Aziz Büyük Simeon’un 421 yılında bir sütunun üzerine çıkıp oturarak başlattığı Stylitetizm hareketi onu takip eden yıllarda özellikle doğu Hiristiyanları arasında çok popüler oldu. Manastır hayatını ve çileciliği bir ileri boyuta taşıyan Stylite’lar çoğu yerde aziz mertebesine yükseltildiler.
1. MANASTIR HAYATI VE ÇİLECİLİK
1.1 Kutsallık ve Azizlik
Aziz ve azize, Hıristiyanlıkta
iyilikleriyle tanınmış kutsal kişidir. Hiristiyan toplumu için önemli işler
başarmış, üstün ahlaklı kişiler ölümünden sonra kilise tarafından aziz (saint)
ilan edilirdi. Arapça kökenli aziz sözcüğü ermiş demektir.
4-5. yüzyıl arası Doğu Roma
toplumunda kutsal erkek ve kutsal kadın figürlerinin ortaya çıktığı bir
dönemdi. Kutsal insan yalnızca kutsal bir hayat süren bireyi temsil etmiyordu.
Bu Tanrı’yla doğrudan bir bağ kurma gücüne sahip ve bu sayede diğerlerinin de
kurtuluşuna yardım edecek ya da daha çok bilinen haliyle mucizeler gösteren,
özellikle de hastaları iyileştirdiğine inanılan biriydi. Hiristiyanlıkta kutsal
insan düşüncesi Hz.İsa’nın havarilerinin Yeni Ahit’te tasvir edilen
mucizelerinden ortaya çıkmıştı.
Hiristiyanlığın ilk zamanlarında azizlik konumuna genellikle şehitlik yoluyla ulaşılabilineceği düşünülmekteydi ve inanan kişi şehidin ölümünden sonra kutsal kişinin kişisel eşyaları aracılığıyla onunla iletişim kurmaya çalışırdı.
Hayatta iken kutsal olarak
nitelenen kişiler ise bir anlamda yaşayan şehitlerdi ve toplum içerisinde ölmüş
azizler gibi bir rol üstleniyorlardı.Bu nedenle kutsal insana gösterilen
bağlılık, azizlere ya da şehitlere gösterilene çok benziyordu. Ortaçağda feodalitenin
gelişimiyle birlikte şehir aristokrasisi çökünce, boşluğu doldurmak kutsal
kişilere kalmıştı. Onlar da yerel liderlik, halkı imparatorluk temsilcilerine
ve hatta Tanrıya ulaştırabilen bir aracılık yapıyorlardı.
1.2 Çilecilik ve keşişlerin babası Mısırlı Aziz Antonius
Üçüncü yüzyılda Hiristiyanların
bir bölümü hayatlarından memnunken, dünyayı ruhunda kötülük besleyen bir
sığınak olarak gören, bir azınlıkta vardı. Bu kişiler zamanla dünya
nimetlerinden vazgeçmeye başladılar. Keşişlerin ve Manastırcılığın babası
olarak adlandırılan Mısırlı Aziz Antonius, MS 251 yılı civarlarında doğdu. 105
yıllık yaşamının 70 yılını, herhangi bir insani bağlantının uzağında, çölde
geçirdi. Mısır’da başlayan manastırcılık, kısa sürede Filistin, Suriye ve
Mezopotamya’ya yayıldı. 340 yılından önce Anadolu’nun kuzeyinde
kurumsallaştığını ve yaklaşık 350’ye
gelindiğinde, Batı Avrupa’da bazı keşişlerin bulunduğunu biliyoruz.
Dünyadan bu el çekme, ilk kez Mısır’da cemaatler halinde gerçekleşti. Pek çoğu köylü olan binlerce insan, günlerini dua ederek ve el emeğiyle çalışarak geçirdikleri yerleşkelerde toplandılar. Bunlar ilk manastırlardı. Çilecilik bir hiristiyan buluşu değildi. Dinsel nedenlerle evlenmeme, cinsel ilişkide bulunmama, Qumran (İsrail’de antik şehir) gibi bazı Yahudi topluluklarında daha önceleri uygulanmıştı. Dördüncü yüzyıla gelindiğinde bu ilgi, fiziksel zevklerin reddi anlamında, ilk münzeviler ve keşişler tarafından izlenecek daha yaygın bir hareketin parçası olarak saplantıya dönüştü. Bu durum kadınları daha belirsiz bir durumda bıraktı. Bir taraftan Havva geleneğinde, sakınılmaları gereken, baştan çıkaran kadın olarak görüldüler. Kilise papazlarının vaizleri, kadın tenine bir anlık bakışla uğranacak tehlikelerin korkunç uyarılarıyla doldu. Öte yandan kendini bakireliğe adayanlar, daha belirli bir konum elde ettiler (Bakire Meryem kültü aynı yıllarda ortaya çıktı).
Manastır, belli bir tarikata
mensup fertlerin çalışma, eğitim ve ibadetlerini tamamen Tanrıya adamak üzere,
toplumdan ayrı bir şekilde, cemaat halinde yaşayabilmelerini temin maksadıyla
düzenlenmiş olan yapı, ya da yapılar topluluğudur. Manastırlar kadın ve erkek
manastırları olarak ayrı yapılmıştır. İçlerinde yaşıyanlara da keşiş denmiştir.
Manastır yaşantısı, III.yüzyılın sonlarında insanların, yalnızlık içinde oruç
tutmak ve derin düşünceye dalmak maksadıyla çöllere ve dağlara çekilmeleri
şeklinde başlamıştır. Çok geçmeden bu münzeviler küçük ibadet mekanlarına ya da
kiliselere bitişik ya da onlara çok yakın hücreler inşa etmişlerdi. Süryanice
konuşulan eyaletlerde bunlara ‘Ahdin oğulları’ adı veriliyordu.
1.3 Manastır yaşantısını başlatan kişi Aziz Pachomius
Mısır’lı Aziz Pachomius
(292-346), keşişlerin birlikte aynı tapınakta yaşama fikrine öncülük eden ilk
kişidir. Pagan bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Roma ordusunda askerlik
yaparken Hiristiyanlığı seçti. Ordudan ayrılıp 317 yılında çilekeş oldu. İlk
manastırını 323’de Mısır Tabennisi’de açtı.
Bu döneme kadar Mısır çölleri
özellikle Nitria bölgesi kısa sürede manastırlar ile doldu. Bu dönemde bölgede
50,000’den fazla keşiş yaşıyordu. Burada her keşiş, bir hücrede yalnız başına
yaşamakta ancak yemek ve cemaatle yapılan ibadetlerde diğerleriyle bir araya
gelmekteydi. Binalar belirli bir plana göre yapılmamıştı, çevreleri de henüz
duvarla örülmemişti. Keşişlerin beceri ve ustalıklarına göre farklı gruplara
ayrılmaları dışında, bu manastırların fiziki görünümleriyle ilgili olarak
herhangi bir şey bilinmemektedir. Yine bazı manastırlar, gezgin ve hacılar için
ayrı yapılar içermektedir. Bütün bunları belirli bir düzene, Roma ordusundan
esinlenerek, Aziz Pachomius sokacaktı.
Aziz Pochomius
Beşinci yüzyıla kadar manastır
türü yapılar bütün Akdeniz’e ve Avrupa yoluyla kuzeye doğru yayılmıştı.
Binaların organizasyonu, buralarda gerçekleştirilen faaliyetlerin niteliğine
göre değişiklik arz etmekteydi.
1.4 Manastır tipleri
- Tek Başına Manastır Hayatı. Manastır hareketi Doğu Roma döneminde klasik hale gelecek ve yalnız ve topluluksal olmak üzere iki biçim alacaktır. Aziz Antonius tek başına gerçekleştirilen birinci tipin rol modeliydi. Antonius’un, temelde soyutlama, dua ve oruçtan oluşan bir yaşam tarzı vardı. Uykusuz kalması, asla bedenini suyla yıkamaması ya da yağlamamasına karşın daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan vücudu cezalandırma yöntemlerini uygulamıyordu. MS 306’da 55 yaşındayken inziva sürecine son verdiğinde sanki yücelmiş gibi görünüyordu. Fiziksel olarak yaşlanmamış, ruhani bir metanet, eğitim ve hastalara şifa verme gücü kazanmıştı. Ardından birçok kişiyi münzevi bir yaşamı benimsemeye ikna etti ve böylece dağlarda ve çölde kurulan manastırlara keşişler yerleşti. Yaşamının bundan sonraki 25 yılını halkın arasında geçirdi. Şifacı gücünden yararlanmak için seçkin kişiler, tartışmak için putperest filozoflar ziyaretine geliyordu. Hasta Roma İmparatoru Büyük Constantinus bile şifa bulmak için ziyaretine gelmişti.
- Çoklu Manastır Hayatı. Manastırcılığın toplumsal biçimi, Antonius’un genç çağdaşı Aziz Pachomius (ölm. 346) tarafından Yukarı Mısır’da kuruldu. Roma İmparatorluk ordusunda hizmet ettikten ve kendisini bir Hiristiyan keşiş olarak eğittikten sonra Pachomius, manastır yaşamı için en uygun olanın askeri model olduğuna karar verdi. Tabennisi’de Nil nehrinin sağ kıyısında kurduğu manastır, her birinin başında bir kumandanın bulunduğu evlere bölünen surlu bir karargah olarak tasarlanmıştı. Keşişler, mesleklerine ya da zanaatlarına uygun olarak dağıtıldıkları bu evlerde zamanlarının büyük bölümünü el emeğiyle geçiriyorlardı. Birlikte çalışıyor, birlikte ibadet ediyor ve birlikte yemek yiyorlardı. Manastırlarda mutlak yönetim hakimdi. Pachomius öldüğünde sayıları birkaç bine ulaşan rahip ve rahibelerin ayrı ayrı yaşadığı 13 manastırın lideri durumdaydı.
Keşişler manastırda, kilitleri olmayan odalarda yatıyorlar,
bir şilte, iki yakasız gömlek, bir başlık ve birkaç temel ihtiyaç dışında
hiçbirşey bulundurmalarına izin yoktu. Manastıra kabul edilmek için kutsal
yazılara ilişkin biraz bilgi ile okuma yazma bilme yeterliydi. Keşişler kendi aralarında
kol boyu mesafeyi korumaları gerekiyordu ve karanlıkta konuşmaları yasaktı. Manastır dışına ancak iki keşiş birlikte
çıkabiliyordu ve dışarıda gördüklerini içeride anlatmaları kesinlikle yasaktı.
1.5 Kiliseler Manastırlara karşı
Gerek tek başına, gerek toplu
halde, manastırcılık, yerleşik kiliseye bir tehdit oluşturmaktaydı. Aslında
keşişler, gerçek anlamıyla Hz.İsa’nın buyruklarına uyan havarilerinin basit
yaşamlarına geri dönmek arzusundaydılar. İncil’de yazılanları kendilerine şiar
edinmişlerdi. ‘Eğer kamil olmak istersen,
git, neyin varsa sat ve fakirlere ver, göklerde hazinen olacak’, ‘Bütün iman
edenler bir arada olup, her şeyleri müşterek olduğu, mallarını ve mülklerini satıp herkesin
ihtiyacına göre dağıttıkları ...’(Resullerin işleri 2. 44-45) İncil’in
koyduğu bir tek ahlak olduğuna ve tüm hiristiyanların birer keşiş olması
gerektiğine inanıyorlardı. Mükemmelliği Kilise aracılığıyla aramıyorlardı.
Manastırcılığın İstanbul’a
ulaşması Suriyeli Süryaniler tarafından oldu. İstanbul’da ilk manastırları 420’li
yılarda bu gruplar kurdu. İlk manastırlar kentin içerisinde değil İstanbul
surlarının dışında kuruldu. Bu diğer şehirler içinde geçerliydi. Kentlerde
keşişlerin varlığı Doğu Roma İmparatoru I.Theodosios gibi dindar Hiristiyan
imparatorlar tarafından yasaklanmıştı. Başlangıçta birbirini destekleyerek
güçlenen Kiliseler ve İmparatorluk, manastırcılığa karşıydılar ve
manastırcılığı din dışı bir hareket olarak görüyorlardı. Manastırcılığın
bağımsızlığından rahatsız oluyor kendi kontrolleri altına almak istiyorlardı.
5. yüzyılda manastırlar birer
kurum olarak büyümeye devam ettiler. Manastırlar, özellikle de varlıklı kişiler,
keşişlere büyük konutlar tahsis ettikçe yaygınlaştı. 6. yüzyılda etin bütün
baştan çıkarıcılığına karşın kendisini kanıtlamış eğitimli bir çilecinin,
gerçek kimliğini saklarsa, şehirdeki bir kilisede papazlığa gelebileceği kabul
edilmeye başlandı. Bunun üzerine pek çok keşiş inzivadaki hayatlarını bırakıp
şehirlere gittiler. Bu döneme kadar şehirdeki din adamlarının bozulan
hayatlarına karşılık keşişler yiğitlikleri, mucizeleriyle toplumda önem kazanmışlar
ve manastırlarda doruğa çıkmıştı. Bu değişiklik ile kendi arzularıyla toplum
dışına çıkan keşişler artık toplumsal düzenin bir parçası haline geldiler.
Bunun karşılığı da kilise yetkilileri tarafından düzen altına alınmaları oldu. İmparator
Iustinianos manastır yaşamının kutsallığını kabul ederken, manastır kuruluşunu
ve manastır başrahibi atamalarını piskopozluk onayına bağladı. Bağımsızlık
gitmişti.
1.6 Manastır hayatının esaslarını belirleyen Norcia’lı Benedict
Norcia’lı Benedict
İtalya Norcia’lı Benedict
(480-547), manastır organizasyonu
konusunda Mısır’lı Aziz Pachomius’dan etkilenmişti. 529 yılında İtalya’nın
Monte Cassino bölgesinde bir cemaat oluşturmuş ve aynı zamanda keşişlerin hayatlarını
düzenleyen bir yönetmelik hazırlamıştı. Program ibadet, eğitim, mediasyon ve el
işleri gibi aktivitelerden oluşmaktaydı ve bir baş rahibin idaresini gerekli
kılmaktaydı. 8. yüzyılın sonlarına kadar, Benedict’in yönetmeliği, Batı’da
Avrupa manastırlarının kabul edilmiş esasıydı. İlk manastır planı, Sain Gall
Planı olarak bilinmektedir ve bugün hala, İsviçre’de Saint Gall’de mevcuttur. 110
keşiş ve 150-170 tarım işçisi ve diğer çalışanları barındıracak şekilde
tasarlanmıştır. Saint Gall planı kiliseyi, manastırı ve rahipler için olan
binaları, hasta, yaşlı ve kimsesiz çocukların barınaklarını, manastırın dünyevi
işlerinden sorumlu olanların ikamet ettikleri yerleri ve cemaate hizmet eden
binaları içermekteydi.
1.7 İkonoklazm (İkonakırıcılık) Dönemi
Erken Hiristiyan sanatında, ‘İlahların sadece sembolik suretlerinin tasvir edilmesi’ genel kuralı dolayısıyla, Hz.İsa ve diğer azizlerin resmedilmesinden kaçınılmıştır. 324 yılında Konstantinopolis’in kuruluşundan sonra bu kural yavaş yavaş değişmiş ve dini resimler yapılmaya başlamıştı. İbadet amaçlı kullanılan ikonalar, Tanrı’nın ve azizlerin tahta üzerine boyanmış iki boyutlu tasvirleridir. V. ve VI. yüzyıllarda ikona kullanımı giderek yaygınlaştı. Daha önceden Hz.İsa’nın koyun gibi sembolik tasvirleri yerine gerçekçi resimleri yapılmaya başlandı. 691 yılında Konstantinopolis’de İmparator II.Justinian desteğinde toplanan Trullo Konsili Hz.İsa’nın dini semboller yerine kendi insani görüntüsüyle tasvir edilmesine karar vermişti. Hatta İmparator II.Justinian Doğu Roma altın paraların bir yüzüne Hz.İsa resmini diğer yüzüne kendi resmini bastırtmıştı.
726 yılında Doğu Roma İmparatoru
III.Leon ikonalara karşı konuşmalar yapmaya başladı. Konstantinonopolis’deki imparatorluk
sarayının girişi olan Chalke Kapısı'nın üstünde duran Hz.İsa ikonası kaldırılarak
yerine bir haç konuldu. 730 yılında Danışmanlar konseyini toplattı ve ikonalara
tapınmanın kanuna aykırı olduğunu belirtti ve ikonaların kamulsal alanlardan kaldırılmasını
istedi. Böylece ikonoklazm hareketi başladı. Bunu tüm kiliselerden ikonaların
kaldırılması izledi. Kiliselerdeki ikonalar ve mozaik resimler söküldü,
parçalandı. III.Leon’un neden bu hareketi başlattığı konusunda çeşitli yorumlar
yapılmıştır. Bunlardan en öne çıkan iki neden;
- Dini konularda gerçekçi tasvirin yasak olduğu Yahudilik ve İslam dininden etkilenmedir.
- Bir başkası ise, İmparator III.Leon Ege Denizi’nde Thera (Santorini) adasındaki volkanik patlamayı, Tanrının cezalandırması olarak algılamış ve zaten kendisinin de karşı olduğu ve eskiden yasak olan ikonacılık dan vazgeçilmesine karar vermiştir. Santorini’de dünyanın bilinen en büyük volkanik patlaması MÖ 1628 yılında olmuştu. III.Leon döneminde olan patlama muhtemelen daha sonra gerçekleşen daha az şidddette bir patlamadır.
İkonakırıcılık hareketine esas tepki
ise kilise piskoposları ve rahiplerinden değil manastır keşişlerinden geldi.
İkon karşıtlığı dönemi, VI.Constantine imparatorluğu sırasında 24 Eylül 787’de
II.İznik Konseyinin toplanmasına kadar devam etti. Bu konsülde alınan kararla
ikonokliazm 57 sonra sona erdi.
1.8 Manastırcılığın gelişmesi
Gürcistan’da Katshki,
1944’de bir stylite’ın iskeletinin bulunduğu küçük manastır.
Konstantinopolis’teki ilk
manastır, manastırcılığın ortaya çıkışından 300 yıl sonra kurulur.
Konstantinopolis’in en eski manastırı 6. yüzyılda Suriyeli Dalmatous adıyla
anılan Dalmatou manastırıdır. Suriyeli keşişler tarafından kurulan bir diğer
manastır ise İstanbul Çubuklu’da üç vardiya halinde 24 saat dua okunan
Akoimetoi (Uykusuzlar) manastırıdır. Doğu Roma imparatorluğunda 7.yüzyılda
yaşanan ekonomik ve sosyal bunalım nedeniyle manastırlarda yaşayan keşişlerin
kısıtlamalar nedeniyle batıya gittiğini görüyoruz. Hemen ardından gelen Devlet
politikası olarak ortaya çıkan İkonoklast döneminde keşişlerin ikona yanlısı
görüşleri, devlet tarafından üzerlerindeki baskı ve kısıtlamaların artmasına
neden olmuştur.
Kuzey Yunanistan’daki
2,000 metre yüksekliğindeki Athos dağındaki 20 manastırda 1,500 civarında keşiş
yaşıyordu.
Manastırlar Doğu Roma
İmparatorluğu topraklarının her yerine dağıldığı halde bazı yerler daha önemli
olmuştur. 8.yüzyıldan itibaren Bitinya’daki Olympos (Uludağ) manastırı sahip
olduğu topraklar bakımından en önemlisiydi. 10.yüzyıl sonundan itibaren, daha
sonra tüm dağları geride bırakacak olan Athos dağı ikinci büyük merkezdi.
Miletos yakınlarındaki Latmos(Söke Beşparmak) dağı, Ephesus civarındaki
Galesion (Alaman) dağı da diğer önemli manastır bölgeleriydi.
Trabzon Sümele
Manastırı inşaası MS 365-369
Doğu Roma İmparatorluğu’nda din
iki farklı kurum tarafından yönlendirilmiştir. Bunlardan birincisi devlet
yönetimi altında kurulan ve yönetilen Patriklik ve ona bağlı kiliseler.
İkincisi ise kökenleri erken hiristiyanlık dönemine kadar giden Manastırlardır.
Mardin Mor Gabriel
Manastırı, inşaası MS 397
Anadolu'nun başlıca manastırları:
- Sümela Manastırı (Trabzon)
- Vazelon Manastırı (Trabzon)
- Kuştul Manastırı (Trabzon)
- Mor Gabriel Manastırı (Mardin)
- Deyrul Zaferan Manastırı (Mardin)
- Rahipler ve Rahibeler Manastırı (Kapadokya)
Yunanistan topraklarında Athos
dağından sonra en önemli manastır toplumu 11.yüzyıldan sonra kurulan Meteora
manastırlarıdır. 1923 yılına kadar Metamorphosis manastırına sepet içerisinde
iple çekilerek çıkılıyordu. Bir dönemler 20 civarında manastırın aktif olduğu
bölgede bugün altı manastır faaliyette.
Yunanistan –
Kalambaka, Meteora Manastırları
İlkçağ’ın koruyucu pagan tanrılarının
yerini Hıristiyan keşişler almıştı. İslamın gelişmesiyle islamın egemen olduğu
topraklarda manastırların yerini tekkeler, keşişlerin yerini dervişler aldı.
Bursa Anadolu’daki bu kültür değişimlerinin odağındaydı. Uludağ / Keşiş Dağı’na
gelen dervişler, Anadolu mitolojisini tekrar yaratmıştır.
1.9 Manastırcılığın önemini kaybetmesi
İngiltere ve Galler’de manastırların
önemsizleşmesi İngiltere Kralı VIII.Henry’nin 1536’da çıkardığı kanunlar ile
İngiltere’nin Vatikan Kilisesinden ayrılmasıyla başladı. VIII.Henry
arazileriyle çok güçlü olan ve Papa’ya bağlı olan manastırları kapatarak,
arazilerini devlet adına şahıslara satmış ve ülkenin hem dini hem de idari
yöneticisi olmuştur. Ada’da dört yılda(1540) 800 manastır dağıtılmıştı.
XVI. yüzyıldaki Protestan
reformunu ve 1789’daki Fransız Devrimi’ni takiben birçok manastır yok edilmiştir.
XIX. yüzyılın ortalarında sömürgecilik ve artan misyonerlik faaliyetleriyle
Afrika, Amerika ve Japonya’da manastırlar kurulmaya başlandı. XX. yüzyılda,
özellikle de II.Dünya savaşından sonra manastır cemaatleri aktivitelerini dini
faaliyetlerle kısıtlamayıp barınma, beslenme, sağlık hizmetleri ve yüksek
öğretimi kapsayacak şekilde çeşitlendirdiler.
2. BULUTLARA UZANAN STYLİTE’LAR VE STYLİTETİZM
Stylite’lar bir sütunun tepesinde yıllar hata bir ömür boyu oturup çile dolduran Hiristiyanlardı. Vücudun çile çekmesinin, ruhun günahlardan kurtulmasını sağlayacağına inanıyorlardı. Bu harekete katılanların çilekeş hayat tarzlarına Stylitetizm denildi. Suriye’de bazı kutsal kişiler, onları görmeye gelen binlerce meraklı ya da dindar ziyaretçilerin bakışları önünde, yıllar boyu tırmandıkları sütunlarının tepelerinde yaşadılar. Bunların en tanınmışı başlangıçta boş bir sarnıçta bacaklarını zincirleyerek oturmuş olan Antakya’lı çoban Simeon’du. Symeon daha sonra Antakya kırsalında bir sütunun üzerine çıkarak pek çok kişiyi etkiledi. İnsanlar bu sütunun etrafında topladıkça o daha fazla sessizlik aramış, bu nedenle sütunun boyunu sonunda 16 metreye ulaşana kadar yükseltmişti.
2.1 Büyük Stylite Aziz Simeon
Tarihin bilinen ilk Stylite’i(Yunanca
sütun), bir sütunun üzerinde yaşayan Simeon’dir. Aynı ismi taşıyan sonraki stylite’ler
Genç Stylite Simeon, III.Stylite Simeon ve Lesbos(Midilli) Stylite’i Aziz Simeon’da
ayırmak için Büyük Stylite Aziz Simeon olarak adlandırılır. MS 390 yılında Antakya
Sis’de (Adana iline bağlı Kozan) bir çobanın oğlu olarak doğdu. Sis, Kilikya’ya
vilayetine bağlıydı ve Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içerisindeydi.
Hiristiyanlık bu bölgede hızla yayılmıştı.
Hayatta ilk öğrendiği şey koyun
otlatmak oldu. Simeon küçük yaşta annesi Martha’nın etkisiyle Hıristiyanlığa
yönelmişti. 403 yılında henüz 13 yaşındayken Antakya yakınındaki Süryani Tell'Ada
Manastırına çile çekmek için gitti. Buradaki ibadet yaşamında, Hıristiyanlıkta
Paskalya döneminde yaklaşık altı hafta süren Büyük Perhiz (Lent-özellikle
hayvansal gıdaların tüketilmediği oruç) orucunu hiç birşey yemeden tutmaya başlamış, halsiz düşmesi üzerine Manastır
rahibi tarafından ziyaret edilmiş ve kendisine su ve ekmek verilmiştir. Simeon
birkaç gün sonra yarı baygın halde bulunduğunda kendisine bırakılan yiyeceklere
günlerdir hiç dokunmadığı anlaşılmıştır. Yapılan incelemede karnını palmiye
yapraklarından yaptığı bir kemerle çok sıkı bir şekilde bağladığı
anlaşılmıştır. Kemeri öylesine sıkı bağlamıştır ki etine işleyen yaprak
kalıntılarını yaradan çıkarabilmek için, dokunun günlerce suyla yumuşatılması
gerekmiştir.
Sağdaki resimdeki
kilise Simeon adına yapılan kiliseyi, yılan Simeon’un yerde bıraktığı dünyevi
günahı, istiridye ve inci ise semavi(göksel)
zenginliği temsil ediyor.
Manastır’da geçen dokuz yılın
sonunda, diğer keşişler abartılı bir çile metodu uygulayan Genç Simeon’un akşamları
gizli gizli kalkıp yemek ve su içtiğini iddia ederek, manastırdan uzaklaştırılmasını
istemişlerdir. Simeon kendini gömdürüyor ya da uyumadan sürekli ayakta
duruyordu. Midesi küçülen Simeon Büyük Perhizi her yıl yenileyecekti. Sonunda manastır
yönetiminin baskısıyla manastırdan ayrılınca eski Telassinos’un (Antakya) altmış
kilometre doğusundaki Deir Samaan’da çekildiği kulübesinde üç buçuk yıl
yaşayacaktır. Bu dönemde tuttuğu Büyük Perhiz boyunca hiç yemek yemediği ve su
içmediği rivayet edilir. Bu durumdan sağ salim kurtuluşu, o dönemde büyük bir
mucize olarak karşılanmıştır. Oruç zamanlarında, bir mağaraya kapanıp, mağaranın
girişini duvarla kapattırıyordu.
Simeon’un sütununda
gösteren 6.yüzyıl tasviri gümüş levha. Numan’daki Ma'arrat kilisesinin
hazinelerindendi. Ruhsal saflığı sembolize eden deniz kabuğu Simeon’u
kutsarken, sütuna sarılmış yılan şeklindeki şeytan günah işlemeye çağırıyor.
(Louvre müzesi)
Kulübede geçirdiği dönem
sonrasında Simeon, Şeyh Bereket Dağında kayalık bir çıkıntıya yerleşecek ve bu
küçücük mekana kendini tutsak edecektir. Bölge, Suriye’nin kuzeyinde,
Apamea’dan Orta Asya’ya kadar uzanan ulaşım yollarına hakimdir. Ancak
mucizelerinden ötürü kendisinden şifa ve dua dileyen, ona yüz sürmek isteyen
ziyaretçi müritlerinin sayısı burada da artacak ve onlarla konuşmaktan yorgun
düşerek ibadete yeterince zaman ayıramayacaktır. Bu durum onu daha farklı ve
köktenci bir yaşam tarzına yöneltmeye itecektir: bir sütunun üstüne yerleşmek.
421 yılında üç metre yüksekliğindeki eski bir sütunun tepesine çıktı. Böylece
459 yılına kadar 36 yıl sürecek çılgın ve özgün macerası başladı.
Sütun başının üzerinde, ikiye
iki, dört metrekarelik düz bir alan vardı. Orada yaşamaya başladı. Sürekli dua
ediyor ve belli aralıklarla diz çöküyordu. Danışmak isteyenler, duasını almak
isteyenler onu rahat bırakmayınca, valinin emriyle sütun 16 metreye kadar yükseltildi.
Simeon bir yandan ibadete zaman
ayırmak için ziyaretçilerinden uzaklaşmak istemekle birlikte, diğer yandan müritlerinin
hep yanı başlarında kalarak, varlığını onların hizmetine sunmak istiyordu.
Dilenci, zanaatçı ya da çiftçi olsun, varsıl yoksul kendisini görmeye gelen
herkesle ilgileniyordu. Yıllar sonra Simeon Stylites, günde iki kez, halka
konuşmaya başladı. Müritleri sütunun etrafında toplanıyor, konuşmasını dinliyor
ve soru soruyordu. Yüksekliği gittikçe uzayacak olan ünlü sütunun üstünde ancak
oturması ya da ayakta durmasına olanak veren etrafı kısa parmaklıklarla çevrili
küçücük bir platform yaptırmıştı. Bu düzlemde uzanıp yatmasına olanak yoktu,
ayakta uyumayı vücuduna öğretmesi gerekecekti.
Simeon yatay olarak uzaklaşma
olanağı bulamadığı insanlardan dikey olarak kurtulmayı deneyecektir. yaşamını
sürdürebilmesi için köyün çocukları sütunun tepesine tırmanıp ona ekmek, su ve
keçi sütü getiriyorlardı. Başlangıçtaki sütun yaklaşık dört metre
yüksekliğindeydi. Müritler zamanla kalabalıklaşıp bu yüksekliğe kolayca
ulaşabilince sütunun yükseklikleri kademe kademe arttı. İnsan kalabalıklarının
sütunun çok yakına gelip Simeon’un dua etmesini engellememesi için sütunun
etrafında çift duvar örülmüştü. Simeon sütunun yakınına annesi dahil hiçbir
kadının yaklaşmasına izin vermiyordu. Çok ısrarcı olan annesine ‘Eğer buna hak kazanırsak, bir sonraki
yaşamımızda buluşacağız, sabırlı ol’ diyordu.
Mucizelerle ün salan azizin
ziyaretine gelenler, sütuna dayadıkları bir merdiven aracılığıyla yanına kadar
çıkıp, onu yakından görerek, onunla konuşabiliyorlardı. Yaz kış dinlemeden gece
gündüz, elleri çoğu zaman gökyüzüne dönük halde ayakta ya da oturmuş durumda
Tanrıya dua ediyordu. Bir tür hac ritüeline dönüşen ziyaretleri, bölgedeki
Hıristiyanların dışında çöl bedevileri, Ermeniler, Persler, İsmaililer,
İspanya’dan İberler ve hatta Etiyopalılardan oluşan çok heterojen bir hayran
kitlesi gerçekleştiriyordu. Arap hükümdarı Numan’ın hac ziyaretlerinden
rahatsız olduğu anlatılır.
Doğu Roma İmparatoru II.Theodosius(401-450)
ve eşi Aelia Eudoxie, Simeon’a büyük saygı gösteriyorlardı. Simeon hastalandığında
Theodosius üç rahip gönderdi ve artık bulunduğu yerden inmesini rica etti.
Ancak Simeon tedavi edilmeyi reddederek, bu işi Tanrıya bırakmayı tercih etti
ve bir süre sonra kendiliğinden iyileşti. İmparator I.Leo(401-474), Simeon’un Khalkedon
Konsili lehindeki mektubuna büyük önem verdi. Khalkedon Konsili, Hz.İsa’nın
biri tanrısal diğeri insani iki kişiliği olduğunu ve bu ikisinin hiçbir şekilde
birbirinden ayrılamaz iki özellik olduğunu açıkladı böylece bütün Airus’çular
sürgüne gönderildi.
Simeon’un Paris’in koruyucu azizi Genevieve(419-502) ile de
yazıştığı söyleniyor. Simeon Stylites,
sadece dini konuşmalar yapmıyordu, siyasi konuşmalar da yapıyordu. Hatta
konuşmaları o kadar etkiliydi ki, Doğu Roma İmparatoru II.Theodosius ayağına
kadar gelip sütunun üzerine çıktı ve azize siyaset konusunda fikir danıştı.
Simeon Stylites, hayatının 36
yılını o sütunun tepesinde geçirdi. 2 Eylül 459 tarihinde, 16 metre
yüksekliğindeki sütunun tepesinde, elleri kavuşmuş ve gözleri kapalı halde dua
eder konumda öldü. Müritleri ölümünü ancak iki gün sonra fark edebildiler. Antakya
Piskoposu Martyrius büyük bir kalabalığın katıldığı cenaze törenini yönetti ve
Simeon Antakya'da defnedildi. Kemiklerinin bir kısmı, on yıl sonra İstanbul'a
getirildi.
Simon Dağı’nda (Cebel Sim’an) yer
alan, St.Simeon Manastırı kalıntıları arasında, sekizgen merkez avluda bu
meşhur sütunun temel mermeri ve üzerinde aşınmayla yuvarlaklaşmış sütunun küçük
kalıntısı bugün de ayaktadır. Stylite’ların öncüsünün ölümünden sonra bölgede
onun yolundan giden birçok taklitçi ve müridine ilham kayağı olmuştur. Ölümünü
izleyen yüzyıl boyunca, Doğu Roma topraklarında modaya uyan çileci stilit
ardılları sütunlar üzerinde onun gibi zorlu bir yaşam sürdüler.
Konuşmaları yazı haline de
getirilen bu ilk sütun yazarı İran'da baskı altında tutulan Hristiyanların ve Roma
İmparatorluğu’ndaki ezilenlerin haklarını savundu ve faizin sınırlandırılmasını
istedi. Daha yaşarken, Roma İmparatorluğu’ndaki zanaatkarlar, onu koruyucu
azizleri ilan ettiler. Ona 'Gökle yer
arasında yaşayan aziz.' diyorlardı.
2.2 Büyük Stylite Aziz Simeon Kilisesi
Stylite Aziz Simeon Kilisesi
Suriye Aleppo’nun 30 km kuzeybatısındadır. MS 459’da Aziz Simeon öldükten sonra
yapımına başlanan ve MS 490 yılında yapımı bitirilen yapı, zamanının en büyük dini
yapısıdır. Doğu Roma İmparatorluğu’nun desteğiyle Stylite Simeon haç merkezi, Aziz
Simeon’un sütunun bulunduğu yere yapılmıştır. Kilise Qalaat Semaan (Sem’an
kalesi) ya da Simeon Manastırı olarak bilinir.
Dini merkez meşhur sütunu içine
alan merkezdeki sekizgen yapının yanlarından dışarıya doğru uzanan dört
kiliseden oluşuyordu. Dini kompleks 5.000 metrekare kapalı alanıyla
İstanbul’daki Ayasofya’nın büyüklüğüne yakındı.
Ama Ayasofya gibi şehrin merkezinde değil tam tersine en yakın şehirden
60 km uzaklıkta, çıplak ve ıssız bir tepenin üzerindeydi. Dini kompleksin
içinde Kiliselerin yanında bir Manastır ve bir çok büyük barınma yeri vardı.
Doğudaki Bazilika diğerlerinden
biraz daha büyüktür. En önemli olanıydı ve önemli törenler burada yapılırdı.
Doğu Bazilika’sının güney duvarına bitişik Chapel ve Manastır vardı. Güney
Bazilika’nın karşısında vaftizhane bulunuyordu. Vaftizhanenin batısı Deir
Semaan’a doğru tören güzergahıydı. Stylite Aziz Symeon’a adanmış Qalat Saman
Manastırı ve Bazilikası 12.yüzyılda tahrip edildi. Haziran 2011’den beri UNESCO
Dünya Mirası sahasıdır.
Suriye’de Aziz Simeon kilisesi
harabeleri. Resmin ortasındaki yuvarlak taşın altındaki dikdörtgen temel,
Simeon’un sütunun altlığıydı.
Vaftizhane
Kilisenin güney
cephesi
2.3 Stylite Aziz Daniel
Aziz Daniel 409 yılında, Samosata(Samsat,
Adıyaman) yakınlarında Maratha’da doğdu. Babası Elias annesi Martha’idi. Martha’nın
çocuğu olmuyordu, dualarında eğer çocuğu olursa onu Tanrıya adayacağını
söylüyordu. Duaları sonucunda çocukları olunca adını da Tanrının vermesi için
beklediler. Çocuk beş yaşına kadar isimsiz yaşadı. Bir manastır ziyaretlerinde
baş rahibine çocukları için isim sorduklarında, rahip dini kitaplardan birini
rastgele açtı ve MÖ 600 dolaylarında yaşamış Yahudi peygamber Daniel’in ismini
buldu. Böylece Martha’nın oğlunun adı Daniel oldu. Anne ve babası oğullarını
manastıra bırakmak istediler ama manastır rahibi, Daniel’i çok küçük olduğu
için kabul etmedi. Daniel 12 yaşında ailesine haber vermeden gidip Manastıra
katıldığı yıla kadar anne ve babasıyla yaşadı. Manastır baş rahibi, üç hafta
manastırın kapısında yatan Daniel’i istemeyerek
de olsa manastıra kabul etti. Daniel’in anne ve babası oğullarını manastırda
bulduklarında çok sevindiler.
Daniel ve manastır baş rahibi Antakya
Piskopozu tarafından bir toplantı için Antakya’ya çağrıldıklarında, Teslanissae
köyündeki büyük manastırda misafir edildiler. Daniel orada Büyük Stylite Aziz
Simeon’u sütununda gördü ve takdisini aldı. Zaman içersinde Daniel manastırda
yükselerek baş rahib oldu. 42 yaşında manastırdan ayrılarak, daha önce iki
hafta birlikte zaman geçirdiği Büyük Simeon’u ziyaret etti. Amacı Kudüs’e gitmekti ama yolda fikrini
değiştirerek hiç Grekçe bilmemesine rağmen ikinci Kudüs olarak kabul edilen İstanbul’un
yolunu tuttu.
Daniel İstanbul’a vardığında,
Avrupa yakasında, başkentin dikkatine çekecek kadar yakın ve uygun bir yer olan
Anaplus (Arnavutköy) adlı köye yerleşti. Başlangıçta köy sakinleriyle sorunlar yaşadı
ama artık kullanılmayan bir putperet tapınağındaki şeytanları kovup,
rahatsızlanan İstanbul Patriği Anatolius’u iyileştirince kısa sürede ünü yayıldı. Daniel Anaplus’da dokuz yıl yaşadı. Büyük
Stylite Aziz Simeon Antakya’da öldükten sonra müridi keşiş Sergius, Aziz
Simeon’un deri başlığını İmparator I.Leo’ya verilmek üzere İstanbul’a getirdi.
Huzura çıkmayı başaramayan Sergio, hemşerisi Daniel’in yanında kaldı. Böylece
Sergio Daniel’in müridi olurken Simeon’un başlığı da Daniel’e geçti.
Şapkayı da alan Daniel artık Aziz
Simeon gibi bulutlara uzanan bir sütunun üzerinde oturabilirdi. Bir saray
memurunun yardımıyla, İmparatorun bahçesinden kolaylıkla görülebilecek, bir
başka Süryaniye ait üzüm bağının yanına, iki insan boyu yüksekliğindeki sütunu
yerleştirdi ve 33 yılını geçireceği platformuna çıkıp oturdu. Böylece Daniel
saray ileri gelenlerinin ve imparatorluk ailesinin dikkatini çekmeyi başardı. Herkez
bu ilginç denemeyi izlemeye başladı. İmparatoriçe eğer taşınmaya razı olursa
Daniel’i kendi mülküne yerleştirmeyi önerdi ama Daniel reddetti. Daniel bir
süre sonra Büyük Simeon’un yolunu izleyerek ilkinden daha yüksek bir sütuna
çıktı. Ardından temeli, bir oğlunun olacağını müjdelediği İmparator tarafından
atılan bir üçüncüsünün.
Yeni sütunun bulunduğu yere
Antakya’dan Aziz Simeon’un sütunun kalıntılarından Aziz Simeon’a adanmış bir anıt,
şehitlik ve manastırdan oluşan bir dini merkez kuruldu. Daniel’inde yaşamı
kolay değildi. Suriye’nin ılıman ikliminden sonra İstanbul’un kışı sert
gelmişti. Bir keresinde neredeyse donarak ölecekti. Daniel’in sütununa birçok
insan geldi ve hastalığı için şifa, şans ya da kutsamasını istediler. Daniel
hepsine yardım etti, şifa dağıttı. Daniel’in dualarıyla gerçekleşen birçok
olaydan sonra İmparator Patrik Gennadius’dan Daniel’i üst derece rahip olarak
atamasını istedi. Daniel’in kehanetlerinden biri İmparator ve Patriğe önceden
söylediği İstanbul yangınıydı. Aziz Simeon’un kemiklerinin İstanbul’a
getirtilmesi de Daniel’in fikriydi.
İmparator I.Leo kızını, Antakya
Adana arasında yaşayan İsaurianlıların lideri Zeno ile evlendirmişti. Genç çift
de oğullarına imparator dedesinin adını (Leo) koydular. I.Leo imparatorluğu 473
yılında torunu II.Leo’ya bıraktı. Esas güç ise babası imparator naibi Zeno’nun
elindeydi. Kısa süre sonra çocuk İmparator II.Leo salgın bir hastalıktan ölünce
babası Zeno imparator oldu. Doğu Roma aristokrasisi İsaurianlı birinin
imparatorluğunu kabullenmek istemeyince 475 yılında karşıklıktan yararlanan I.Leo’nun
karısının kardeşi Senatör Basiliscus, Zeno’nun tahtını ele geçirdi. Basiliscus,
Monofizit yanlısıydı. Patrik Acacius, Aziz Daniel’e yalvararak sütunundan inip
İstanbul’a gelmesini ve İmparator Basiliscus’u monofizitleri desteklemekten
vazgeçirmesini istedi. Böylece Daniel 33 yıllık stylite yaşamında ilk ve tek
kez sütunundan indi. Ayasofya’da İmparator Basilizcus, Daniel karşısında diz
çökerek Daniel’in görüşünü sordu, ardından da hiristiyan dünyası bölünmekten
kurtulup yeniden barışa kavuştu. Monofizit
görüş (İsa’nın hem tanrı hem insan tek kimlikli oluşu görüşü), İnsani ve İlahi
tabiatların katışma ve değişme olmaksızın tek bir tabiatta birleşmesi ve tek
tabiata dönüşmesini savunur.
Doğu Roma İmparatoru I.Leo onun
için üzerinde platformlar olan sütunlar yaptırdı. İmparator Zeno’da onu ziyaret
edenler arasındaydı. İstanbul Patriği Aziz Gennadius tarafından takdir edilerek
kutsandı. Daniel hızla insanlar için bir çekim merkezi oldu. Hiristiyanların
periyodik yaptıkları ekmek ve şarapla gerçekleştirilen Eucharist ritüelini bile
sütununun üzerinde yaptı. Sütununda vaazlar verdi, nasihatlar etti, kendisine
getirilen hastaları iyileştirdi. Aziz Daniel 11 Aralık 493’de öldü ve Büyük
Stylite Aziz Simeon’dan sonra en çok tanınan stylite oldu.
2.4 Genç Stylite Simeon
Genç Stylite adıyla bilinen Aziz
Simeon (521 – 24.5.597) Antakya’da doğdu. Babası Edessa’lı, Martha adlı annesi azizeydi.
Çocukluğundan itibaren John adlı bir din adamının gözetimi altında oldukça
münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Evlerinin yakınında Aziz John(The Baptist)
kilisesi vardı ve sık sık oraya giderdi.
Daha yedi yaşındayken hocası John’ın sütunun yanına bir sütun da kendisi
koyarak yeni yaşamına başladı. Yazdığı bir mektupta ilk dişini kaybettiği
zamandan beri sütunun üzerinde yaşadığını belirtmişti. Bu düzende bir hayatı 69
yıl sürdürdü.
Bu süre boyunca birçok kez
sütununu ve yerini değiştirdi. Bu değişimlerin ilkinde toprak üzerinde
geçirdiği kısa zamanda Antakya Patriği ve Seleucia Papazı kendisini papaz
yardımcılığına atamışlardı. Hocası John’ın ölümünden önceki son sekiz sene
boyunca, sütunlarının mesafesi aralarında
kolaylıkla konuşabilecek uzaklıktaydı. John müridinin aşırıklarını frenliyordu.
John’un ölümünden sonra Simeon dünya nimetlerinden tamamen elini ayağı çekti ve
Theopolis yakınlarındaki küçük ağaçların dallarında çileli bir hayata
başladı.
Simeon rahipliğe atandığında
müritleri sütununa tırmanarak Simeon’un elinden komunyon alabilmek için
birbirleriyle yarışıyorlardı. Diğer birçok stylite gibi onun hakkında da çok
sayıda mucize anlatılıyor. Hayatının sonuna doğru Antakya yakınlarındaki mucizeler
dağı adı verilen bir dağ eteğindeki sütununda yaşarken öldü. Genç Simeon’a
atfedilmiş çok sayıda mektup vardır. Bunlar arasında Doğu Roma İmparatorları
I.Justinian ve II.Justin’de var. Genç Stylite Simeon’un sütunun bulunduğu yerde
bir takım dini yapılar var. Sütunun doğusunda bir kilise, batıya doğru bir avlu,
komplekse giriş ve rahiplerler ile hacıların kalacağı yerler vardı.Sonradan
sütunun bulunduğu sekizgen yapının kuzeyine ve güneyine de kiliseler yapıldı.
Dini merkezin planı
Genç Simeon Sütunun
bugünkü hali
Bugün bölgede yaşayanlar
yıkıntılara Manastır diyor. Dağ ile Akdeniz arasında da Samandağ (Simeon
dağının Türkçesi) adı verilen ilçe var.
Aziz Simeon Madolyonu
Stylite’lar anısına yapılmış
üzerlerinde resimleri olan madalyonlar da var. Madalyondan görülebileceği gibi mermer
sütunun üzerinde 4 m2 ahşap platform ve korkuluklar var. Sütunun
yanında görülen kayadan oyularak yapılmış merdiveni Simeon ile konuşmak
isteyenler kullanıyor. Bu taş merdivenin kalıntıları hala yıkıntılar arasında
görülebilir. Simeon Mucizeler Dağı’ndaki sütununa 551 yılında çıktı. 597
yılında 76 yaşında öldüğünde sütununa yakın bir yerde annesi Martha’nın
mezarının yanına gömüldü.
Stylite’ları hayatlarının önemli
bir bölümünü sütunun üzerinde geçirmeye iten şeyin ne olduğu bilinmiyor. Hz.İsa
ve havarileri münzevi hayata çilekeşliğe
karşıydılar. Burada bazı başka etkilerin olduğunu düşünmek gerek. Stylite’ler
büyük çoğunluğu aynı bölgeden çıktı. Eğer bir çocuk 7 yaşında bir sütunun
üzerine çıkıyorsa bu çocuğu özendiren bir şeyler var demektir. Genç Simeon’a
gene bu bölgede yaşamış olan Büyük Stylite Simeon’un adı verilmişti. Azize
kabul edilen annesi Martha oğlunu motive
etmek için vaktinin büyük bir kısmını sütunun altında geçiriyordu.
Büyük ve Küçük Simeon
Stylite’leri gösteren ikon. Sol taraftaki Büyük Simeon, Manastır Büyüklerine
boyun eğip sütundan inerken resmedilmiş. Büyük Simeon’un sürekli ayakta durmaktan
dolayı bir bacağında bacak ülseri rahatsızlığı oluşmuştu ve bu nedenle
platformunda tek ayakla duruyordu. Sağdaki sütunda ise Küçük Simeon resmedilmiş.
2.5 Stylite Aziz Alypius
Stylite Aziz Alypius 7.yüzyılda
dünya nimetlerinden kendisini çekmiş bir çilekeşdi. Kilise kurucusu olarak saygı görüyordu.
Çocuğu olmayan kadınların şifacısı, çocukların koruyucusuydu. Alypius(522-640) Hadrianopolis(Edirne)
şehrinde doğdu. Çok genç yaşta dul kalmış annesi çok dindardı. Oğlunu Rahip
Thedore’ın yanına eğitime gönderdi ve kendisi de rahibe olmaya karar verdi.
Alypius, pagan tapınağı üzerine
Büyük Martyr Saint Euphemia anısına bir kilise inşa etti. Kilisenin dışına bir
sütun dikerek yetişkin hayatının çoğunluğunu sütunun üzerinde geçirdi. Sütunun
yanına biri rahipler biride rahibeler için olmak üzere iki manastır yaptırdı ve
her ikisininde ruhani başkanı oldu.
53 sene sütunu üzerinde ayakta
durduktan sonra artık ayakları onu taşımayınca sütunundan inmek yerine
hayatının son 14 senesini sütunu üzerindeki platformunda uzanarak geçirdi. 640
yılında 118 yaşında vefat etti. Simeon ve Daniel ile birlikte üç önemli styliteden
biri kabul edilir. Kafatası Athos dağındaki Koutloumousiou Manastırında
saklanmaktadır.
2.6 Diğer Stylite’ler
Lesbos’lu(Midilli) Stylist Aziz Symeon (765 - 844) Doğu Roma
İmparatorluğu’nda ikinci İkonoklazm(814-842) döneminde iki kez stylist yaşamı
denemiş bir keşiştir. Kuleye benzer sütununda kendisini dünyadan izole etmiş,
vaktini dua ederek geçirmiştir. İkonakırıcılar tarafında sürekli olarak değişik
yerlere sürülmüş ve Karadeniz, Marmara kıyılarında balıkçı kılığında yaşamak
zorunda kalmıştır. En son İzmir’de yaşarken memleketine dönmüş ve orada
ölmüştür.
Stylite Kutsal Luke 10.yüzyılda İstanbul’da yaşadı. Doğu
Roma imparatoru Constantine
Porphyrogenitus döneminde askerlik yaptı. Bulgarlarla yapılan savaşta binlerce
kişinin ölüp kendisinin mucizevi şekilde kurtulması üzerine kendini tanrıya
adamaya karar verdi. Bir sütuna çıkarak
ruhani bir hayata başladı. Khalkedon
(Kadıköy) yakınlarında 45 sene bir sütunun üzerinde yaşadı. 970 yılında vefat
etti.
Filistin’de bir dağın tepesindeki
bir mağarada 25 sene yüzünü batıya hiç dönmeden, yüzüne güneşin batmadığı
münzevi bir hayat yaşayan bir din adamından bahsediliyor. Bunlar kadar meşhur olmayan başka stylite’lar
olduğu hatta kadın stylite’larda olduğu biliniyor. Bu olayı batıya taşımak
isteyen birkaç girişim oldu ama batıda fazla rağbet görmedi. Doğuda ise 12. yüzyılın
sonuna kadar benzer olaylar yaşandı. Sonrasında bir daha görülmedi.
Kaynakça
Manago,
Cyril – Bizans Yeni Roma İmparatorluğu
Dikici,
Radi – Şu Bizim Bizans
Gregory, Timothy E. – Bizans
Tarihi
No comments:
Post a Comment