
klasikleşmişti.
Zurbaran'ın St.
Marina tablosu ve Balenciaga'nın akşam giysisi aquamarine(mavi) renkte yün organze, 1958
Édouard Manet, ‘Femme au Perroquet’ tablosu,1866
New York Metropolitan Müzesi’ndeki Manet’in Femme au Perroquet’sinden iki kez tam boy pembemsi saten fikrini ödünç aldı; Musee d’Orsay’daki Monet’in Les femmes au Jardin’i gibi daha kaba ressamların tablolarından da fikir almıyor değildi. Fakat asla intihal yapmıyordu; esi üstatların üsluplarını çağdaş giysilere dönüştürüyor ve kadınlar kendilerine alıntının kaynağı anlatılmadıkça fikrin nereden geldiğini genellikle anlamıyorlardı.
Balenciaga tasarımı,
1950
Yalnızca elbise almakla kalmayıp
elbisenin nasıl giyileceği, sunulacağı konusunda da Balenciaga’nın sıkı
tavsiyelerine harfiyen uyan en önemli müşterilerinden birine son provada ,
Goya’nın Narcissa Baranana’ya (Metropolitan Müzesi) tablosundaki karaktere
benzediğini söylediğinde kadın şaşırmıştı. 1950’lerde müşteri listesinde Ginger
Rogers, Carole Lombard, Marlene Dietrich, Ray Milland’ın eşi ve Alfred
Hitchcock’un eşi gibi Hollywood isimleri, Doris Duke, Margaret Biddle, Marella
Agnelli, Paul Mellon’un eşi, Barbara Hutton ve Harvey Firestone’un eşi gibi
süper zenginler ve elbette Windsor düşeşi ve üst sosyetenin şahsiyetleri yer
alıyordu. Fakat Balenciaga’ya göre onun yaptığı giysiler uygun bir biçimde
giyildiğinde, elbiseyi taşıyanı sınıfsız, semavi bir varlığa dönüştürürdü. Onun
giysileri, kadınların elbiseleriyle mistik bir ilişkiye girdiği bir süper
kültürdü. Bu nedenle, diğer bazı tasarımcılar gibi müşterisinin kişiliğini
baskı altına almasını istemez, kadınların bunu vurgulamalarını beklerdi. Bir
kadının onun eserine ayrıca katkıda bulunmasından zevk alırdı. Pek çok açıdan
katı ve yeri doldurulmayacak biri olan Balenciaga, kendine özgü yaratıcı bir
alçak gönüllülüğe sahipti. Elbisesinin yalnızca giyildiği zaman canlandığına ve
onu giyen kişinin bu yaratıcı eylemi tamamlayacağına inanırdı.
Solda Amerikan model
ve film sanatçısı Suzy Parker siyah elbise, beyaz şapka, siyah saten
eldivenlerle, sağda Sen nehri kıyısında, Balenciaga, 1953
Kumaşın önemi
Balenciaga’nın üçüncü ilkesi tasarımlarında
kumaşlara verilen büyük önemdi. Tekstil ve dantel imalatçıları, nakışçılar ve
tül ve boya uzmanları onu görmek için randevu kuyruğuna girerler, bütünüyle
yeni ve karmaşık kumaşlar üretmek için Balenciaga ile işbirliği yaparlardı.
Balenciaga boyama yapabilirdi; genelde yapardı da. Nakışçılıktaki becerisi onun
bu alanın dahilerini seçebilmesini sağlıyordu. Büyük firmalarla nasıl
çalışılıyorsa, Lyon veya Como’daki atölyelerle de öyle çalışılıyordu. Birinci
sınıf bir kumaş üreticisi kadar kumaş işinden anlıyordu. Gustave Zumsteg
1958’de ona ipek organze (Gazar) ve 1964’te daha da işlenmiş biçimiyle ‘zagar’ı
yaratmıştı. ‘Zagar’ hassas dokumanın, kalınlığın ve sertliğin mucizevi bir
bileşimiydi. Artık Balenciaga yapay bir destek olmadan bu kumaştan elbiseler yaratabiliyordu.
Prag’tan Lida ve Zika Ascher onun için özel malzemeler yapıyorlardı. Bunların
başında büyüleyici ve kıyas kabul etmez bir ihtişama sahip bir moher ve şenil (ipekli-pamuklu
tüylü kordon) vardı. Fakat Balenciaga kumaşa olan bu düşkünlüğünün tasarımın
önüne geçmesine izin vermezdi. Tekstil tasarımcısı Zika Ascher ona kalın ve süngerimsi yeni bir moher-naylon iplik
karışımını gösterdiğinde Balenciaga malzemeye hayran olmuş ama şunu sormuştu: ‘Bundan düğme iliği yapılabilir mi?’.
Numuneyi özel odasına götürmüş ve birkaç dakika sonra çok muntazam dikilmiş bir
düğme iliğiyle geri dönmüştü. Düğme iliği dikmek, hele de böyle kontrolü zor
bir malzemeyle, kadın terzilerin en zor yaptığı işlerden biridir. İliği gören
Gerard Pipart, ‘Balenciaga’nın ellerinden
çıkma bir düğme iliği! Bunun çerçevelenmesi gerek’ diye bağırmıştı. Üstadın
yüzünde o soluk İspanyol gülümseyişi belirmişti. Elini soğutmamak için her
şeyiyle kendi tasarladığı, kestiği, diktiği her koleksiyonu için küçük bir
siyah elbise diker, diğerleri gibi satar ama elbiseye kendi adını vermezdi.
Solda moda dünyasının
tanınmış ismi Mrs Charlton-Henry için 1962’de tasarlanmış siyah ipek ve kadife
kokteyl elbisesi
Balenciaga çeşit çeşit dantel
kullanırdı: Chantilly danteli, guipine, ağır şeniller ve sarışın denilen
danteller. Ara sıra iplikleri at kılıyla sağlamlaştırırdı. Dünyanın en iyi
nakışçıları ona çalışırdı. 1966’da, bu mesleğin piri olan Lizbeth onun için üzeri
incili çiçeklerden sedef kakmalı bir bolero pantolon yapmıştı. Önemli bir giysi
tasarımcısına göre, doğru giyilirse bu giysi bin yıl dayanabilirdi. Balenciaga,
Judith Barbier isimli bir sanatçı keşfetmişti. Onunla birlikte pek çok iş
yaptı. Bunlardan bir tanesi de beyaz kadifeden ağ örgüsüyle örülü bir
pelerindi. Giysinin tamamında paraşüt ipeğinden pembe ve beyaz çiçekler
kullanılmıştı.
En güzel giysilerini, aklındaki
tasarımları hayata geçirmek için kullandığı tekstil yapımcıları ve Barbier gibi
uzmanlarla işbirliği içine girdiğinde yaratmıştı. Neyse ki bu harikulade
elbiselerin çoğu bugüne kadar korunmuş, bazıları 1985’te Lyon’da açılan bir
retrospektif sergide izleyicilere açılmıştır. Bu sayede kadife ve kendinden
kabartma çizgili kumaşlarla, minik değerli taşlar dikili lakeli satenlerle,
Barbier çiçekleri dikilmiş organzalarla, altın işlemeli Osmanlı ipeğiyle,
desenli tül üzerinde devekuşu tüyleriyle veya Elizabeth Taylor için yaptığı
altın lame sari (Hindistanda kadınların tek omuzlarına attıkları kumaş parçası)
ile Balenciaga’nın ne harikalar yaratığını hala görebiliyoruz. Balenciaga bu
muhteşem kumaşlarla, kumaşın hem önünü hem de arkasını egemen kılabilmek için
etekleri katlamak ve kolları toplamak gibi pek çok cesur tasarımları da
yapmıştır.
Yarattığı eserlerin özünde, güçlü
ve bir mucit gibi çalışan beyninden kağıda dökülen imgeleri hayata geçiren
insan elinin emeği vardı. Firmasının arşivleri sapasağlam durmaktadır. Bu
arşivde ne çok şeyin elle yapıldığı görülebilir; ünlü müşterilerin ödediği para
miktarlarının kuruşu kuruşuna listesi; hepsi güzel bir mürekkepli kalemle
yazılmış prova ve teslim tarihleri; mürekkep, karakalem ve boya kalemiyle
çizili, her bir giysinin geçirdiği süreci gösteren sayısız kağıt parçaları;
çizim şefi tarafından taslaklara iğneyle iliştirilen kumaş parçaları. Kısacası
bilgisayardan, hatta daktilodan önceki bir devirde çevik, yorulmak bilmez
parmakların kayıp dünyası.
Balenciaga
tasarımları, 1958-1959
CHRISTIAN DIOR
Paris’te 1947 yılının Ocak ayında savaş sonrası ilk koleksiyonunun tanıtımı için, karlar altında, hummalı bir faaliyet vardı. Hiç bilinmeyen bir moda tasarımcısı kentte sansasyon yaratacaktı: Christian Dior. Dior, muazzam miktarda değerli malzeme kullanıp savaştan yeni çıkmış bir ülkenin kemer sıkma politikalarına meydan okuyarak kalçaları vurgulayan, etekleri bol, belde daralan ve gögüs kısmı dolgun elbiseler yapmıştı. Christian Dior’un kadın vücudunun doğal güzelliklerini ortaya çıkaran kıyafetler yapmasına ilham veren özelliklerden biri mimariye olan aşkıydı. Kendisi bu tarza Corolla çizgisi adını koymuş olsa da, 1930’lu yıllardan sonra ilk kez Paris’e gelen Amerikalı saygın moda yazarları bunu Yeni Görünüm(New Look) olarak adlandırıyorlardı. Her milletten zengin ve modaya düşkün hanımlar heyecanlanmış, radikal solcular bunu yöneten sınıfın yeniden gemi azıya alması olarak değerlendirip köpürmüşlerdi. Çok satan The Pursuit of Love isimli kitabın yazarı Nancy Mitford, Paris’ten ülkesine şöyle yazıyordu: ‘Yeni Görünüm’den haberiniz var mı? Kalçaları dolduruyor, belinizi sıkıyorsunuz; etekler de bileklere kadar’.
Chiristian Dior kimdir?
21 Haziran 1905’te Granville’de, Fransa’nın
Atlas Okyanusu kıyılarında doğan Normandiyalı Dior, Basklı Balenciaga’dan on
yaş küçüktü. Beş kardeşin ikincisiydi. Annesi Marie-Madeleine Juliette üst
tabakaya özenen ve sosyeteye girmeye hevesli bir kadındı. Tombul pembe yanaklı,
çenesi geride ve patlak gözlü genç Chiristian, bedensel ve toplumsal
basamakları tırmanma hevesi açısından annesine çekmişti. Yine de eğilim olarak
sosyetelikten ziyade şık bohemliğe yakındı.
Granville’da Dior’un
doğduğu şimdi müze olan ev
Babası sıvı gübre işi yapan orta
sınıftan bir iş adamıydı. Likit gübreden elde edilen kazançlar baba Dior’un hem
Normandiya’da hem de Paris’te bir ev sahibi olmasını sağlamıştı. Aile 1911’de
Paris’e taşındı, Granvill’daki evi de tatillerde kullanmaya başladılar. Genç
Christian Dior, Paris’i tanımaya başlamıştı.
Christian Dior (solda
ayakta) ailesiyle birlikte
Dior çizim yapabiliyor, oğluna
hayran annesi Madeleine’nin katkısıyla güzel giyinmeye bayılıyor, kız
kardeşleri için süslü elbiseler tasarlamaktan zevk alıyordu. 14 yaşındayken bir
falcı hayatının başında geçim zorluğu çekeceğini fakat başarıyı kadınlarla olan
ilişkisiyle yakalayacağını söylemişti. Babasının işini yapmayı kesinlikle
reddetmişti. Ama babası da onun Ecole des Beaux Arts’a gidip mimarlık okumasına
onay vermemişti. Aslında ilk kariyer tercihi mimarlıktı fakat ailesi mimarlığın orta sınıftan olan ailelerinin
sosyal statüsüne uygun olmadığını düşündü. O zamanlar mimarlık, müteahhitlik
ile birlikte algılandığı için zengin
ailelerin mesleğiydi. Babası 1920-1925
yılları arasında Genç Dior’u diplomasi alanında kariyer yapmaya zorladı. Dior
uluslararası ilişkiler okurken bir yandan da hızla, Picasso, Poulenc, Breton,
Cocteau, Derain, Radiguet, Berard, Aragom, Milhaud, Leger ve ressam Marie
Laurencin gibi isimlerin yer aldığı Paris’teki seçkin sanat camiasının üyesi
oluvermişti. Grup, Le Boeuf sur le Toit
denilen bir gece kulübünde toplanıyordu. Dior hiçbir zaman bir diplomat olamadı
ama melon şapkalarla, sıkı sarılı şemsiyelerle ve tozluklarla bir İngiliz gibi
giyindi. Paris’te 1920 ve 1930’larda amatör olarak müzik ile ilgileniyor, resim
yapıyor ve duvar halısı örüyordu.
Resim Galerisi açıyor (1928- 1934)
Kadın arkadaşlarına elbiseler
tasarladı, maskeli balolara katıldı. Art nouveau’yu tarihe gömüp art-deco’yu
getiren 1925 Eylül’ündeki Exposition des
Arts-Decoratifs açılışında ve Magic City Music Hall’deki Shrovetide (Hiristiyanlıkta
büyük perhizden önce gelen iki günlük toplu günah çıkarma devresi), eşcinsel
partilerinde o da vardı. 1927’de Beşinci Makinist Birliğinde askere alındı ve
demiryolu inşaatlarında çalışmak zorunda kaldı. Tasarımcı Paul Poiret ile
tanıştı; Poiret onu yanına almak istedi ama Dior onun yerine, babasının verdiği
parayla, Galerie Jacques Bonjeau’ye ortak olarak 23 yaşında resim işine girdi. Galeri,
ortağının ismini alacaktı. Dior’un ailesi kendi adını kullanmasına izin vermiyordu,
zira bu bir ticaretti. Fakat Dior daha sonra aile ismini modaevinde
kullanacaktı.
1928-1929 yılları, çağdaş
resimlerin iyi satıldığı yıllardı. Dior bir resim simsarı olarak, ‘Bebe’
Berard, Raoul Dufy, Giorgio de Chirico, Joan Miro ve Alberto Giacometri gibi
arkadaşlarının çalışmalarını da alıp satıyordu. Sonra sıkıntılı dönem başladı. 1930
yılında önce abisi Raymond tımarhaneye kapatıldı ve arkasından öldü, bir süre
sonra da çok sevdiği annesini kaybetti. Dior bu yıllarla ilgili sonraları asla
tam olarak atlatamadım demişti. Kötülükler ardı ardına geliyordu. 1931 yılında Büyük
Bunalım döneminde babası iflas etti. İyice sıkılan Dior, kaçışı Sovyetler
Birliğine bir araştırma için giden mimarlar grubuna katılmakta buldu. 1932’de Paris’e
döndüğünde ortağı olduğu resim galerisinin iflas ettiğini gördü. Bu olaydan
sonra Dior finansal konularda kimseye güvenmemem gerektiğini öğrendim diyordu. Dior,
1930’lu yılların Fransızlarına göre 1.80 boyuyla uzun ve zayıftı. Parlak, ütülü
elbiseler ve saçaklı tozluklar giyerdi Bir süre yüksek sosyeteden
arkadaşlarıyla avarelik yaptı. Ciddi şekilde hastalanınca arkadaşlarının
yardımıyla İbiza adasında iyileşinceye kadar bir yıl geçirdi. Paris’e 1934
yılında döndüğünde ailesinin finansal durumunun kötülüğü karşısında şoke oldu
ve ailesinin hayatın daha ucuz olduğu Güney Fransa’ya taşınmasını sağladı.
Çizdiği tasarımlarını satmaya başlıyor (1935-1937)
Bu mali felaket olmasaydı Dior
muhtemelen bütün hayatını orta dereceli bir resim simsarı olarak geçirecek ve
bugün kimsenin hatırlamadığı bir kişi olarak kalacaktı. Tek kuruşu kalmamıştı,
çalışıp para kazanması gerekiyordu. İlk destek cömert arkadaşlarından
geldi. Moda tasarımcısı Jean Ozenne,
Dior’u çizdiği moda tasarımlarını satmaya cesaretlendirdi. Böylece Dior 30 yaşında moda dünyasına girdi
ve kendi yaratıcı esinlenmelerinden para kazanmaya başladı.
1935’de bağımsız bir moda
tasarımcısı olarak Nina Ricci, Schiaparelli, Molyneus ve Patou gibi büyük
modaevlerine, şapka tasarımlarını satmaya çalıştı. Giysilerde çiziyordu ama
şapkaları daha fazla talep görüyordu.
Tasarımcı olarak çalışmaya başlıyor (1938-1946)
Üç yıllık yoğun çalışmanın ardından
Cafe Anglais denilen jüpon dikişli kırık ekose elbise tasarımıyla başarıya
ulaştı ve 1938 yılında Robert Pignet’in yanında mütevazi bir tam zamanlı iş
buldu. Fakat 1939 yılında The School for Scandal’ın yapımında kostüm
tasarımcısı olarak çalışmayı tercih etti. Marie-Louise Bousquet ve Carmel Snow
gibi Amerikan moda ticaretinin Paris yakasındaki önemli isimlerine yaklaşmayı
başardı.
1939 yılının Dünya savaşı
sırasında Güney Fransa’da askere gitti. Askerlik sonrası, bir süre Fransa’nın
işgal edilmeyen bölgesinde, Cannes’da çalışarak, tasarımlarını sattı. Cannes’da
o sıralarda giysi ticareti pek gelişmemişti. Yine de huzuru 1941 yılında Paris’te,
moda endüstrisinin kıyılarında Lucien Lelong’un modaevinde baş tasarımcı olarak çalışmaya
başlayarak bulacaktı. Dior II.Dünya savaşı sırasında, Fransız meslekdaşlarının
şaşkın bakışları arasında, Nazi
yetkililerin eşlerini giydirirken, kız kardeşi Catherine Fransız Direniş
Örgütünün üyesi olarak Alman Gestapo tarafından yakalandı ve Ravensbrück konsantrasyon
kampına gönderildi. Catherine Mayıs 1945’de savaş bitip de özgürlüğüne
kavuşuncaya kadar Nazi kampında esirdi.
Paris’te Modaevini açıyor (1946)
Dior, diğer Parisliler gibi geçim
sıkıntısı çekiyor ve yiyecek karnelerinin sona ereceği günleri özlüyordu. Tam o
sırada şans kapıyı vuracak ve Dior’un bütün hayatı değişecekti. Dior şansa
kesinlikle inanıyordu. Ceplerinde uğur getirdiğine inandığı şeyler taşırdı ve
sürekli onlara dokunurdu. Sık sık falcılara uğrardı. Hayatının sonuna dek
düzenli olarak gittiği astrolog Madame Delahaye ona burç haritaları çıkartırdı.
Dior, savaş sırasında bilge bir kadının kendisine ‘Kadınlar sana büyük şans getirecek. Onlar sayesinde çok para
kazanacaksın ve çok seyahat edeceksin’ dediğini anlatıyordu.
1946 yılının Temmuz ayı itibarıyle,
Dior kırk yaşlarında ve tasarım kariyerinde bir deha belirtisi göstermeyen bir
hiçti. Sonra, aynı yıl içinde, Pamuk kralı diye anılan ve tekstil alanında bir
mıknatıs olan Marcel Boussac ile tanıştı. Boussac’ın Philippe et Gaston adında
döküntü bir modaevi vardı ve durağan işletmesine prestij kazandırmak için
Paris’te büyük bir modaevi olsun istiyordu. Birisi ona Dior’un fikir verebileceğini
söylediği için Dior’la buluşmuştu. Dior ona şöyle dedi: ‘Elbise fabrikası yönetme işiyle ilgilenmiyorum. Size gereken ve benim
de işletmek isteyebileceğim şey, bu işteki en iyi adamları işe alıp
çalıştırabileceğimiz ve Paris’teki en lüks ve en yüksek standartlara sahip bir modaevi
kurmak. Bu çok pahalıya mal olacak ve riskli de’. Şimdi geriye dönüp
baktığımızda, yüzüne bebek gibi bir ifade veren tombul yanaklarıyla ve kepçe
kulaklarıyla insanların savsakladığı biri olan Dior gibi olağanüstü utangaç
birinin bunları, Boussac gibi kılı kırk yaran sert bir işadamın
söyleyebilmesinin ne kadar şaşırtıcı olduğunu anlayabiliriz. Ama Boussac bu
fikri beğenmişti ve 10 milyon frank yatırımla Dior’a derhal işi kurmasını
teklif etti. Daha sonra bu rakam 100 milyona çıkacaktı. Dior son anda vazgeçmek
istedi ama falcısı, onu bu teklifi kabul etmeye ikna etti.
İlk Koleksiyonu Yeni Görünüm (New Look) (1947)
12 Şubat 1947’de Dior 42
yaşındayken, modaevinin açılışında, devrim niteliğindeki Yeni Görünüm(new look)
koleksiyonunu tanıtarak, yeni bir modaevi açma riskini ikiye katladı. Bu,
I.Dünya Savaşı’ndan önce Worth’ün şaşaalı günlerinden bu yana görülen en
abartılı kumaş kullanımına maksatlı veya meydan okuyan bir dönüş anlamına
geliyordu. Savaş sonrası eşitlikçi demokrasi yandaşlarının yüzüne zenginlerin tekrar kendilerini zengin gibi
hissetmesini istiyorum’ demişti. İhtişam ve ayrıcalığın kaybolduğu döneme meydan
okuyan ilk koleksiyonu, sermayeder Boussac’ı pek de keyiflendiren bir şekilde,
moda tarihinin en başarılı koleksiyonu olmuştu.
Christian Dior Yeni Görünüm,
1947
Zayıf omuzlar, sıkı bel ve uzun
eteklerlerden oluşan kadınsı şıklığı Parisli kadınların ruhlarından esinlenerek
yaratmıştı. Tasarımlarının zenginliği
Avrupa’nın savaş sonrasının acımasız gerçekciliği ile tezat oluşturuyordu. Ama bu çabası Paris’in bir zamanlar olduğu
gibi yeniden eski eğlenceli moda başkenti olmasını sağladı. Dior modaevinde, Pierre
Cardin baş terzi olarak çalışıyordu ve bu görevi 1950 yılında kendi modaevini
açana kadar sürdürdü.
Marlene Dietrich,
Dior tasarımlarıyla
Modayı domine ettiği yıllar (1948-1957)
Amerika’daki ilk mağazasını New
York’ta 1948’de, Londra mağazasını 1954 yılında açtı. Aynı yıl Ligne H koleksiyonunu tanıttı ve Prenses
Margaret’e Blenheim Sarayında özel defile düzenledi. Dior modaevinin açtığından
ölümüne kadar olan 11 yılda Avrupa modasına damgasını vurdu. Her bir
koleksiyonunun bir teması vardı: Klasik suit, Ballerina skirt, ve H, A, Y çizgileri (lines). Dior öncelikle
tasarımlarının lisans sorununu çözdü. Kürkleri, çorapları, kravatları ve
parfümleri dünyanın çeşitli bölgelerinde üretiyordu. Bu üretim tarzı markasının
evrene hızla yayılıp globalleşmesini sağladı.
Christian Dior
tasarımları. Solda yün ve saten yollu Yeni Görünüm kokteyl giysisi,1954. Ortada
H-line siyah yün saten akşam kostümü, 1954. Sağda A-line gri ipek yün bahar takımı, 1955.
Dior’un giysileri çoğunlukla sadece
birer couture değil, sanat parçalarıydılar. Dior ve çalışanları heykellerin ya
da mimari şaheserlerin mermerleri gibi kumaşları kadın vücuduna yonttular. Dior şöyle söylemekteydi: ‘Hep mimar olmak istedim. Bir tasarımcı
olarak işimde mimarinin prensiplerini ve yasalarını izlemeliydim. Giysinin mimarisinden bahsetmek
anlamsız değildir. Bir giysi kumaşın dokusuna göre inşa edilir ve kumaşın
dokusu ise couture un gizemidir. Bu gizem
de mimarinin ilk kuralı olan yer çekimi yasalarına uymaktır’.
Dior 1950
Dior’un giysilerine dikkatle
bakan herkes, bu kadar muhteşem işçiliğin ve şahane kumaşların hala
bulunabildiğini görünce şaşırıp kalmıştı. Dior’un yeni biçimleri ve hamleleri
adeta usta ellerden çıkma pasta üzeri şekerli kremanın sanata dönüşmüş haliydi.
Hiçbir masraftan kaçınılmamıştı ve sonsuz bir zahmet eseriydi. Dior’un
atölyesinde işe aldığı ve çalıştırmaya devam ettiği kişiler Fransa’nın en
iyileriydi. Kalite anlayışı o kadar yüksekteydi ki, onunla çalışanlar, herhangi
bir elbise ögesinin en üstün kalitenin azıcık daha altında çıkmasındansa ölmeyi
tercih ederlerdi. Dikim kusursuzdu, kesim hatasızdı ve provalarda sonsuz bir
sabır ve hassasiyet gösteriliyordu. Modaevinin başarısı hızlı ve sürekliydi, iş
hacmi ise Dior’un 1957 yılındaki ölümüne dek geçen on yılda sürekli artış
göstermişti. Aynı yıllarda Dior ile birlikte, o güne kadar bir modaevinin
çatısı altında toplanmış en iyi 1,000 uzman çalışıyordu. Yine bu on yıl içinde
Dior 1,600 km kumaş kullanarak, 16,000 tasarım çiziminden 100,000’in üzerinde
elbise satmıştı.
Hayattaki son yılında solak makasıyla Time dergisine kapak olan ilk modacı Dior 4 Mart 1957
Dior’un ani, muazzam ve süreklilik gösteren başarısı Balenciaga’yı nasıl etkilemişti? Bilemiyoruz. Dior’un gördüğü ve sıkça sözünü ettiği gibi, moda dünyasında tahminlerin ötesinde, şansın payı büyüktür. Dior, 1947 yılındaki başarısıyla kendisini olağanüstü başarılı buluyordu. Modacıların hiçbir zaman tek bir çizgi sunmadıklarının da bilinmesi gerekli. Her koleksiyonda pek çok stil ortaya çıkarırlar ve reklam amacıyla da olsa belli bir stili vurgularlar. Hepsi de bilirler ki, egemen olana karar verenler magazin yazarları, büyük alıcılar ve hepsinden de öte, bireysel müşterilerdir. İşte 1947 yılında olan da buydu.
Christian Dior kokteyl
giysisi, 1950. Christian Dior tasarımı Brigitte Bardot, 1950.
Tıpkı bir yıl öncesinde, medya ve
seçkin aydın gruplarının Sartre’ın o güne kadar hiç kullanmadığı ve hiç bir
zaman da hoşlanmadığı varoluşçuluk sözcüğünü ona zorla sırtlandırmaları gibi,
Dior’un ilk koleksiyonu olan Corolla çizgisi de modacının sunduğu diğer çizgilerden
ayrı tutulmuş ve başta Harper's Bazaar moda editörü Carmel Snow olmak üzere
muhabirler tarafından yeni görünüm olarak yeniden isimlendirilmişti.
Solda Christian Dior kırmızı
kokteyl elbisesi, 1951. Sağda Christian Dior, 1952
Bilindiği üzere kalça kısmı
dolgulu, uzun ve bol etekler, yani yeni görünümün özü, savaştan kısa bir süre
önce tasarımcı Molyneux, yine savaştan kısa bir süre sonra da Balenciaga
tarafından yapılmıştı. Kendisinin de kabullendiği gibi, Dior’un modaevi yeniydi
ve mali desteğini o sıralar önemli ve oldukça ürkütücü bir isim olan iş adamı Boussac’tan
alıyordu. Fakat kuşkusuz Dior için söylenebilecek bir diğer unsur da, lüks
yaşamdan, gösterişten ve ustaca prova edilmiş defilelerinden sınırsız bir keyif
almasıydı. Utangaçlığından sıyrılabildiği zaman Dior, güzel günleri simgeleyen büyüleci
bir idol olabiliyordu. Yedi yıllık savaş ve savaş sonrası bir kemer sıkma ve
korku döneminin ardından bu, en başta zengin kadınlar olmak üzere, herkesin
ihtiyaç duyduğu bir şeydi.
Christian Dior, 1953.
Dior, klasik bir mükemmelliyetçi,
cazibeli, alçak gönüllü ve sakin bir kişilikti. Sosyal biri değildi, iyi yemeği,
kumar oynamayı ve kanasta oynamayı(iskambil oyunu) sever, yalnızca yakın birkaç
arkadaşının evlerine giderdi. Dior koleksiyonlarının tanıtımından önce içine
kapanan, çekingenliği ve şüpheciliği artan bir kişilik sergilerdi. Kontrollü bir gay idi. Hiç evlenmedi, anaç
kadınların sosyal arkadaşlığını, kadın cinselliğine tercih ederdi. Özel hayatı
hiçbir zaman, iş hayatı kadar başarılı olamadı. Genç erkeklerle olan aşk
ilişkileri genellikle mutsuz ve tatsız biterdi. Milyonlarca kadının kendini güzel
hissetmesini sağlayan bir tasarımcı olmasına rağmen kendini hiçbir zaman çekici
hissedememiştir.
Christian Dior 1953
Solda Dior tasarımı, 1952.
Sağda Dior tasarımı 1955
Hayattan erken ayrılışı (1957)
Dior, 23 Ekim 1957’de İtalya Montecatini’de
tatildeyken 52 yaşında ansızın ölünce dört yıldır Dior’un yardımcılığını yapan
Yves Saint Laurent (YSL), Dior’un baş tasarımcısı oldu. Ölümü de haute couture
dünyasına girişi gibi ani olmuştu. Ölümü hakkında çeşitli spekülasyonlar
vardır. Çoğu yerde boğazına takılan bir balık kılçığı sonrasında kalp krizinden
öldüğü yazıldı. Time dergisindeki ölüm haberine göre kağıt oynarken kalp
krizinden ölmüştü. Bazıları da seks yaparken kalp krizinden öldüğünü
söylediler.
YSL 1955 yılında daha 19
yaşındayken Dior’un asistanı olmuştu. Dior kadar utangaç ve sıkılgan biri olan
YSL, modaevinin canlı ve hareketli atmosferinde serpilip açıldı ve sonrasında
modaevinin yaratıcı beyni oldu. Dior’un ölümüyle modaevinin artistik direktörü
olduğunda 21 yaşındaydı. 1960 yılında askere çağrılıncaya kadar bu görevi
sürdürdü. Görevi Marc Bohan devraldı.
Monaco Prens Rainer III, Grace
Kelly Evlilik töreni 19 Nisan 1956. Grace Kelly Christian Dior gelinlikle.
1950’ler de Moda
Christian Dior'un Yeni Görünüm
çizgisi ile yaptığı atağa Chanel 50’lerin ortalarında yeni Chanel takım
elbisesini tasarlayarak yanıt verdi. Bu tasarım zamanla her kadında görülmeye
başladı. Terziler ve her sınıfa hitap eden hazır giyim markaları bu takımın
tıpatıp aynıları üretmeye başladı. Chanel'in bu ipek takımı o dönem Dior ile
büyük tezatlık yaratmıştı. Dior'un rahat formlu eteklerine karşı Chanel'in dar
etekleri, Dior'un beli vurgulayan ceketlerine karşı Chanel'in daha maskülen
olan ceketleri.
Chanel 1950’ler
1950’lerde kadınlar önceki
yıllara göre daha feminen pantolonlar giyiyordu. Yüksek belli, çift fermuarlı,
bilekte biten cigarette pantolonlar bu dönem oldukça modaydı.
Elbise giyimi bu yıllarda biraz
daha özen isteyen bir iş haline gelmişti. Bir gecede üç elbise değişiriliyor.
Gecenin başında kokteyl elbisesi, yemekte yemek elbisesi ve gece 22’den sonra
da tam anlamıyla ağırbaşlı bir elbise giyililiyordu. Kokteyl elbiseleri için genellikle kısa elbise
tercih ediliyordu. Ayrıca elbiseler genelde sırtı açık, tek omuz, straples,
saten, ipek, tül ve şifon olarak yapılıyordu.
Tasarımcıların genelde iki parça
kıyafetler tasarladığı dönemde özellikle Givenchy'nin elbiseleri Audrey Hepburn
tarafından ikonlaşmıştı. Audrey'nin neredeyse bütün elbiseleri favori modacısı
Givenchy tarafından yapılmıştı.
Dior hakkındaki eleştiriler
Bazı moda yetkilileri Dior’un
Yeni Görünüm’ü tamamen kendisinin yaratmadığını iddia ederler. Onlara göre Dior
geçmişte, modanın sınıf, statü ve zerafetle ilişkilendirildiği Belle Epoque
döneminde (1871-1914) yapılanları yeniden yaratmıştır. Belle Epoque dönemi
Fransa ve Belçika’da iyimserliğin , barışın egemen olduğu bilimsel ve
teknolojik gelişmelerin yaşandığı parlak bir dönemdi. Dior, savaş dönemlerinin
karanlığında, büyüklerinden dinlediği o mutlu ve huzurlu günleri, hayal ederek
büyümüştü. Öykünmesi kaçınılmazdı. Ama eleştirmenlere göre Dior’un ilk
koleksiyonunun arkasındaki ana motivasyon, giyim sektörüne, özellikle de Fransız girişimci ve Dior modaevinin sahibi
Marcel Boussac’ın işine para akışı sağlamaktır. Çünkü ancak böyle bir iddia,
elbiselerin abartılı uzunluklarını ve Dior’un tasarımlarında kullanılan kumaşın fazlalığını açıklayabilir.
Grace Kelly Dior giysi ile
Kadınsı görünümün yaygınlaşmasına
olan özlem dikkate alındığında Dior’un ekonomiye girdisinin önemi
kolaylıkla hayal edilebilir. Ama bu
tamamıyla negatif şekilde
görülmemelidir. Moda endüstrisi bu şekilde sınırlarını zorlamıştır.
Christian Dior, 1950'ler
tasarımları
Kadınlık mı ? Özgürlük mü? (Dior-Chanel)
Dior’un ilk koleksiyonundan
ölümüne kadar olan dönem Couture’un altın çağı olarak adlandırılır. Bu dönemde
Dior bayanlara kadınlıklarını verirken, Chanel özgürlük ve güç veriyordu. Bir
şekilde ikisi birbirini tamamlayarak yeni kadını yarattılar: kadınsı, bağımsız
ve güçlü.
1961 Oscar töreninde
Liz Taylor nobel ödülü ile giysi Dior
Dior, moda tasarımına
yaklaşımları nedeniyle çoğu kişiden övgüler almasına karşın kadınları modanın
kurbanları yapmak ve atlar gibi koşumlandırmakla da suçlanıyordu. Hazırladığı giysilerin çoğu,
ağır ve giyilmesi rahatsızlık vericiydiler. Arzu edilen şekil ve pozisyonda
durması için, sıkı korseler ve karmaşık iç giyimlerle desteklenmiş giysiler,
kadınların belirli şekillerde hareket etmesini ve davranmasını gerektiriyordu.
Dolayısıyla Dior’un tarzı,
II.Dünya savaşı sonrasının hızlı sosyal değişimi ile çelişiyordu. Dior, savaş
sonrasının özgür, bağımsız ve kadın-erkek eşitliği ortamına karşın, kadınları
mimari tasarımlarına hapsediyordu. Oysa Chanel, gelişen kadın özgürlüğüne
tamamıyla farklı bir yönden yanıt verdi. Chanel’in abartılı olmayan ama şık
yalın ceketleri, konforlu giysileri ve pantolonları, kadının başarısının
sembolü oldu. Chanel 7 Ağustos 1956’da ‘Bizler
sanatçı değil giysi üreticileriyiz. Özgün sanat şekilsiz gözüküp güzel olmak,
moda ise hoş gözüküp şekilsiz olmaktır. Üstün yeteneklere değil daha fazla
zanaatçılığa ve biraz zevke gereksinimiz var‘ diyordu. Diğer taraftan
Dior’un zengin malzemeleri ve süslü
detay işleri onu zengin ve meşhurların tasarımcısı yaptı.
Christian Dior 1954
Balenciaga, Dior’u nasıl görüyordu
Balenciaga yeni görünüm veya
Dior’un zaferi hakkında tek söz etmemişti. Genellikle diğer tasarımcılar
hakkında hiç yorum yapmazdı. Dior’un ısrarla üzerinde durduğu ve kendi
standartlarına da uyan yüksek işçilik standartlarını kesinlikle onaylıyordu.
Balenciaga’nın görüşü haute couture’ün zaten böyle olması gerektiği yöndeydi. Bir
keresinde, Dior’un bir sanatçı olarak becerisine gıpta ettiğini söylemişti.
Dior’un kalemi ve fırçası şaşılacak denli hızlıydı, ‘Ben genellikle günde bir kaç yüz çizim yaparım’ diyen Dior, bu
çizimlerden bazen çok çarpıcı sonuçlar alıyordu. Oysa Balenciaga, yardımcısı
Farnando Martinez’in teknik ressamlığına güvenmek zorundaydı. Kaldı ki, teknik
ressamlık becerisi Dior’un sahip olup Balenciaga’nın imrendiği tek beceri de değildi.
Kalan her konuda Dior boy ölçüşülemez denli üstündü. Gerçi Balenciaga bazen
kalite konusunda Dior’un gerçekci olmadığını, fazla ileri gittiğini düşünüyordu.
Bunun tek sebebi de kendisinin kesmeyi, dikmeyi ve kendi başına elbise yapmayı
becerebilmesine karşın, Dior’un üstün nitelikte dikiş dikme işine harcanan
muazzam gayretin ne demek olduğunu tam anlamıyla bilmiyor olmasıydı.
Christian Dior 1955
Balenciaga, bir iki eski
arkadaşıyla çıktığı zamanlar dışında asla akşam yemeklerini dışarıda yemezdi.
Bir akşam Madame Hernon ve kocasının evine konuk oldu. Madame Hernon,
Balenciaga’nın müşterisi, Dior’unda hamisiydi. O akşam Dior’un arkadan düğmeli
bir elbisesini giymişti, daha doğrusu giymeye çalışmıştı. Hizmetçisi izinli
olduğu için elbisenin düğmelerini kendisi ilikleyememiş, kocasından yardım
isteyince şöyle bir red cevabı almıştı: ‘Bu
saçma sapan elbiseyle uğraşamam, dostun Monsieur Cristobal gelince ona
yaptırırsın’. Bunun ardından olanlar da şöyle gelişmişti. Elbisenin
arkasında, her biri parlak Lyon ipeği ile kaplı en az 36 tane minik düğme
vardı. Balenciaga harikulade parmaklarıyla güçlükle de olsa düğmeleri
iliklemeyi başardı ve biraz sinirlenerek şöyle dedi: ‘Bu elbiseyi bedene oturtmak için 24 düğme yeter de artardı bile. Nedir
böyle 36 tane birden. Bu adam çıldırmış!’ Ardından, Madame Hernon’un tahmin
ettiği kadarıyla, halk ağzıyla Bask dilinde başka yorumlarda da bulunmuştu.
Balenciaga, Dior’un bu işi
yeterince ciddiye almadığını düşünüyor olabilirdi. Ona göre, kumaş
kesmeyi, dikmeyi bilmediği için kendisi
yalnız bir elbise yaratamayan Dior, bir elbise yapımcısı değil, desinatör ve
bir tasarımcıdan ibaretti. Chanel de çok güzel diktiğini iddia ediyordu. Ama
onun da gerçeklere saygısı yoktu.
Dior 1955
Muhtemelen Balenciaga, Dior’un
giysi yaratma işinin suyunu çıkardığını düşünüyordu; ona göre giysi yaratmak
resim, heykel ve mimari gibi bir sanattı ve büyük bir ciddiyeti hak ediyordu.
Bu öyle soytarılık yapmak, bir Picasso yapmak gibi bir şey değildi. O günlerde
Picasso kendisi için sanatın soytarısıyım diyordu. Fakat Balenciaga yeni
görünümün başarısına kesinlikle içerlemiş değildi. O bir iş adamıydı, hem de
çok keskin görüşleri olan bir iş adamı. Dior’un yeni görünümünün Paris moda
endüstrisinde harikalar yarattığını ve başta kendisi olmak üzere herkesi sürüklediğini
görüyordu ve bundan kendisi de yararlanıyordu.
Christian Dior, 1958
Balenciaga’nın Dior’u bir rakip
olarak görmediği de kesindi, mükemmeli yakalama konusundaki idialarının hafife
alınmayacağını da biliyordu. Dior zenginleri giydiriyordu, kendisi ise çok
zenginleri. Aynı şekilde Dior’da Balenciaga’nın üstün becerilerini kıskanmazdı.
Takdir eder, bu becerilere sahip olduğu için ona saygı duyardı. Balenciaga’dan
hep üstat diye söz ederdi.
20. YÜZYIL MODASINA YÖN VEREN ÜÇ TASARIMCI: BALENCIAGA, DIOR, CHANEL
Worth ile başlayan giysi sanatı
Balenciaga’nın emekliye ayrılmasıyla esas itibarıyle sona erdi ve onunla
birlikte uygar ve ilham dolu tasarımlar ve mümkün olan en yüksek standartlara
sahip işçilik geleneği de yok oldu. Balenciaga ile çalışan birçok moda
tasarımcısı zaman içerisinde ayrılarak kendi moda evlerini açtılar; Oscar de la
Renta (1949), Andre Courreges (1950), Emanuel Ungaro (1958), en tanınmış ve
meşhur olanı ise Hubert de Givenchy(1952). Balenciaga’nın meşhur ve tanınmış
müşterileri arasında ise İspanya Kraliçesi, Belçika Kraliçesi, Windsor Düşeşi, Jackie
Kennedy, Monaco Prensesi Grace Kelly vardı.
Marylin Monroe Dior
giysi ile
Balenciaga’nın vefatından sonra
modaevi Gucci’nin kontrolüne geçti. Moda endüstrisi çok merkezli ve çok
kültürlü bir tarzda ve insanlar zenginleşip yolculuklar kolaylaştıkça devasa
ölçülerde devam ediyor. Fakat Balenciaga’nın 1950’ler ve 1960’larda yarattığı
türden elbiselerin bir daha yapılabilme ihtimali yok. Bu elbiseler gerçekten de
kadınlara ilham veren, şanslı müşterilerinin bir hazine gibi nesiller boyu
saklayıp gururla teşhir edebileceği türden müzelik parçalardır.
Balenciaga, Dior, Chanel üçü de
aynı dönemlerde belki de haute couture’ün en parlak yıllarında 20. yüzyılın ilk
yarısında kadın modasına yön verdiler. Balenciaga insanlara tasarımın
saygınlığını, zanaatın önemini öğretti. Dior, kadına yeniden kadınlığını
hatırlatırken modanın globalleşmesi ve tekstil sektörüyle entegrasyonunu
sağladı. Chanel savaş sonrası dinamiklerini modaya yansıtarak tutsak kadınları
özgürleştirdi. Hepsi de modanın sevilip yaygınlaşmasına çok önemli katkıda
bulundular.
No comments:
Post a Comment