Hakkımda

Friday, October 17, 2014

Örtünmekten Giyinmeye Moda

Chanel ve Yves Saint Laurent’in modaların geçici, değişken olduğu, zamanla sönüp gittiği ama asıl olan stillerin, ebedi ve kalıcı olduğuna ilişkin sözleri vardır. Dior’da bir kadının parfümünün, el yazısından daha fazla ipucu verdiğini söyleyerek kişisel seçimin önemine değinir. Oscar Wilde, hayatta hiçbir zaman aşırı şık giyimli ya da fazla eğitimli olamazsınız diyerek modanın ve eğitimin sınırlarının olmadığına vurgu yapar.

Moda stil ikonu Monaco Prensesi Grace Kelly (1929 – 1982)

Güzel giysiler yapmak en eski sanatlardan biridir. Bunların içinde en eskisi olan vücut boyama idi. Vücut boyamanın tarihi, mağaralar içerisindeki 40,000 yıllık resim sanatının asırlarca öncesine dayanır. Bunlardan günümüze hiçbirşey kalmamıştır. En eski atalarımızın giydikleri giysilerden bize kalansa yalnızca küçük parçalardır. Modern zamanlara kadar müzeler, tarihi giyim eşyalarından oluşan koleksiyonlar toplayamadılar. Tarihçiler ve arşivciler bu konudan uzak durmaya çalışırken, insanoğlunun en önemli gereksinimlerinden ve ilgi alanlarından birinin kaydı düzgün tutulamıyordu. 


ÖRTÜNMEKTEN GİYİNMEYE MODA

Barınma, beslenme ve giyim insanların temel gereksinimidir. Giyinmeye duyulan gereksinim eski çağlarda insanların vücutlarını doğanın etkilerinden koruma düşüncesinden doğmuştur. İnsanların güzel görünme ve dikkatleri üzerine çekme arzu ve istekleri daha iyi ve daha güzeli arama çabaları ile iyi giyim ortaya çıkmıştır. Daha iyi ve güzeli arama duygusu, yıpranan, eskiyen giysinin yerine aynısını değil de farklısını edinme isteği ile de moda başlamıştır.
İnsanoğlu örtünmek değil de giyinmek istediği anda belki de bilinçsizce de olsa moda kavramını yaratmış oluyordu. Aslında moda da amaç, giysinin ille de yararlı ve gerekli olması değil, farklı olmasıdır. Moda, bizim eski şapkamızdır ya da yeni kıyafetimizdir. Sonbaharda düşen yapraklar kadar eski, ilkbaharda açan çiçekler kadar yenidir. Toplumun sosyal, politik ve kültürel durumunun aynasıdır. Moda Fransız imparatoriçesi Eugenie’yi 1869 yılında Süveyş kanalının açılışına yanında 250 kıyafetle gitmesine neden olan şeydir. Moda 19. yüzyılda yirmiyedi Paris terzisini 100 metrelik kumaştan onbir gün balo kıyafeti dikmeye zorlayan şeydir.

Modanın mihenk taşları

Şimdiki anlamında moda ilk kez 19. yüzyılda ortaya çıktı. Erkek modasını başlatan Beau Brummel, kadın modasını başlatan ise Charles Frederick Worth oldu. 

Solda Paul Poiret tasarımı 1912, sağda Poiret bir prova sırasında  

1904 yılında modern yüzyılın terzilerinden, modanın babası sayılan, Charles Worth’un yanında çalışan Paul Poiret Paris’te kendi atölyesini açtı. Yarattığı elbiseler terzilik açısından yeni buluş olarak değerlendiriliyor. Doğu’dan esintilerini elbiselerine yansıtan Poiret, kemeri yukarı taşıyarak kadın göğüslerinin dolgunluğunu açığa çıkardı. Tasarladığı gece elbiseleriyle de özgür kadın ortaya çıktı. 1902 yılında Thomas Burbery ilk kez olarak markasını gabardin üzerine yazdırdı. 1905’de gazetelerde moda ekleri yayınlanmaya başladı.

Solda Gucci’nin ilk kumaş deri karışık çanta modelleri, Sağda John Wayne, Gucci marka mokasen ayakkabı giyerken

1906 yılında Guccio Gucci aksesuar üzerine çalışan şirketini İtalya’nın Floransa kentinde kurdu. Gucci kalın kaban kumaşından ilk ünlü çantasını 1925′te yaptı. 1932 yılında da John Wayne’den saray soylularına herkesin ayağına birer mokasen loafer giydirdi. Hala kaliteli, lüks ve klasik sevenlerin çanta ve ayakkabıdaki ilk tercihi.

Coco Chanel
1913 yılında Gabriel Coco Chanel şapka tasarımı yaparak moda dünyasına girdi. 1914′te biri Paris diğeri Deauville’de olmak üzere iki butik açtı. Erkek kıyafetlerinde kullanılan bir çok aksesuar ve modeli, kadın kıyafetlerine uygulayarak, kravatlı, ekose ceketli, şapkalı özgür kadın imajını yarattı. 


1915 yılında Jeanne Lanvin, çiçekli giysilerle ve özellikle gece kıyafetleriyle büyük ün kazandı. 1916’da devam eden I.Dünya Savaşı’nın insanlar üzerindeki etkisi modaya da yansıdı ve modeller askeri tarza yakınlaşmaya başladı.

Chanel 5 parfümünün reklam yüzü Catherine Deneuve

1919 yılında Chanel, Paris Rue Cambon’da mağazasını açtı. Ardından da 1921 yılında, kimyasal formulü Rus kökenli Fransız kimyacı Ernest Beaux tarafından geliştirilen ünlü parfümü No.5′i piyasaya çıkardı.


1927 yılında Salvatore Ferragamo Amerika dönüşünde İtalya’da ayakkabı üretimine başladı. Her zaman kusursuz ayakkabılar üretmeyi kendine ilke edindi. Üne, modern sandaletler, patent hakkı 1936′da alınmış mantardan yapılmış topuklar ve platform ayakkabıları ile kavuştu.

Rene Lacoste

1929’da Charleston akımı tüm dünyayı sardı. 1932 İtalyan Nina Ricci, Paris’te butik açtı. Ve kısa sürede ürettiği muhteşem kozmetikleriyle ün kazandı. Tenis kortlarına adeta yapışarak tenis oynadığı için sevenleri tarafından timsah adı verilen Rene Lacoste, 1933 yılında dünyaca meşhur timsahlı tişörtü yarattı. Lacoste, spor ama fazla klasik modellerde ısrar etti. Orta yaşlı, üst düzey yöneticilerin yat gezintilerinde, golf oynarken ve özellikle de tenis oynarken vazgeçemedikleri bir marka oldu.


1937 yılında Marie Claire moda dergisi ilk adımlarını attı. 12 Şubat 1947’de Christian Dior Paris Avenue Montaigne’de ilk koleksiyonunu sundu. Korseyle sıkılmış beller, ortaya çıkarılan dekolte, aşağıya doğru genişleyerek inen etekler. Dior her şeyin ortasında küçük bir bürokrata benziyordu, ama o savaştan sonra ortaya çıkan bir şatafatın prensiydi. Gazeteciler haberi verebilmek için telefonlara koşuştular. Yeni kadın, yeni imaj işte o defileden sonra doğdu. 50’li yıllar Christian Dior’un lanse ettiği ‘New Look’ yani yeni görünüm, kadın silüetini eski dönemlere geri götürerek isminden en çok söz edilen moda akımlarından biri oldu.

60’lı yılların sonu 70’li yılların başlarında moda da yeni romantik stil doğdu. Bu romantizm Dior salonlarından gelen bir akımdan farklı idi. Halk giysilerinden gelen bir esinti modaya yün kumaşlar, meksikan pançoları, hint şalları, çingene giysileri kazandırmıştı.

Solda Paco Rabanne metal elbisesi, sağda Kenzo Takado tasarımı

1965 yılında Paco Rabanne, metal elbiseler üreterek modada tam bir sansasyon yarattı. 70’li yıllarda ünlü Japon modacıları Kenzo Takado, Mitsuhiro Matsuda, Yohji Yamomoto, Issey Miyake sayesinde Avrupa giysilerinde doğu rüzgarları esmeye başladı. Bu modacılar bir taraftan orijinal Avrupa giysileri üretirken, diğer taraftan da geleneksel doğu kıyafetlerinin detayları üzerine çalıştılar. Hatta Kenzo Takado Avrupa modasına doğu köylü kıyafetlerinden alıntılar bile eklemeyi bile ihmal etmemişti.

Solda Armani, sağda Versace giysileri

Bazılarına göre 80’li yılların estetiği Georgio Armani ile gelmiştir. Diğerlerine göre ise Versace 1972 yılında Milano’da çalışmaya başlayarak ve 1978 yılında ilk hazır giyim koleksiyonunu yaratarak, 80’li yılların havasını tamamen değiştirmişti. Versace çalışmalarının reklamına çok önem verir, reklama büyük bütçe ayırırdı. Dünya çapında ün kazanan Versace, Super Star sistemini moda ile birleştirmeyi başarmıştı.

Son dönemde yaşamış insanlar arasında güzel şeyler yapma işine kendini en çok adayan kişi Balenciaga modaevinin kurucusu Bask’lı moda tasarımcısı Cristobal Balenciaga Eizaguirre’dır(1895-1972). Felaket yılları olan 1960’lardaki kültür devrimi onun yüksek kaliteli işler üretmesini olanaksız kıldığını hissedince emekliye ayrılıp, kahrından ölmüştü.

Erkek giyimini şekillendiren kişi Beau Brummel

20. yüzyıla kadar yalnızca zenginler modaya uygun ve güzel giyinebiliyordu. Çok eski zamanlardan bu yana yün ve diğer tekstil ürünlerinin uluslararası ticareti yapılmaktaydı ama hazır giysilerin ülke sınırlarının dışına çıkması 18. yüzyıla kadar çok ender görülen bir şey olarak kaldı. 18. yüzyıldan  sonra Amerika sömürgelerindeki varlıklı insanlar, Londra’daki terzilere elbiseler ısmarlamaya başladılar.

Solda Beau Brummell’in yağlıboya resmi, sağda Londra Jermyn caddesi’nde Beau Brummell heykeli

1790’larda Beau Brummell terzi yada modacı olmamasına karşın şık giyime olan tutkusuyla erkek giysilerine standartlar getirdi. Orta sınıfa ait bir politikacının oğlu olarak Londra’da doğan Brummell, eğitiminden sonra kariyerine asker olarak başladı. Sonradan IV.George adıyla İngiltere Kralı olacak George prens iken onun koruma birliğindeydi. Davranışları ve şık giyimiyle prensin dikkatini çekti ve yakın arkadaşı oldu. Brummel kendine özgü tarzı olan Londra’nın en şık giyinen kişilerindendi. Saraydan başka bir kente tayini çıkınca askerlikten ayrıldı ve Londra’da sosyetik hayata katıldı. Aristokrat kişilerin çoğunun rutin hayatı gibi sabah geç kalkar, kahvaltısını yapıp, gazetesini okuyup, traşını olduktan sonra alışverişe çıkar, öğleden sonra ya Hyde Park’ta ata biner ya da Centilmenler Klubünde vakit geçirir. Akşam tiyatro sonrası bir özel kulüpte kumar oynar, günü genellikle gece kulübünde sonlandırırdı. Giyindiği tarz, erkek giyim stili olarak toplumun en yüksek tabakasında kabul gördükten sonra uluslararası standartlara dönüştü ve Mayfair’deki Saville Row’da toplanan Londra terzilerini, dünya ticaretinin odağı haline getirdi.

Bugünkü anlamda ilk pantolonun, kravatın ve takım elbisenin yaratıcısı olan Beau Brummell, aynı zamanda erkeğe beyaz gömlek, pantolon ve siyah ceketi giydirmesiyle de günümüzde halen devam eden klasik giyim anlayışının 19.yüzyıl başlarındaki ilk uygulayıcısı sayılıyor.

Modanın babası Charles F. Worth, Kraliçe Victoria ve İmparatoriçe Eugenie

Worth(1825-1895), 1825’te Bourne, Lincolnshire’da doğdu. 1846’da Paris’e gitmeden önce Londra’da birkaç önemli kumaşçı da çalıştı. Ardından Paris’in tanınmış bir kumaş mağazasında, küçük ortak olarak çalışmaya başladı.  Worth 1858 yılında ortaklarını giysi üretme işine girmeyi kabul ettiremeyince çalıştığı yerden ayrıldı ve zengin İsveçli Otto Bobergh ile birlikte giysi üretimi için Paris’te Worth & Bobergh adlı ortak şirketi kurdu.

Charles Frederick Worth
İmparator III.Napolyon’un eşi İmparatoriçe Eugenie'nin arkadaşı, Avusturya elçisinin karısı ve zamanının modayı en yakından takip eden bayanı olan Pauline Metternich, Worth'un eşinin giydiği bir elbiseyi çok beğenince, Worth’dan kendisine de giysi hazırlamasını rica etti.  Böylece Bayan Metternich özel günlerde Worth’un diktiği giysileri giymeye başladı. Yeni ve değişik giysileriyle Metternich, yakın arkadaşı İmparatoriçe Eugenie’nin dikkatini çekince, Worth’da Eugenie’nin patronajına girdi ve 19. yüzyılda modern couture sisteminin babası oldu.

Paris, yavaş yavaş, kadın modasında dikkati çeker bir üstünlük kurmaya başlamıştı ama 1850’lere değin bu konumunu tehdit eden bir büyük şehir vardı. İngiliz Worth, Paris’te zenginleri giydiren bir mağaza açmıştı ama eğer mağazasını kendi vatanına taşırsa Paris’in moda üstünlüğü de Londra’ya geçebilirdi.

Avusturya’lı Elisabeth için Charles Frederick Worth’un tasarladığı giysi.

Worth, eteklerin büyüklüğünü şaşırtıcı ölçüde artırmak için kullanılan ve adına çember etek denilen askılı hafif çelik kasnağı ilk kullandığı söylenen ve Picadilly Circus’taki Svan&Edgars’da eğitim görmüş bir İngiliz’di. Büyük mağazaları kuran ilk ülke olan Britanya ipek hariç tekstil ticaretinin merkeziydi. Bu yüzden son derece yaratıcı, yöntemli ve işletmeciliğe yatkın bir insan olan Worth’ün zenginleri giydirmek  için oluşturduğu modaevini neden Londra’da açmadığı merak edilebilinir. 

Solda Kraliçe Victoria (1819 – 1901), Sağda Karliçe Victoria 1900 yılında

Sorunun yanıtı 64 yıl saltanat süren Kraliçe Victoria’dır. 150 cm boyuyla oldukça kısa ve çirkin bir kadın olan Kraliçe Victoria, Prens eşi Albert’in 1861’deki ölümüyle yaslı dul kıyafetlerine girmeden önce bile kaba ve sade giyinen, giysilerle ilgilenmeyen, deyim yerindeyse yalnızca örtünen biriydi.  

Kraliçe Victoria giysileri. Solda kırmızı kadife saltanat giysisiyle 1838. Ortada hobilerinden olan binicilik giysisiyle 1840. Sağda Resmi Fransa ziyareti sırasında giydiği giysi 1855.

Buna karşın Fransa İmparatoriçesi Eugenie elbiselere çok meraklıydı ve sarayını defile ortamına çevirmişti. İmparatoriçe Eugenie 1860 yılında Worth’ü resmi terzisi yaptı ve dünyada ilk kez Worth, imparatoriçenin tüm giyim kuşamını düzenlemeye, Ocak ayında bahar ve yaz takımlarını, Temmuz ayında sonbahar ve kış giysilerini yaratmaya başladı. Böylece Parislilerin yıllık giyim kuşam döngüleri belirlenmiş oluyordu. İmparatoriçe aynı elbiseyi ikinci kez pek giymediği ve bir yıl önceki elbiseyi hiç kullanmadığı, zengin Parisliler de onu örnek aldığı için, Worth haute couture diye anılan özel giysi pazarının hacmini büyük ölçüde genişletmişti.

İmparatoriçe Eugenie de Montijo (1826 – 1920)

Moda sisteminde, geçen sezonun giysilerini demode gösterebilmek ve dolayısıyla giyilemez kılmak için her mevsim değişiklik yapmak gerekiyordu. Worth bu işe şaşırtıcı bir deha ve acımasızlıkla girişmişti. Planlı demodelik onun icadıydı ve o bunu demodelik terimi yaratılmadan bir yüzyıl önce yapmıştı. Getirdiği yenilikler arasında şunlar vardı:
  • Elbise üzerine giyilen uzun tunikler (1860)
  • Ayak bileğinde yürüyüş etekleri (1862)
  • Önü düz etek kasnakları (1864)
  • Açık renk puanlı ve çizgili yazlık giysiler (1865)
  • Kürk aksesuarlar (1867)

1868 yılında etek kasnaklarını ve beraberinde uzun yıllardır kullanılan çember etekleri tamamen ortadan kaldıran Worth, moda tarihinde ilk gerçek devrimi yapan sarsıcı bir adım atmıştı. 1869’da cüretkar bir adım daha atarak, arkası kabarık elbise eteklerini geri getirmiş ve cesaretinin karşılığını almıştı. 

İmparatoriçe Eugenie de Montijo

Worth, Fransa ile Prusya arasındaki savaştan (1870-1871) ve Paris kuşatmasından zarar görmeden sıyrılmayı başarmıştı. Bir süre moda evini kapatmış olsa da, 1871 sonbaharında yeniden açmış ve giysi için artık Paris’e gelen yeni Amerikalı müşterilerin ihtiyaçlarını karşılamıştır. 1874 yılında geç Viktoryen dönem kadınlarının çok sevdiği, bedenin üst kısmına kılıf geçirilmiş gibi şekil veren Cuirass çizgisini ve 1881 yılında Galler prensesi Alexandra’ya ithafen Prenses çizgisini yaratmıştır. Daha sonra başka tasarımcılarla anılsa da 1890’da verev kesim(kumaşın doğal çizgisine ters kesim) denilen kesimi ilk kullanan kişi de Worth olmuştur. 1893 ve 1895’te ise Worth siluetini tanımlayan koyun bacağı modelinde giysi kolları yaptı.

Worth emekli olup da işlerini oğlu Gaston’a devredene değin bir tasarımcının yaratabileceği her şekil üzerinde çalışmış ve elbise tasarımcıların ancak zamanla öğrenebilecekleri bir şeyi kanıtlamıştı. Bir elbise yaratmanın birkaç yolu vardır;  etek uzunluğunu, beli, göğsü, yakayı ve kolları kullanmak. Modayı düzenli olarak değiştirmek gerekiyorsa, bazı şeyleri tekrarlamak kaçınılmaz olacaktır. Worth arkası kabarık etekleri üç kez, koyun budu kolları iki kez tekrarlamıştı ve usta bir tasarımcının sanatı, bu tekrarları iyi saklamayı bilmekti.

Gaston Worth zamanında ise Paris moda dünyasının, klasik organizasyonlarının şekli belirlenmişti. Moda dünyası, Avenue Montaigne civarında yoğunlaşıyordu. Defileler Ocak ayının ilk iki haftasında ve  Temmuz ayının son iki haftasında olmak üzere yılda iki kez düzenleniyor ve Chambre de la Haute Couture’e üye olunması gerekiyordu. Üyelik esnasında kaçak üyelere izin verilmiyor, moda basını belli bir disiplin kazanıyor ve standartlar yükseliyordu. Bu standartlara orijinal tasarımların İngiltere ve Amerika’daki büyük hazır giyim mağazalarına satılma koşulları da dahildi. Üye olabilmek için, bir modaevinin atölyesinde en az 20 kişi çalıştırması ve her koleksiyon için minimum 50 yeni tasarım çıkarması gerekiyordu.

Gerek Worth, gerekse oğlu Gaston, Paris moda endüstrisi ile tekstil ticareti arasında yakın ilişki kurulmasına, özellikle Lyon’daki ipekçilerin en yüksek kalitede ipekli kumaş üretmelerine öncülük etmişti. 1910 yılına gelindiğinde, tekstil dünyasındaki paydaşların görev ve sorumlulukları belirlenmişti. Bu yıldan itibaren modaevlerinin sayısı savaşlardan dolayı kesintiye uğrasa da giderek artarak, 1946 ve 1956 yılları arasında 110’a kadar çıktı. Bu modaevlerinin başlıca amacı kumaş, tasarım, kesim, dikim, prova ve nihai ürün açısından en yüksek kalitenin sağlandığı kadın elbiseleri üretmekti. 1960’ların sonuna gelindiğinde bu amaca artık ulaşmışlardı.

Solda Danimarkalı Prenses Alexandra yağlıboya, 1864. Sağda Prenses Alexandra, 1889.  

Birleşik Krallık Kraliçesi Victoria’nın büyük oğlu Galler Prensi Edward, 1860 yılında Danimarkalı Alexandra ile evlendi. Ve Alexandra onlarca yıl modayı etkileyen kişi oldu. Genelde Kraliçe Victoria gelini Prenses Alexandra ile iyi anlaşamazdı. Prenses, Kraliçe Victoria’ya nazaran daha genç, güzel, eğlenceli ve hareketli bir kişiydi. Kraliçenin kısa boyuna ve kilolu vücudunun aksine Prenses düzgün vücuduyla her giysinin yakıştığı bir bayandı.  Yüksek yaka ile birlikte kısa kolye onun tarzıydı.

Yüksek kaliteli kadın modasının Londra değil de Paris olması şaşılacak bir şey değildir. Paris’in moda merkezi olmasının altında yatan neden İmparatoriçe Eugenie’nin öncü müşteri olma özelliğidir. Worth’da bu özelliğe önder tasarımcı olarak karşılık vermiştir. Kraliçelik eğer 1870 yılında bir şekilde Victoria’dan ender olarak rastlanan düzgün vücut hatlarına sahip gelini Alexandra’ya (Kraliçe Victoria’nın büyük oğlu VII Edward’ın eşi) geçmiş olsa ve Alexandra önder müşteri rolünü üstlenseydi, Worth modaevinin yönünü Mayfair Londra olarak değiştirir ve böylece tüm hikaye farklı yazılırdı.  

İmparatoriçe Eugenie ve Osmanlı Sultanı Abdülaziz Han

1867 yılında Osmanlı Padişahı Abdülaziz, Osmanlı hanedanı içerisinde ilk kez ülke toprakları dışına çıkarak 46 günde Fransa, İngiltere ve Avusturya’yı ziyaret etmişti. Bu ziyaret sırasında Londra’da Kraliçe Victoria, Avusturya’da İmparator Joesph, Paris’te Fransa İmparatoru III.Napolyon ve güzel eşi Eugenie ile tanışmış ve rivayete göre İmparatoriçe Eugenie’ye gönlünü  kaptırmıştı. Mısır o dönemde özerk bir statüde yönetilmesine rağmen Osmanlı toprağı sayılıyordu. Ağırlıkla Fransızların olmak üzere, İngilizlerin de mali ve teknik desteğiyle Mısır Hidivi İsmail Paşa 10 yıllık çalışmanın ardından Süveyş Kanalının açılmasını sağladı. Kanalın açılış törenine Osmanlı Sadrazamı, Avusturya İmparatoru, Hollanda prens ve prensesi, Prusya Veliaht prensi, İngiltere’nin İstanbul elçisi ve önde gelen devlet adamları davet edildi. Açılışın onur konuğu ise projenin başından beri destekçisi olan Fransa İmparatoriçesi Eugenie’di. 


İmparatoriçe Eugenie Mısır’a gitmeden önce, belki daha önceki seyahatin anısına belki de Mısır’ın hala Osmanlı toprağı olmasından, ya da her iki nedenden dolayı Fransız emperyal yatı L’Aigle ile İstanbul’a uğradı. Padişah Abdülaziz, İmparatoriçe’yi boğazda saltanat kayığında karşılamış, onu güzel hediyelere boğmuştu. Bir hafta sürecek ziyaretinde İmparatoriçe Eugenie kendisi için hazırlanmış Beylerbeyi sarayında kaldı. İlk gecesinde Dolmabahçe sarayında onuruna verilen yemekte Padişah Abdülaziz, İmparatoriçe’yi saray kapısında karşılayarak koluna girmiş ve Dolmabahçe Sarayı’nda refakat etmiştir. Muhteşem ziyafette Türk yemekleri altın sofra takımlarında sunulmuştur. Davete Padişahın annesi de dahil olmak üzere 100 kadar bayan da katılmıştır. Ziyaret sonrasında İstanbul’un çeşitli yerlerini gezen, hamamlarına bayılan İmparatoriçe ile Padişahın yakınlaştıklarına dair söylentiler de çıkmıştır. 


Mısır Hidivi İsmail Paşa, Avusturya İmparatoru Franz Josef ve Fransız İmparatoriçesi Eugenie

İmparatoriçe İstanbul seyahatinin ardından Mısır’a gitmiş ve Süveyş Kanalının açılışını diğer konuklar ile birlikte 17 Kasım 1869’da gerçekleştirmiştir. Ertesi yıl Fransa-Prusya savaşında, Fransızların yenilip  Fransız İmparatoru III.Napolyon’un, Almanlara esir düşmesi üzerine, Eugenie’de ülkeyi terk edip İngiltere’ye sığınmıştır. Bir süre sonra esirlikten kurtulan kocasıyla artık bir daha Fransa’ya dönemeyen Eugenie’nin sürgün hayatı başlamıştır. Eşini de kaybettikten sonra, 85 yaşındayken Haziran 1911’de İstanbul’u yeniden ziyaret eden bayan Eugenie, dönemin Padişahı Sultan Reşad huzuruna çıkmış ve 42 yıl önce tanıdığı merhum Padişah Abdülaziz’in oğlu şehzade Yusuf İzzettin Efendi’yi görmek istediğini iletmiştir. Bayan Eugenie, şehzade ile görüşmesinden sonra İspanya’ya dönmüştür.

Birleşik Krallık Kraliçe ve Düşeşlerinin modaya etkisi

Kral VIII.Edward’ın kalbini çalan Amerikan sosyetesinden Wallis Simpson, Birleşik Krallık kraliçesi olsaydı neler olabileceğini düşünmek de hayli ilginç olabilir. Geleneklere göre Edward’ın uğruna krallıktan vazgeçtiği Amerikalı kadındı. Windsor düşeşi olarak bile 20. yüzyılın en güzel ve önder müşterisi olmuştu.

Solda Windsor düşeşi Amerika’lı Wallis Simpson. Sağda Cartier kolyesiyle Düşeş Simspon eşi Prens Edward ile Paris Versailles sarayında baloda, 17 Haziran 1953.

Windstor düşesinin olağanüstü ince vücudu ve güzel kemikli hatları tasarımcıların çalışmaya, giydirmeye ve süslemeye bayıldığı hatlardı. Düşeş güzel giysilerle çok yakından ilgilenirdi ve işe yarayacak yeni modaları seçebilen mükemmel gözlere sahipti. 1937-1938 yıllarında kendisini Paris endüstrisinin en büyük dayanağı yapmıştı. İngiltere kraliçesi olsaydı, gerçekten sınırsız bir bütçeyle ve kendisini doğal olarak izleyen çok büyük sayıda yüksek sosyeteden hanımlarla Londra’yı moda merkezi yapması işten bile değildi. En azından modacı Molyneux ve Amies buna inanıyordu. 

Windsor dükü Prens Edward ile Wallis Simpson 3 Haziran 1937’de  Chateau de Cande, Fransa’da evlendiler. Simpson, Mainbocher tarafından hazırlanmış, mavi gözlerinin renginde bir giysi giyiyordu. Simpson, giysiyi 1950’lerde New York Metropolitan Müzesine bağışladı.

Edward, Kral V.George ve Kraliçe Mary’nin en büyük oğluydu.16 yaşında Galler Prensi olmuştu. Babasının 20 Ocak 1936’da ölmesinden sonra VIII.Edward adıyla Kral oldu.  Birkaç ay sonra Amerikan sosyetesinden Wallis Simspon ile evlenme isteğini kamuoyuna açıklayınca, bir krize neden oldu. Bayan Simspon bir kez boşanmıştı ve ikinci eşinden de boşanmak üzereydi. İngiltere Başbakanı, evlenmiş ayrılmış bir kadınla Kralın evliliğine karşı çıktı. İngiltere’de Kralların aynı zamanda İngiliz Kilisesinin de başkanı olması başka bir sıkıntı da yaratmıştı. Geleneklere göre İngiliz Kilisesinin başkanı, eski eşi yaşayan dul bir kadınla evlenemiyordu.  

Birleşik Krallık Kralı VIII.Edward Türkiye gezisi sırasında Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte İstanbul′da, 4 Eylül 1936

Edward eğer Kral olarak evlenirse, Başbakan Stanley Baldwin’in istifa edeceğini, bu durumda ülkenin genel seçime gitmek zorunda kalacağını, bu durumunda politik olarak tarafsız olması gereken İngiliz Monarşisinin saygınlığını zedeleyeceğini biliyordu. Hiç tereddüt etmeden saltanatının 326. gününde tahtı kardeşi Albert’e bıraktı (George VI adıyla tahta çıktı). Edward’a Windsor dükü ünvanı verildi. 3 Haziran 1937 tarihinde de Fransa’da Simpson ile evlendi. Hayatının büyük bölümünü güney Fransa’da geçirdi. 

VIII.Henry ve Anne Boleyn

Oysa İngiltere’nin eski krallarından VIII.Henry (1491-1547) farklı davranmıştı. O dönemde İngiltere kiliseleri, Roma Katolik Kilisesine ve Papa’lığa bağlıydı. Henry ölen abisinin eşi Aragonlu Catherine ile evliydi. Henry, Anne Boleyn'e olan aşkının da etkisiyle Catherine'in erkek çocuk doğuramamasını evliliklerinin lanetli olduğuna bağlayarak, boşanmak istedi. Fakat, Catherine'nin yeğeni İspanya İmparatoru V.Karl ve Vatikan’da Papa, Henry'nin bu isteğine şiddetle karşı çıktılar. Yaklaşık altı yıl boyunca boşanmak için uğraşan Henry, sonunda İngiliz Din Reformu ile Roma Katolik Kilisesinden İngiltere’yi ayırdı ve Anglikanizm kilisesini kurdu ve ruhani liderliğine de kendisini atadı. İlk evliliğinin geçersiz olduğunu ilan ederek 1533 yılında Anne ile evlendi. Henry daha sonra beş kez daha evlenecek sayısız sevgilisi olacaktır.

Ana Kraliçe I.Elizabeth (1900 - 2002), Kral VI.George’un eşi ve kraliçe II.Elizabeth’in annesi

Edward’ın krallıktan vaz geçmesiyle yeni kral olan VI.George’un eşi aslen İskoçyalı olan Elizabeth idi. Ana kraliçe olarak bilinir ve Kraliçe II.Elizabeth’in de annesidir. Elizabeth eltisi Simspon’un aksine tüvit ve ekoseli giysilerle, doğal eğilimi olan bir kraliçeydi ve uzun yaşamı boyunca kızı kraliçe II.Elizabeth gibi yerel, sade ve üst tabakaya özgü rüküş bir giyim tarzını benimsemişti. Kendisini giydiren de yine yerel bir modacı olan Norman Hartnell’di. Hartnell’in saray mensuplarını giydirme konusundaki felsefesi, müsterilerinin neden asla şık olarak tanımlanamayacağının da göstergesiydi: ‘Görkemli bir giysi dolabının en önemli özelliklerinden biri, giysilerin dikkat çekici kılınmasıdır. Kural olarak, kraliyet ailesinin hanımefendileri açık renk elbise giyerler, çünkü ancak açık renk elbiselerle, çoğu koyu renk giysiler giyen büyük kalabıklar önünde daha kolay seçilebilirler’. Windsor düşesi Simspon’un böyle bir prensibi kabul edebileceğini düşünmek çok zor.

1960-1975 yılları arasında Ana kraliçe I.Elizabeth

İngiltere hanedanın birinci hanımlarının modaya olan mesafeli duruşları nedeniyle Londra, bir kez Victoria döneminde, ikinci kez de I.Elizabeth döneminde kadın modasına hükmetme şansını kullanamadı. Bütün bu fırsatlar kaçınca zaten doğal lider durumundaki Paris modanın merkezi olmayı perçinledi.

Paris’teki diğer modacılar

Tasarım, uluslararası bir alandı, halen de öyledir. Bu yüzden iyi bir elbise tasarımcısı piyasa elverişli olduğu takdirde her yerde çalışabilir. Bu alandaki tek İngiliz Worth’de değildi. John Redfern’de vardı. İngiltere sahilinde Manş denizindeki bir adadan gelen kumaş tüccarı Redfern 1880’lerde kroket oynayan ve zamanın yeni çılgınlığı bisiklete meraklı, modayı izleyen kadınların giyebileceği hafif, rahat ve spor gisileri ilk tasarlayan kişiydi. 

Solda Coco Chanel, sağda Mainbocher

İki savaş arası dönemde Paris’teki en iyi tasarımcılar arasında yine yabancılar vardı. Örneğin, İngiliz Captain Molyneux önce 1920’lerde ve sonra yine 1946 yılında modaevini Paris’te kurmuştu. Molyneux’nün esas tercihi Londra’ydı, zaten bir süre tıpkı en yetenekli takipcisi Hardy Amies gibi orada çalışmıştı ama o da geleneği takip etmek zorunda kaldı. Fransızlar da hep özgün tasarımlar çıkarmayı başarmışlardı. Örneğin, çok parlak bir tasarımcı olan ve neredeyse yarım asır boyunca küçük çeşitlemelerle zarif ve sade bir üslubu yaratan ateşli Gabrielle (Coco) Chanel bunlardan biriydi. Fakat iki savaş arasındaki yıllarda ortaya çıkan en büyük tasarımcılardan Mainbocher bir Amerikalı, Elsa Schiaparelli bir İtalyandı. Mainbocher 1930’da, Schiaparelli ise 1929’da Paris’te birer işyeri açmışlardı.


CRISTOBEL BALENCIAGA EIZAGUIRRE (1895-1972)

İngiliz Kraliyet ailesinin modaya mesafeli duruşu nedeniyle, moda dünyası Paris’e gitti ve en büyük tasarımcıların bulunabileceği yer Paris oldu. Paris modasının yabancı ülke doğumlu ustaları arasında Balenciaga en büyüğüydü. Gerçekten de, onu tarihin en özgün ve en yaratıcı modacısı olarak görenlerin sayısı çoktur. Ve Balenciaga sadece bir tasarımcı değil, gerçek bir modacıydı; yani, tasarımı yapar, keser, diker, prova eder ve giysiyi son haline getirirdi. Gelmiş geçmiş en güzel elbiselerden bir kısmı tamamen kendi eseridir.


Paris’te ilk modaevini açtığında 40 yaşın üstündeydi. Balenciaga, İspanya doğumlu olmasına rağmen, Chanel ve Dior ile aynı dönemde Paris’te haute couture modaevi sahibiydi. II.Dünya savaşı sonrası Paris’te haute couture en popüler olduğu dönemde, Dior modaevi çalıştırdığı eleman sayısına göre Balenciaga’nın altı misli daha büyük olmasına rağmen, Balenciaga tüm modaevleri arasında en karlı olanıydı. 


Çoğu tasarımcılar tasarımlarını kağıt üzerinde çizip, dikilmesi için terzilere verirken, Balenciaga sadece birkaç haute couture tasarımcının sahip olduğu iyi dikiş dikme becerisine sahipti. Balenciaga tasarım yaparken, dönemin moda eğilimlerini dikkate almak yerine, giysiyi giyecek kişinin en güzel yanlarını öne çıkarmaya çalışırdı.   

1895-1914  Guetavia ve San Sebastian’da geçen çocukluk ve ilk gençlik yılları

Balenciaga, 21 Ocak 1895’te Bask’ta küçük bir balıkçı kasabası olan Guetavia’da doğdu. Denizci olan babası kasabanın belediye başkanıydı ama erken ölmüş, ardında karısı Eisa’yı kötü bir durumda bırakmıştı. Üç çocuğu vardı: Augustina, Juan Martin ve en küçüğü Cristobal. 

Guetavia kenti ve Balenciaga’nın doğduğu ev

Ekonomik açıdan zor bir durumda kalan bayan Eisa bir terzi dükkanı açıp, kasabalı kadınlara dikiş dikmeyi öğretmeye başladı. Onların arasına katılan üç buçuk yaşındaki Cristobal, iğne kullanma konusunda şaşırtıcı bir beceriye sahip olduğunu göstermişti. Henüz 6 yaşındayken kedisi için bir örtü dikti. Balenciaga, bundan sonraki yetmişdört yıl boyunca muhteşem giysiler yarattı ve yaşamı boyunca her gün bir elbise dikerek ya da onararak elini hiç soğutmadı.

1907 yılında 12 yaşındayken San Sebastian’da Casa Gomez’de bir terzinin yanında çırak olarak çalışmaya başladı. Burada edineceği ustalık ile çok az tasarımcının sahip olduğu bir beceriye sahip oldu.  İlk özgün çalışması 13 yaşındayken kendisi için diktiği inci ile süslenmiş bir yaka takımıydı. Yörede yaşayan soylu bir bayan, Marquesa de Casa Torres (Belçika kralı Baudouin’in eşi kraliçe Fabiola’nın büyük büyük annesi) bu yakayı fark etmiş ve onun ilk velinimeti olarak, en güzel elbiselerinden birinini kopyasını çıkartmıştı. Böylece bayan Marquesa için giysi tasarlamaya başladı.

Balenciaga her ne kadar küçük bir balıkçı köyünde orta sınıflı bir aileye doğduysa da İspanya Kraliyet ailesiyle çok zaman geçirdi. İspanya Kraliyet ailesi San Sebastian’da yaz tatillerini geçirirken Balenciaga’nın babası Kraliyet ailesi fertlerine ata binmeyi öğretiyor, annesi de Kraliyet ailesinin giysilerinin tadilatını yapıyordu. Kraliyet ailesinin giysilerindeki kaliteyi ve zanaatkarlığın seviyesini görmemiş olsa, muhtemelen Balenciaga bu düzeyde bir modacı olamazdı.

Solda siyah yün takım, 1912. Sağda çiçekli desenli ipek gelinlik, 1933

17 yaşında Fransızca öğrenmek için sınırın öteki tarafına, Fransa’nın Biarritz şehrine gitti. 1911 yılında  San Sebastian’da Grandes Almacenes Au Louvre’de çalışmaya başladı ve iki yıl sonunda 1913’de kadın kıyafetleri bölümünün baş terzisi oldu. Kadın giysilerinin provalarında ve kişisel ihtiyaçlara göre elbiseler yaratma konularında ustalaşmıştı. Sık sık Paris’i ve önde gelen moda evlerini ziyaret etti. 1914’de Bordeaux’de arkadaşlarının sahibi olduğu ünlü bir terzi için çalışmaya başladı.

Ustalar ve müşteriler Balenciaga’nın işinde elinin ne kadar çabuk olduğunu şaşkınlıkla fark etti. Özellikle bir koleksiyon hazırlamadan önce inanılmaz sayıda giysiyi modellere giydirme gibi zor bir görevde çok hızlıydı, günde 180 giysi giydirebiliyordu. Bunun açıklaması şuydu: üç yaşından yirmili yaşlarına kadar bu işi her yönüyle öğrenmiş, muazzam doğal yeteneklerini geliştirmişti. Güçlü ve yetenekliydi, elleri çok nazikti ve her ki elini de aynı ustalıkta kullanabiliyordu. İki eliyle kesip dikebiliyordu. Tek eksiği patron çıkarma konusundaydı. Çizebiliyor ve fikirlerini kağıda geçirebiliyordu ama yorumlama ve tasarımların güzelleştirilmesi konusunda uzman sanatçılar kullanırdı.

1917-1930 San Sebastian yılları

1917 yılında C. Balenciaga markasıyla San Sebastian’da ilk işyerini açtı. Ertesi yıl San Sebastian tüccarlarından Benita ve Daniela Lizaso, Balenciaga’ya ortak olarak şirketin sermayesini artırdılar. Dükkanının bulunduğu yer o zamanlar yüksek sosyete tarafından şimdilere nazaran daha sık uğranan bir kıyıdaydı. Chanel ise 1915’ten bu yana Biarritz’de çalışıyordu. İlk büyük para kazandığı çalışma bir gelinlik oldu. 1972’de emekliye ayrılıp depresyona girdiğinde Cadiz düşesi için yaptığı son çalışmada bir gelinlik olacaktı. Çok geçmeden saraydan talepler gelmeye başlamıştı. Sarayın 1931’de yürürlükten kaldırılmasından önceki son dönemde Balenciaga, Kraliçe Victoria Eugenie ve Ana Kraliçe Maria Cristina için çalışmıştı.


1924 yılında ortaklarından ayrılıp Cristóbal Balenciaga adıyla kendi modaevini kurdu. Kraliçe María Cristina ve Infanta Isabel Alfonsa müşterisi oldu; Kraliyet ailesinin diğer kadınları ve onların yakınlarıda onları izledi. 1927’de San Sebastian’da geleneksel moda tasarımı için annesinin adına ithafen Eisa Costura modaevini kurdu.

1931 – 1945 Madrid, Barcelona ve Paris’de moda evleri açıyor

İspanya’da 1931’de II.Cumhuriyetin ilanıyla Balenciaga’nın önde gelen müşterileri ülkeyi terk ederek sürgüne gittiler. Haute Couture de dramatik bir gerileme oldu. Balenciaga geleceğini yeniden düşünmek zorunda kaldı. Kararı, işini büyüterek devam etmek oldu. 


San Sebastian’dan sonra ikinci dükkanını 1932’de Madrid’de, üçüncüsünü ise 1935’de Barcelona’da açtı. Dükkanlarının üçüne de annesinin adını vermişti: Eisa. İspanya’daki işinde ona kız kardeşi, erkek kardeşi ve diğer akrabaları yardımcı oluyordu ve kurulduğu ilk günden beri tam bir aile firmasıydı. Fakat oldukça büyük çaplı bir firmaydı: Yalnızca Madrid’deki modaevinde 250 kişi, Barcelona’dakinde ise 100 kişi çalışıyordu. Bu üç modaevinde kendi yarattığı elbiseleri satıyor ama sık sık gittiği Paris’te Worth, Molyneux, Cherait, Paquin ve Lanvin’den seçtiği elbiseleri de İspanya’ya ithal ediyordu. En sevilen tasarımcı olan Madamme Vionnet ona ilham kaynağı olmuştu. 

George V caddesi 10 numara, Paris

1936 yılında İspanya’da iç savaş patladığında, İspanya’daki modaevlerini kapatıp kendisi de 1937 yılında evini Paris’te V.George caddesi, 10 numara, üçüncü kata taşıdı. Artık Paris’te yaşayacaktı. 1939 yılında İspanya’daki iç savaş sona erdiğinde, İspanya’daki moda evlerini yeniden açtı; artık Faşist General Franco’nun karısını giydiriyordu. O yıldan itibaren merkez üssü Paris olmuştu ama mali desteğini İspanya’dan alıyordu. Anlaşılan Fransa’dan elde ettiği kar asla İspanya’dan elde ettiği kadar olmuyordu.

Balenciaga ilk koleksiyonunu 1937 Ağustos’unda sunmuş ve elbise başına 3,500 frank almış, bir ayda 193,200 frank kazanmıştı. Bu iyi bir başlangıçtı. İkinci koleksiyonunu 1938’in Ocak ayında yapmış, Windsor Düşeşini müşterisi yapmayı garantilemişti. Üçüncüsünü sunduğu 1938 Ağustos’unda ise Saks Fifth Avenue’den büyük miktarda sipariş almıştı. Artık piyasaya girmişti ve 1969’da emekli olana kadar Balenciaga’nın modaevi Paris’teki en büyük modaevlerinden biri olmuş, bu alandaki uzmanlar onu en büyük kadın terzisi ilan etmişlerdi.


1938 yılında Kral VI.George ve Kraliçe Elizabeth, Paris’i ziyaret ettiğinde Paris’teki tüm moda endüstrisinin sevinerek gördüğü gerçek, İngiltere’nin sevimli ama rüküş bir kraliçesi olduğu ve çıkarlarına asla bir tehdit oluşturamayacağıydı. Bu sevinçle iki prensese, yani Elizabeth ve Margaret Rose’a bir bebek koleksiyonu ve Paton, Lanvin, Paquin, Vionnet ve Worth tarafından tasarlanmış 300 parçadan oluşan bir gardrop verdiler; şapkaları Agnes, kürkleri Weil, mücevherleri Cartier tasarlamıştı. Balenciaga’nın katkıda bulunmaya çağrılması onun Paris seçkinlerinin arasında olduğu gerçeğinin altını çizmişti. Fakat Balenciaga bunu reddetti; bir reklam kampanyasının içinde yer almak istemiyordu. Bu, onun ciddiyetinin tipik bir örneğiydi.

1939 yılında tarihten derin izler taşıyan, 17 yüzyıl modasından ve II.Fransız İmparatorluğundan ilham alan ‘Infanta’ koleksiyonunu büyük beğeni topladı. 140 parçadan oluşan koleksiyon geleneksel ve tarihsel İspanyol modasından da izler taşıyordu.

Solda Rita María Fernández-Rivera y Gómez için hazırlanmış, siyah ve fildişi satenden gece elbisesi, 1939. Sağda Monterron Kontesi Rosario de Aranguren y Palacio için hazırlanmış fildişi renginde saten gelinlik 1945

Balenciaga çok geçmeden yeni bir savaşla II.Dünya Savaşı’yla yüz yüze gelecekti. 1939 yılının Eylül ayında bir süre Paris’teki modaevini kapattı. Fransa Nazilere teslim olup Paris işgal edildiğinde moda endüstrisi bir çıkmaza girmişti: Durmalı mı, devam mı etmeliydi? İşbirlikçilikle suçlanma riski mi, yoksa tüm işçileri kovmak mı? Fransa için moda endüstrisi, en hayati ihracat demekti. 1938-1939 yıllarında ihraç edilen bir modaevi elbisesi, ithal edilen on ton kömürü; bir litre parfüm ihracatı, iki ton benzin ithalatını karşılıyordu. Almanlar Fransız moda endüstrisini çekemiyorlardı. Gerek Hitler gerekse Goebbels, Nazilerin Avrupa’ya getireceği yeni düzen altında Paris’in elindeki dünya moda ve sanat merkezi rolünü Berlin’in üstleneceğine inanıyorlardı. Naziler Paris’i işgal ettiğinde, Alman ajanlar Chambre Syndicale’deki Haute Couture mağazalarını yağmalayarak, arşivlerinde buldukları herşeyi Berlin’e taşımıştı. Nazilerin planları kesim, dikim ve tasarım yapan bütün önemli isimleri zorla çalıştırıp Berlin’de modaevleri kurmaktı.



Moda endüstrisinde buna direnenler vardı. Paris Vogue’un başındaki Michel de Brunhoff, Nazi kontrolü altında çalışmaktansa modaevini kapatmıştı. Direnmeyenler de vardı. Fransa’nın Almanya’ya savaş ilan ettiği 1939 yılında Coco Chanel önce bir çok modacı gibi atölyesinin kepenklerini indirerek, tasarım yapmaya ara verdi. Bir yıllığına Paris’i terk etti. Ancak çapkın bir Nazi subayıyla ilişkiye başlayınca ülkesine dönerek, Ritz Hotel’deki odasına yeniden yerleşti. Moda efsanesine kol kanat geren isim ise Hans Gunter von Dincklage adlı bir Nazi subayıydı. Chanel, Nazilere dalkavukluk ediyor, Paris’teki Ritz’de açık açık genç Nazi aşığıyla birlikte yaşıyordu. Muazzam paralar kazanıyor, işini inanılmaz boyutlarda büyütüyordu. Müttefikler Paris’i geri kazandıklarında, o kazandığı paralarla, Nazilerle ilişkisinin sorgulanmaması için İsviçre’ye kaçmış ve 15 yılı ülkesinden ayrı geçirmişti. Ülkesindeki vatanseverlerden büyük tepkiler almasına rağmen rüşvet vererek saygınlığını zamanla geri alacak ve 1954 yılında Fransa’ya dönecekti.

Chambre Syndicale’nin başkanı Lucien Lelong ise orta bir yol izlemişti. Nazilerle müzakerelere oturmuş, Paris modasını Berlin’e transfer etme girişimlerini bertaraf etmiş, işgal altında olmayan Fransa’da iki kentli bir merkezi yönetmiş, böylece endüstrisinin %97’sini ve 112,000 işçiyi kurtarmıştı. Paris’le birlikte Lyon’u merkez olarak kullanmıştı. Bunun bedeli moda endüstrisindeki Yahudileri SS’lere teslim etmekti ve bu Yahudiler SS’ler tarafından ölüm kamplarına gönderilmişti. Bu bedelle, moda endüstrisi savaş sırasında gelişti.

Solda Francisco De Zurbaran’ın ‘Saint Francis Standing in Ecstasy’ tablosu, sağda Balenciaga tasarımı  yün şal, 1950. Şalın kıvrımları keşişin cübbesinin kıvrımlarından esinlenilmiş.

Balenciaga’da Hitler’in müttefiki Franco ile bağlantısı sayesinde iyi iş çıkarmıştı. 1940 yılının Eylül ayında yeniden açılan Balenciaga modaevi, Nazilerin çalışmasına izin verdiği altmış işletmeden biriydi. Balenciaga savaş koşullarına uygun dahiyane giysiler üretti: örneğin, kısa etekler, jarse jimnastik pantolonları, rüzgarlık ve kalın kırmızı kısa çoraplardan oluşan şık bisiklet giysileri. Kendisine ait üç İspanyol modaevinin üçü de başarılıydı, Fransa’da bulunamayan kumaş ve malzemeye Balenciaga ulaşabiliyor, Paris ticaret hacmini artırıyordu. Böylece savaş sona erdiğinde Balenciaga güçlü bir konumdaydı.

Balenciaga gece tuvaleti, 1956

O sıralarda Fransa perişan olmuştu, acımasızca parçalanmış ve yoksullaşmıştı. Andre Malraux’nun dediği gibi, elimizde kalan tek şey, ‘beynimiz ve sahip olduğumuz sanat becerileriydi’ yani aydınlar ve tasarımcılar. 29 Ekim 1945’te Jean Paul Sartre, aydınlar adına 8 Rue Jean Goujon’daki Sales de Centraux’da halka seslenerek, yeni felsefesi olan varoluşçuluğu anlatmıştı. Varoluşçuluk o anda bütün dünyada duyuldu. Bir süre içinde olsa Paris avangard aydınların merkezi oldu.

Moda endüstrisi bu saygın gelişmenin avantajından faydalanarak 10 Aralık 1946’da Theatre de la Mode’da kendi programını yaptı. Sanat alanında elinden her iş gelen ve tekstil endüstrisiyle yakından ilgili iki zeki insan, Jean Cocteau ile Christian Berard tarafından tasarlanan 237 parça gösterildi. Patou, Ricci, Desses ve Balenciaga ile birlikte Balmain gibi ihtiraslı yeni modaevlerinin de katıldığı muhteşem gösteride ‘Les Robes Blanches’ adı verilen gece elbiseleri tanıtıldı. Bu sergideki haute couture tasarımlar Avrupa ve Amerika şehirlerini gezdi ve Paris’in uluslararası bir moda merkezi olduğunu bir kez daha tüm dünyaya kabul ettirdi. 

1946-1958 Yılları Balenciaga için sıkıntılı günler başlıyor

Balenciaga’nın Paris’te bir de ortağı vardı: kadın şapka tasarımcısı Rus asıllı Fransız Vladzio d’Attainville-Gaborowski. Bir de modaevinin idari ve mali işlerinin yönetimiyle ve Balenciaga’nın cinsel ihtiyaçlarıyla ilgilenen Nicholas Biscarondo. Aralık 1948’de ortağı Vladzio 49 yaşında öldüğünde üstat o kadar üzülmüştü ki ondan sonra iş hayatına devam etmek anlamsızlaşmıştı. Ciddi ciddi emekliye ayrılmayı ve İspanya’ya dönmeyi düşünmeye başladı.

Solda Balenciaga’nun 1946 kış tasarımı bordo renkte ipek kadife bolero. Sağda fotoğraf sanatçısı William Klein’in eşi model Janine Klein, Balenciaga tarafından hazırlanmış gece kıyafetiyle, Paris’te Balenciaga’nın evinde, 1948.

Bu düşüncesi çevrede yayılmıştı. Dior, V.George Bulvarı’na giderek Balenciaga’yı ziyaret etti ve kalması için ona yalvardı: ‘Bu işte en iyi olanı yakalamamız için sizin örneklerinize ihtiyacımız var.’ Dior, Balenciaga’ya gitmek yerine hemen bitişiğindeki satılacak olan ve büyüyeceği kesin görünen Mainbocher’nin eski işyerini satın almasını önerdi. Balenciaga etkilenmişti, Dior’un dediğini yaptı. Vladzio’nun ölümünden sonra Balenciaga genellikle yalnızdı.


 Cristobal Balenciaga 1947’de ilk parfümü Le Dix yarattı. 1947’den beri kadınları korseli giysilerden kurtarmış, önü ve arkası bol giysiler tasarlamaya başlamıştı.1951 yılında tasarımlarında bu kez ön tarafı daraltıp arka tarafı bol tutarak  bir kontrast yarattı.


1951’de dar belli, geniş yakalı, açık boyunlu ve geniş omuzlu tasarımlarıyla Balenciaga devrimini gerçekleştirdi. 1955’de Cristobal iki parçalı tunik giysiler tasarladı ve yeni parfümü Quadrille’i tanıttı. 1957 yılında tunik giysilerin yerini 1947’deki Barrel Line’ın bir farklı evrimi olan bol giysiler aldı.

Balenciaga tasarımlarının, özellikle Dior olmak üzere diğer tasarımcılar tarafından kopyalanmasından çok rahatsız olduğu için, 1957 yılında koleksiyonunu gösteri gününe kadar basından saklaması büyük sansasyon yarattı. Bundan sonra da Balenciaga basından hep uzak durdu.

Balenciaga en iyi günlerini 1960’lardaki kültür devriminden önce 1950’li yıllarda yaşadı. Elbise yapma işini rahiplik gibi bir meslek, bir kendini adama işi olarak görüyordu. Tanrı’nın güzel yarattığı kadın bedenini, güzel giydirerek ona hizmet ettiğini düşünüyordu. İşine adeta kutsalmışcasına saygıyla yaklaşıyordu. Mağazaları da bu mesleki tonu hissettiriyordu. O günlerde haute couture mağazalarında çeşit çeşit atmosfer vardı.

Balenciaga 1950 tasarımları

Paris’te modaevi işleten İngiliz modacı Edward Molyneux kendi mağazasına aristokratik bir Londra evinin havasını vermeye çalışmıştı. Kapıyı çaldığınızda sizi bir İngiliz uşak karşılayıp, içeri alıyordu. Dior’un mağazaları ise çok şaşaalıydı ve vızır vızır işliyordu; davetlere düşkün bir ev sahibesinin balo günleri gibi sürekli gelip gidenlerle doluydu. Dior’un kendisi ise çok cana yakın ve dost canlısıydı; güzel biçilmiş İngiliz Saville Row marka takımının üzerine geçirdiği beyaz önlükle ortalıkta dolaşıp dururdu. Onu görmeye bayılan kadın işçiler ‘Bonjour, patron’ diye neşeyle şakırlardı.
Balenciaga 1950 yılında

Oysa Balenciaga modaevi bir kilise, hatta bir manastır gibiydi. Marie-Louise Bosquet bir keresinde, ‘Oraya girmek, aristokrasiden rahibeliğe geçenlerin kaldığı bir manastıra girmek gibiydi’ demişti. Çalışanlardan Courrege, ‘gerek mimari, gerekse ruhani açıdan manastırvari’ diyerek tarif etmişti moda evinin atmosferini. Emanuel Ungaro ise şunu hatırlıyordu: ‘Kimse konuşmazdı’. Mutlaka birşey söylemek gerekiyorsa sesiniz iyice kısıp fısıldamak zorundaydınız. Çok yoğun bir güvenlik vardı. Bırakın etrafta gezinmeyi, bir odadan diğerine geçmek bile zordu, her kapıda ürkütücü görünümlü bir kadın muhafız vardı. Modaevinin mavi giysili bir kapıcısı vardı ama asıl kapı görevlisi Vera adındaki bir ejderhaydı. İspanya’da çok görülen, sessizlik yemini etmiş rahibelerin toplandığı bir manastıra benzese de burası kadınlar için kurulan bir yerdi ama manken ya da terzi olmayan bütün kadınlar ejderha gibiydi. Madame Renee ejderhanın başıydı ve yalnızca randevulu müşterileri kabul ediyordu. Hep şöyle derdi: Meraklı kadınlar burada hoş karşılanmaz’. Bir başka deyişle randevusuz gelenler hoş karşılanmıyordu.
Film sanatçısı Greta Garbo

Vera ve Renee’yi geçebilen tek meraklı bayan Greta Garbo idi. Garbo’yu dikkate alınmayan bir Hollywood MGM stüdyolarının moda tasarımcısı Adrian giydiriyordu. Ancak Balenciaga modaevinin sıkıcı bir izlenim de bırakmaması gerekiyordu. Onun için Paris’teki en iyi vitrin dekorasyonu, Janine Janet tarafından burada yapılmıştı. Gerçi tek boynuzlu atları, yarı insan yarı keçi canlıların (faun) huş ağacı heykellerinin ve benzeri parçaların kadın modasıyla pek ilgisi yoktu. İçerisi İspanyol tarzı karo taşlar, oryantal halılar, kakmalı perdeler, demir takımlar ve çoğunlukla kırmızı, odalarda kahverengi, siyah ve beyaz renklerde Cordoba derisiyle döşenmişti. Asansör de deri döşenmişti. 

Balenciaga tasarımı gece elbisesi, 1950. Nakışlı beyaz saten elbise üzerine sarılmış bronz renkte tafta kuşak.

Balenciaga sınırlı sayıda da olsa atkı, eldiven ve çorap da satardı ama yalnızca iki çeşit çok pahalı parfüm satışa çıkarmıştı: Le Dix, La Fuite des Heures. Bu tür şeyleri anlamsız ve işiyle ilgisiz buluyor gibiydi ama oldukça karlı oldukları için istemeden de olsa üretimlerine izin veriyordu. Hiçbir zaman popüler olmaya çalışmadı. Emekli olmaya karar verdiğinde, bir kez görüştüğü London Times dışında, gazetecilerle hiç röportaj yapmadı. İnsanlar arasına hiç karışmadı. Ama siyah pantolon ve kazak giydiğini ve üzerinde cetveller ve gönyeler yardımıyla dikiş diktiği, kumaş kestiği, kenarları eğri, ilginç bir masa kullandığını biliyoruz. Atölyesindeki bütün odalar çok sıkı korunuyordu. Özellikle kendi odası yüksek kademedeki personel dışında hiç kimsenin giremediği bir yerdi. Bir aralar Balenciaga diye birinin aslında yaşamadığını, bunun yalnızca bir takma isim olduğuna inanılmıştı.


Balenciaga’nın böylesine uzak duruşu bir tavır değil, sanatına adanmışlığıyla ilgili bir şeydi. Paris’teyken kendisini çılgınca işine vermişti. Her koleksiyonda 200-250 tasarım vardı ve güvendiği yardımcı sayısı çok az olduğu için çoğu işi kendisi yapıyordu. Papa XII.Pius (papalık yılları 1939-1958) zamanındaki eski moda bir kardinal tarzı vardı onda. Bazen sinirlenirdi ama kızgınlığını ayak hareketleriyle belli eder, asla herhangi bir şiddet belirtisi göstermezdi. Sesini asla yükseltmezdi. Zaten sessizlik onun kuralıydı. Modacı Emanuel Ungaro şöyle demiştir: ‘Onda soylu kanı vardı’. Tasarımlar hoşuna gittiği ve elbiseler yapıldığı zaman, her giysi için dört prova yapardı. Mankenleri kullandığı provalardan biri kumaşlar, diğer üçü ise biçim için yapılırdı. Yalnızca bir gün içinde 180 giysinin provasını yapabiliyordu. Bunu yapabilmesini yoğun bir şekilde işine odaklanmasına ve çok az konuşulduğu için Balenciaga’nın her hareketinin anlamını bilen ekibine borçluydu. Kadınlardan hiç hoşlanmadığı söylenirdi ama erkeklerden daha çok hoşlandığını gösteren bir işaret de yoktu. Kadınları yarış atlarına benzetirdi: ‘Yalnızca safkanları giydirmeliyiz’ derdi. Salvador Dali’nin bir cümlesini tekrarlardı: ‘Hakiki manada seçkin bir kadın genelde huysuz olur’.

Solda Balenciaga tasarımı gece kıyafeti, 1958. Sağda model Sophie Malgat, Balenciaga tasarımı siyah kadife ve tafta  gece kıyafeti ile, 1950.

Eski dünya daha Balenciaga’nın zamanında bile sahneden silinmeye başlamıştı. Son ölümcül darbeyi vuran ise Dior’un 1957’deki ölümüydü. Dior zengin sofralara bayılan bir adamdı; aşırı kilolarına karşı sürekli bir savaş vermişti, ama yenik düştü. Sonunda kalbi buna yetmedi. Cenazesi moda dünyası için tarihi bir topluluğa sahne oldu: Saygıda kusur eden tek kişi, İsviçre’deki sürgününden dönüp, dört yıl önce arsızca yeni bir mağaza açan  Coco Chanel’di. Cenazeye katılan grupların en önünde, diz çöküp dua eden iki çarpıcı isim de geçmekte olan bir devri simgeliyordu: Jean Cocteau ve Windsor düşeşi.

Solda Sevilla’dan boğa güreşi fotoğrafı. Sağda Balenciaga tasarımı döpiyes 1960. Siyah ipek tulum ve pembe ipek boleronun renkleri ve süslemeleri boğa güreşinden ilham alınmış.

Dior’un ölümünden sonra Balenciaga daha da yalnız bir insan olup, öne çıkacağına iyice kendi içine kapandı. Zengindi; Paris’te, Orleans yakınlarında La Reynerie’de, Barcelona’da ve kendi Bask toprakları olan Iguelda’da evleri, apartman daireleri vardı. Iguelda’daki evi onun doğduğu yere en çok yaklaşabildiği yerdeydi. Hizmetçileri için güzel elbise tasarımları hazırladı, bazılarını da kendi dikti. Evinin en önemli eşyası, ürkütücü bir gerçekçiliğe sahip, devasa ölçülerdeki Çarmıhta İsa’nın hemen altında, annesinin eski Singer dikiş makinesinin üstüne yerleştirdiği, antika duvar masasıydı. Marceau caddesindeki dairesinde gönülsüzce topladığı koleksiyonlar görülebilirdi: bronz yaldızlı İspanyol anahtarları, fildişi kupalar ve toplar. Saten kumaş kaplı 18. yüzyıldan kalma iskemleleri üstadın kendisi kopkoyu bir yeşile boyamıştı.


1958 yılında Fransız Hükümeti Balenciaga’yı moda dünyasına katkılarından dolayı Chevalier de la Légion d'honneur ünvanıyla onurlandırdı. Uluslararası basın, aldığı ödülü ‘the Master’ ve ‘King of Haute Couture’ olarak alkışladı.

1959-1968 Yaşlılık yılları


1959 yılı yukarıdaki resimde görüldüğü gibi kısa ceketler ve yüksek belli giysiler yılıydı.  Balenciaga 1960’da Belçika Kraliçesi Fabiola için gelinlik tasarladı. Sadece Kraliyet aileleri değil diğer meşhur bayanlarda Balenciaga’dan giyiniyordu.


ABD Başkanı John F.Kennedy’nin eşi Jackie’de Balenciaga modaevinden pahalı giysiler alıyordu. Ama Başkan, Amerika toplumunda doğabilecek tepkiler nedeniyle yüksek meblağlı faturaları babasına ödetiyordu.


Solda Alman Birliğini sağlayan Prusya Devlet Başkanı Otto von Bismarck’ın torunu ile evli Amerikan moda ikonu Mona Bismarck için Balenciaga tarafından tasarlanmış ipek saten döpiyes, 1959. Sağda Balenciaga tasarımı elbise ve ceket, 1940’lar.

1963’de bir dizi şık ve zarif günlük giysiler tasarladı ve aynı zamanda bir süpriz yaparak Mancini tarafından tasarlanmış ilk haute couture çizme serisini tanıttı. 1967 yılında Balenciaga daha rafine, soyut ve sade formlara yöneldi. Tanıttığı koleksiyonu moda eleştirmenleri ve alıcılar tarafından olağanüstü işçilik ve orijinallik nedeniyle çoşkuyla karşılandı.

Solda Francisco De Goya’nın ‘Cardinal Luis Maria De Borbon Y Vallabriga’ tablosu, sağda Balenciaga tasarımı kızıl Osmanlı ipeği manto 1954. Mantonun üst kısmının, Kardinalin kıyafetinin üst parçasından ilham alınılarak tasarlandığı görülüyor

Balenciaga kızıl Osmanlı ipeği manto, Life magazine, Eylül 1954.

1965 yılında Balenciaga yetmiş yaşındaydı ve korkunç tavır ve tuhaf zevklerin kendisini gösterdiği 1960’lı yılları giderek daha da sevimsiz buluyordu. 1950’lerde dünyanın en büyük elbise tasarımcısı olarak kabul ediliyordu. Ama o moda işinde çalışıyordu, kendisi moda olmuştu ve er ya da geç kendi kahramanlarını bir müze parçasına dönüştürmek de moda işinin doğasında vardı. 1960’lı yıllarda sürekli eleştiriliyordu. Tasarladığı elbiselerin kadınları ezecek kadar fazla geldiği ve kadını cüceleştirdiği söyleniyordu. Gençlere göre biri değildi. Hazır giyim ticaretine girmeyi reddetmiş, ‘Ben yeteneğime fahişelik yaptırmam’ demişti. Mini eteklerden nefret etmişti. ‘Gençlerin ulvi nitelikteki elbise tasarımlarına ve bunların dayandığı el işine, hünere zamanları olmadığı’ yorumunu yapmıştı.

Balenciaga tasarımı ile Monaco Prensesi Grace Kelly eşi Monaco Prensiyle birlikte, Paris 1959

Balenciaga, Yves Saint Laurent gibi, Dior’un yerini alan ve modaya uyan tasarımcıları küçümser ama onlar hakkında hiç yorum yapmazdı. 1966 yılında, popüler beğeninin tersine giderek, elbise boylarını uzattı ama New York’lu büyük alıcılar onun mallarını almadılar. 1967 yılında modaya teslim olmuş görünerek, kısa tütü etek (balerin etekleri) ve pantolon takımları yaptı ve çok iyi sattı. 


Fakat 1968 yılında yine uzlaşmaz kimliğine bürünmüştü. Önce Air France hosteslerinin giysilerini tasarladı ardından ilkbaharda son koleksiyonunu sergiledi ama hiçbir şey satamadı. Bireysel müşterileri her zaman çok sayıdaydı ama Balenciaga’nın düş kırıklığı ve melankolisi giderek artıyordu. Paris 1968 öğrenci olayları, ona göre medeniyete bir saldırı ve vahşet gösterisiydi. Balenciaga bir süre daha elbise tasarlamaya devam etti. 

Balenciaga’nun flamenko dansından ilham alınmış gece elbisesi, 1951. Sağda Balenciaga tasarımı elbise. Karanfil İspanya’nın milli çiçeğidir ve boğa güreçilerinin ayaklarına atılır.

Önemli olan nokta, 1960’lı yılların sonunda kendi tarzının tersine, kendi deyişiyle kumaş yönünün tersine giderek yaptığı elbiseler, bugün de en çok beğeni toplayan, koleksiyonlara konan ve kopyası çıkartılan elbiseler olmasıdır. Fakat bu oyunu oynamaya yüreği daha fazla dayanamadı, yeni vergi kuralları ve iş kanunları işini yapmasını giderek daha çok engelliyordu. 1969’da Fransız Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün yaptığı gibi aniden emekliliğini duyurarak Paris, Madrid, Barcelona ve San Sebastian’daki modaevlerini kapattı. Paris’ten ayrılarak İspanya’ya yurduna döndü.
10 Ocak 1971’de Coco Chanel 87 yaşındayken, 30 yıldan fazla süredir kaldığı Paris Ritz Otelinde öldü.  Cenaze merasimi Paris’te Eglise de la Madeleine kilisesinde düzenlendi. Balenciaga’da son kez bu törende toplum içerisinde gözüktü.

1972 Balenciaga’nın son yılı

1972 yılında İspanyol Diktatör Francisco Franco’nun kız torunu ve ilerinin Cadiz Düşeşi María del Carmen Martínez-Bordiu için gelinlik tasarladı.


24 Mart 1972’de, yılların yıprattığı büyük sanatçı üzgün ve yalnız olarak Alicante şehrine bağlı Javea kasabasında öldü ve doğduğu yer olan Getaria’da toprağa verildi. Öldüğünde sosyete kadınları kendilerini karanlık odalara hapsedip, modanın da artık öldüğünü söylediler. 1960’lı yılların çılgınlığı içinde, eski tarz araştırmacılar ve beyefendilerle, cinsel ahlaka dair geleneksel kurallarla, sanatsal ketumluk ve diğer pek çok şeyle birlikte o da yitip gitti.


BALENCİAGA’NIN ÜÇ İLKESİ

Kadınları mutlu etmek
Balenciaga bir kadın giysileri tasarımcısıydı. Hem de her yönüyle. Bir giysi yapımcısı olarak en temel prensibi kadınları mutlu etmekti. 65 yaşındaki bir düşeşi 40 yaşında göstermekten, milyoner bir tüccarın karısını düşeşe çevirmekten hoşlanırdı. Her şeyden önemlisi, Balenciaga’nın elbiseleri rahat giysilerdi. 

Solda Balenciaga’nın Infanta tablosundan esinlendiği gece elbisesi, 1939. Sağda Balenciaga tasarımı gece elbisesi ve etöl, 1952.

Margarita Velazquez’in Infanta tablosu, 1654

Elbiselerinin ihtişamını, karmaşıklığını ve kumaşlarının görkemini düşününce, insan buna şaşırıp kalıyor. Tasarımları kalın bellere, kısa boyunlara ve aşırı tombul kollara da uyuyor, inci gerdanlıklara ve bileziklere yer kalıyordu. Balenciaga’ya göre bir kadın giydiği elbiseyle kendini rahat hissediyorsa, özgüvenli olurdu ve kendisine güvendiğinde de güzel görünür, elbisesine bir tarz kazandırırdı. Dior gibi bazı tasarımcıların müşterilerine aşırı rahatsızlık veren giysiler giydirdiğini, müşterinin ancak akşam kıyafetini çıkardığında, rahat bir nefes aldığını söylerdi. O ise müşterilerinin giysilerinden ayrılmak istememesini arzu ederdi; elbise vücudun ayrılmaz bir parçası olmalı, ikinci bir cilt gibi hissedilmeliydi.

Dayanıklılık

İkinci ilkesi dayanıklılıktı. Dior yılda iki kez değişiklik yaparken Balenciaga, özellikle uzmanlık alanı olan gece kıyafetlerinde, temelde hep aynı kalırdı. Kadınlar, Balenciaga’nın elbiselerini bir yatırım olarak alabilirlerdi çünkü iyi bakıldığı takdirde onlarca yıl yepyeni kalırdı. Balenciaga, tıpkı İspanya’nın imparatorluk zamanında olduğu gibi, elbiselerinin sonraki nesillere miras kalmasını isterdi. Bu açıdan moda karşıtı sayılırdı. 


Solda Goya’nın ‘Mourning Portrait of the Duchess of Alba’ tablosu,1797. Sağda Balenciaga’nın esinlenerek tasarladığı giysi.

Francisco de Zurbaran ‘Santa Casilda de Burgos’ tablosu,1642. Balenciaga’nın ilham aldığı resim sanatçılarındandı.

Eski üstadlara ait elbiselerin, şapkaların, hatta takıların yüzlerce yıl sonra bile zarefetini koruyabilmesi onu çok etkilerdi; fikirleri de sürekli onlardan alırdı. Velazquez’in Avusturya Kraliçesi Marianna’dan (Louvre Müzesi) eteğin dışına kayan sıkı korse fikrini çalmıştı.

Carpio Kontesi Marquesa de la Solana, Francisco Goya, 1793

Bir başka Louvre tablosu olan Goya’nın ‘Marquesa de la Solana’ ona bir giysinin tümüne dair ilham vermişti: siyah elbise, beyaz dantel şal, içine ve üzerine kocaman pembe saten güller yerleştirilmiş koyu renk tüyler. 

Francisco de Zurbaran’ın ‘Brother Pedro Machado’ tablosu ve Balenciaga’nın esinlenerek tasarladığı ipek saten gelinlik 1968

En sevdiği kaynak ise Zurbaran’ın azizleriydi. Strasbourg’daki Santa Ursula’yı, Prado’daki Santa Casilda’yı ve ressamın zengin bir burjuva olarak boyadığı özellikle büyüleyici Santa Maria’yı kullanmıştı. Resimde Santa Maria elinde harikulade bir hasır alışveriş çantasıyla, şapkası ve elbisesini gururla taşıyordu. O çanta ve geri kalanı klasikleşmişti. 

Zurbaran'ın St. Marina tablosu ve Balenciaga'nın akşam giysisi aquamarine(mavi)  renkte yün organze, 1958

Édouard Manet, ‘Femme au Perroquet’ tablosu,1866

New York Metropolitan Müzesi’ndeki Manet’in Femme au Perroquet’sinden iki kez tam boy pembemsi saten fikrini ödünç aldı; Musee d’Orsay’daki Monet’in Les femmes au Jardin’i gibi daha kaba ressamların tablolarından da fikir almıyor değildi. Fakat asla intihal yapmıyordu; esi üstatların üsluplarını çağdaş giysilere dönüştürüyor ve kadınlar kendilerine alıntının kaynağı anlatılmadıkça fikrin nereden geldiğini genellikle anlamıyorlardı.

Balenciaga tasarımı, 1950

Yalnızca elbise almakla kalmayıp elbisenin nasıl giyileceği, sunulacağı konusunda da Balenciaga’nın sıkı tavsiyelerine harfiyen uyan en önemli müşterilerinden birine son provada , Goya’nın Narcissa Baranana’ya (Metropolitan Müzesi) tablosundaki karaktere benzediğini söylediğinde kadın şaşırmıştı. 1950’lerde müşteri listesinde Ginger Rogers, Carole Lombard, Marlene Dietrich, Ray Milland’ın eşi ve Alfred Hitchcock’un eşi gibi Hollywood isimleri, Doris Duke, Margaret Biddle, Marella Agnelli, Paul Mellon’un eşi, Barbara Hutton ve Harvey Firestone’un eşi gibi süper zenginler ve elbette Windsor düşeşi ve üst sosyetenin şahsiyetleri yer alıyordu. Fakat Balenciaga’ya göre onun yaptığı giysiler uygun bir biçimde giyildiğinde, elbiseyi taşıyanı sınıfsız, semavi bir varlığa dönüştürürdü. Onun giysileri, kadınların elbiseleriyle mistik bir ilişkiye girdiği bir süper kültürdü. Bu nedenle, diğer bazı tasarımcılar gibi müşterisinin kişiliğini baskı altına almasını istemez, kadınların bunu vurgulamalarını beklerdi. Bir kadının onun eserine ayrıca katkıda bulunmasından zevk alırdı. Pek çok açıdan katı ve yeri doldurulmayacak biri olan Balenciaga, kendine özgü yaratıcı bir alçak gönüllülüğe sahipti. Elbisesinin yalnızca giyildiği zaman canlandığına ve onu giyen kişinin bu yaratıcı eylemi tamamlayacağına inanırdı.

Solda Amerikan model ve film sanatçısı Suzy Parker siyah elbise, beyaz şapka, siyah saten eldivenlerle, sağda Sen nehri kıyısında, Balenciaga, 1953

Kumaşın önemi

Balenciaga’nın üçüncü ilkesi tasarımlarında kumaşlara verilen büyük önemdi. Tekstil ve dantel imalatçıları, nakışçılar ve tül ve boya uzmanları onu görmek için randevu kuyruğuna girerler, bütünüyle yeni ve karmaşık kumaşlar üretmek için Balenciaga ile işbirliği yaparlardı. Balenciaga boyama yapabilirdi; genelde yapardı da. Nakışçılıktaki becerisi onun bu alanın dahilerini seçebilmesini sağlıyordu. Büyük firmalarla nasıl çalışılıyorsa, Lyon veya Como’daki atölyelerle de öyle çalışılıyordu. Birinci sınıf bir kumaş üreticisi kadar kumaş işinden anlıyordu. Gustave Zumsteg 1958’de ona ipek organze (Gazar) ve 1964’te daha da işlenmiş biçimiyle ‘zagar’ı yaratmıştı. ‘Zagar’ hassas dokumanın, kalınlığın ve sertliğin mucizevi bir bileşimiydi. Artık Balenciaga yapay bir destek olmadan bu kumaştan elbiseler yaratabiliyordu. Prag’tan Lida ve Zika Ascher onun için özel malzemeler yapıyorlardı. Bunların başında büyüleyici ve kıyas kabul etmez bir ihtişama sahip bir moher ve şenil (ipekli-pamuklu tüylü kordon) vardı. Fakat Balenciaga kumaşa olan bu düşkünlüğünün tasarımın önüne geçmesine izin vermezdi. Tekstil tasarımcısı Zika Ascher ona kalın  ve süngerimsi yeni bir moher-naylon iplik karışımını gösterdiğinde Balenciaga malzemeye hayran olmuş ama şunu sormuştu: ‘Bundan düğme iliği yapılabilir mi?’. Numuneyi özel odasına götürmüş ve birkaç dakika sonra çok muntazam dikilmiş bir düğme iliğiyle geri dönmüştü. Düğme iliği dikmek, hele de böyle kontrolü zor bir malzemeyle, kadın terzilerin en zor yaptığı işlerden biridir. İliği gören Gerard Pipart, ‘Balenciaga’nın ellerinden çıkma bir düğme iliği! Bunun çerçevelenmesi gerek’ diye bağırmıştı. Üstadın yüzünde o soluk İspanyol gülümseyişi belirmişti. Elini soğutmamak için her şeyiyle kendi tasarladığı, kestiği, diktiği her koleksiyonu için küçük bir siyah elbise diker, diğerleri gibi satar ama elbiseye kendi adını vermezdi.

Solda moda dünyasının tanınmış ismi Mrs Charlton-Henry için 1962’de tasarlanmış siyah ipek ve kadife kokteyl elbisesi

Balenciaga çeşit çeşit dantel kullanırdı: Chantilly danteli, guipine, ağır şeniller ve sarışın denilen danteller. Ara sıra iplikleri at kılıyla sağlamlaştırırdı. Dünyanın en iyi nakışçıları ona çalışırdı. 1966’da, bu mesleğin piri olan Lizbeth onun için üzeri incili çiçeklerden sedef kakmalı bir bolero pantolon yapmıştı. Önemli bir giysi tasarımcısına göre, doğru giyilirse bu giysi bin yıl dayanabilirdi. Balenciaga, Judith Barbier isimli bir sanatçı keşfetmişti. Onunla birlikte pek çok iş yaptı. Bunlardan bir tanesi de beyaz kadifeden ağ örgüsüyle örülü bir pelerindi. Giysinin tamamında paraşüt ipeğinden pembe ve beyaz çiçekler kullanılmıştı.

En güzel giysilerini, aklındaki tasarımları hayata geçirmek için kullandığı tekstil yapımcıları ve Barbier gibi uzmanlarla işbirliği içine girdiğinde yaratmıştı. Neyse ki bu harikulade elbiselerin çoğu bugüne kadar korunmuş, bazıları 1985’te Lyon’da açılan bir retrospektif sergide izleyicilere açılmıştır. Bu sayede kadife ve kendinden kabartma çizgili kumaşlarla, minik değerli taşlar dikili lakeli satenlerle, Barbier çiçekleri dikilmiş organzalarla, altın işlemeli Osmanlı ipeğiyle, desenli tül üzerinde devekuşu tüyleriyle veya Elizabeth Taylor için yaptığı altın lame sari (Hindistanda kadınların tek omuzlarına attıkları kumaş parçası) ile Balenciaga’nın ne harikalar yaratığını hala görebiliyoruz. Balenciaga bu muhteşem kumaşlarla, kumaşın hem önünü hem de arkasını egemen kılabilmek için etekleri katlamak ve kolları toplamak gibi pek çok cesur tasarımları da yapmıştır.


Yarattığı eserlerin özünde, güçlü ve bir mucit gibi çalışan beyninden kağıda dökülen imgeleri hayata geçiren insan elinin emeği vardı. Firmasının arşivleri sapasağlam durmaktadır. Bu arşivde ne çok şeyin elle yapıldığı görülebilir; ünlü müşterilerin ödediği para miktarlarının kuruşu kuruşuna listesi; hepsi güzel bir mürekkepli kalemle yazılmış prova ve teslim tarihleri; mürekkep, karakalem ve boya kalemiyle çizili, her bir giysinin geçirdiği süreci gösteren sayısız kağıt parçaları; çizim şefi tarafından taslaklara iğneyle iliştirilen kumaş parçaları. Kısacası bilgisayardan, hatta daktilodan önceki bir devirde çevik, yorulmak bilmez parmakların kayıp dünyası.

Balenciaga tasarımları, 1958-1959


CHRISTIAN DIOR

Paris’te 1947 yılının Ocak ayında savaş sonrası ilk koleksiyonunun tanıtımı için, karlar altında, hummalı bir faaliyet vardı. Hiç bilinmeyen bir moda tasarımcısı kentte sansasyon yaratacaktı: Christian Dior. Dior, muazzam miktarda değerli malzeme kullanıp savaştan yeni çıkmış bir ülkenin kemer sıkma politikalarına meydan okuyarak kalçaları vurgulayan, etekleri bol, belde daralan ve gögüs kısmı dolgun elbiseler yapmıştı. Christian Dior’un kadın vücudunun doğal güzelliklerini ortaya çıkaran kıyafetler yapmasına ilham veren özelliklerden biri mimariye olan aşkıydı. Kendisi bu tarza Corolla çizgisi adını koymuş olsa da, 1930’lu yıllardan sonra ilk kez Paris’e gelen Amerikalı saygın moda yazarları bunu Yeni Görünüm(New Look) olarak adlandırıyorlardı. Her milletten zengin ve modaya düşkün hanımlar heyecanlanmış, radikal solcular bunu yöneten sınıfın yeniden gemi azıya alması olarak değerlendirip köpürmüşlerdi. Çok satan The Pursuit of Love isimli kitabın yazarı Nancy Mitford, Paris’ten ülkesine şöyle yazıyordu: ‘Yeni Görünüm’den haberiniz var mı? Kalçaları dolduruyor, belinizi sıkıyorsunuz; etekler de bileklere kadar’.


Chiristian Dior kimdir?
21 Haziran 1905’te Granville’de, Fransa’nın Atlas Okyanusu kıyılarında doğan Normandiyalı Dior, Basklı Balenciaga’dan on yaş küçüktü. Beş kardeşin ikincisiydi. Annesi Marie-Madeleine Juliette üst tabakaya özenen ve sosyeteye girmeye hevesli bir kadındı. Tombul pembe yanaklı, çenesi geride ve patlak gözlü genç Chiristian, bedensel ve toplumsal basamakları tırmanma hevesi açısından annesine çekmişti. Yine de eğilim olarak sosyetelikten ziyade şık bohemliğe yakındı.

Granville’da Dior’un doğduğu şimdi müze olan ev

Babası sıvı gübre işi yapan orta sınıftan bir iş adamıydı. Likit gübreden elde edilen kazançlar baba Dior’un hem Normandiya’da hem de Paris’te bir ev sahibi olmasını sağlamıştı. Aile 1911’de Paris’e taşındı, Granvill’daki evi de tatillerde kullanmaya başladılar. Genç Christian Dior, Paris’i tanımaya başlamıştı.

Christian Dior (solda ayakta) ailesiyle birlikte

Dior çizim yapabiliyor, oğluna hayran annesi Madeleine’nin katkısıyla güzel giyinmeye bayılıyor, kız kardeşleri için süslü elbiseler tasarlamaktan zevk alıyordu. 14 yaşındayken bir falcı hayatının başında geçim zorluğu çekeceğini fakat başarıyı kadınlarla olan ilişkisiyle yakalayacağını söylemişti. Babasının işini yapmayı kesinlikle reddetmişti. Ama babası da onun Ecole des Beaux Arts’a gidip mimarlık okumasına onay vermemişti. Aslında ilk kariyer tercihi mimarlıktı fakat  ailesi mimarlığın orta sınıftan olan ailelerinin sosyal statüsüne uygun olmadığını düşündü. O zamanlar mimarlık, müteahhitlik ile birlikte algılandığı için  zengin ailelerin mesleğiydi.   Babası 1920-1925 yılları arasında Genç Dior’u diplomasi alanında kariyer yapmaya zorladı. Dior uluslararası ilişkiler okurken bir yandan da hızla, Picasso, Poulenc, Breton, Cocteau, Derain, Radiguet, Berard, Aragom, Milhaud, Leger ve ressam Marie Laurencin gibi isimlerin yer aldığı Paris’teki seçkin sanat camiasının üyesi oluvermişti. Grup, Le Boeuf sur le Toit denilen bir gece kulübünde toplanıyordu. Dior hiçbir zaman bir diplomat olamadı ama melon şapkalarla, sıkı sarılı şemsiyelerle ve tozluklarla bir İngiliz gibi giyindi. Paris’te 1920 ve 1930’larda amatör olarak müzik ile ilgileniyor, resim yapıyor ve  duvar halısı örüyordu.

Resim Galerisi açıyor (1928- 1934)

Kadın arkadaşlarına elbiseler tasarladı, maskeli balolara katıldı. Art nouveau’yu tarihe gömüp art-deco’yu getiren 1925 Eylül’ündeki Exposition des Arts-Decoratifs açılışında ve Magic City Music Hall’deki Shrovetide (Hiristiyanlıkta büyük perhizden önce gelen iki günlük toplu günah çıkarma devresi), eşcinsel partilerinde o da vardı. 1927’de Beşinci Makinist Birliğinde askere alındı ve demiryolu inşaatlarında çalışmak zorunda kaldı. Tasarımcı Paul Poiret ile tanıştı; Poiret onu yanına almak istedi ama Dior onun yerine, babasının verdiği parayla, Galerie Jacques Bonjeau’ye ortak olarak 23 yaşında resim işine girdi. Galeri, ortağının ismini alacaktı. Dior’un ailesi kendi adını kullanmasına izin vermiyordu, zira bu bir ticaretti. Fakat Dior daha sonra aile ismini modaevinde kullanacaktı.


1928-1929 yılları, çağdaş resimlerin iyi satıldığı yıllardı. Dior bir resim simsarı olarak, ‘Bebe’ Berard, Raoul Dufy, Giorgio de Chirico, Joan Miro ve Alberto Giacometri gibi arkadaşlarının çalışmalarını da alıp satıyordu. Sonra sıkıntılı dönem başladı. 1930 yılında önce abisi Raymond tımarhaneye kapatıldı ve arkasından öldü, bir süre sonra da çok sevdiği annesini kaybetti. Dior bu yıllarla ilgili sonraları asla tam olarak atlatamadım demişti. Kötülükler ardı ardına geliyordu. 1931 yılında Büyük Bunalım döneminde babası iflas etti. İyice sıkılan Dior, kaçışı Sovyetler Birliğine bir araştırma için giden mimarlar grubuna katılmakta buldu. 1932’de Paris’e döndüğünde ortağı olduğu resim galerisinin iflas ettiğini gördü. Bu olaydan sonra Dior finansal konularda kimseye güvenmemem gerektiğini öğrendim diyordu. Dior, 1930’lu yılların Fransızlarına göre 1.80 boyuyla uzun ve zayıftı. Parlak, ütülü elbiseler ve saçaklı tozluklar giyerdi Bir süre yüksek sosyeteden arkadaşlarıyla avarelik yaptı. Ciddi şekilde hastalanınca arkadaşlarının yardımıyla İbiza adasında iyileşinceye kadar bir yıl geçirdi. Paris’e 1934 yılında döndüğünde ailesinin finansal durumunun kötülüğü karşısında şoke oldu ve ailesinin hayatın daha ucuz olduğu Güney Fransa’ya taşınmasını sağladı.

Çizdiği tasarımlarını satmaya başlıyor (1935-1937)

Bu mali felaket olmasaydı Dior muhtemelen bütün hayatını orta dereceli bir resim simsarı olarak geçirecek ve bugün kimsenin hatırlamadığı bir kişi olarak kalacaktı. Tek kuruşu kalmamıştı, çalışıp para kazanması gerekiyordu. İlk destek cömert arkadaşlarından geldi.  Moda tasarımcısı Jean Ozenne, Dior’u çizdiği moda tasarımlarını satmaya cesaretlendirdi.  Böylece Dior 30 yaşında moda dünyasına girdi ve kendi yaratıcı esinlenmelerinden para kazanmaya başladı. 

1935’de bağımsız bir moda tasarımcısı olarak Nina Ricci, Schiaparelli, Molyneus ve Patou gibi büyük modaevlerine, şapka tasarımlarını satmaya çalıştı. Giysilerde çiziyordu ama şapkaları daha fazla talep görüyordu.

Tasarımcı olarak çalışmaya başlıyor (1938-1946)

Üç yıllık yoğun çalışmanın ardından Cafe Anglais denilen jüpon dikişli kırık ekose elbise tasarımıyla başarıya ulaştı ve 1938 yılında Robert Pignet’in yanında mütevazi bir tam zamanlı iş buldu. Fakat 1939 yılında The School for Scandal’ın yapımında kostüm tasarımcısı olarak çalışmayı tercih etti. Marie-Louise Bousquet ve Carmel Snow gibi Amerikan moda ticaretinin Paris yakasındaki önemli isimlerine yaklaşmayı başardı.

1939 yılının Dünya savaşı sırasında Güney Fransa’da askere gitti. Askerlik sonrası, bir süre Fransa’nın işgal edilmeyen bölgesinde, Cannes’da çalışarak, tasarımlarını sattı. Cannes’da o sıralarda giysi ticareti pek gelişmemişti. Yine de huzuru 1941 yılında Paris’te, moda endüstrisinin kıyılarında Lucien Lelong’un  modaevinde baş tasarımcı olarak çalışmaya başlayarak bulacaktı. Dior II.Dünya savaşı sırasında, Fransız meslekdaşlarının şaşkın bakışları arasında,  Nazi yetkililerin eşlerini giydirirken, kız kardeşi Catherine Fransız Direniş Örgütünün üyesi olarak Alman Gestapo tarafından yakalandı ve Ravensbrück konsantrasyon kampına gönderildi. Catherine Mayıs 1945’de savaş bitip de özgürlüğüne kavuşuncaya kadar Nazi kampında esirdi.

Paris’te Modaevini açıyor (1946)

Dior, diğer Parisliler gibi geçim sıkıntısı çekiyor ve yiyecek karnelerinin sona ereceği günleri özlüyordu. Tam o sırada şans kapıyı vuracak ve Dior’un bütün hayatı değişecekti. Dior şansa kesinlikle inanıyordu. Ceplerinde uğur getirdiğine inandığı şeyler taşırdı ve sürekli onlara dokunurdu. Sık sık falcılara uğrardı. Hayatının sonuna dek düzenli olarak gittiği astrolog Madame Delahaye ona burç haritaları çıkartırdı. Dior, savaş sırasında bilge bir kadının kendisine ‘Kadınlar sana büyük şans getirecek. Onlar sayesinde çok para kazanacaksın ve çok seyahat edeceksin’ dediğini anlatıyordu. 


1946 yılının Temmuz ayı itibarıyle, Dior kırk yaşlarında ve tasarım kariyerinde bir deha belirtisi göstermeyen bir hiçti. Sonra, aynı yıl içinde, Pamuk kralı diye anılan ve tekstil alanında bir mıknatıs olan Marcel Boussac ile tanıştı. Boussac’ın Philippe et Gaston adında döküntü bir modaevi vardı ve durağan işletmesine prestij kazandırmak için Paris’te büyük bir modaevi olsun istiyordu.  Birisi ona Dior’un fikir verebileceğini söylediği için Dior’la buluşmuştu. Dior ona şöyle dedi: ‘Elbise fabrikası yönetme işiyle ilgilenmiyorum. Size gereken ve benim de işletmek isteyebileceğim şey, bu işteki en iyi adamları işe alıp çalıştırabileceğimiz ve Paris’teki en lüks ve en yüksek standartlara sahip bir modaevi kurmak. Bu çok pahalıya mal olacak ve riskli de’. Şimdi geriye dönüp baktığımızda, yüzüne bebek gibi bir ifade veren tombul yanaklarıyla ve kepçe kulaklarıyla insanların savsakladığı biri olan Dior gibi olağanüstü utangaç birinin bunları, Boussac gibi kılı kırk yaran sert bir işadamın söyleyebilmesinin ne kadar şaşırtıcı olduğunu anlayabiliriz. Ama Boussac bu fikri beğenmişti ve 10 milyon frank yatırımla Dior’a derhal işi kurmasını teklif etti. Daha sonra bu rakam 100 milyona çıkacaktı. Dior son anda vazgeçmek istedi ama falcısı, onu bu teklifi kabul etmeye ikna etti.

 Dior’un Paris’teki modaevi

İlk Koleksiyonu Yeni Görünüm (New Look) (1947)

12 Şubat 1947’de Dior 42 yaşındayken, modaevinin açılışında, devrim niteliğindeki Yeni Görünüm(new look) koleksiyonunu tanıtarak, yeni bir modaevi açma riskini ikiye katladı. Bu, I.Dünya Savaşı’ndan önce Worth’ün şaşaalı günlerinden bu yana görülen en abartılı kumaş kullanımına maksatlı veya meydan okuyan bir dönüş anlamına geliyordu. Savaş sonrası eşitlikçi demokrasi yandaşlarının yüzüne zenginlerin tekrar kendilerini zengin gibi hissetmesini istiyorum’ demişti. İhtişam ve ayrıcalığın kaybolduğu döneme meydan okuyan ilk koleksiyonu, sermayeder Boussac’ı pek de keyiflendiren bir şekilde, moda tarihinin en başarılı koleksiyonu olmuştu. 

Christian Dior Yeni Görünüm, 1947

Zayıf omuzlar, sıkı bel ve uzun eteklerlerden oluşan kadınsı şıklığı Parisli kadınların ruhlarından esinlenerek yaratmıştı. Tasarımlarının zenginliği  Avrupa’nın savaş sonrasının acımasız gerçekciliği ile tezat oluşturuyordu.   Ama bu çabası Paris’in bir zamanlar olduğu gibi yeniden eski eğlenceli moda başkenti olmasını sağladı. Dior modaevinde, Pierre Cardin baş terzi olarak çalışıyordu ve bu görevi 1950 yılında kendi modaevini açana kadar sürdürdü.

Marlene Dietrich, Dior tasarımlarıyla

Modayı domine ettiği yıllar (1948-1957)

Amerika’daki ilk mağazasını New York’ta 1948’de, Londra mağazasını 1954 yılında açtı. Aynı yıl  Ligne H koleksiyonunu tanıttı ve Prenses Margaret’e Blenheim Sarayında özel defile düzenledi. Dior modaevinin açtığından ölümüne kadar olan 11 yılda Avrupa modasına damgasını vurdu. Her bir koleksiyonunun bir teması vardı: Klasik suit, Ballerina skirt,  ve H, A, Y çizgileri (lines). Dior öncelikle tasarımlarının lisans sorununu çözdü. Kürkleri, çorapları, kravatları ve parfümleri dünyanın çeşitli bölgelerinde üretiyordu. Bu üretim tarzı markasının evrene hızla yayılıp globalleşmesini sağladı. 

Christian Dior tasarımları. Solda yün ve saten yollu Yeni Görünüm kokteyl giysisi,1954. Ortada H-line siyah yün saten akşam kostümü, 1954. Sağda A-line gri ipek yün  bahar takımı, 1955.

Dior’un giysileri çoğunlukla sadece birer couture değil, sanat parçalarıydılar. Dior ve çalışanları heykellerin ya da mimari şaheserlerin mermerleri gibi kumaşları kadın vücuduna yonttular.  Dior şöyle söylemekteydi: ‘Hep mimar olmak istedim. Bir tasarımcı olarak işimde mimarinin prensiplerini ve yasalarını  izlemeliydim. Giysinin mimarisinden bahsetmek anlamsız değildir. Bir giysi kumaşın dokusuna göre inşa edilir ve kumaşın dokusu ise couture un gizemidir.  Bu gizem de mimarinin ilk kuralı olan yer çekimi yasalarına uymaktır’

Dior 1950

Dior’un giysilerine dikkatle bakan herkes, bu kadar muhteşem işçiliğin ve şahane kumaşların hala bulunabildiğini görünce şaşırıp kalmıştı. Dior’un yeni biçimleri ve hamleleri adeta usta ellerden çıkma pasta üzeri şekerli kremanın sanata dönüşmüş haliydi. Hiçbir masraftan kaçınılmamıştı ve sonsuz bir zahmet eseriydi. Dior’un atölyesinde işe aldığı ve çalıştırmaya devam ettiği kişiler Fransa’nın en iyileriydi. Kalite anlayışı o kadar yüksekteydi ki, onunla çalışanlar, herhangi bir elbise ögesinin en üstün kalitenin azıcık daha altında çıkmasındansa ölmeyi tercih ederlerdi. Dikim kusursuzdu, kesim hatasızdı ve provalarda sonsuz bir sabır ve hassasiyet gösteriliyordu. Modaevinin başarısı hızlı ve sürekliydi, iş hacmi ise Dior’un 1957 yılındaki ölümüne dek geçen on yılda sürekli artış göstermişti. Aynı yıllarda Dior ile birlikte, o güne kadar bir modaevinin çatısı altında toplanmış en iyi 1,000 uzman çalışıyordu. Yine bu on yıl içinde Dior 1,600 km kumaş kullanarak, 16,000 tasarım çiziminden 100,000’in üzerinde elbise satmıştı. 

Hayattaki son yılında solak makasıyla Time dergisine kapak olan ilk modacı Dior 4 Mart 1957

Dior’un ani, muazzam ve süreklilik gösteren başarısı Balenciaga’yı nasıl etkilemişti? Bilemiyoruz. Dior’un gördüğü ve sıkça sözünü ettiği gibi, moda dünyasında tahminlerin ötesinde, şansın payı büyüktür. Dior, 1947 yılındaki başarısıyla kendisini olağanüstü başarılı buluyordu. Modacıların hiçbir zaman tek bir çizgi sunmadıklarının da bilinmesi gerekli. Her koleksiyonda pek çok stil ortaya çıkarırlar ve reklam amacıyla da olsa belli bir stili vurgularlar. Hepsi de bilirler ki, egemen olana karar verenler magazin yazarları, büyük alıcılar ve hepsinden de öte, bireysel müşterilerdir. İşte 1947 yılında olan da buydu.

Christian Dior kokteyl giysisi, 1950. Christian Dior tasarımı Brigitte Bardot, 1950.

Tıpkı bir yıl öncesinde, medya ve seçkin aydın gruplarının Sartre’ın o güne kadar hiç kullanmadığı ve hiç bir zaman da hoşlanmadığı varoluşçuluk sözcüğünü ona zorla sırtlandırmaları gibi, Dior’un ilk koleksiyonu olan Corolla çizgisi de modacının sunduğu diğer çizgilerden ayrı tutulmuş ve başta Harper's Bazaar moda editörü Carmel Snow olmak üzere muhabirler tarafından yeni görünüm olarak yeniden isimlendirilmişti. 

Solda Christian Dior kırmızı kokteyl elbisesi, 1951. Sağda Christian Dior, 1952

Bilindiği üzere kalça kısmı dolgulu, uzun ve bol etekler, yani yeni görünümün özü, savaştan kısa bir süre önce tasarımcı Molyneux, yine savaştan kısa bir süre sonra da Balenciaga tarafından yapılmıştı. Kendisinin de kabullendiği gibi, Dior’un modaevi yeniydi ve mali desteğini o sıralar önemli ve oldukça ürkütücü bir isim olan iş adamı Boussac’tan alıyordu. Fakat kuşkusuz Dior için söylenebilecek bir diğer unsur da, lüks yaşamdan, gösterişten ve ustaca prova edilmiş defilelerinden sınırsız bir keyif almasıydı. Utangaçlığından sıyrılabildiği zaman Dior, güzel günleri simgeleyen büyüleci bir idol olabiliyordu. Yedi yıllık savaş ve savaş sonrası bir kemer sıkma ve korku döneminin ardından bu, en başta zengin kadınlar olmak üzere, herkesin ihtiyaç duyduğu bir şeydi.

Christian Dior, 1953.

Dior, klasik bir mükemmelliyetçi, cazibeli, alçak gönüllü ve sakin bir kişilikti. Sosyal biri değildi, iyi yemeği, kumar oynamayı ve kanasta oynamayı(iskambil oyunu) sever, yalnızca yakın birkaç arkadaşının evlerine giderdi. Dior koleksiyonlarının tanıtımından önce içine kapanan, çekingenliği ve şüpheciliği artan bir kişilik sergilerdi.  Kontrollü bir gay idi. Hiç evlenmedi, anaç kadınların sosyal arkadaşlığını, kadın cinselliğine tercih ederdi. Özel hayatı hiçbir zaman, iş hayatı kadar başarılı olamadı. Genç erkeklerle olan aşk ilişkileri genellikle mutsuz ve tatsız biterdi. Milyonlarca kadının kendini güzel hissetmesini sağlayan bir tasarımcı olmasına rağmen kendini hiçbir zaman çekici hissedememiştir.

Christian Dior 1953

1950’de Dior, rakipleri Cristobal Balenciaga ve Chanel’den daha fazla giysiyi dünyaya ihraç ediyordu. Dior’un sansasyonel tasarımlarını sevinç çığlıklarıyla ve açlıkla karşılayan zengin ve ünlü müşterileri vardı: Prenses Margaret, Eva Gardner, Grace Kelly, Edith Piaf, Marlene Dietrich, Rita Hayworth, Eva Peron, Elizabeth Taylor, Nancy Mitford ve Windsor Düşeşi. Hitchcock’un filmi ‘Strange Fright’ da, Marlene Dietrich’ın tüm giysileri Dior tarafından tasarlanmıştı. Dior modadan anladığı kadar iş dünyasını da biliyordu. Daha 1950’de şirketinde lisans yönetim birimi kurmuştu.  35 yıl sonra Dior’un 200 lisansı vardı. Sadece 11 yıl içerisinde 22 koleksiyon tasarladı.

Solda Dior tasarımı, 1952. Sağda Dior tasarımı 1955

Hayattan erken ayrılışı (1957)

Dior, 23 Ekim 1957’de İtalya Montecatini’de tatildeyken 52 yaşında ansızın ölünce dört yıldır Dior’un yardımcılığını yapan Yves Saint Laurent (YSL), Dior’un baş tasarımcısı oldu. Ölümü de haute couture dünyasına girişi gibi ani olmuştu. Ölümü hakkında çeşitli spekülasyonlar vardır. Çoğu yerde boğazına takılan bir balık kılçığı sonrasında kalp krizinden öldüğü yazıldı. Time dergisindeki ölüm haberine göre kağıt oynarken kalp krizinden ölmüştü. Bazıları da seks yaparken kalp krizinden öldüğünü söylediler.

YSL 1955 yılında daha 19 yaşındayken Dior’un asistanı olmuştu. Dior kadar utangaç ve sıkılgan biri olan YSL, modaevinin canlı ve hareketli atmosferinde serpilip açıldı ve sonrasında modaevinin yaratıcı beyni oldu. Dior’un ölümüyle modaevinin artistik direktörü olduğunda 21 yaşındaydı. 1960 yılında askere çağrılıncaya kadar bu görevi sürdürdü. Görevi Marc Bohan devraldı.

Monaco Prens Rainer III, Grace Kelly Evlilik töreni 19 Nisan 1956. Grace Kelly Christian Dior gelinlikle.

1950’ler de Moda

Christian Dior'un Yeni Görünüm çizgisi ile yaptığı atağa Chanel 50’lerin ortalarında yeni Chanel takım elbisesini tasarlayarak yanıt verdi. Bu tasarım zamanla her kadında görülmeye başladı. Terziler ve her sınıfa hitap eden hazır giyim markaları bu takımın tıpatıp aynıları üretmeye başladı. Chanel'in bu ipek takımı o dönem Dior ile büyük tezatlık yaratmıştı. Dior'un rahat formlu eteklerine karşı Chanel'in dar etekleri, Dior'un beli vurgulayan ceketlerine karşı Chanel'in daha maskülen olan ceketleri.

Chanel 1950’ler

1950’lerde kadınlar önceki yıllara göre daha feminen pantolonlar giyiyordu. Yüksek belli, çift fermuarlı, bilekte biten cigarette pantolonlar bu dönem oldukça modaydı.


Elbise giyimi bu yıllarda biraz daha özen isteyen bir iş haline gelmişti. Bir gecede üç elbise değişiriliyor. Gecenin başında kokteyl elbisesi, yemekte yemek elbisesi ve gece 22’den sonra da tam anlamıyla ağırbaşlı bir elbise giyililiyordu.  Kokteyl elbiseleri için genellikle kısa elbise tercih ediliyordu. Ayrıca elbiseler genelde sırtı açık, tek omuz, straples, saten, ipek, tül ve şifon olarak yapılıyordu. 

Tasarımcıların genelde iki parça kıyafetler tasarladığı dönemde özellikle Givenchy'nin elbiseleri Audrey Hepburn tarafından ikonlaşmıştı. Audrey'nin neredeyse bütün elbiseleri favori modacısı Givenchy tarafından yapılmıştı.


Dior hakkındaki eleştiriler

Bazı moda yetkilileri Dior’un Yeni Görünüm’ü tamamen kendisinin yaratmadığını iddia ederler. Onlara göre Dior geçmişte, modanın sınıf, statü ve zerafetle ilişkilendirildiği Belle Epoque döneminde (1871-1914) yapılanları yeniden yaratmıştır. Belle Epoque dönemi Fransa ve Belçika’da iyimserliğin , barışın egemen olduğu bilimsel ve teknolojik gelişmelerin yaşandığı parlak bir dönemdi. Dior, savaş dönemlerinin karanlığında, büyüklerinden dinlediği o mutlu ve huzurlu günleri, hayal ederek büyümüştü. Öykünmesi kaçınılmazdı. Ama eleştirmenlere göre Dior’un ilk koleksiyonunun arkasındaki ana motivasyon, giyim sektörüne, özellikle de  Fransız girişimci ve Dior modaevinin sahibi Marcel Boussac’ın işine para akışı sağlamaktır. Çünkü ancak böyle bir iddia, elbiselerin abartılı uzunluklarını ve Dior’un tasarımlarında  kullanılan kumaşın fazlalığını açıklayabilir. 

Grace Kelly Dior giysi ile

Kadınsı görünümün yaygınlaşmasına olan özlem dikkate alındığında Dior’un ekonomiye girdisinin önemi kolaylıkla  hayal edilebilir. Ama bu tamamıyla negatif  şekilde görülmemelidir. Moda endüstrisi bu şekilde sınırlarını zorlamıştır. 

Christian Dior, 1950'ler tasarımları


Kadınlık mı ? Özgürlük mü? (Dior-Chanel)

Dior’un ilk koleksiyonundan ölümüne kadar olan dönem Couture’un altın çağı olarak adlandırılır. Bu dönemde Dior bayanlara kadınlıklarını verirken, Chanel özgürlük ve güç veriyordu. Bir şekilde ikisi birbirini tamamlayarak yeni kadını yarattılar: kadınsı, bağımsız ve güçlü.

1961 Oscar töreninde Liz Taylor nobel ödülü ile giysi Dior

Dior, moda tasarımına yaklaşımları nedeniyle çoğu kişiden övgüler almasına karşın kadınları modanın kurbanları yapmak ve atlar gibi koşumlandırmakla  da suçlanıyordu. Hazırladığı giysilerin çoğu, ağır ve giyilmesi rahatsızlık vericiydiler. Arzu edilen şekil ve pozisyonda durması için, sıkı korseler ve karmaşık iç giyimlerle desteklenmiş giysiler, kadınların belirli şekillerde hareket etmesini ve davranmasını gerektiriyordu.


Dolayısıyla Dior’un tarzı, II.Dünya savaşı sonrasının hızlı sosyal değişimi ile çelişiyordu. Dior, savaş sonrasının özgür, bağımsız ve kadın-erkek eşitliği ortamına karşın, kadınları mimari tasarımlarına hapsediyordu. Oysa Chanel, gelişen kadın özgürlüğüne tamamıyla farklı bir yönden yanıt verdi. Chanel’in abartılı olmayan ama şık yalın ceketleri, konforlu giysileri ve pantolonları, kadının başarısının sembolü oldu. Chanel 7 Ağustos 1956’da ‘Bizler sanatçı değil giysi üreticileriyiz. Özgün sanat şekilsiz gözüküp güzel olmak, moda ise hoş gözüküp şekilsiz olmaktır. Üstün yeteneklere değil daha fazla zanaatçılığa ve biraz zevke gereksinimiz var‘ diyordu. Diğer taraftan Dior’un zengin malzemeleri ve  süslü detay işleri onu zengin ve meşhurların tasarımcısı yaptı.

Christian Dior 1954

Balenciaga, Dior’u nasıl görüyordu

Balenciaga yeni görünüm veya Dior’un zaferi hakkında tek söz etmemişti. Genellikle diğer tasarımcılar hakkında hiç yorum yapmazdı. Dior’un ısrarla üzerinde durduğu ve kendi standartlarına da uyan yüksek işçilik standartlarını kesinlikle onaylıyordu. Balenciaga’nın görüşü haute couture’ün zaten böyle olması gerektiği yöndeydi. Bir keresinde, Dior’un bir sanatçı olarak becerisine gıpta ettiğini söylemişti. Dior’un kalemi ve fırçası şaşılacak denli hızlıydı, ‘Ben genellikle günde bir kaç yüz çizim yaparım’ diyen Dior, bu çizimlerden bazen çok çarpıcı sonuçlar alıyordu. Oysa Balenciaga, yardımcısı Farnando Martinez’in teknik ressamlığına güvenmek zorundaydı. Kaldı ki, teknik ressamlık becerisi Dior’un sahip olup Balenciaga’nın imrendiği tek beceri de değildi. Kalan her konuda Dior boy ölçüşülemez denli üstündü. Gerçi Balenciaga bazen kalite konusunda Dior’un gerçekci olmadığını, fazla ileri gittiğini düşünüyordu. Bunun tek sebebi de kendisinin kesmeyi, dikmeyi ve kendi başına elbise yapmayı becerebilmesine karşın, Dior’un üstün nitelikte dikiş dikme işine harcanan muazzam gayretin ne demek olduğunu tam anlamıyla bilmiyor olmasıydı.

Christian Dior 1955

Balenciaga, bir iki eski arkadaşıyla çıktığı zamanlar dışında asla akşam yemeklerini dışarıda yemezdi. Bir akşam Madame Hernon ve kocasının evine konuk oldu. Madame Hernon, Balenciaga’nın müşterisi, Dior’unda hamisiydi. O akşam Dior’un arkadan düğmeli bir elbisesini giymişti, daha doğrusu giymeye çalışmıştı. Hizmetçisi izinli olduğu için elbisenin düğmelerini kendisi ilikleyememiş, kocasından yardım isteyince şöyle bir red cevabı almıştı: ‘Bu saçma sapan elbiseyle uğraşamam, dostun Monsieur Cristobal gelince ona yaptırırsın’. Bunun ardından olanlar da şöyle gelişmişti. Elbisenin arkasında, her biri parlak Lyon ipeği ile kaplı en az 36 tane minik düğme vardı. Balenciaga harikulade parmaklarıyla güçlükle de olsa düğmeleri iliklemeyi başardı ve biraz sinirlenerek şöyle dedi: ‘Bu elbiseyi bedene oturtmak için 24 düğme yeter de artardı bile. Nedir böyle 36 tane birden. Bu adam çıldırmış!’ Ardından, Madame Hernon’un tahmin ettiği kadarıyla, halk ağzıyla Bask dilinde başka yorumlarda da bulunmuştu.

Balenciaga, Dior’un bu işi yeterince ciddiye almadığını düşünüyor olabilirdi. Ona göre, kumaş kesmeyi,  dikmeyi bilmediği için kendisi yalnız bir elbise yaratamayan Dior, bir elbise yapımcısı değil, desinatör ve bir tasarımcıdan ibaretti. Chanel de çok güzel diktiğini iddia ediyordu. Ama onun da gerçeklere saygısı yoktu. 

Dior 1955

Muhtemelen Balenciaga, Dior’un giysi yaratma işinin suyunu çıkardığını düşünüyordu; ona göre giysi yaratmak resim, heykel ve mimari gibi bir sanattı ve büyük bir ciddiyeti hak ediyordu. Bu öyle soytarılık yapmak, bir Picasso yapmak gibi bir şey değildi. O günlerde Picasso kendisi için sanatın soytarısıyım diyordu. Fakat Balenciaga yeni görünümün başarısına kesinlikle içerlemiş değildi. O bir iş adamıydı, hem de çok keskin görüşleri olan bir iş adamı. Dior’un yeni görünümünün Paris moda endüstrisinde harikalar yarattığını ve başta kendisi olmak üzere herkesi sürüklediğini görüyordu ve bundan kendisi de yararlanıyordu. 

Christian Dior, 1958

Balenciaga’nın Dior’u bir rakip olarak görmediği de kesindi, mükemmeli yakalama konusundaki idialarının hafife alınmayacağını da biliyordu. Dior zenginleri giydiriyordu, kendisi ise çok zenginleri. Aynı şekilde Dior’da Balenciaga’nın üstün becerilerini kıskanmazdı. Takdir eder, bu becerilere sahip olduğu için ona saygı duyardı. Balenciaga’dan hep üstat diye söz ederdi. 



20. YÜZYIL MODASINA YÖN VEREN ÜÇ TASARIMCI: BALENCIAGA, DIOR, CHANEL

Worth ile başlayan giysi sanatı Balenciaga’nın emekliye ayrılmasıyla esas itibarıyle sona erdi ve onunla birlikte uygar ve ilham dolu tasarımlar ve mümkün olan en yüksek standartlara sahip işçilik geleneği de yok oldu. Balenciaga ile çalışan birçok moda tasarımcısı zaman içerisinde ayrılarak kendi moda evlerini açtılar; Oscar de la Renta (1949), Andre Courreges (1950), Emanuel Ungaro (1958), en tanınmış ve meşhur olanı ise Hubert de Givenchy(1952). Balenciaga’nın meşhur ve tanınmış müşterileri arasında ise İspanya Kraliçesi, Belçika Kraliçesi, Windsor Düşeşi, Jackie Kennedy, Monaco Prensesi Grace Kelly vardı.
Marylin Monroe Dior giysi ile

Balenciaga’nın vefatından sonra modaevi Gucci’nin kontrolüne geçti. Moda endüstrisi çok merkezli ve çok kültürlü bir tarzda ve insanlar zenginleşip yolculuklar kolaylaştıkça devasa ölçülerde devam ediyor. Fakat Balenciaga’nın 1950’ler ve 1960’larda yarattığı türden elbiselerin bir daha yapılabilme ihtimali yok. Bu elbiseler gerçekten de kadınlara ilham veren, şanslı müşterilerinin bir hazine gibi nesiller boyu saklayıp gururla teşhir edebileceği türden müzelik parçalardır.   


Balenciaga, Dior, Chanel üçü de aynı dönemlerde belki de haute couture’ün en parlak yıllarında 20. yüzyılın ilk yarısında kadın modasına yön verdiler. Balenciaga insanlara tasarımın saygınlığını, zanaatın önemini öğretti. Dior, kadına yeniden kadınlığını hatırlatırken modanın globalleşmesi ve tekstil sektörüyle entegrasyonunu sağladı. Chanel savaş sonrası dinamiklerini modaya yansıtarak tutsak kadınları özgürleştirdi. Hepsi de modanın sevilip yaygınlaşmasına çok önemli katkıda bulundular.  





No comments:

Post a Comment